Neden, diye düşündüm. Beni bu insanların ardından bu kadar üzülmeye sevk eden şey neydi? Hepsinin ortak özelliği olarak şunu gördüm: Onlar, kendileri için yaşayan insanlar değildi; başkalarını düşünen, bizim için, ümmetimiz için bir ömür boyu çırpınan insanlardı. Sezai Karakoç da hayatı boyunca İslam milletinin birliği ve İslam medeniyetinin dirilişi için çalışmıştı.
Sinan ÖZYURT
Eğitimci-Yazar

16 Kasım 2021 Çarşamba, akşamüzeri. Vezneciler’de bir taraftan sıkışan trafikte dura kalka ilerlemeye çalışırken bir taraftan da telefonuma gelen mesajlara bakıyorum. Üstad Sezai Karakoç’un vefat ettiği haberi doğru mu, diye gelen mesajlara bakıyorum. Hemen bilgi alabileceğimi düşündüğüm kişileri arıyorum. Dakikalar içerisinde haberin doğru olduğunu öğreniyorum.
İnna lillahi ve İnna ileyhi raciun. Allah için varız ve yine O’na döneceğiz. Her nefis ölümü tadacaktır. Hepimiz öleceğiz. Hayatın kaçınılmaz sonu hepimizi bekliyor. Daha on gün önce dedemizi toprağa vermiştik. Bir kez daha en yakınımızda yaşamıştık bu hakikati. Şimdi de üstadın vefat haberini almıştım. İçimi kaplayan hüzün, dedemin vefatında hissettiğimden daha az değil. Şehzadebaşı’ndan Fatih’e doğru akşam trafiğine takılmış bir arabanın içinde tek başıma hıçkıra hıçkıra ağlıyordum. Daha önce başka büyüklerin ardından da böyle ağlamıştım. Rahmetli Bahattin Yıldız ağabeyin vefat haberini aldığımda hayatımda büyük bir boşluğun oluştuğunu hissetmiştim. Üstadın vefat haberi de benzer bir hâletiruhiyeye soktu beni. Farklı, garip bir yetimlik hissiydi bu. Büyük insanların, bilgelerin, aramızdan birer birer ayrılmaları ruhumuzu, toprağımızı çoraklaştırıyordu. O isimler geldi aklıma. Neden, diye düşündüm. Beni bu insanların ardından bu kadar üzülmeye sevk eden şey neydi? Hepsinin ortak özelliği olarak şunu gördüm: Onlar, kendileri için yaşayan insanlar değildi; başkalarını düşünen, bizim için, ümmetimiz için bir ömür boyu çırpınan insanlardı. Sezai Karakoç da hayatı boyunca İslam milletinin birliği ve İslam medeniyetinin dirilişi için çalışmıştı.
Sezai Karakoç ismiyle ilk defa ne zaman karşılaştığımı düşündüm. Lise yıllarıma, doksanların başına gittim. Ufak da olsa okulumuzun bir kütüphanesi vardı. Ders dışındaki vakitlerimizi çoğunlukla orada geçiriyor, arkadaş grubumuzla kütüphanecilik kolunda görev alıyorduk. Her teneffüs kütüphane dolup taşıyordu. Öğrenciler kitapları ödünç alıyor, okuyup geri getiriyorlardı. Özellikle alt taraftaki birkaç rafın kitapları sürekli elden ele dolaşıp duruyordu. Öğrencilerin her gün kitap aldığı alt raflarda, sade tasarımlı kapaklarıyla birkaç kitap dikkatimi çekti. Kitaplardan birinin adının Mehmet Akif olduğunu hatırlıyorum. Bu farklı kitapları bir kenara ayırdım. Sonraki teneffüste bizden birkaç yaş daha büyük olan kol başkanımıza sordum Sezai Karakoç kim, diye. Diriliş Partisi genel başkanı, dedi. Söyleyiş tarzından pek tasvip etmediği anlaşılıyordu. Üstadı sadece sıradan bir parti başkanı gibi algılamıştık. Kitaplarını, öğrencilerin elinin altından kaldırıp üst raflara yerleştirdik. Ne okuduk ne de okuttuk. Sonraları bu sahne aklıma geldikçe hem o yıllarda üstadın eserlerini okumamış olmaktan hem de bakış açımızdaki sığlıktan dolayı hep hayıflandım.
Doksan dört yılında üniversiteye başladım. Fakültedeki ilk yılımdı. Edebiyat dersinde hocamız beş eseri okuyup her biri hakkında birer yazı hazırlamamızı istedi. Bu eserlerden biri de Diriliş Neslinin Âmentüsü idi. Okudum ve çok beğendim. Üstadın düşünce dünyasıyla ilk karşılaşmam da böyle oldu. Daha sonra diğer eserleri ve şiirleri geldi. Bizim kuşak olarak şiirlerini defalarca okuyup dinledik. Özellikle “Masal” ve “Sürgün Ülkeden Başkentler Başkentine” şiirleri, en çok okuduklarımız oldu. Neredeyse ezberlemiştik bu şiirleri. Fakat benim için “Ağustos Böceği Bir Meşaledir” şiirinin yeri bambaşkadır. Hepimizin çocukluğumuzdan itibaren bildiği bir masaldı, Ağustos Böceği ile Karınca. Daima karıncanın tarafında yer almıştık. Karınca hep övülmüş, ağustos böceği ise yerilmişti. Bu şiiri okuyana kadar hiç ağustos böceğinin yerine koymamıştık kendimizi. Bu şiirle birlikte hikâye bambaşka bir şekilde yeniden yazılmıştı. Yıllarca kendisine haksızlık edilen ağustos böceğinin hakkı teslim edilmişti. Artık yerimiz belliydi bu masalda. Biz ağustos böceğinin yanındaydık. Yani çoğunluğun gözünde kaybedenlerin yanında, haksızlığa uğrayanların, kıymeti bilinmeyenlerin, sanatın, edebiyatın, şiirin yanındaydık.
Üstadın şiirlerinde tefekkür dünyasının, düşüncelerinin tohumlarını bulmak mümkündür. Her bir şiiri üzerine çok şey söylenebilir, makaleler hatta kitaplar yazılabilir. Mesela “Çocukluğumuz” şiiri üzerine bir eğitim sistemi inşa edilebilir. Çocuk eğitimi, anne baba tutumları, mahalle, akran eğitimi, kitap, hikâye gibi kavramlar üzerinden geleneğimizde yer alıp da bugün kaybettiğimiz ne var diye düşündüğümüzde sadece bu şiir bize yol gösterebilir. Bu şiirde yer alan “İslam bir sevinçti, kaplardı içimizi” mısrası üzerinden bile din eğitiminin ne’liği ve nasıl’lığı üzerine çıkarımlar yapılabilir. Üstad sadece bu mısrayı yazıp aramızdan ayrılmış olsaydı bile bu kadar sevilmeye layık, bu kadar ardından gözyaşı dökeceğimiz biri olurdu.
Uygun bir vakitte üstadı ziyaret etmeyi hep istedim. Ancak onunla ilk karşılaşmam, hiç ummadığım bir anda, yolda yürürken oldu. Acı bir haberin ardından aceleyle otobüs durağına doğru giderken köşeyi döndüğümde üstadı karşımda gördüm. Selam verip nasılsınız, diye sorabildim ancak. Ayaküstü bu selamlaşmadan yıllar sonra Diriliş Partisi’ndeki bayramlaşmalara katılmaya başladım. En son 2019 yılı Ramazan Bayramı’nda bayramlaşmak nasip oldu. O sıralar on yaşında olan oğlum da ilk defa katılmıştı bayramlaşmaya. Sezai Karakoç onun çocuk dünyasına bayramda eli öpülecek bir büyük olarak girmişti. Bundan sonra düşünceleri ve sanatıyla da onun hayatında yer almasını umuyorum.
***
17 Kasım 2021 Perşembe, ikindi vakti. “Şehzadebaşı’nda Gün Doğmadan” şiirine ilham olan yerdeyiz. Her yaştan sevenleri onu Rabbine uğurlamak için Şehzadebaşı Camii’nde ve avlusunda toplanmış. Dostlar, arkadaşlar orada buluşmuşlar. Ömrü boyunca istikamet üzere yaşamış Diriliş Pîri’ne karşı son vazifemizi yapmak üzere oradayız. Cenaze namazına katılan herkes, bir akrabasını, bir yakınını kaybetmenin hüznüyle orada. Hepimiz, kendimizi ona yakın hissediyoruz. Hayatı boyunca bir kez olsun meclisinde bulunmamış insanların bile onunla böyle bir yakınlık kurabilmesi, kolay rastlanabilecek bir durum değil. Nitekim cenaze namazı ve definden sonraki her gün her saat, mezarının başında Kur’ân okuyup dua eden gençleri görebilirsiniz. Bu durumu, üstadın mirasına çıkan bir Diriliş neslinin varlığına yormak gerek.
Sezai Karakoç bizim için neden önemli? O, her şeyden önce büyük bir yıkımın, alt üst oluşun ardından gelen öncülerden biri. İçinden çıktığı paramparça olmuş ümmetin yeniden dirilmesi, bir araya gelmesi için çocuk denecek yaştan itibaren dertlenmiş, kendisini en iyi şekilde yetiştirme gayreti içine girmiş. Hayatını, İslam milletinin ve medeniyetinin dirilişine adamış. Bunu yaparken sanatın, edebiyatın imkânlarından istifade etmiş. Sanat için davasını bir kenara bırakmamış, derdini de alelâde bir şekilde ifade etmekten imtina etmiş. Hem büyük bir sanatçı hem de dava adamı olmanın en güzel örnekliğini ortaya koymuş. İslam’ı sadece bir emirler ve nehiyler manzumesi olarak değil ruhları saran bir sevinç olarak yaşayıp anlatmış. Ümmetin kalbindeki merhamet adlı çınarı, her daim sulayan bir diriliş ırmağı olmuş.
Sezai Karakoç’un bir rüyası var. Kendi deyimiyle gerçekleşmesi gereken tek rüya. Adına, “Bir İslam Haritası” diyerek bizlerle paylaşıyor bu rüyasını. Bizi de o rüyaya ortak ediyor. İslam milletinin birliği ve İslam medeniyetinin yeniden dirilişi idealini bizlere bırakıyor. Bu rüyayı gerçekleştirmek için bir çabanın içinde olmak gerekiyor. Bu çabanın ilk adımı, üstadın eserlerini okuyup okutmak olsa gerek. Okuma halkaları oluşturarak üstadın eserlerini tahlil etmeliyiz. Yeni yetişen gençleri onun eserleriyle, düşüncesiyle, sanatıyla tanıştırmalıyız. Ona karşı vazifemizi ancak böyle yerine getirebiliriz.
Rabbim üstadımıza rahmet eylesin. Düşünceleri ve çabası, kıyamete kadar gelecek nesillere diriliş muştusu olsun.