Şiir Gazze’den Sonra Değil, Gazze ile Birlikte Yazılır!

Gazze’den sonra hiçbir şey olmayacaktır. İnsanlığın vicdanı, öyle bir milada izin vermeyecektir. Gazze vardır; düşmanları sevindirecek bir sonrası yoktur. Gazze henüz bitmedi ve bitmeyecektir —henüz kâğıda geçmemiş, yüreğe oturan şiir gibi. Gazze’den sonra değil, Gazze ile birlikte destan yazmak, direnişin türküsünü söylemek, olup bitenin oldubittiye gelmesine izin vermeyen hülyaların filmini çekmek gerekiyor.

Hüseyin AKIN

Yazar-Şair

Yahudi asıllı Alman filozof Theodor Adorno, Nazilerin memleketini ele geçirmesi üzerine uzun süre ABD’de yaşamak zorunda kalmıştır. Çok alıntılanan “Auschwitz’den sonra şiir yazmak barbarlıktır.” sözü ona aittir. Auschwitz, Nazi Almanyası’nın 4,5 yıl içinde işgal ettiği Polonya’nın Güney Oswiecim kenti yakınında kurduğu toplama kampının adıdır. Bu kampta 1,1 milyonu aşkın kişinin sistematik bir şekilde öldürüldüğü söylenir. Holokost’tan sonra şiir yazmanın anlamının kalmadığını söyleyen Adorno, bugün İsrail’in Gazze halkına uyguladığı soykırımı görmüş olsaydı, acaba aynı cümleyi kurar mıydı? Bundan emin değilim.

Adorno, 1962 yılında yazdığı makalede yukarıdaki sözüne açıklama getirir: “Silah dipçikleriyle dövülenlerin çıplak fiziksel acılarını sözde sanatsal kılmak, bundan çıkarılabilecek haz potansiyelini barındırır. Estetik üsluplaştırma ilkesi aracılığıyla kurbanların hayal edilemez kaderi, bir anlama sahipmiş gibi görünür, yüceltilir; dehşet yumuşatılır ve tek başına bu, kurbanlara karşı büyük bir adaletsizliktir.”

İsrail’in Gazze’de yaptığı vahşet ve soykırımı anlatabilecek gerçeklikte yazılmış bir şiir ya da çekilmiş bir film var mıdır? İnsan hafızasına sığmayan zulüm ve kıyım görüntülerini perdeye ve kâğıda aktarmak mümkün müdür? Elbette, hacimli antolojiler oluşturacak şekilde Filistin şiirleri yazılmıştır. Ülkemizde olmasa da, dünyanın birçok yerinde Filistin mücadelesi üzerine çekilmiş filmler vardır. Ancak bunların, yaşananları ne derece belgesel niteliğinde haiz aktarma başarısı gösteriyor tartışılır. Dünyada ve ülkemizdeki kırılma süreçleri, ne yazık ki sanat ve edebiyatla tutanaklara geçmiş olmadığından, bu konuda bir yoksulluğun olduğu da bir vakıadır.

Özellikle şairlerin, kişisel duygu çitleriyle çevreledikleri gündemlerden başlarını kaldırıp da dünyada olup biteni bir mesele olarak gündemlerine almaları, uzun süredir yolunu beklediğimiz bir şeydir. Filistin’deki resmi raporlara göre, devam eden soykırımda hayatını kaybedenlerin yüzde 60’ından fazlası kadın ve çocuklardan oluşuyor. Terörist İsrail devleti, Gazze’yi işgali sırasında mülteci kamplarından hastanelere, anne karnındaki fetüslerden prematüre bebeklere kadar öldürmekte hiçbir sınır ve kural tanımadı. Şair Hilmi Yavuz’un Dünya Şiir Günü bildirisinde ifade ettiği gibi: “Tarihin acımasız ironisi: Nazi soykırımının mağdurlarını, bu kez bir soykırımın gaddarlarına dönüştürdü; mazlumlar zalim, acınasılar acımasız oldular.”

Şairin hayatı şiire dâhildir; ama bugün, neredeyse dünyada olup biten hiçbir şey şairin hayatına dâhil değildir. Sezai Karakoç’un Sessiz Müzik isimli şiirinde, kulağımız yoluyla kalbimize ısmarladığı şu dizelere cevap verme sorumluluğunda kaç şair kaldı, şunun şurası:

“Bu dünyada olup bitenlerin

Olup bitmemiş olması için

 Ne yapıyorsun”

Bir zulmü, bir haksızlığı, olmadan evvel engellemek kim bilir kaç şiire, kaç filme bedeldir. Kaç öyküye, kaç müziğe bedeldir; bir yangını görür görmez söndürmek, bir vahşetin işlenmesine mâni olmak? Olmuş olanın, meydana gelenin ağırlığını hiçbir söz kaldırmaya muktedir olamıyor, söz konusu olan çocuk ölümleri ise. Gözlerinizin önünde çocuklar açlıktan eriyip gidiyor ve ölüyorsa, sözün en şimşeklisi olan şiirin bile sesi kısılacaktır. Ne zaman Necip Fazıl’ın “Sapan taşlarının yanında füze/ Başka âlemlerle farkımız benim” dizelerini okusam, Filistin’de şehadete hazırlanan, eli sapanlı çocuklar gelir aklıma. Sapan taşı füze ateşini yener, diyor üstat. Şiirde yener, hikâyede yener, sinemada yener, idealde yener; lakin realitede —reel gerçeklik denilen, hevesimizi kursağımızda bırakan dünyada— durum hiç de hesap ettiğimiz gibi değildir.

Arap edebiyatının iki ünlü şairi Mahmut Derviş ve Nizar Kabbani başta olmak üzere; Sezai Karakoç (Alınyazısı Saati, Ey Yahudi), Cahit Zarifoğlu (Soru İşaretlerinden Biri), M. Akif İnan (Mescid-i Aksa), Nuri Pakdil (Anneler ve Kudüsler), M. Önal Mengüşoğlu (Filistinli Çocuklar), Arif Ay (Kudüs Konuşuyor), Hasan Hüseyin Korkmazgil (Dehav’ın Öbür Yüzü Filistin) gibi daha birçok şairin kaleminde, Filistin’deki insan kıyımına, mezalime karşı sözcükler örgütlenip harp düzeni aldılar. Hiç kuşkusuz bu şiirler, hiçbir şey yapamamanın yerine yerleştirilen “bir şeyler yapma” istencinin somutlaşmış halidir. Öfke ve hiddetin haykırışa dönüşmesi gibi… Bir başka açıdan baktığımızda ise eliyle kötülüğü düzeltecek güce sahip olmayan bir inanmış kişinin, diliyle bir şeyler yapma azminin harekete geçmesidir bu.

İnsan surat asıp buğz ederse, bir süre sonra ses çıkarıp haykırmaya başlar; haykırma duvarını aşan ise çok geçmeden eliyle müdahil olur, kötülüğü ve zulmü bertaraf eder.

Gazze’den sonra hiçbir şey olmayacaktır. İnsanlığın vicdanı, öyle bir milada izin vermeyecektir. Gazze vardır; düşmanları sevindirecek bir sonrası yoktur. Gazze henüz bitmedi ve bitmeyecektir —henüz kâğıda geçmemiş, yüreğe oturan şiir gibi. Gazze’den sonra değil, Gazze ile birlikte destan yazmak, direnişin türküsünü söylemek, olup bitenin oldubittiye gelmesine izin vermeyen hülyaların filmini çekmek gerekiyor.

Gün o gündür.