Birinci Dünya Savaşı’nda Osmanlı ordusunda mücadele eden Arap askerlerin bir kısmı da Gazze doğumluydu. Bu askerlerin içinde general rütbesinde subaylar olduğu gibi, er rütbesinde de yüzlerce asker bulunmaktaydı.
Celil BOZKURT
Doç. Dr., Düzce Üni.

Osmanlı ordusu, Yeniçeri Ocağı’nın 1826 yılında kaldırılmasıyla birlikte büyük oranda Anadolu’daki Türkmen aşiretlerine dayanmaya başladı. Azınlıkların, gerileme döneminde yürüttükleri ayrılıkçı isyanlardan sonra Osmanlı ordusunda gayrimüslim askerlerin istihdamı kısıtlandı. Gayrimüslim askerler, sadece geri ve tali hizmetlerde orduda görevlendirildi. Birinci Dünya Savaşında Osmanlı ordusu, ağırlıklı olarak Anadolu Türkleri ve Arapların yoğun olduğu diğer Müslüman unsurlardan oluşmaktaydı. Osmanlı Devleti, Müslüman milletler içinde Arapları “kavm-i necip” diye onurlandırıp onları ayrıcalıklı bir statüde değerlendiriyordu. Osmanlı sultanları, bir peygamber yadigarı olarak gördükleri Arapları ve Arap coğrafyasını hassas bir düzenle idare etmekteydi. Kendilerini İslam’ın hadimi gören sultanlar, İslam’ın doğup inkişaf ettiği Mekke ve Medine’den asker ve vergi almazdı.
Birinci Dünya Savaşı’nda Osmanlı Devleti’nin kaderini belirleyen muharebeler, Türk-İngiliz mücadelesinin yaşandığı Filistin-Suriye Cephesi’nde cereyan etti. Bu cephede Türkleri, Cemal Paşa’nın idare ettiği Dördüncü Ordu Komutanlığı temsil ediyordu. Cemal Paşa, cephenin hassasiyetine binaen ordu komutanlığının yanı sıra Suriye’nin genel valiliğini de üstlenmişti. Dördüncü Ordu’da istihdam edilmiş ciddi sayıda Arap askeri bulunmaktaydı. Osmanlı Genelkurmayı, yerel aşiretlerle iletişim kurabilen ve bölgeyi tanıyan Arap subaylardan azami oranda istifade etmek istiyordu. Bazı iddiaların aksine Arap askerler, ordudan dışlanmayıp bilakis bir taktiksel strateji gereği ön plana çıkartılmıştı. Ayrıca Osmanlı Devleti, Ortadoğu’yu Türk-Arap ortak kaderinde birleştirip muhafaza etmek gayretindeydi. Böylelikle devlet aklı, Arap coğrafyasının Türkleştirilmek istendiği ve Arapların dışlandığı yönündeki İngiliz propagandasına karşı da tatmin edici bir cevap veriyordu.
İkinci Meşrutiyet Dönemi’nde ortaya çıkan ayrılıkçı Arap hareketi, emperyalistlerin bütün gayretine rağmen bir toplumsal taban bulamadı. Türk-Arap ayrılığını körükleyen farklı komplolar, İslam kardeşliğinin hâkim olduğu her iki kamuoyunda sonuçsuz kaldı. Buna rağmen Mekke Emiri Şerif Hüseyin, İngiliz desteğinde Hicaz’da Osmanlı Devleti’ne isyan etti. İsyan, uzun bir süre Hicaz’la sınırlı kalırken, sadece talancı Arap aşiretlerinde karşılık bulabildi. Osmanlı ordusundan firar etmesi umulan Arap askerler, çok azı istisna olmak üzere, büyük oranda Osmanlı’ya sadık kaldı. Suriye, Filistin ve Irak Arap aşiretleri, savaşta Osmanlı Devleti’ni desteklemeye devam etti. Irak’ta, Kut’ül Amare’de İngilizlere vurulan yüz kızartıcı darbelerde Iraklı Arap aşiretlerin desteği büyük olmuştu.
Birinci Dünya Savaşı’nda Filistin, Osmanlı Devleti’nin büyük önem verdiği kutsal mekanlardan birisiydi. Burası sadece kutsal mekanların bulunmasından kaynaklı değil, aynı zamanda ayrılıkçı Siyonist hareketin faaliyetlerini yoğunlaştırdığı bir bölge olması hasebiyle kritik öneme sahipti. Hicaz’da Mekke ve Medine’yi kaybeden Osmanlı Devleti, hiç olmazsa Filistin’i elinde tutarak “İslam’ın bayraktarı” olma gururunu sürdürmek istiyordu. Fakat Filistin’de bağımsız bir Yahudi devleti kurmaya odaklanan Siyonist hareket, 1915 yılında kurduğu Nili Casusluk Örgütü ile Osmanlı ordusu hakkında İngilizlere istihbarat sağlıyordu. Ayrıca Siyonistler, savaş sonrasında muhtemel Filistin senaryoları için Araplara karşı silahlı birtakım örgütler kuruyordu. Osmanlı Devleti’nin bütün uyarılarına rağmen, Siyonistler silahlanmayı ve casusluk işlerini terk etmediler. Üstelik Yahudiler, Osmanlı uyruğuna geçmek yerine yabancı devletlerin uyruğunda kalmayı tercih etti. Osmanlı Hükûmeti, zararlı faaliyetlerinden dolayı Siyonist Yahudileri sürgün etme kararı aldı. Yahudi asıllı tarihçi Stanford J. Shaw’ın verilerine göre yaklaşık 2 bin Yahudi, Filistin’in kuzeyine ve Şam’a geçti. 11 bin civarında Yahudi de gemilerle İskenderiye’ye ulaştı. Fakat buna rağmen Filistin’de ayrılıkçı Siyonistlerin casusluk ve komplo faaliyetlerinin önüne geçilemedi. Nihayet Cemal Paşa, Gazze Savaşları esnasında savaşı gerekçe göstererek Gazze ve Yafa’yı bütün unsurlardan tahliye etti. Tahliye edilen unsurların büyük çoğunluğu Yahudilerdi. Paşa’ya yakın kaynaklar, bunun örtülü bir “Yahudi tehciri” olduğu hususunda hemfikirdi.
Filistin’de Siyonistlerin sergilediği ayrılıkçı faaliyetlerin aksine, Filistin’in Arap unsuru Osmanlı Devleti’ne sadık kaldı. Bölgenin önemli kentlerinden Kudüs, Nablus ve Gazze gibi şehirlerden birçok Arap askeri, Osmanlı ordusunda hilafet uğruna mücadele ediyordu. Cemal Paşa’nın 1915 ve 1916 yıllarında icra ettiği kanlı Kanal Harekâtı’nda şehit olan askerlerin çoğunluğu Filistinli askerlerdi. Dördüncü Ordu’nun kurmay başkanı Ali Fuad Erden bu hususta şunları söylüyordu:[1]
“Araplar, Birinci Dünya Harbi’nde Osmanlı ordusunun saflarında muharebe ettiler. Hicaz isyanına iştirak etmediler.
Birinci Kanal hücumunda karşı kıyıdan duyulan “Allah Allah” sesleri Arap askerlerinin sesiydi.
Kanalın ortasında düşman ateşiyle delik deşik olarak tombazların içindeki askerler Arap askerleriydi.
Arap kıtaları Sina Çölü’nde, Gazze’de, Birüssebi’de muharebe ettiler.
Arap subayları, Şerif’in çağrılarına kulak asmadılar.
Harp müddetince Suriye ve Filistin’de hiçbir isyan olmadı.”
Birinci Dünya Savaşı’nda Osmanlı ordusunda mücadele eden Arap askerlerin bir kısmı da Gazze doğumluydu. Bu askerlerin içinde general rütbesinde subaylar olduğu gibi, er rütbesinde de yüzlerce asker bulunmaktaydı. Gazzeli askerler, farklı cephelerde vatan müdafaasına katılarak kahramanca mücadele ettiler. Bunların birçoğu şehit olarak memleketlerine bir daha dönemedi. Osmanlı arşivlerinde tespit ettiğimiz Gazzeli bazı subaylar aşağıdaki tabloda görülmektedir.

Gazze doğumlu subaylardan Hüseyin Hüsnü (Erkilet), hem Osmanlı ordusunda hem de TBMM Hükûmeti döneminde milli orduda vazife yapmıştır. Osmanlı ordusunda, Alman ve Avusturya-Macaristan devletlerinin çeşitli madalyalarına layık görülen Erkilet, Millî Mücadele’ye de katılarak TBMM tarafından İstiklal Madalyası ve takdirname ile ödüllendirilmiştir. Erkilet, bir subay kimliğinin yanı sıra, aynı zamanda bir yazar olarak Türk harp tarihine dair kıymetli eserler vermiştir. Başta Yıldırım olmak üzere kaleme aldığı eserler, Birinci Dünya Savaşı ve Millî Mücadele tarihine ışık tutmaktadır.
Osmanlı ordusunda görev yapan Gazzeli askerler, savaşta kurulan Türk-Arap ittifakının tipik tezahürlerinden biridir. Şerif Hüseyin isyanına bakarak Türklerle Arapların savaşta yaptığı kader birliğini yok saymak, bir cehaletin ürünü değilse bile bir art niyetin sonucudur. Birinci Dünya Savaşı’nda farklı cephelerde toprağa düşen Filistinli askerler, Türkiye’nin devlet ve kamuoyu nezdinde neden Filistin’le ilgilenmesi gerektiğine dair tatmin edici bir cevap teşkil eder.
[1] Ali Fuad Erden, Çölde Son Türk Destanları. Kopernik Kitap, İstanbul 2018, s.435-436.
