İnci Mercan Gerdanlığı -10-

SAİD İBN-İ ZEYD (R.A.)

Said tek başına Müslüman olmamış, Ebu Bekir’in davetiyle, hanımı Fatıma bint Hattab ile birlikte Müslüman olmuştur. O delikanlılık ve gençlik çağlarındaki bütün enerjisini İslam’ın hizmetine harcamıştır.

Ahmet POÇANOĞLU

Emekli Konya İl Müftüsü

  

         

     Cennetle müjdelenen Said ibn-i Zeyd ibn-i Amr ibn-i Nüfeyl ibn-i Abd’il Uzza ibn-i Rebah ibn-i Abdillah ibn-i Kurt ibn-i Rebah ibn-i Adiy ibn-i Ka’b ibn-i Lüey El- kuraşiyyi El- adeviyyi Ebu’l A’ver (Allah Ondan razı olsun) Hadisi:

     Erva bint-i Ebi Üveys, Mervan’a müracaat ederek Said ibn-i Zeyd aleyhine dava açtı. Erva, kendi hakkı olan bir arazi parçasına Said ibn-i Zeyd’in el koyduğunu iddia ediyordu. Said ibn-i Zeyd bunun üzerine şöyle dedi:

     – Ben mi onun hakkı olan bir arazi parçasına el koymuşum? Şahitlik ederim ki ben Rasulullah’ın: “Kim haksızlık ederek zulüm ile bir karış toprak parçasına el koyarsa, kıyamet gününde o arazi parçası yedi kat yerin altında o zalim kişinin boynuna halka olarak geçirilir.buyurduğunu işittim.

                                                                                (Buhari:3198, Müslim:1610)

     BU HADİSTEN ÖĞRENDİKLERİMİZ

     Bu hadis-i şeriften öncelikle Ashab-ı Güzin’in, Rasulullah efendimize kayıtsız ve şartsız itaat ettiğini, O’ndan işittiği sözün aksine bir davranışta bulunmayı aklından bile geçirmediğini  öğreniyoruz. Sonra da zulmün, zalimi yedi kat yerin altında ve boynunda bukağıyla karanlıklara mahkum ettiğini öğreniyoruz.

      Zulüm, bir şeyi eksilterek veya arttırarak ya da zamanından, mekanından saptırarak kendine ait olmayan bir yere koymak, hakka tecavüz etmek, haddi aşmaktır. Zulüm adaletin zıddıdır. Adalet, fazilet; zulüm zillettir. Dinimiz İslam, yeryüzünde adaleti hakim kılmayı, zulmün her çeşidini ortadan kaldırmayı hedefleyen bir hukuk dinidir.

     İnsan Allah’a şirk koşarak zalimleşir; zülmün en büyüğü, Allah’ın (c.c.) hakkını teslim etmiyerek O’na ortak koşmaktır. Kur’an-ı Kerim, “Muhakkak ki şirk çok büyük bir zulümdür.” (Lokman Suresi, 13) buyurarak, şirki bize en büyük zulüm olarak tanıtmıştır. Büyük zulüm, göklerin, yerin ve bunlarda bulunanların, maddenin ve hayatın sahibi ve yaratıcısı Allah’ın tek ilah ve Rab olduğu gerçeğine karşı gelerek Allah’ın hakkını, Allah’a teslim etmemektir. Allah’tan başkasına tapan insan, Allah’ın hakkı olan kulluğu Allah’tan başkasına yöneltmek suretiyle haktan sapmış ve değersiz varlığa kulluk ederek insanlık onuruna karşı da haksızlık etmiş olur. 

     İnsan, hayatının her safhasında Allah’ın nimetlerinden faydalanmaktadır. Elbette ki Allah’ın lutfettiği nimetler sayılamayacak kadar çoktur. Bütün bu nimetlerden faydalanan insanoğlunun her an Allah’a şükretmesi gerektiği halde o, nimetleri vereni görmezlikten gelerek nankörlük etmekte, “Çok zalim ve çok nankör!” damgasını hak etmektedir.

     Bununla birlikte insan, insanlara, içinde yaşadıkları topluma ve çevreye, diğer canlılara karşı yaptığı haksızlıklarla ve saldırılarla zalimleşir. Bu tür bir zulme uğrayan kimseye ‘mazlum’ denir ki o kişilerin duası makbuldur ve asla reddolunmaz. Rasulullah efendimiz, “…mazlumun bedduasından sakın. Çünkü onunla Allah arasında perde yoktur.” buyurur. Zulmetmemek, adil olmak temel prensiptir. Peygamberimiz bunu defalarca ifade etmiş, “…Müslüman, Müslüman’ın kardeşidir. Ona zulmetmez, onu zulme bırakmaz ve onu hor görmez.” buyurmuştur.

     Ya da insan, kendi nefsine Allah’ın yasak ettiği yolda yürürüyerek Allah’ın emanetleri olan fıtratına, malına, canına, evlatlarına, zulmeder ve zalimleşir. Şöyle ki bir insan ister Allah’a isyan etmiş olsun ister diğer insanlara zulmetmiş olsun aslında o her defasında kendine zulmetmiş demektir. Çünkü haksızlık yapan, er veya geç o haksızlığın karşılığını görür. Nitekim Kur’an-ı Kerim’de, “Kim bir günah kazanırsa onu sırf kendi aleyhine kazanmış olur.” buyrulmaktadır. (Nisa Suresi, 111)  

      İslam, önemli bir ölçü, bir hayat tarzı ortaya koymuştur:

                               لَا تَظْلِمُونَ وَلَا تُظْلَمُونَ     

      “Ne haksızlık edersiniz ve ne de haksızlığa uğratılırsınız.” (Bakara Suresi, 279)

     Zulme rıza da zulümdür. Bir zalimin zulmüne engel olmak için çalışmamak, susup oturmak, “bana dokunmayan yılan bin yaşasın” demek, nemelazımcılık yapmak, zalimin zulmüne fırsat vermek ona ortak olmak demektir. Zulümle mücadele etmek yalnızca mazlumların görevi değildir. İnsanlık onuru taşıyan, insan haklarının değerini bilen herkes zulümle ve  zalimlerle mücadele etmelidir. Zira zalimler, dünyada yaptıklarının yanına kâr kalacağı zehabına kapılmasınlar.            

     Zalimler, başkalarının haklarını gasbesdenler, kıyamet gününde cezalarını en ağır şekilde göreceklerdir.

وَلَا تَحْسَبَنَّ اللّٰهَ غَافِلاً عَمَّا يَعْمَلُ الظَّالِمُونَؕ اِنَّمَا يُؤَخِّرُهُمْ لِيَوْمٍ تَشْخَصُ فٖيهِ الْاَبْصَارُ

مُهْطِعٖينَ مُقْنِعٖي رُؤُ۫سِهِمْ لَا يَرْتَدُّ اِلَيْهِمْ طَرْفُهُمْۚ وَاَفْـِٔدَتُهُمْ هَوَٓاءٌ

     Sakın, Allah’ı zalimlerin yaptıklarından habersiz sanma! O sadece, onların işini bir güne erteliyor ki o gün gözler dehşetten dışarı fırlamış, başları yukarıya kalkık, bakışları bir noktaya sabitlenmiş, zihinleri bomboş kalmış olarak toplanma yerine koşarlar. (İbrahim Suresi, 42-43).

     Allah (c.c.) bütün Müslümanları zulüm etmek ve zulme uğramaktan muhafaza buyursun.

     SAİD İBN-İ ZEYD (R.A)

     590–600 yılları arasında Mekke’de doğdu. Babası, İslam öncesi dönemde Hanif dinine mensup olmakla bilinen Zeyd b. Amr b. Nüfeyl; annesi, Huzâa kabilesinden Fâtıma bint Ba’ce’dir. Nesebi, Ka’b’da Rasulullah (s.a.v) ile birleşmektedir. Künyesi Ebul-A’ver’dir. Adiyoğulları kabilesine mensuptur, Hz. Ömer de aynı kabiledendir. Saîd b. Zeyd, Hz. Ömer’in kız kardeşi Fatıma ile evlenmiştir.

     Saîd, babası Zeyd’in kendisine telkin ettiği hanif dininin bilincinde olarak yetişmişti. Rasulullah (s.a.v), İslam dinini tebliğe başladığı zaman, onun davet ettiği dinin babasının söylediği prensiplerle aynı olduğunu gördü ve ona tabi olmakta gecikmedi. Rivayetlere göre O, Rasulullah’ın (s.a.v) az sayıdaki ashabıyla Erkam’ın evinde toplanmaya başlamadan önce iman etmiştir. Kaynaklarda on ikinci veya on üçüncü Müslüman olduğu kaydedilir. Said tek başına Müslüman olmamış, Ebu Bekir’in davetiyle, hanımı Fatıma bint Hattab ile birlikte Müslüman olmuştur. O delikanlılık ve gençlik çağlarındaki bütün enerjisini İslam’ın hizmetine harcamıştır. Said b. Zeyd dedi ki: “Allah’a yemin olsun, Ömer İslam’a girmeden önce, beni ve kız kardeşini Müslüman olduğumuz için bağlamıştı.” Said çektiği çilelere sabretmesini bilmiş, sonunda da Hz. Ömer’in Müslümanlığına vesile olmuştur.

     Said b. Zeyd’in ismi Habeşistan’a hicret edenler arasında geçmemektedir. Said b. Zeyd, Hz. Ömer ile yirmi kişilik kafile içinde Medine’ye hicret etmiştir.

     Hz. Ebu Bekir, Hz. Ömer, Hz. Osman, Hz. Ali, Sa’d b. Ebî Vakkas, Said b. Zeyd, Talha b. Ubeydullah, Zübeyr b. Avvam, Abdurrahman b. Avf’ın Hz. Peygamber’in yanındaki dereceleri aynıydı. Onlar, savaşta O’nun önünde, namazda ise arkasındaydılar. Hz. Peygamber’e olan bağlılıklarını hayatları boyunca devam ettirmişler, bundan dolayı da İslam tarihinde seçkin bir yer edinmişlerdir.

     Saîd b. Zeyd, Bedir Savaşı hariç Rasulullah’ın (s.a.v) diğer bütün savaşlarına katılmıştır. Bedir Savaşı’nda Rasulullah (s.a.v), Saîd ile Talha b. Ubeydullah’ı (r.a), Kureyş kervanının dönüşü hakkında bilgi toplamak ve bu bilgileri hızlı bir şekilde Medine’ye ulaştırması için Suriye taraflarına gönderdi. Saîd ve Talha, el-Havra denilen yere kadar gittiler ve kervanın dönüşünü beklemeye başladılar. Ancak kervanın başında bulunan Ebu Süfyan bazı haberler almış, kervanın yolunu başka bir yöne çevirmişti. Kervanın izini kaybeden Saîd b. Zeyd ile Talha b. Ubeydullah, Bedir’den dönmekte olan İslam ordusuyla yolda karşılaştılar. Bedir Savaşı’na fiilen iştirak edememiş olmalarına rağmen Rasulullah (s.a.v) onlara ganimetten pay vermiştir. Uhud ve Hendek Savaşları, Hudeybiye Antlaşması, Mekke’nin fethi, Huneyn ve Tebük Seferi ile Vedâ Haccında bulunmuştur.

     Hz. Ömer’in hilafeti döneminde Suriye bölgesinde sürdürülen askeri harekatlara katılmış; Şam muhasarasında görev almış ve Yermuk Savaşı’nda bulunmuştur. Said b. Zeyd, Dımaşk’ın fethinden sonra Müslümanlardan Dımaşk valiliği yapan ilk kişi olmuştur

     Said b. Zeyd,   Hz. Ömer’in ölümü üzerine ağlayınca birisi dedi ki:  “Ey Ebû’l-A’ver! Seni ağlatan şey nedir?” Said: “Ben İslam için ağlıyorum. Şüphesiz Ömer’in ölümü İslam’da öyle bir gedik açtı ki kıyamete kadar kapatılamaz.”

     Hz. Osman’ın hilafeti döneminde Irak’ta bulunan arazileri dolayısıyla zaman zaman Kûfe’ye gittiği ve burada oturduğu bilinen Saîd b. Zeyd, fitne olaylarının ortaya çıkmasından sonra Medine’ye çekildi ve iç çekişmelerden uzak bir hayat yaşadı. Hz. Osman ve Ali dönemlerinde her ikisi hakkında yapılan kötü propagandaları önlemeye çalıştı. Gördüğü haksızlıklara müdahale etmekten çekinmez, ashap aleyhinde bulunanlara şiddetle karşı çıkardı. Mesela, Muğire b. Şu’be, Kufe’de büyük mescidde oturmuştu. Sağında ve solunda Kûfeliler oturuyordu. Saîd b. Zeyd gelince Muğire onu hoş bir şekilde karşıladı ve divanda ayaklarının yanına oturttu. O esnada Kûfelilerden bir adam geldi, Muğire’nin karşısında durdu ve sövüp saymaya başladı. Saîd: “Ey Muğire! Bu adam kime sövüyor?” diye sorunca Muğire, “Ali b. Ebi Tâlib’e sövüyor.” karşılığını verdi. Bunun üzerine Saîd üç defa: “Ey Muğire!” dedikten sonra şöyle devam etti: “Yanında Hz. Peygamber’in (s.a.v) ashabına sövüldüğünü duyduğun halde neden karşı çıkıp düzeltmiyorsun? Rasulullah’ın (s.a.v) şu sözünü kulaklarımla işittiğime ve aklımda iyice tuttuğuma dair şehadet ederim ki onun adına size yalan söyleyecek değilim. Zira onunla karşılaştığımızda bunun hesabını benden sorar: ‘Ebu Bekir cennettedir. Ömer cennettedir. Ali cennettedir. Osman cennettedir. Talha cennettedir. Zübeyr cennettedir. Abdurrahman (b. Avf) cennettedir. Sa’d b. Mâlik cennettedir.’ Müminlerin dokuzuncusu da cennettedir ve istesem onun da adını verebilirim.”

     Hayatının son dönemlerini Medine yakınında bulunan Akik vadisindeki evinde ziraatla uğraşarak geçiren Saîd b. Zeyd 70 veya 71yaşında (h.50 veya 51, m.671) yılında vefat etti. Techiz ve tekfin işleriyle komşusu Sa’d b. Ebû Vakkās ilgilendi. Cenaze namazını Abdullah b. Ömer’in kıldırmasından sonra Medine’ye götürülerek Cennetü’l-bakī’a defnedildi.

     Said b. Zeyd, duası makbul bir insandı. Emeviler zamanında, Said b. Zeyd’in başından şöyle bir olay geçti: Erva bint Uveys  adlı kadın Said b. Zeyd’i Akik’te Dafira isimli bir vadideki ağaçlı bir arazisini gasbedip kendi arazisine kattığını iddia etti. Bunu Müslümanlar arasında yaymaya ve anlatmaya başladı.  Erva, Mervan’a müracaat ederek Said ibn-i Zeyd aleyhine dava açtı. Mervan onun yemin etmesini istedi. Said bunu reddetti ve “Ben mi haksızlık yapmışım. Ben Hz. Peygamber’den işittim diyordu ki “Kim haksızlık ederek, zulüm ile bir karış toprak parçasına el koyarsa, kıyamet gününde o arazi parçası yedi kat yerin altında o zalim kişinin boynuna halka olarak geçirilir.” Vallahi ona peygamberin bu hadisinden dolayı 600 zirâ yerimi terk ediyorum. Sonra da “Kalk ey Erva sen hakkın olduğunu iddia ettiğin yeri al.” dedi. Erva da kalkıp orayı aldı. Bu olay üzerine Said, “Allah’ım! Eğer Erva yalancıysa onu kör et. Mezarını onun kuyusu eyle. Benim ona zulmetmediğimi, müminlere açık bir şekilde göster.” Çok zaman geçmeden Erva kör oldu. Sonra Akik’de benzeri görülmemiş bir yağmur yağıp sel geldi. Erva geceleyin kalktığında beraberinde cariyesi de kalkıp onun işlerine yardımcı olurdu. Bir gece kalktığında cariyeyi uyandırmadı. Böyle yürürken bir kuyuya düştü ve öldü. Sonraki dönemlerde Medine halkı birbirine beddua edecekleri zaman şöyle derlerdi: “Allah seni, Erva’yı kör ettiği gibi kör etsin.” Bunu dediklerinde, Erva’nın bir dağ keçisi olduğunu ve o keçinin kör olduğunu zannederlerdi.

     Saîd b. Zeyd, Hz. Peygamber’den mükerrerleriyle birlikte kırk sekiz hadis nakletmiş olup rivayetleri Kütüb-i Sitte‘de yer almaktadır. Buhârî ve Müslim’in Sahihlerinde yer alan üç hadisinden ikisi ittifakla biri sadece Buhârî tarafından tahriç edilmiştir Ahmed b. Hanbel onun mükerrerlerle beraber otuz hadisini nakil etmiştir

     Kaynaklarda ”el-aşeretü’l-mübeşşere”, ”el-mübeşşerûn bi’l-cenne”, ”el-aşeretü’l-meşhûdü lehüm bi’l-cenne” gibi ifadelerle anılan, ilk müslümanlardan olan bu on sahâbî Hz. Peygamber’e ve İslam’a büyük yardımlarda bulunmuşlardır.  Kureyş kabilesine mensup olup nesepleri Hz. Peygamber’in nesebiyle birleşmektedir. Bedir Savaşı’na ve Bey’atürrıdvân’a katılmışlardır. Bey’atürrıdvân’da bulunamayan Hz. Osman adına bizzat Hz. Peygamber iki elini birbirine kavuşturarak biat etmiş, onu da biata katılanlardan saymıştır. Allah’ı ve rasulünü sevdikleri, bizzat Hz. Peygamber tarafından açıklanmıştır. Allah yolunda yakınlarına karşı savaşmaktan çekinmemişlerdir. Nitekim, 

 لَا تَجِدُ قَوْماً يُؤْمِنُونَ بِاللّٰهِ وَالْيَوْمِ الْاٰخِرِ يُوَٓادُّونَ مَنْ حَٓادَّ اللّٰهَ وَرَسُولَهُ وَلَوْ كَانُٓوا اٰبَٓاءَهُمْ اَوْ اَبْنَٓاءَهُمْ اَوْ اِخْوَانَهُمْ اَوْ عَشٖيرَتَهُمْؕ 

 “Allah’a ve âhiret gününe inanan bir toplumun babaları, oğulları, kardeşleri, akrabaları bile olsa, Allah’a ve Peygamber’e karşı gelenlere sevgi beslediklerini göremezsin…” (Mücadele Suresi, 22) ayeti, aşere-i mübeşşere hakkında nâzil olmuştur.

  Saîd b. Zeyd’in bir rivayetinde Aşere-i mübeşşerede; Ebû Ubeyde b. Cerrâh yerine Abdullah b. Mes‘ûd zikredilmiştir; bu sebeple 11. Hadisin ravisi Abdullah İbn-i Mesud (r.a) olacaktır.

     Allah Onlardan razı olsun.

     Cennetle müjdelenen Said ibn-i Zeyd ibn-i Amr ibn-i Nüfeyl ibn-i Abd’il Uzza ibn-i Rebah ibn-i Abdillah ibn-i Kurt ibn-i Rebah ibn-i Adiy ibn-i Ka’b ibn-i Lüey El- kuraşiyyi El- adeviyyi Ebu’l A’ver (Allah Ondan razı olsun) Hadisi:

     Erva bint-i Ebi Üveys, Mervan’a müracaat ederek Said ibn-i Zeyd aleyhine dava açtı. Erva, kendi hakkı olan bir arazi parçasına Said ibn-i Zeyd’in el koyduğunu iddia ediyordu. Said ibn-i Zeyd bunun üzerine şöyle dedi:

     – Ben mi onun hakkı olan bir arazi parçasına el koymuşum? Şahitlik ederim ki ben Rasulullah’ın: “Kim haksızlık ederek zulüm ile bir karış toprak parçasına el koyarsa, kıyamet gününde o arazi parçası yedi kat yerin altında o zalim kişinin boynuna halka olarak geçirilir.buyurduğunu işittim.

                                                                                (Buhari:3198, Müslim:1610)

     BU HADİSTEN ÖĞRENDİKLERİMİZ

     Bu hadis-i şeriften öncelikle Ashab-ı Güzin’in, Rasulullah efendimize kayıtsız ve şartsız itaat ettiğini, O’ndan işittiği sözün aksine bir davranışta bulunmayı aklından bile geçirmediğini  öğreniyoruz. Sonra da zulmün, zalimi yedi kat yerin altında ve boynunda bukağıyla karanlıklara mahkum ettiğini öğreniyoruz.

      Zulüm, bir şeyi eksilterek veya arttırarak ya da zamanından, mekanından saptırarak kendine ait olmayan bir yere koymak, hakka tecavüz etmek, haddi aşmaktır. Zulüm adaletin zıddıdır. Adalet, fazilet; zulüm zillettir. Dinimiz İslam, yeryüzünde adaleti hakim kılmayı, zulmün her çeşidini ortadan kaldırmayı hedefleyen bir hukuk dinidir.

     İnsan Allah’a şirk koşarak zalimleşir; zülmün en büyüğü, Allah’ın (c.c.) hakkını teslim etmiyerek O’na ortak koşmaktır. Kur’an-ı Kerim, “Muhakkak ki şirk çok büyük bir zulümdür.” (Lokman Suresi, 13) buyurarak, şirki bize en büyük zulüm olarak tanıtmıştır. Büyük zulüm, göklerin, yerin ve bunlarda bulunanların, maddenin ve hayatın sahibi ve yaratıcısı Allah’ın tek ilah ve Rab olduğu gerçeğine karşı gelerek Allah’ın hakkını, Allah’a teslim etmemektir. Allah’tan başkasına tapan insan, Allah’ın hakkı olan kulluğu Allah’tan başkasına yöneltmek suretiyle haktan sapmış ve değersiz varlığa kulluk ederek insanlık onuruna karşı da haksızlık etmiş olur. 

     İnsan, hayatının her safhasında Allah’ın nimetlerinden faydalanmaktadır. Elbette ki Allah’ın lutfettiği nimetler sayılamayacak kadar çoktur. Bütün bu nimetlerden faydalanan insanoğlunun her an Allah’a şükretmesi gerektiği halde o, nimetleri vereni görmezlikten gelerek nankörlük etmekte, “Çok zalim ve çok nankör!” damgasını hak etmektedir.

     Bununla birlikte insan, insanlara, içinde yaşadıkları topluma ve çevreye, diğer canlılara karşı yaptığı haksızlıklarla ve saldırılarla zalimleşir. Bu tür bir zulme uğrayan kimseye ‘mazlum’ denir ki o kişilerin duası makbuldur ve asla reddolunmaz. Rasulullah efendimiz, “…mazlumun bedduasından sakın. Çünkü onunla Allah arasında perde yoktur.” buyurur. Zulmetmemek, adil olmak temel prensiptir. Peygamberimiz bunu defalarca ifade etmiş, “…Müslüman, Müslüman’ın kardeşidir. Ona zulmetmez, onu zulme bırakmaz ve onu hor görmez.” buyurmuştur.

     Ya da insan, kendi nefsine Allah’ın yasak ettiği yolda yürürüyerek Allah’ın emanetleri olan fıtratına, malına, canına, evlatlarına, zulmeder ve zalimleşir. Şöyle ki bir insan ister Allah’a isyan etmiş olsun ister diğer insanlara zulmetmiş olsun aslında o her defasında kendine zulmetmiş demektir. Çünkü haksızlık yapan, er veya geç o haksızlığın karşılığını görür. Nitekim Kur’an-ı Kerim’de, “Kim bir günah kazanırsa onu sırf kendi aleyhine kazanmış olur.” buyrulmaktadır. (Nisa Suresi, 111)  

      İslam, önemli bir ölçü, bir hayat tarzı ortaya koymuştur:

                               لَا تَظْلِمُونَ وَلَا تُظْلَمُونَ     

      “Ne haksızlık edersiniz ve ne de haksızlığa uğratılırsınız.” (Bakara Suresi, 279)

     Zulme rıza da zulümdür. Bir zalimin zulmüne engel olmak için çalışmamak, susup oturmak, “bana dokunmayan yılan bin yaşasın” demek, nemelazımcılık yapmak, zalimin zulmüne fırsat vermek ona ortak olmak demektir. Zulümle mücadele etmek yalnızca mazlumların görevi değildir. İnsanlık onuru taşıyan, insan haklarının değerini bilen herkes zulümle ve  zalimlerle mücadele etmelidir. Zira zalimler, dünyada yaptıklarının yanına kâr kalacağı zehabına kapılmasınlar.            

     Zalimler, başkalarının haklarını gasbesdenler, kıyamet gününde cezalarını en ağır şekilde göreceklerdir.

وَلَا تَحْسَبَنَّ اللّٰهَ غَافِلاً عَمَّا يَعْمَلُ الظَّالِمُونَؕ اِنَّمَا يُؤَخِّرُهُمْ لِيَوْمٍ تَشْخَصُ فٖيهِ الْاَبْصَارُ

مُهْطِعٖينَ مُقْنِعٖي رُؤُ۫سِهِمْ لَا يَرْتَدُّ اِلَيْهِمْ طَرْفُهُمْۚ وَاَفْـِٔدَتُهُمْ هَوَٓاءٌ

     Sakın, Allah’ı zalimlerin yaptıklarından habersiz sanma! O sadece, onların işini bir güne erteliyor ki o gün gözler dehşetten dışarı fırlamış, başları yukarıya kalkık, bakışları bir noktaya sabitlenmiş, zihinleri bomboş kalmış olarak toplanma yerine koşarlar. (İbrahim Suresi, 42-43).

     Allah (c.c.) bütün Müslümanları zulüm etmek ve zulme uğramaktan muhafaza buyursun.

     SAİD İBN-İ ZEYD (R.A.)

     590–600 yılları arasında Mekke’de doğdu. Babası, İslam öncesi dönemde Hanif dinine mensup olmakla bilinen Zeyd b. Amr b. Nüfeyl; annesi, Huzâa kabilesinden Fâtıma bint Ba’ce’dir. Nesebi, Ka’b’da Rasulullah (s.a.v) ile birleşmektedir. Künyesi Ebul-A’ver’dir. Adiyoğulları kabilesine mensuptur, Hz. Ömer de aynı kabiledendir. Saîd b. Zeyd, Hz. Ömer’in kız kardeşi Fatıma ile evlenmiştir.

     Saîd, babası Zeyd’in kendisine telkin ettiği hanif dininin bilincinde olarak yetişmişti. Rasulullah (s.a.v), İslam dinini tebliğe başladığı zaman, onun davet ettiği dinin babasının söylediği prensiplerle aynı olduğunu gördü ve ona tabi olmakta gecikmedi. Rivayetlere göre O, Rasulullah’ın (s.a.v) az sayıdaki ashabıyla Erkam’ın evinde toplanmaya başlamadan önce iman etmiştir. Kaynaklarda on ikinci veya on üçüncü Müslüman olduğu kaydedilir. Said tek başına Müslüman olmamış, Ebu Bekir’in davetiyle, hanımı Fatıma bint Hattab ile birlikte Müslüman olmuştur. O delikanlılık ve gençlik çağlarındaki bütün enerjisini İslam’ın hizmetine harcamıştır. Said b. Zeyd dedi ki: “Allah’a yemin olsun, Ömer İslam’a girmeden önce, beni ve kız kardeşini Müslüman olduğumuz için bağlamıştı.” Said çektiği çilelere sabretmesini bilmiş, sonunda da Hz. Ömer’in Müslümanlığına vesile olmuştur.

     Said b. Zeyd’in ismi Habeşistan’a hicret edenler arasında geçmemektedir. Said b. Zeyd, Hz. Ömer ile yirmi kişilik kafile içinde Medine’ye hicret etmiştir.

     Hz. Ebu Bekir, Hz. Ömer, Hz. Osman, Hz. Ali, Sa’d b. Ebî Vakkas, Said b. Zeyd, Talha b. Ubeydullah, Zübeyr b. Avvam, Abdurrahman b. Avf’ın Hz. Peygamber’in yanındaki dereceleri aynıydı. Onlar, savaşta O’nun önünde, namazda ise arkasındaydılar. Hz. Peygamber’e olan bağlılıklarını hayatları boyunca devam ettirmişler, bundan dolayı da İslam tarihinde seçkin bir yer edinmişlerdir.

     Saîd b. Zeyd, Bedir Savaşı hariç Rasulullah’ın (s.a.v) diğer bütün savaşlarına katılmıştır. Bedir Savaşı’nda Rasulullah (s.a.v), Saîd ile Talha b. Ubeydullah’ı (r.a), Kureyş kervanının dönüşü hakkında bilgi toplamak ve bu bilgileri hızlı bir şekilde Medine’ye ulaştırması için Suriye taraflarına gönderdi. Saîd ve Talha, el-Havra denilen yere kadar gittiler ve kervanın dönüşünü beklemeye başladılar. Ancak kervanın başında bulunan Ebu Süfyan bazı haberler almış, kervanın yolunu başka bir yöne çevirmişti. Kervanın izini kaybeden Saîd b. Zeyd ile Talha b. Ubeydullah, Bedir’den dönmekte olan İslam ordusuyla yolda karşılaştılar. Bedir Savaşı’na fiilen iştirak edememiş olmalarına rağmen Rasulullah (s.a.v) onlara ganimetten pay vermiştir. Uhud ve Hendek Savaşları, Hudeybiye Antlaşması, Mekke’nin fethi, Huneyn ve Tebük Seferi ile Vedâ Haccında bulunmuştur.

     Hz. Ömer’in hilafeti döneminde Suriye bölgesinde sürdürülen askeri harekatlara katılmış; Şam muhasarasında görev almış ve Yermuk Savaşı’nda bulunmuştur. Said b. Zeyd, Dımaşk’ın fethinden sonra Müslümanlardan Dımaşk valiliği yapan ilk kişi olmuştur

     Said b. Zeyd,   Hz. Ömer’in ölümü üzerine ağlayınca birisi dedi ki:  “Ey Ebû’l-A’ver! Seni ağlatan şey nedir?” Said: “Ben İslam için ağlıyorum. Şüphesiz Ömer’in ölümü İslam’da öyle bir gedik açtı ki kıyamete kadar kapatılamaz.”

     Hz. Osman’ın hilafeti döneminde Irak’ta bulunan arazileri dolayısıyla zaman zaman Kûfe’ye gittiği ve burada oturduğu bilinen Saîd b. Zeyd, fitne olaylarının ortaya çıkmasından sonra Medine’ye çekildi ve iç çekişmelerden uzak bir hayat yaşadı. Hz. Osman ve Ali dönemlerinde her ikisi hakkında yapılan kötü propagandaları önlemeye çalıştı. Gördüğü haksızlıklara müdahale etmekten çekinmez, ashap aleyhinde bulunanlara şiddetle karşı çıkardı. Mesela, Muğire b. Şu’be, Kufe’de büyük mescidde oturmuştu. Sağında ve solunda Kûfeliler oturuyordu. Saîd b. Zeyd gelince Muğire onu hoş bir şekilde karşıladı ve divanda ayaklarının yanına oturttu. O esnada Kûfelilerden bir adam geldi, Muğire’nin karşısında durdu ve sövüp saymaya başladı. Saîd: “Ey Muğire! Bu adam kime sövüyor?” diye sorunca Muğire, “Ali b. Ebi Tâlib’e sövüyor.” karşılığını verdi. Bunun üzerine Saîd üç defa: “Ey Muğire!” dedikten sonra şöyle devam etti: “Yanında Hz. Peygamber’in (s.a.v) ashabına sövüldüğünü duyduğun halde neden karşı çıkıp düzeltmiyorsun? Rasulullah’ın (s.a.v) şu sözünü kulaklarımla işittiğime ve aklımda iyice tuttuğuma dair şehadet ederim ki onun adına size yalan söyleyecek değilim. Zira onunla karşılaştığımızda bunun hesabını benden sorar: ‘Ebu Bekir cennettedir. Ömer cennettedir. Ali cennettedir. Osman cennettedir. Talha cennettedir. Zübeyr cennettedir. Abdurrahman (b. Avf) cennettedir. Sa’d b. Mâlik cennettedir.’ Müminlerin dokuzuncusu da cennettedir ve istesem onun da adını verebilirim.”

     Hayatının son dönemlerini Medine yakınında bulunan Akik vadisindeki evinde ziraatla uğraşarak geçiren Saîd b. Zeyd 70 veya 71yaşında (h.50 veya 51, m.671) yılında vefat etti. Techiz ve tekfin işleriyle komşusu Sa’d b. Ebû Vakkās ilgilendi. Cenaze namazını Abdullah b. Ömer’in kıldırmasından sonra Medine’ye götürülerek Cennetü’l-bakī’a defnedildi.

     Said b. Zeyd, duası makbul bir insandı. Emeviler zamanında, Said b. Zeyd’in başından şöyle bir olay geçti: Erva bint Uveys  adlı kadın Said b. Zeyd’i Akik’te Dafira isimli bir vadideki ağaçlı bir arazisini gasbedip kendi arazisine kattığını iddia etti. Bunu Müslümanlar arasında yaymaya ve anlatmaya başladı.  Erva, Mervan’a müracaat ederek Said ibn-i Zeyd aleyhine dava açtı. Mervan onun yemin etmesini istedi. Said bunu reddetti ve “Ben mi haksızlık yapmışım. Ben Hz. Peygamber’den işittim diyordu ki “Kim haksızlık ederek, zulüm ile bir karış toprak parçasına el koyarsa, kıyamet gününde o arazi parçası yedi kat yerin altında o zalim kişinin boynuna halka olarak geçirilir.” Vallahi ona peygamberin bu hadisinden dolayı 600 zirâ yerimi terk ediyorum. Sonra da “Kalk ey Erva sen hakkın olduğunu iddia ettiğin yeri al.” dedi. Erva da kalkıp orayı aldı. Bu olay üzerine Said, “Allah’ım! Eğer Erva yalancıysa onu kör et. Mezarını onun kuyusu eyle. Benim ona zulmetmediğimi, müminlere açık bir şekilde göster.” Çok zaman geçmeden Erva kör oldu. Sonra Akik’de benzeri görülmemiş bir yağmur yağıp sel geldi. Erva geceleyin kalktığında beraberinde cariyesi de kalkıp onun işlerine yardımcı olurdu. Bir gece kalktığında cariyeyi uyandırmadı. Böyle yürürken bir kuyuya düştü ve öldü. Sonraki dönemlerde Medine halkı birbirine beddua edecekleri zaman şöyle derlerdi: “Allah seni, Erva’yı kör ettiği gibi kör etsin.” Bunu dediklerinde, Erva’nın bir dağ keçisi olduğunu ve o keçinin kör olduğunu zannederlerdi.

     Saîd b. Zeyd, Hz. Peygamber’den mükerrerleriyle birlikte kırk sekiz hadis nakletmiş olup rivayetleri Kütüb-i Sitte‘de yer almaktadır. Buhârî ve Müslim’in Sahihlerinde yer alan üç hadisinden ikisi ittifakla biri sadece Buhârî tarafından tahriç edilmiştir Ahmed b. Hanbel onun mükerrerlerle beraber otuz hadisini nakil etmiştir

     Kaynaklarda ”el-aşeretü’l-mübeşşere”, ”el-mübeşşerûn bi’l-cenne”, ”el-aşeretü’l-meşhûdü lehüm bi’l-cenne” gibi ifadelerle anılan, ilk müslümanlardan olan bu on sahâbî Hz. Peygamber’e ve İslam’a büyük yardımlarda bulunmuşlardır.  Kureyş kabilesine mensup olup nesepleri Hz. Peygamber’in nesebiyle birleşmektedir. Bedir Savaşı’na ve Bey’atürrıdvân’a katılmışlardır. Bey’atürrıdvân’da bulunamayan Hz. Osman adına bizzat Hz. Peygamber iki elini birbirine kavuşturarak biat etmiş, onu da biata katılanlardan saymıştır. Allah’ı ve rasulünü sevdikleri, bizzat Hz. Peygamber tarafından açıklanmıştır. Allah yolunda yakınlarına karşı savaşmaktan çekinmemişlerdir. Nitekim, 

 لَا تَجِدُ قَوْماً يُؤْمِنُونَ بِاللّٰهِ وَالْيَوْمِ الْاٰخِرِ يُوَٓادُّونَ مَنْ حَٓادَّ اللّٰهَ وَرَسُولَهُ وَلَوْ كَانُٓوا اٰبَٓاءَهُمْ اَوْ اَبْنَٓاءَهُمْ اَوْ اِخْوَانَهُمْ اَوْ عَشٖيرَتَهُمْؕ 

 “Allah’a ve âhiret gününe inanan bir toplumun babaları, oğulları, kardeşleri, akrabaları bile olsa, Allah’a ve Peygamber’e karşı gelenlere sevgi beslediklerini göremezsin…” (Mücadele Suresi, 22) ayeti, aşere-i mübeşşere hakkında nâzil olmuştur.

  Saîd b. Zeyd’in bir rivayetinde Aşere-i mübeşşerede; Ebû Ubeyde b. Cerrâh yerine Abdullah b. Mes‘ûd zikredilmiştir; bu sebeple 11. Hadisin ravisi Abdullah İbn-i Mesud (r.a) olacaktır.

     Allah Onlardan razı olsun.