Boyundan aşağısı tutmayan Şeyh Ahmet Yasin’in aşıladığı şuur somutlaşmış, Filistin halkı bir yandan zikrini eksik etmezken öte yandan taş ve sapanın yerini düşmanı yıldıracak silahlar almıştı. Şehit Ebu Ubeyde’nin belagatı, Şehit Yahya Sinvar’ın cesareti ve toprağını onca acıya rağmen terk etmeyen Filistin halkının kahramanlığı… İşte bunlar göz ardı ettiğimiz (yahut ettirildiğimiz) şeyler.
Zübeyir ŞEKERCİ

“Korku ve ümit içinde rablerine ibadet ve dua etmek üzere vücutları yatak görmez, kendilerine verdiğimiz rızıktan da Allah için harcarlar.”
(Secde, 16)
Bosna deyince akla ilk gelen şey nedir? Avrupa’nın orta yerinde, kim ölçtüyse, Barış Güçleri’ne rağmen Sırpların etnik temizliği yahut Dayton’a mecbur kalmak. Biraz daha düşünürsek Tito döneminde Müslüman Boşnaklara yapılan zulüm de akla hemen gelebilir. İlk çağrışımlara bakacak olursak pek de yanlış çağrışımlar değil gibi. Peki, bunca acı, kan ve gözyaşı arasında Aliya ve dostlarının mücadelesi/mücahedesi geliyor mu? Umut Tüneli’ne “muhtaç kalındığı” gelirken akıllara o darlıkta böyle bir icadın (iradenin) ortaya konması neden birlikte düşünülmüyor? Güç Boşnakların eline geçtiğinde “zulmeyetmeceksiniz” direktifi ve hatta “Savaş, ölünce değil düşmana benzeyince kaybedilir” sözü neden Bosna gündemimizde acıdan ve gözyaşından epey sonra gelir?
Bundan 33 sene önce, Tito’nun ölümü ve akabinde gelen bağımsızlık manevralarının bir sonucu olarak başlayan Bosna Savaşı şüphesiz büyük dramlara, parçalanmaya ve hatta yok oluşlara sebep oldu. Saraybosna uzunca süre kuşatıldı, sniperlar hedef ayırt etmedi ve bugün hala yeni bulgulara şahitlik ettiğimiz Srebrenitsa’da soykırım işlendi. Bütün bunlar oldu, bu inkâr edilemez bir hakikat. Ancak bugünkü söylemde mezkûr yaşananların mütemadiyen öne sürülmesi Bosna Savaşı’ndaki kahramanlıkları göz ardı etmemize sebep olabiliyor. Mladi Müslümani’den başlayan mücadele, hapiste yazılan ve entelektüel açıdan yoğun eserler yahut gönüllülerin çabasıyla kurulan Yedinci Müslüman Tugayı bahsi geçen savaşta güncel anlatıda kendine yeterince yer bulmuyor. Pekâlâ, bu bizde neye sebep oluyor? Bu göz ardının bize faturası nedir?
Bir millet için şu iki şey çok tehlikelidir: hamaset ve çaresizlik. Hamaset, size bozgunda fetih rüyaları gördürürken çaresizlikse sizi hareketsizliğe gark eder. “Atalarımız 1000 yıldır bu topraklarda barışla hüküm sürdü” cümlesini kurmanın bugüne müşahhas ve ayakları yere basan bir faydası olmadığı gibi, “her gün mazlumlar ölüyor ama kimse sesini çıkarmıyor” diye hayıflanmanın da mazlumların bizatihi kendisine sağladığı bir fayda yok. Hatta dolaylı yoldan zararı bile var. Bizi umutsuzluğa ve günün sonunda unutmaya ittiği gibi onları da kendi dertleriyle baş başa bırakıyor.
Dün Bosna’daki soykırım bugün Gazze’de en acımasız haliyle yeniden karşımızda. Srebrenitsa’daki 8.372 şehit, bugün Gazze’de 65 bin dolaylarında. Soykırımcı Siyonistlerin her gün onlarca mazlumun hayatını etkilediğine iki yıldır derinden şahit oluyoruz. Belki de tarih boyunca kimsenin şahit olmadığı ölümlere “ultra HD” şekilde maruz kalıyoruz. İşte tam da burada çaresizlik hali bünyemizi sarıp sarmalıyor. Tıpkı bir zamanlar Bosna’daki gibi… Oysa bugün verdiği şehitle, aldığı Siyonist başlarıyla ve oluşturduğu kamuoyuyla kazanan Filistinlilerin ta kendisi. Ölürken dahi yeni bir sürecin başlatıcısı muzaffer bir halk öylece duruyor karşımızda. 7 Ekim’den bu yana ibrenin Hamas ve genelde Müslümanların lehine döndüğünü uzun vadede anlayacağız. Peki, bunca acıdan, kandan ve gözyaşından sonra gündemimize geliyor mu bu eşsiz mücadele?
İgman Dağları’nda Sırp çetniklere karşı yetersiz mühimmatla aslanlar gibi savaşan mücahit Boşnaklar savaşın kaderini Allah’ın inayetiyle değiştirmişti. Onlarca hafta süren Saraybosna kuşatması yerini tünelden çıkan umuda bırakmıştı. Aliya’nın liderliği Bosna’nın Müslüman halkına yeni bir başlangıç sunmuş ve hatta Kosovalı Müslümanlara cihadın diri bir seçenek olduğunu hatırlatmıştı. Tıpkı 1987’de Birinci İntifada’nın elleri taş ve sapan tutan yiğitlerinin 7 Ekim 2023’te Paramotorla küffarın diyarına serbest uçuş yapıp Yasin 105’lerle Merkavaları etkisiz hale getirdiği gibi.
Boyundan aşağısı tutmayan Şeyh Ahmet Yasin’in aşıladığı şuur somutlaşmış, Filistin halkı bir yandan zikrini eksik etmezken öte yandan taş ve sapanın yerini düşmanı yıldıracak silahlar almıştı. Şehit Ebu Ubeyde’nin belagatı, Şehit Yahya Sinvar’ın cesareti ve toprağını onca acıya rağmen terk etmeyen Filistin halkının kahramanlığı… İşte bunlar göz ardı ettiğimiz (yahut ettirildiğimiz) şeyler. “Havf ve reca” arasında olmaklığı emreden Allah’ın kulları olan bizler kendi konforumuzda onca imkânsızlık arasından bir direniş çıkaranlara “acıyarak” vakit tüketmekteyiz. Sosyal medyada yaptığımız paylaşımlar, kınadığımız devletlüler yahut konfor içinden çıkmayan acıma duygumuz… Bunların bize de Filistin halkına da pek bir faydası yok. Kurtuluşun reçetesi taşlardan mermilere, sapanlardan füzelere tekâmül eden iradede. Endülüs düşerken, Gırnata’nın son emiri Ebu Abdullah anahtarı teslim ettiğinde gözlerindeki yaşa ithafen emirin validesi şöyle demişti: “Erkekler gibi savaşmadın, şimdi kadınlar gibi ağla”.
Yapacağımız şey açık. Soykırımın farkında olmaklığın yanında direnişin ilhamına kulak kabartacağız. Kardeşlerimize maddi manevi destek olmaya çabalarken öte yandan kendi işimizde en iyisi olmak için mücadele edeceğiz. Dilimizden Siyonist’e kunut, Gazze’ye nusret duası süzülürken şuurumuzu diri tutacağız. En önemlisiyse neslimize zalimin zulmü kadar mücahitlerin kahramanlıklarını anlatacağız. Maddi ablukadan evvel manevi ablukayı kıracağız. Siyonizm’in kudretine karşı 2 senedir mücadelesinden taviz vermeyen Hamas’ın kudretine aşina olan genç dimağlar göz ardı ettiğimiz zaferi göz önünde tutarak zaferin varlığına olan inançlarını tazeleyecekler. O gün nasipse “Nehirden denize, Filistin özgür olacak”…
