Zahide Tuba Kor ile Aksâ Tufanı Üzerine

“Gazze’de ateşkes planı, acaba Hudeybiye Anlaşması gibi olabilir mi, Müslümanlara güçleninceye kadar zaman kazandırabilir mi diye düşünülebilir. Korkarım ki biz Müslümanlar zilletten çıkıp bağımsızlaşıncaya ve güçleninceye kadar Evanjelik-Yahudi ortaklığı bölgesel hedefine ulaşacaktır. 77 yıldır Filistin işgal altında olduğu halde gerekli hazırlıkları yapmamışız; hamaset kolaycılığından çıkıp bundan sonra mı yapacağız?”

Orta Doğu Uzmanı Zahide Tuba Kor ile Aksâ Tufanı’nı konuştuk.

İstifadenize.

İNSİCAM

  1. Hocam, sizce Gazze’de yaşanan felaketlerin ardından “sonrası” için mümkün senaryolar nelerdir?

Maalesef olumlu bir senaryo göremiyorum. İsrail, Batı’nın tam desteğini alıp vahşeti en ileri boyutta kullanarak Gazze’yi yok etmeye çalıştı; ama Gazzelilerin iki yıldır tek başlarına ölümüne direnişi karşısında hedeflerine ulaşamadı. İsrail ilk defa boyun eğdiremediği ve satın alamadığı dişli bir düşmanla karşı karşıya kaldı. Bu süreçte dünyada giderek bir nefret odağına dönüştü ve yalnızlaştı. Ama ne yazık ki her şeyin İsrail aleyhine döndüğü bir ortamda, Müslüman ülke liderleri Trump’ı güya ateşkes için ikna ederek İsrail’e can simidi oldular.

Trump’ın açıkladığı 20 maddelik plan şaka gibi, ama Gazzeliler için tam bir kâbus. İki sene boyunca ABD-İsrail ikilisine boyun eğmemiş bir şerefliler topluluğu, Müslüman ülkelerin baskısıyla teslime zorlanıyor. Planın her maddesi tuzaklarla dolu. Filistin’de yüzyıl sonra yeniden bir manda rejimi kurulması öngörülüyor; ABD-İngiltere-İsrail ortaklığı ve Müslüman ülkelerin finansmanıyla. Direnişin İsrail’e karşı en önemli kozu olan esirleri daha ilk aşamada elinden almaya kalkışıyorlar; sonrasında Netanyahu’nun anlaşmadan cayacağı yüzde 100 olduğu halde. İsrail, tarihinde hiçbir anlaşmaya tam uymamıştır. Dahası, İsrail’in lügatinde uzlaşma, taviz ve anlaşma yoktur. Eğer bir anlaşmaya sadık kaldıysa karşılığında çok daha büyük kazanımlar elde ettiği içindir. 27 Kasım 2024’te Lübnan’da varılan ateşkese rağmen İsrail, hemen her gün Lübnan’ı bombalamayarak 1000 küsur ateşkes ihlali yaptı. Gazze’de farklı mı olacak?

Trump ekibi, Amerikan tarihinin en İslamofobik, Evanjelik ve İsrail’den fazla İsrailci yönetimidir. İsrail’in her yaptığının kayıtsız şartsız desteklenmesini Tanrı’nın bir emri olarak görür. Trump’ın ilk dönem ekibi de, daha evvel Reagan ve Bush ekipleri de aynı ideolojidendi. Fark, Trump’ın bu ikinci döneminde İsa Mesih’in yeryüzüne geleceğine ve bin yıl sürecek Tanrı krallığının kurulacağına inanmaları. Trump ilk başkanlık döneminde Netanyahu ne istediyse yaparak Filistinlilerin hayatını tam bir kâbusa döndürmüştü. Biz maalesef her şeye Türkiye odaklı baktığımızdan ve kendimizi merkeze koyduğumuzdan o dönem Filistinliler aleyhine neler yaptıklarının farkında bile değiliz. İş adamı diye kendisiyle pazarlık yapılabileceğini sanıyoruz. Netanyahu-Trump ikilisinin yalan söylemekte sınır tanımadığının, Müslüman yönetimleri parmaklarında oynattıklarının farkında değiliz.

Şu an yapmaya çalıştıkları şey, Filistin davasını Müslüman ülkelerin devreye girmesiyle bitirtmek, mevcut ve müstakbel bütün tehditleri ortadan kaldırarak İsrail’i bölgede kalıcılaştırmak… Trump ateşkes ve barış dese de onun kastettiği bizim anladığımızdan farklı. Netanyahu başta olduğu sürece ne Gazze’de ne de Ortadoğu genelinde savaşlar bitebilir.

Dahası, İsa Mesih’in dönüşü için MS 70’te yıkılan tapınağın yeniden inşası gerekiyor, bunun için de Kubbetü’s-Sahra ve Mescid-i Aksa’nın yıkılması. Bunun ‘ilahî işareti’ olan kızıl düvelerin 2022’de Teksas’ta bir Evanjelik Hristiyan’ın çiftliğinde doğurtulup kurban edilmek üzere 2023’te İsrail’e getirtildiğini hatırlatayım. Gazze’de HAMAS ve Lübnan’da Hizbullah’ı silahsızlandırdıktan sonra sıra Batı Şeria ve Kudüs üzerindeki emellerine gelecektir. Direniş örgütlerinin silahsızlandığı bir ortamda bunları kim engelleyebilecek, Gazze’deki soykırıma bile seyirci kalmış Müslüman ülke orduları mı?

Gazze’de ateşkes planı, acaba Hudeybiye Anlaşması gibi olabilir mi, Müslümanlara güçleninceye kadar zaman kazandırabilir mi diye düşünülebilir. Korkarım ki biz Müslümanlar zilletten çıkıp bağımsızlaşıncaya ve güçleninceye kadar Evanjelik-Yahudi ortaklığı bölgesel hedefine ulaşacaktır. 77 yıldır Filistin işgal altında olduğu halde gerekli hazırlıkları yapmamışız; hamaset kolaycılığından çıkıp bundan sonra mı yapacağız?

Son olarak Gazze’deki silahlı gruplar ateşkesi kabul etse de etmese de İsrail saldırmayı sürdürecektir. Ateşkes gerçekleşse bile kurmaya çalışacakları düzen işlemeyecektir. İki yıldır ABD’nin Gazze’de çözüm diye ortaya attığı hiçbir öneri ve sahada uygulamaya koyduğu hiçbir plan tutmadı. Bu da öyle olacaktır. İsrail’in içi iyice karışmış vaziyette; Gazze’de bir ateşkesin olması da olmaması da iki kutuptan birini isyana sevk edecektir. Kısaca ortada ne Gazzeliler ve Filistinliler ne de İsrailliler için iç açıcı bir senaryo var.

  • Medya, sosyal medya ve kamu diplomasisi, Gazze meselesinin küresel algısını nasıl şekillendiriyor? Propaganda ve dezenformasyon riskleri nelerdir?

Gazzelilerin çektiklerinin çok benzerleri, geçmişte Irak ve Suriye’de yıllarca yaşandı, halihazırda Sudan’da yaşanıyor. Ama sosyal medya o dönemlerde veya ülkelerde etkili olmadığı için yaşananlar dışarıya yeterince yansımadı, yansısa da dünyayı harekete geçiremedi. İlk defa dünyanın Gazze’de olan biteni görmesinde sürekli canlı yayınlar yapan el-Cezire kanalı kadar Filistinlilerin sosyal medyayı iyi kullanmasının etkisi büyük.

Dünyada neredeyse bütün büyük sosyal medya ağları ve köklü geleneksel medya kuruluşları Siyonistlere aittir. Yıllarca onların filtresinden (sansüründen) geçerek Filistin haberleştirildi, İsrail argümanları dünyaya pazarlandı. Ama son yıllarda Filistinliler, düşmanını düşmanının silahıyla vurmakta maharet kazandı. Bu, son derece önemli. Sosyal medyayı iyi kullanmaları sayesinde dünya ilk kez 2021 Mayıs’ında, ikinci kez 7 Ekim 2023’ten bu yana Filistin gerçeğine uyandı. 2021 Ramazan’ında Kudüs’te yaşanan olaylar, akabinde Gazze’de 11 gün süren savaş sırasında dünya ayağa kalkmış ve ABD ile İngiltere’de o döneme kadar ki en kalabalık Filistin’e destek eylemleri yapılmıştı. İsrail, söylem tekelini yitirmenin şoku ve paniği içindeydi. 2,5 yıl sonra bu defa Gazze, bir soykırımın canlı canlı ekranlarda izlendiği ilk savaş oldu. Bu bakımdan bir devrim.

İlk defa Batı’da gençler, geleneksel ve sosyal medyada sansüre rağmen Tik-Tok’un da katkısıyla Gazze’den haberdarlar ve yönetimlerine öfke içindeler. Tam da bu yüzden Amerikalı Siyonistler kısa süre evvel Tik-Tok’u kontrollerine aldılar.

2024 Kasım’ında dışişleri bakanlığına getirilen Gideon Saar, küresel alanda İsrail’i aklayıcı bir propaganda hamlesi başlatacaklarını ilan etmişti. İsrail bunun için tarihinin en büyük bütçesini ayırdı. Artık sanal dünyada sansür ileri boyutta; içerikler kaldırılıyor, kanallar/hesaplar kapatılıyor. Önümüzdeki süreçte Gazze’de savaş bittiğinde sanal dünyadaki soykırıma ait tüm video ve görsellerin silineceği söyleniyor. Hatta ellerinizdeki bütün görsel malzemeleri farklı farklı yerlerde saklayın deniyor.  

Ne derece başarılı olurlar henüz bilmiyoruz. Ama şunu hiç unutmayın: Unutmak da hatırlamak da bir hafıza işi değil, siyasi ve ideolojik bir tercihtir. Tıpkı Kemalizmin Arap ve İslam dünyasıyla aramıza duvar örme amaçlı nice propagandasına halkımızın ekseriyetinin inanması gibi. Hatta 7 Ekim’den sonra ülkemizde “Gazze’den bize ne? Araplar bizi arkamızdan vurdu, Filistinliler toprak sattı” dendiğini veya “Durup dururken HAMAS bu terör saldırısını neden yaptı? Acaba İsrail ajanı mı?” diye sorgulandığını düşünürsek, bütün kayıtların silindiği bir ortamda gelecek nesillerin Siyonist propagandaya inanıp “7 Ekim 2023’te Gazzeli teröristler İsraillilere soykırım yapmış” demesinin önünde nasıl bir engel olabilir?

Bir de yapay zekâ meselesi var. Gelecek nesiller bizim gibi ansiklopediler, kitaplar veya basılı kaynaklardan araştırma gayretinde muhtemelen olmayacaklar, bir tıkla her şeyi yapay zekaya soracaklardır. Bunun da ipleri yine Siyonistlerin elinde. Şu an bile Gazze ve HAMAS lehine bilgiler sansürlü; yapay zekâ İsrail aleyhine haberleri çevirmeyi reddediyor. Bu gidişat nereye varır?

Velhasıl, bugün küresel atmosfer İsrail aleyhine diye kalıcı sanıp da rehavete kapılmamalıyız. Çok çalışmamız lazım hem de çok…

  • Daha önceki çalışmalarınızda Hamas’ın “dış güçlerin maşası olma algısının kırıldığı” ve kendi iradesiyle hareket eden bir aktör olduğunun anlaşıldığını belirtmiştiniz. Hamas’ın bölgesel bir aktör olmaktan çıkıp özerk bir aktöre dönüşme sürecini nasıl yorumluyorsunuz?

Buna mecburdu. Filistin’e destekçi herhangi bir bölge ülkesi, 7 Ekim operasyonundan önceden haberdar olsaydı engellemeye çalışırdı, emin olun. Çünkü Aksa Tufanı, sadece İsrail-Körfez ülkeleri arasında değil, bölge çapında eski hasımlarla ilişkileri düzeltme, milli menfaat ve iktisadi fayda doğrultusunda yeni bir düzene geçme çabaları iyice ilerlemişken yaşandı. Eğer operasyon olmasa Ekim 2023’te Netanyahu Ankara’ya gelecek ve Türkiye’nin Doğu Akdeniz’deki tecridini de kıracak önemli anlaşmalar imzalanacaktı; yine Suudi Arabistan ve İsrail İbrahim Mutabakatı’na imza koyup ilişkileri normalleştirecek, bu sayede yeni boru hatlarını ve ticaret yollarını da içeren bölgede yepyeni bir düzen kurulacaktı. İran, baş düşmanı Suud’la bile barışmış ve Biden yönetimiyle nükleer müzakereleri sürdürmekteydi; müttefiki Esed rejimi bölgede yeniden meşru bir aktöre dönüşmüştü. Katar -İsrail ve ABD’nin onayıyla- yıllardır Gazze’nin hamisi ve ana finansörüydü; burada büyük yatırımları vardı. Hal böyleyken Gazze için kim neden bütün bu kazanımlarını çöpe atsındı ki?

Şunu unutmayın: İsrail’le gerçek bir mücadele çok büyük bedeller ödemeyi gerektirir. Bunu isteyen herhangi bir devlet ve hükümet olduğunu düşünmüyorum. Devletler, bir başkası için milli güvenliğini tehlikeye atmazlar, hele hele İsrail gibi herhangi bir kırmızı çizgisi olmayan bir haydut devletle karşı karşıya gelmek istemezler. Eğer 7 Ekim operasyonunun arkasında olsalardı Gazze’deki müttefiklerini bu denli yüzüstü bırakmazlardı. Bırakın savaşa müdahil olmayı, ekonomi bile bir silah olarak kullanılmadı, ticari ilişkiler kesilmedi.

Bu arada Kassam Tugayları’nın İsrail’e içeriden herhangi bir bilgi sızmaması için bu operasyonu HAMAS’ın siyasi kanadından bile sakladığı, içerideki lider kadroya birkaç gün evvel haber verdiği, dışarıdaki siyasi liderlerin hiç haberi bile olmadığı söyleniyor.  

2020 İbrahim Mutabakatları süreci Filistinliler pahasına, onların yok sayılmasıyla kurulmakta olan yeni bir bölgesel düzendi. 7 Ekim, Filistin meselesi ve davası, tarihin ‘çöp sepeti’ne atılmadan yapılmış son bir çıkış ve çırpınıştı. Zannettiler ki Arap ve İslam dünyası İsrail saldırganlığı karşısında uyanacak ve kendilerine destek verecek. Ama olmadı.

  • 7 Ekim 2023’ten bu yana Gazze’deki abluka koşullarında hayatta kalma mücadelesi ile davanın sadece silahla değil, bilim, sanat ve edebiyatla da savunulabileceği vurgulanıyor. Bu sivil direniş ve inovasyon kapasitesi, Filistin davasının geleceği için ne gibi potansiyeller barındırıyor?

Kesinlikle, ben de bunu söyleyenlerdenim. İsrail ve Siyonistler, sadece silah gücüyle ve komployla değil bilim, sanat, edebiyat ve medyadaki etkinlikleriyle ve icatlarıyla da dünyada hakimiyet kurdular. (Mesela ileride Dünya Siyonist Örgütü başkanı ve İsrail’in ilk cumhurbaşkanı olacak kimyager Haim Weizmann, Birinci Dünya Savaşı sırasında patlayıcı üretiminde çığır açıcı icadıyla İngiliz yönetiminin saygınlığını kazanmıştı.) Bana İslam dünyası ne zaman ve nasıl ayağa kalkar diye soranlara “Kaç tane Nobel Ödülü almış Müslüman bilim adamı ve edebiyatçımız var?” diyorum. Mesele Nobel Ödülü almak değil, bu alanlarda dünya çapında çığır açıcı ve etkili ürünler vermek. Bunu başarmadığımız sürece Siyonistlerin ürünlerinin ve fikirlerinin tüketiciliğine ve taklitçiliğine mahkûm kalırız.

Tek başına askeri ve siyasi güçle bir dava kazanılmaz, bir mücadele başarılı olmaz. Öte yandan silahsız, sadece bilim ve sanatla bu işin başarılacağını sanmak da kendimizi kandırmak olur. Çünkü İsrail’in ve müttefiklerinin anlayacağı tek dil güçtür. Ama davaya dünyayı katmak ve vicdanları harekete geçirip bir küresel koalisyon oluşturmak için kültür-sanat ve medya/propaganda alanında etkili olmak son derece önemli. Yani aynı anda bütün unsurlarda ilerleme kaydetmeliyiz, tıpkı İsrail’in yaptığı gibi.

Çağımız görsellik çağı; Filistinlilerin yaşadıklarını ve İsrail’in suçlarını belgeleyen filmler ve belgeseller çok önemli, romanlar ve oto/biyografiler de. Filistinli şair Mahmud Derviş’in tek bir dizesi, bazen koca bir akademik kitaptan daha fazlasını söyler, bazen de tek bir kare fotoğraf veya video… Dünyada sistemsel krizlerin de etkisiyle insanlar siyasetten bıkmış durumda, gençler siyasete ilgisizler; onlar kültür-sanat, spor veya sosyal medya üzerinden davaya çekilebilir. Bu yüzden sanatçıların ve sporcuların duyarlılığı önemli. Etkili ve ikna edici bir söylem üretmek ve o söylemle Siyonistlerin yalanlarını ifşa etmek gerek. Dünyadaki siyasetçiler İsrail’in ve müttefiki ABD’nin esirleri; buna karşı güçlü bir sivil toplum hareketliliği de ancak kültür-sanat üzerinden sağlanabilir.

İsrail’in yetmiş küsur yıldır kimlere suikast düzenlediğinin izini sürersek Filistin direnişinde ve davasında kimlerin kritik roller oynadığını daha iyi anlarız. Nitekim İsrail sadece direniş liderlerini şehit etmedi; geçmişte mesela Filistinli romancı ve gazeteci Gassan Kenefani’yi ve Hanzala karakterinin çizeri karikatürist Naci el-Ali’yi ya da geçtiğimiz yıllarda önemli Filistinli mühendisleri de suikastlarla ortadan kaldırdı. Yani kalem ve kelam da, mühendislik ve teknik icatçılık da silah kadar önemlidir. 7 Ekim’den sonra da Gazze’de yüzlerce kameramanı, gazeteciyi, doktoru, sağlık görevlisini, ambulans şoförünü, arama-kurtarma görevlisini, akademisyeni, öğretmeni, âlimi, sanatçıyı, mühendisi, insanî yardım görevlisini vd. katletti. Bunların hepsi farklı metotlarla direnişin kritik birer parçasıydı.

  • Batılı rejimlerin ikiyüzlülüğü ile Batı halklarının (özellikle gençlerin) Filistin’e verdiği destek arasındaki çelişkiyi görüyoruz. Batı’daki bu yeni nesil aktivizm, uzun vadede Batı’nın Ortadoğu politikalarında somut bir değişikliğe yol açabilir mi?

Değişime yol açma ihtimali yüksek. Çünkü -pek farkında değiliz ama- zaten her şeyin değişmekte olduğu bir dünyada yaşıyoruz. Mevcut dünya düzeni zaten 2008’den beri sorgulanıyordu, memnuniyetsizlikler çoktu. 7 Ekim’le Siyonizmin maskesi ilk kez bu denli düştü, tüm çıplaklığıyla ne oldukları görüldü. İsrail’in bu dünya düzeninin nasıl paydaşı olduğu ve Siyonistlerin hem ABD’yi hem de ABD üzerinden dünyayı nasıl esir aldığı görüldü. Batı’da hakikaten bir uyanış var. Amerikan halkı İsrail’i sorguluyor. İsrail’i Ortadoğu’da değerli bir müttefik değil, Batı’nın sırtında bir yük olarak görenlerine sayısı artıyor. Ortadoğu’nun bastırılmış halkları zaten içten içe kaynıyor, toplumsal patlamalar her yerde an meselesi.

Halihazırda İsrail’i ölümüne savunanlar (i) Siyonist propagandalarla beslenmiş yaşça ileri nesiller, (ii) ideolojik veya dinî sempati duyanlar (Evanjelikler, İslam düşmanı aşırı sağcılar gibi), (iii) kariyerini Siyonist çevrelere borçlu olanlar, (iv) hedeflerine ve çıkarlarına İsrail’le işbirliği içinde erişebileceklerini inananlar (yani çıkarcılar), (v) koltuklarını Siyonistlere borçlu olan veyahut İsrail aleyhine bir adım atarsa devrilmekten korkan devlet başkanları ve yöneticiler… Mevcut liderler ve siyasetçiler kuşağı öldüğünde veya çekildiğinde, şu anki gençler siyasete girdiğinde daha farklı politikalar görebiliriz.