“Hiçbir Çocuk Kendi Yarasını Kendi Sarmamalı”
İster bombalar ve kurşunlar ile olsun, isterse sistematik bir şekilde açlık veya farklı yollarla olsun çocuğun unutuluşu, yalnızca fiziksel uzaklık ile açıklanamaz. Bu unutuluş, Batı’daki ekranın temsil rejimiyle doğrudan ilişkilidir. Ekran sadece bir teknoloji değil, bir biçimlendirme aracıdır. Acıyı göstermez, acıyı paketler. Çocuğu sunmaz, çocuğu biçimlendirir. Rahmeti taşımaz, rahmeti sansürler.
Muhammed Fesih KAYA

“Söylesene Vera, çocuklara sıkılan hangi kurşun kahpece değildir?”
Numan Arıman
“Kelebeklerin bile çocuklardan daha uzun süre yaşadığı bir coğrafyada, size hangi şiiri yazayım?”
Ahmed Arif
Bu iki cümle, yalnızca birer şiir dizesi değil; insanlığın kendine yönelttiği en yalın ve en yakıcı sorulardır. Çocuk, insanlığın en korunaksız ama en hakiki hâlidir. Henüz savunma geliştirmemiş, henüz ideoloji üretmemiş, henüz kendini tanımlamamış bir varlık… Bu kırılganlık, onu sadece korunmaya muhtaç değil; korunması farz olan bir hakikat kılar. Çocuğun varlığı, Allah’ın “Rahman” sıfatının yeryüzündeki en saf tecellisidir. Onun unutuluşu ise, sadece politik değil; insanlığın varlık düzleminde bir inkârdır. Çocuğun ağlayışı, göğe yükselen bir dua değil; yere çarpan bir inkârdır. Unutuluşu ise sadece siyasi değil; varlık düzleminde bir felakettir. Ve biz, o çocuğun gözlerine bakmadan hiçbir medeniyeti kuramayız. Onun sessizliğini duymadan hiçbir dua edemez ve onun unutuluşunu sorgulamadan hiçbir adalet tesis edemeyiz.
Savaşlarda çocukların ölmesi bir “yan etki” değildir; çoğu zaman bilinçli bir tercihtir. Çünkü çocuk, bir toplumun devamıdır. Onu öldürmek yalnızca bir ferdi değil; bir dili, bir kültürü, bir hafızayı ve bir geleceği öldürmektir. Bu yüzden bazı rejimler, halkları sindirmek için çocukları hedef alır. Çünkü çocuk ölürse, umut ölür. Gelecek, doğan her çocukla birlikte dünyaya gelir. Bu sebeple çocuğu hedef almak, geleceği yok etmek; bir halkı talihsiz ve tarihsiz bırakmaktır. Çocukların ölümü yalnızca aileleri değil, bütün toplumu çökertebilir. Bir annenin çocuğunu kaybetmesi, bir toplumun sesini kesebilir. Çocuk cesetleri yalnızca bir kurban değil, hepsi birer mesajdır: “Direnmeyin, çünkü en savunmasız olanınızı bile koruyamıyorsunuz.”
Uluslararası hukuk çoğu zaman çocukların ölümünü “yan hasar” olarak tanımlar. Fail devletler, “güvenlik” veya “terörle mücadele” gerekçesiyle bu ölümleri meşrulaştırır. Bu cezasızlık, çocukları savunmasız bırakır. Uluslararası Ceza Mahkemesi’nin 2002’den bu yana çocuklara yönelik suçlar konusunda verdiği karar sayısı yok denecek kadar azdır. Bu da çocukların ölümünü “görünmez” ve “hesapsız” kılar.
Çocuklar yalnızca bombalarla değil; açlıkla, susuzlukla, sessizlikle ve unutulmakla öldürülüyor. Gazze’de 2023’te başlayan saldırılarda binlerce çocuk evlerinde, okullarında, hastanelerinde öldürüldü. Halepçe’de 1988’de Saddam Hüseyin’in kimyasal silahları, çocukları elma kokulu gazla boğdu. Afganistan’da 20 yıl süren işgal boyunca çocuklar hem savaşın hem yoksulluğun kurbanı oldu. Suriye’de kuşatma altındaki şehirlerde çocuklar açlıktan öldü. Akdeniz’de mülteci teknelerinde binlerce çocuk boğularak hayatını kaybetti. Bu ölümler, teknik hatanın aksine bilinçli, hesaplı ve sistematikti.
Afrika’da çocuk ölümleri yalnızca savaşla değil; yüzyıllar süren sömürgecilikle bağlantılıdır. 15. yüzyıldan itibaren başlayan köle ticareti, milyonlarca Afrikalı çocuğun Avrupa’ya taşınmasına ve köleleştirilmesine neden oldu. Sömürgeci devletler, Afrika’nın kaynaklarını sömürürken eğitim, sağlık ve altyapıyı ihmal etti. Bu ihmal, bugün hâlâ çocuk ölümlerinin temel nedenlerinden biridir.
Nijerya gibi ülkelerde çocuk ölümlerinin yüzde 30’u sıtma, AIDS ve yetersiz beslenme gibi önlenebilir nedenlerden kaynaklanıyor. Bu ölümler, yoksullukla beraber tarihsel bir ihmalin ve sistematik bir değersizleştirmenin sonucudur.
İster bombalar ve kurşunlar ile olsun, isterse sistematik bir şekilde açlık veya farklı yollarla olsun çocuğun unutuluşu, yalnızca fiziksel uzaklık ile açıklanamaz. Bu unutuluş, Batı’daki ekranın temsil rejimiyle doğrudan ilişkilidir. Ekran sadece bir teknoloji değil, bir biçimlendirme aracıdır. Acıyı göstermez, acıyı paketler. Çocuğu sunmaz, çocuğu biçimlendirir. Rahmeti taşımaz, rahmeti sansürler.
Gazze’deki çocuk, ekranda bir istatistiğe dönüşür.
Adı “sivil kayıp” olur.
Gülüşü “öncesi” olur.
Ölümü “son dakika” olur.
Ve biz, bu dönüşüme alışırız.
Alışmak, yalnızca duygusal değil; varlık düzleminde bir çöküştür.
Çünkü ekran sadece göstermez; unutturur.
Temsil etmez, temsilin sınırlarını çizer.
Jeffrey Epstein davası, çocukların yalnızca savaşta değil; barış zamanında da nasıl hedef alındığını gösteriyor. Epstein, ABD’de reşit olmayan kız çocuklarını fuhuş ağına dahil etmekle suçlandı. Bu ağda siyasetçiler, kraliyet üyeleri, bilim insanları ve medya figürleri yer alıyordu. Belgelerde Türkiye’den de çocuk kaçırıldığı iddiaları yer aldı. Bu dava, çocukların yalnızca yoksul ülkelerde değil, en zengin toplumlarda da sistematik biçimde istismar edildiğini gösteriyor. Bu istismar yalnızca bireysel suç değil; kurumsal sessizlikle ve medya manipülasyonu ile örtülen bir sistemdir.
Batı toplumlarında çocuklar yalnızca istismar edilmiyor, aynı zamanda suç sistemlerine sürükleniyor. UNICEF’e göre, Avrupa ve Orta Asya’daki çocukların üçte ikisi evde fiziksel şiddete maruz kalıyor. Yoksulluk, aile içi şiddet ve eğitim eksikliği çocukları çete üyeliğine, uyuşturucuya ve fuhşa yönlendiriyor. Bu çocuklar çoğu zaman “suçlu” olarak etiketleniyor; ama aslında sistemin birer kurbanı oluyorlar. Batı’daki çocuk ölümleri savaşla değil, ihmal, istismar ve adaletsizlikle gerçekleşiyor.
Suriye iç savaşında milyonlarca çocuk yerinden edildi. Bir kısmı Türkiye’ye, Lübnan’a, Ürdün’e sığındı. Binlercesi ise Avrupa’ya ulaşmaya çalıştı. Ancak bu yolculuk çoğu zaman yeni bir hayatta kalma mücadelesine dönüştü. 2011–2024 yılları arasında Suriye’den Avrupa’ya ulaşan binlerce çocuk kayboldu. Bu çocukların çoğu refakatsizdi ve kayıt altına alınmadıkları için izleri sürülemedi. Bu çocuklar cinsel istismar, pazarlanma ve organ ticareti gibi risklerle karşı karşıya kaldı. Resmî kurumlar çocukların hayatta olup olmadığını dahi bilmiyor. Savaş bölgelerinden gelen çocukların bazıları Avrupa’da “yedek parça” gibi görülüyor. Bu ifade organ ticareti iddialarını tanımlamak için kullanılıyor. Resmî belgelerle kanıtlanması zor olsa da bazı vakıalar ve tanıklıklar bu iddiaları destekliyor. Bazı yardım kuruluşlarının çocukları izinsiz şekilde başka ülkelere transfer ettiği ve bu süreçte izlerinin kaybolduğu yönünde iddialar var. Bu iddialar uluslararası bağışlarla desteklenen kurumları da kapsıyor.
Bu tablo savaşın yalnızca bombalarla değil göç yollarında, yardım sistemlerinde ve “gelişmiş” ülkelerin karanlık köşelerinde de sürdüğünü gösteriyor. Çocuklar yalnızca savaşın değil; sistemin, ihmalin ve karanlık ağların kurbanı hâline geliyor. Kayıt dışı göç çocukları görünmez kılıyor. Refakatsizlik onları savunmasız bırakıyor. Kurumsal sessizlik suçları örtüyor, yasal boşluklar ise failleri koruyor.
UNICEF’in 2023 yılı raporuna göre son 10 yılda savaşlarda 2 milyona yakın çocuk öldü. 4 milyondan fazla çocuk sakat kaldı. 12 milyon çocuk evinden uzakta, kamplarda yaşıyor. Her gün ortalama 20 çocuk çatışma bölgelerinde hayatını kaybediyor. Bu rakamlar sadece sayı değil. Her biri bir yüz, bir ses, bir oyun, bir hayal…
Çocukların ölümü karşısında sessiz kalmak suça ortak olmaktır. Bu bir trajedi değil, bir suçtur. Faili vardır, hesabı sorulmalıdır. Uluslararası hukuk çocuklara yönelik suçları öncelikli gündem hâline getirmelidir. Sayılardan, istatistiklerden, steril raporlardan uzak; çocukların yüzünü, sesini, hikâyesini taşıyan bir dil kurulmalıdır. Öldürülen her çocuğun izini taşıması için bir ağaç, bir taş, bir hikâye dikilmelidir.
Çocukların öldüğü bir dünyada hiçbir şey meşru değildir. Ne devlet ne ideoloji ne kalkınma ne güvenlik.
Sudan’da son günlerde yaşanan çocuk katliamları, insanlığın karşı karşıya olduğu en ağır sınavlardan biridir. Çocukların yaşam hakkı ihlal edildiğinde, yalnızca bir ülkenin değil, tüm dünyanın geleceği tehdit altına girer.
“Çocuk yaşarsa, insanlık yaşar” ifadesi, bu bağlamda bir sloganik bir cümle olmaktan ziyade, evrensel bir sorumluluğun ifadesidir. Sudan’daki çocukların korunması, dünyanın herhangi bir yerindeki çocukların korunmasıyla aynı değere sahiptir.
İnsanlığın geleceği, çocukların güvenliği ve yaşam hakkı korunabildiği ölçüde var olacaktır. Bu ilke, her toplumun ve her bireyin ortak görevidir.
Kaynakça
• UNICEF Türkiye (2023). Silahlı Çatışmalarda Çocukların Korunması Raporu
• TRT Haber (2023). “Suriye’de 30 Bin Çocuk Öldü, 24 Bini Sakat Kaldı”
• Bianet (2024). “Suriye’den Avrupa’ya Kaçan Çocuklar Kayboluyor”
• Ekmek ve Gül (2024). “5 Soruda Jeffrey Epstein’in İstismar Dosyası”
• Independent Türkçe (2023)
