Hiçbir ideolojik ayrım, Gazzeli bir çocuğun yaşam hakkından daha değerli olamaz.
İbrahim Özcoşar
Prof. Dr., Mardin Artuklu Üni. Rektörü

Siyonizmin akademideki/üniversitelerdeki baskısı, iç içe geçmiş düşünsel ve kurumsal katmanlardan oluşmaktadır. Siyonizm, bilim ve akademiyle teorik anlamda güçlü bir ilişki düzeyi inşa ederek etki alanını genişletmeye çalışmaktadır. Siyonizm ve bilim ilişkisini, teknik ve teorik bir dille; Hakikatle epistemi arasındaki kopuşun ontolojik bir tehlikeye dönüşmesi olarak özetleyebiliriz. Bu teknik tanım şu anlama gelir: Siyonizm; bilgiyi-bilimi, hakikati ortaya çıkarmanın aracı olmaktan ziyade, hakikati örtmeye yönelik epistemik ve yıkıcı bir güce dönüştürme çabası içerisindedir. Bilimin, siyonist amaçlara hizmet edecek bir manipülasyon aparatına dönüştürülmesinin bütün insanlığı tehdit eden bir tarafı söz konusudur. Bu tehdidin ortadan kalkması için üniversitelere, akademisyenlere ve öğrencilere önemli sorumluluklar ve görevler düşmektedir. Bu görevleri; siyonist hegemonyadan, baskıdan ve korkudan kurtulmak için“Epistemik Bir Aksa Tufanı”[1]başlatmak olarak ifade edebiliriz.
Günümüz dünya üniversitelerinin en göze çarpan özelliği, homojen Batılı karakteridir. Küresel anlamda üniversiteler, neredeyse aynı Batılı amaçlarla kurulmakta ve aynı Batılı idealleri/hedefleri benimsemektedir. Bu homojenliğin kaynağını, uluslararası ve bilimsel standartlardan çok, Batı hegemonyasına teslimiyet olarak değerlendirmek daha gerçekçi olacaktır. E. Said’in bahsettiği Batı emperyalizmi ile siyonizm arasındaki iş birliği düşünüldüğünde, bu tespitlerin belli oranlarda siyonizm için yapılabileceği aşikârdır. ABD’li edebiyat kuramcısı Walter Benn Michaels’in “Üniversitelerimiz, fakir insanların fukaralıklarını hak ettiğine kendimizi ikna etmek için başat düzeneğimiz haline gelmiştir.” şeklinde ifadesi, üniversitelerin emperyal amaçlara meşruiyet oluşturacak teorik ve akılcı gerekçeler oluşturma işlevi bugün siyonizme uyarlanmış olduğunu göstermektedir. Modern üniversite fikrinin zihinsel ve kurumsal arka planını açığa çıkaran bu tespit, aynı zamanda bu arka plana meydan okuyan düşünce yapısının ve kurumsal formun, günümüz üniversitesi içinde yeniden ortaya çıkma potansiyelini de göstermektedir. Firavun’un sarayında Musa’nın yetişmesi metaforu, bu potansiyeli örneklemek için kullanılabilir.
Siyonizmin hegemonik tutumu ve bu tutumun soykırım boyutuna ulaşarak akademiyi bu sürece payanda etme cüreti karşısında, üniversitelerin özgür ve özgün yapılara dönüşebilmesi için küresel ölçekte bir dinamizme ihtiyaç duyulmaktadır. Ancak bu konuda asıl görev ve sorumluluk, İslam dünyasına düşmektedir. İslam dünyasının, kendi geleneğinden ilham alan bir yaklaşımla, akademiyi bu hegemonyadan kurtaracak bir praksis ortaya koyması elzemdir. Batı dünyasında, insanlık vicdanının sesi olan birçok akademisyenin duyarlılığı takdire şayan olmakla birlikte, Batı bilim geleneğinin emperyal köklerinden tamamen kurtulmuş yaklaşımlar geliştirmesi mümkün görülmemektedir. Bu sebeple, insani ve vicdani yaklaşım sahip birçok Batılı akademisyen bile siyonizmi ancak Batı dünyasında kabul edilebilir bir söylem ve anlatı içerisinde ele alabilmekte ve tüm vicdani tutumlarına rağmen, belli konularda Filistin aleyhine olabilecek zaaflar gösterebilmektedir. İnsani ve vicdani bir bakış açısına sahip olsa bile, Batılı bir akademisyenin veya sıradan bir Batılının içinde yetiştiği ortam, maruz kaldığı yoğun propaganda ve baskılar, Filistin’de yaşananları ve İsrail/siyonizm sorununu bütün boyutlarıyla tahlil edip anlamasını ve hakkaniyetli bir çözüm önerisi sunmasını pek mümkün kılmayacaktır.
Bütün bunlar düşünüldüğünde, akademide siyonist baskıyı aşma konusunda İslam dünyasına önemli görevler düşmektedir. İslam dünyasının siyasi, sosyal ve ekonomik göstergeleri bu cümleyi “naif” gösterse de; siyonist baskıyı aşacak bir akademi inşa etmek Müslüman olsun-olmasın, dünya görüşü ne olursa olsun hayat referanslarını İslam coğrafyasından alan herkesin ortak görevine dönüşmelidir. Gazze’de yaşanan barbarlık karşısında insanlığın genel yaklaşımı, siyonizme karşı tutarlı bir tavrın ve karşı koyuşun ancak İslam dünyası kaynaklı olabileceğini gözler önüne sermektedir. Bu iddianın başlıca gerekçeleri birkaç temel noktada özetlenebilir; siyonizmin doğrudan tehdit ettiği coğrafya olması bakımından bu sorumluluk öncelikli olarak İslam dünyasına düşmektedir. Ayrıca, İslam’ın temel kaynağı olan Kur’an-ı Kerim’in “İsrailoğulları” kavramsallaştırması aracılığıyla siyonizme karşı yüzyıllar öncesinden tüm insanlığa bir uyarı yöneltmiş olması, İslam toplumlarında belirli bir farkındalık ve bilinç düzeyinin oluşmasına zemin hazırlamıştır. Bunun yanı sıra günümüzde siyonizm, antisemitizm ve İslamofobi başta olmak üzere, insanlığın evrensel değerlerini kökten sarsan ırkçı ve dışlayıcı yaklaşımlara karşı tarihsel olarak alternatif üretmiş yegâne pratik, İslam dünyasında görülmüştür. Her ne kadar İslam dünyasının mevcut durumu olumsuz bir tablo arz etse de, Gazze’deki soykırım olgusu karşısında sorunun çözümünü soykırım zihniyetini üreten, besleyen ve açık biçimde destekleyen Batı’dan beklemek, daha derin bir çelişki doğurmaktadır. Kaldı ki, İslam coğrafyasının tamamı, bu sürecin bir sonraki hedefi olma ihtimaliyle karşı karşıyadır.
Bu tehdit karşısında üniversitelere, akademisyenlere ve üniversite öğrencilerine düşen görev; Epistemik Aksa Tufanı olarak kavramsallaştırdığımız özgür, özgün ve özne bir akademiyi yeniden inşa etmektir. Bunun için de:
- Üniversitelerimizin küresel düzeyde akademik yeterliliğe sahip kurumlar haline gelmesi sağlanmalıdır.
- Üniversitelerimiz ve akademisyenlerimiz, Batılı yaklaşım ve teoriler karşısında coğrafyamızı merkeze alan yaklaşım ve teorileri geliştirecek özgüvene sahip olmalıdır.
- İslam dünyasındaki üniversiteler, gerek kendi aralarında gerek dünyadaki antisiyonist üniversiteler ile iş birliklerine özel bir önem vermelidir.
- Antisiyonizmin, antisemitizmle aynı olmadığı bütün bir dünyaya kabul ettirilmelidir. Bunun için her iki kavramın aynı anlam alanlarını karşılamadığı daha sık ve daha cesur bir tutumla tekrarlanmalıdır. Özellikle İslam düşüncesinin, bir ırkçılık türü olan antisemitizme imkân tanımadığının altı çizilmelidir.
- Antisiyonist duruşun, insanlık için ontolojik ve ahlaki bir zorunluluk olduğu uluslararası kamuoyuna anlatılmalıdır.
- Siyonistlerce üretilen kavram ve teorilere karşı dikkatli olunmalı, özgün kavram ve teorilere ağırlık verilmelidir.
- Başta işgal altındaki topraklardaki üniversiteler olmak üzere siyonizmi destekleyen bütün üniversitelere ve akademisyenlere yönelik “Boykot, Tecrit ve Yaptırımlar” içeren bir hareket başlatılmalıdır.
- Soykırımı unutturmayacak bilimsel faaliyetlere ağırlık verilmelidir.
- Soykırımı her yönüyle kayıt altına alıp belgeleyecek ve uluslararası kamuoyuyla paylaşacak çalışmalar yapılmalıdır.
Siyonizm karşısında üniversite öğrencilerine düşen görevleri ayrıca ele almak gerekmektedir. Üniversite öğrencilerinin belli kalıpları aşma, daha cesur davranabilme ve duruşlarını geleceğe taşıma özellikleri, onları bu konuda daha etkili kılmaktadır. Siyonizm de bu sebeplerle “Hasbara” adını verdiği ve “savunulamaz olanı savunmaya yönelik propaganda faaliyetlerini” genellikle Dünya Yahudi Öğrenciler Birliği eliyle yürütmektedir. Söz konusu faaliyetlerin genel çerçevesi, 2002 yılında yayımlanan “Hasbara El Kitabı: İsrail’i Kampüste Savunmak” kitabıyla ortaya koyulmuştur. Bu kitaba göre Hasbara, üç tamamlayıcı katmandan/aşamadan oluşmaktadır. İlk aşama; ‘pozitif’ söylemdir: “Biz oradaydık, Tanrı burayı bize verdi” gibi mesnetsiz yargılarla meşruiyet üretimi söz konusudur. İkinci olarak ‘savunmacı’ söylem: İsrail devleti, tarihsel antisemitizmi ve Yahudi soykırımını araçsallaştırarak Yahudi halkının güvenliğini sağlamaya yönelik zorunlu bir oluşum olarak kendisini meşrulaştırmaya çalışmaktadır. Üçüncü olarak ise ‘negatif’ boyut: İsrail, tarihsel olarak mevcut yapısına ve pratiklerine dair her türlü analitik inceleme ve eleştiriyi inkâr etmekte, bu eleştirileri itibarsızlaştırmakta, susturmaya çalışmakta, tüm eleştirel yaklaşımları ve olgusal raporlamaları antisemitizmle eşitlemektedir. Burada belirtilmesi gereken bir husus da, üniversite okuyan Yahudi öğrencilerin bir kısmının bu örgütlülüğe rağmen insani ve vicdani bir duruşu seçerek antisiyonist tarafta olmalarıdır.
Bu propaganda örgütlenmelerine karşılık, antisiyonist yaklaşımın da örgütlü bir iyilik ve propaganda yapılanmasına ihtiyacı vardır. Konuya dair değerIendirmelere, antisiyonist Yahudi akademisyen Ilan Pappe’nin, uyarısıyla başlamak yerinde olacaktır: “Karşı propaganda incelikli olduğu kadar karmaşıktır da ve savunmasız yakalanırsanız, davanızın duyulmasını sağlamanız güçtür.”
Antisiyonist üniversite öğrencisinin de ilk yapması gereken, Filistin konusunda derinlikli ve entelektüel bir birikime sahip olmaktır. Bunun farklı yollarından bahsedilebilir: Öncelikle, üniversitelerde bu konuyla ilgili müstakil seçmeli dersler açılması talep edilebilir. Elbette burada dikkat edilmesi gereken önemli husus, dersi veren öğretim elemanının bilinçli ve yetkin bir antisiyonist olmasıdır. Üniversite yönetimleri bunu gerçekleştirme konusunda çeşitli çekinceler taşıyabilir. Nitekim konunun önemini anlayamama ya da siyonizm korkusu bu konuda etkili olabilir. Bu noktada, öğrencilere düşen göre; üniversitelerinde konu hakkında derinlemesine bilgiye sahip ve cesur akademisyenlerle iletişim kurmaktır. Türkiye’de seçmeli ders açma şartları genellikle erişilebilir düzeyde olup, öğrencilerin bu konudaki talep, teklif ve ısrarları başarı şansını artırmaktadır.
Bütün idari ve akademik teşebbüslere rağmen üniversitede böyle bir ders açılamaması durumunda, sivil toplum örgütlerinin Kudüs ve Filistin’e dair yüz yüze ve çevrim içi dersleri, seminerleri takip edilebilir. Bu da imkân dâhilinde değilse, üniversite içinde küçük kitap okuma grupları oluşturma, kitap tahlilleri yapma vb. alternatifler geliştirilebilir.
Tüm bunların ötesinde, üniversite öğrencilerinin Kudüs ve Filistin bilincini bulundukları kampüs ortamında örgütlü bir seviyeye taşımaları elzemdir. Bunun en basit ve işlevsel yolu, öğrenci kulüpleri/toplulukları kurmaktır. Kudüs ve Filistin Çalışmaları Kulübü, Aksa Kulübü, İsra Kulübü vb. isimlerle kurulabilecek kulüplerde, tüm kampüsü kapsayacak projeler ve faaliyetlerle konuya dair farkındalık oluşturacak imkânlar elde edilebilir. Burada dikkat edilmesi gerek önemli bir husus, oldukça insanî bir meselede ideolojik ayrışmalara sebep olabilecek dil ve üslup kullanılmamasıdır. Gelinen noktada, siyonizm barbarlığı ve soykırımına karşı “insan” ve “vicdan” ortak paydalarında birleşmek ve itiraz geliştirmek, bütün ideolojik ayrımlardan çok daha anlamlıdır. Şöyle de düşünülebilir: Hiçbir ideolojik ayrım, Gazzeli bir çocuğun yaşam hakkından daha değerli olamaz.
Kampüste yapılacak çalışmaların oldukça çeşitli olabileceği, hatta her türlü çalışmanın bir şekilde konuyla ilişkilendirilebileceği bilinmelidir. Spor faaliyetlerinden sanat sergilerine, müzik dinletilerinden sinema gösterimlerine, kantin buluşmalarından söyleşilere, kampüs duvarlarına yapılacak grafitilerden soykırımda katledilmiş çocukların isim listelerinin yayımlanmasına kadar hemen her çalışma, bir şekilde siyonizm ve soykırıma dair farkındalık oluşturacak bir faaliyete dönüştürülebilir. Bu konuda gençlerin çok daha yaratıcı fikir ve eylemler ortaya atacağı kesindir. Bunların yanında, mutlaka yıllık belli periyotlarla yapılacak ve sürdürülebilir projeler hayata geçirilmelidir: anma günleri, Gazzeli çocuklara adanmış gençlik buluşmaları vb.
Öte yandan, gençlerin bu konuda en aktif olacakları alanlardan biri de boykottur. Boykotun bütün boyutlarına yönelik bir hassasiyet alanı oluşturulmalıdır. Siyonist üniversite ve akademisyenlerle iş birliğini reddetmekten, kampüste siyonizme destek veren ürünlerin satılmasının boykot edilmesine kadar geniş bir yelpazede makul, kararlı ve etkili tepki gösterme yollarına başvurmalıdırlar.
Sonuç olarak, üniversitelerde siyonist baskıyı aşmak, yalnızca akademik özgürlüğün korunması değil; aynı zamanda insanlığın ortak vicdanının ve hakikat arayışının yeniden inşası anlamına gelmektedir. “Epistemik Aksa Tufanı” kavramsallaştırması, bilginin tahakküm ve manipülasyon aracı olmaktan çıkarılıp; özgürleşme ve adaletin hizmetine verilmesini ifade etmektedir. Bu bağlamda, hem İslam dünyasının kendi entelektüel mirasından beslenen özgün bir akademik yaklaşım geliştirmesi hem de küresel ölçekte vicdan sahibi akademisyenler ve öğrencilerle dayanışma zeminlerini güçlendirmesi elzemdir. Üniversiteler, öğrenciler ve akademisyenler; siyonizmin bilgi üzerindeki hegemonyasına karşı örgütlü bir bilinç ve irade geliştirebildikleri ölçüde, geleceğin özgür, çoğulcu ve hakikate sadık akademisini kurmak mümkün olacaktır.
[1] Epistemik Aksa Tufanı; siyonist söylem, bilgi tekeli ve medya manipülasyonlarına karşı, hakikate dayalı ahlaki bilgi sistemlerinin yeniden inşasını amaçlayan entelektüel bir direniş hareketidir. Bu kavram, bilgi alanında ezilenlerin ve susturulanların hakikat arayışını temsil ederek, zihinsel bir karşı saldırı, düşünsel bir uyanış ve hakikat merkezli bir bilgi devrimi sürecini ifade eder.