Diriliş dergisinde, Üstad Sezai Karakoç çok sayıda yazısına yer verdiğinden, değişik müstearlar kullanıyor. Başyazılar genellikle “Diriliş” imzalıdır. Bu yazılar bir plan ile düzenli bir biçimde ne yapılması gerektiğinin göstergesi. Düşünce hareketinin oluş süreci ile ilgili bir düzenlemedir bu. Bu yazılar hem günün, hem de çağın sorunlarını irdeler. İslâm tezini tam anlamıyla ayrıntılandırarak ortaya koyar.
Ali Haydar HAKSAL

İnsanlık adına olan bir düşünce hareketi, insanlığın sorunlarını çok yönlü olarak bilmek yetmiyor. Bilmenin yanında yol gösterme, hareketlendirme ve hızlandırma sorumluluğu bulunuyor. Şubat 1975 tarihli Diriliş dergisinin altıncı sayısında, “İnsanlığın Dirilişi: Hakikat Savaşı” başlığı altında olması gerekenler üzerinde duruluyor. İnsanın arayışına öncülük edecek olanın, bu donanıma sahip olması gerekir. “İnsan ve hakikat. İnsanlık tarihi bu iki kelimenin içinde yatıyor. İnsanoğlu durmadan hakikati arıyor.” (s.3) İnsanoğlu neyi arıyor, hangi hakikatin peşindedir? “Dâva, eski olanı eskitmemek, yeni olanı da eskiye ustalıkla ve bir sarsıntıya meydan vermeden bağlamakta. […] Vahiy dünyasına yeniden açılma insanlığı hakikat savaşında güçlendirmiş olacaktır. İnsanlık bu açılımı nasıl yapacaktır? Bütün mesele bu noktada toplanıyor.” (s.3) Diriliş imzalı ilk yazı.
Diriliş dergisinde, Üstad Sezai Karakoç çok sayıda yazısına yer verdiğinden, değişik müstearlar kullanıyor. Başyazılar genellikle “Diriliş” imzalıdır. Bu yazılar bir plan ile düzenli bir biçimde ne yapılması gerektiğinin göstergesi. Düşünce hareketinin oluş süreci ile ilgili bir düzenlemedir bu. Bu yazılar hem günün, hem de çağın sorunlarını irdeler. İslâm tezini tam anlamıyla ayrıntılandırarak ortaya koyar.
Düşünce disipliniyle insanlığın ve Müslümanların içinde bulunduğu durumu irdelerken, diriliş neslinin önünü açacak yeni dikkatlerle yolculuk sürdürülüyor. Yazılar, seri hâlde belli başlıklar altında devam ediyor.
“Gelecek Zamanın Karşısında IV: İslâm’ın Üç Atlısı” başlıklı yazı, bu bölümde farklı bir açılım gösteriyor. Alabildiğine yoğun ve ritmi yüksek bir yazı. Üç atlı kavramı, üç farklılıkla sunuluyor. Şam, Bağdat ve İstanbul. Şam, oruç ile Bağdat, namaz ile İstanbul ise cihad ile özdeş kılınmakta. Müslümanın iç dinamiğini güçlendiren ve hareketlendiren bir dinamizm ile. Bunlar birbirini tamamlayan oluşlar. Başlangıç, oluş ve olgunlaşma da denilebilir buna. İstanbul’un cihad ile özdeş kılınması, Osmanlı Devleti’nin bir İslâm devleti oluşundandır. Son İslâm devleti. Uzun ömürlülüğü, etkisi ve kalıcılığı ile İslâm’ın üzerinde bulunduğu coğrafyada sürdürüyor oluşu önemli. Batı devletleri ve toplumlarıyla özdeş olmayan yapısı da etkilidir. Çünkü özde İslâm bulunuyor. Üstad Sezai Karakoç, Osmanlı Devleti’ni önemsiyor ve bunu konumlandırıyor.
“Gelecek Zamanın Karşısında IV: İslâm’ın Üç Atlısı” makalesi İslâm medeniyet tarihinde önemli yeri bulunan üç başkenti merkeze alıyor. Bunların dönemleri ve konumları üzerinde duruluyorken, sonuçları itibariyle içinde bulundukları durum ve hatta acziyetlerinin etki altında oluşları üzerinde vurgulu olarak duruyor. Ritmi yüksek bir yazıdır ve şiirsel bir tadı vardır. Bundandır ki, bu yazının şiirini yazma gereği duymuştur. Kimi yazılarından doğrudan doğma şiirler vardır ve bunlar bir bakıma soyutlanmışlardır. Bunun bir örneği de Seyyid Kutub’un şehadeti üzerine 1966 yılı 6. sayıda yazılmış olan bir yazısıdır. Orada özet olarak Seyyid Kutub’un kutlu şehadeti ele alınırken, bundan sonra doğacak olan binlerce çocuğa Seyyid Kutub adının verileceği muştusunda bulunmaktadır. Bu, Üstad’ın şiirine ve diğer yazılarına da yansıyacaktır. Sorumluluk alanı, geniş ve bütündür. Bir sonraki sayıda yer alan “Fırtına” şiiri, bu olaya bir gönderme midir bilmiyoruz ama şiir şehitlik kavramı ve oluşu üzerinedir. Kanaatimiz bu şiirin, bu yazıdan ötürü yazıldığıdır.
“Bu fırtınanın önünde
O çocuktan başkası duramaz
O kabartacaktır toprağı
Bir dağ kurarak ölülerden
Kur’an sayfalarından inen
Büyük melekler ordusu
O gencin önünde arkasında
Yürürler bu kadim fırtınaya doğru”
[Diriliş. s. 8. s.34]
Yazımızın ana konusuna dönersek:
Şam: Bir başlangıç ve oluş, önü açık olan bir kapı. Anadolu’ya, Mısır’a, Akdeniz’e ve Endülüs’e. Üstad, burada hareketlendirici bir başlangıç olsun diye “kamçı” kavramıyla ele alıyor. Peygamberler beldesi, manevi yoğunluğunun olduğu bir yerdir Şam. Koşuya kalkan bir küheylanın koşusu gibi. “Kamçıyı indirir ve haykırırdım: ‘Ey Şam!’ Ey İslâm medeniyetinin gözbebeği! Ey aziz şehir! Ey Peygamberler kenti! Ey İslâm’ın en büyük günlerinde, ona dolayısıyla dünyaya başkentlik etmiş kent! Ey yeşilin ruhanî zaferi! Ey öteleri hatırlatan kutlu belde. Sen ki medeniyetler başkentisin, nasıl olur da Avrupa gibi, Rusya gibi senin yanında çocuk denecek geçmişe sahip ülkelerin önünde eğilirsin?” (s.5) Bu yazının yayımlanış tarihi, 1975. Şam’ın bugünkü durumu göz önüne getirilirse Sezai Karakoç’un bakışı ve sezgileri, içinde bulunulan gün ile sınırlı değildir. O zamandan bu zamana yaşanacakların da bir sezgisidir. Şam’ın veya İslâm beldelerinin hem dünü hem de bugünüdür ve hatta yarınıdır anlatılan. “İslâm’ın üç atlısından biri olan Oruç Atlısını çıkar. Öyle ki dünyaya o atlının ve o atın ayaklarından yayılan nur insanları ebedî olana döndürsün. Hazreti Davud’un orucundan, Hazreti Peygamber’in orucundan yeni çile sistemini, ruhu damıtma sistemini çıkar.” (s.6) Bu aynı zamanda İslâm milletinin geleceğidir. Mekke bir doğuş, Medine bir oluş, Şam ise dışa açılmanın ilk adımı veya kapısıdır.
Bağdat: “İkinci metafizik kamçımı da Bağdat’ın sırtına indirirdim. O da bir an önce İslâm’ın ikinci atlısını çıkarsın diye. Nedir İslâm’ın ikinci atlısı, Namaz Atlısıdır. Kutlu İslâm devletinin büyük bir döneminde başkentlik yapmış Bağdat çıkarmalı bu atlıyı. Bu kıyamet aşılı atlıyı. […] Ve söndürülen bu yabancı fenerlerin yerine özü namazda sembollenen İslâm ruhunun ışıkları yakılmalı. Bağdat’ın Namaz Atlısı tarafından Hazreti Ali’den başlayarak, İmam-ı Âzam, Abdülkadir Geylanî ve daha nice İslâm ulusunun mesaj bölgelerinin merkezi olan Bağdat’tan bekliyorum namaz mucizesinin gelecek zamanın yüzüne basılacak mührünü. (s.6-7) Medeniyetimizin ruh alanını geniş tutuyor Üstad Sezai Karakoç. Mekân ve fizik ötesi bir algılanış ile bakıyor sorunlara. Günümüz koşullarında sınırlanmış, daralmış, iyice içe kapanmış bir döneme ufuk açıyor, tıkanıklığı gideriyor. Birinci Dünya Savaşı sonrasındaki parçalanmışlığı, belirlenmiş sınırları devreden çıkarıyor. Şam ile Bağdat’tan başlanarak coğrafyanın sınırlarını genişletiyor. İslâm milletinin coğrafyasını.
İstanbul: İstanbul, İslâm milletinin son başkenti. Günümüz parçalanmışlıklarının, zihni daralmışlıklarının yaşandığı bir zaman süreci. İslâm milletinin devletsizliğinin de bir sonucudur yaşananlar. Parçalanmışlıklar çok yönlü, ideal düşüncenin oluş dinamiklerinin etkisiz kılındığı bir zaman. “Ve çağın Kutsal Savaş Atlısının çıkması için en şiddetli tabiat üstü kamçımı İstanbul’a ayırdım. Şam ve Bağdat’tan sonra onları da yanına alarak, dünyanın karşısına, İslâm dini, öğretisi, medeniyet ve hayat tarzının inanç, düşünce, ahlâk, sanat ve edebiyat merkezi olarak çıkıp bu misyonu 2. miladî yüzyıla kadar getiren bu tabiat-tarih anıtı son başkent, bir anda çağın barbar kuvvetlerince geri plana itildi.
[…]
Evet, İstanbul terlemeyi unutmuş bir sporcu vücudu gibi. Mayasız ekmek gibi. Güneş görmeyen bir bitki gibi. (s.7-8) Bu yazının ve özellikle İstanbul ile ilgili bölüm ya da yazının tamamı, bir manifesto gibidir. Kamçı, harekete geçirici, şaha kaldırıcı bir nesnedir. Ses çıkarması, şakıması ve bir atın şaha kalkması, devinişi ve eyleme geçişidir. Diriliş gençliğine, gelecek insanına coşkulu bir sesleniştir. Bu yazının tamamının okunmasında yarar var. Çağrısı şöyle devam eder Üstad’ın: “Her müslüman kıyamet atlılarından biri gibi, ya Oruç Atlısının, ya Namaz Atlısının, ya Cihad Atlısının arkasında görev safında yerini almalıdır.” (s.8) Hayatı edebiyat, sanat, inanç ve düşünce bağlamında bir bütünlük içinde ele alıyor Sezai Karakoç. Hedeflediği insan ve gelecek çağrısı içindir bu çabası. İslâm milletine bir çağırıdır. Bu, bir cihaddır. Edebiyat cihadı, düşünce cihadı, çile ve diriliş cihadı.
Üç Şehzade Masalı
Ne güzel anneydi Mekke Anne
Ne iyi babaydı Baba Medine
Tığ gibi altın gibi şehzadeleri vardı
Padişah ve sultandılar, ama yoksullardan daha alçak gönüllüydü hayatları
Zamanı ve insanlığı ruhun ve hakikatin ışığında yudular
Gün geldi, vakterdi, kaderin büyük aynasında uyudular
Sonra başa geçen birinci şehzadeydi Şam’dı
Dünya fethinde ve imârında eşsiz ve tamdı
Ama bir şeytan ateşi girdi içine
Bir gece, kadim bir saray gibi baştanbaşa yandı
Tökezler miydi böyle bir süvari, safkan bir arap atı
Gurur sirenlerinin sesine kulak vermeseydi, ne vardı
İkinci şehzade Bağdat, sımsıkı sarıldı bilim ve sanat sancağına
Katmerli gül açılımını verdi uygarlıklar uygarlığına
Binbir gece masallarını yaşattı insanlığa ama
İpek ve sırma yumuşaklığı sonunda kefen oldu ona
Ulu ve mutlu sitenin kutlu mimarları
Sedirlere uzanıp omuzlarından çıkarmasalardı silâhları, ne vardı
Doğu’dan esen kızıl, Batı’dan esen kara yel
Onları bölük pörçük etti ama, ele el
Kafaya kafa vererek bekçi olup kutsal emanete
Hint, Gazne, Selçuk adlı kardeşler teslim ettiler Yüce Devlet’e
“Toparladı yeniden bütün gönülleri” üçüncü şehzade
İstanbul adlı, kahraman âdil, sâde
Yüzyıllarca, zulme, kötülüğe karşı Büyük Meşale
Dimdik yandı ve ışıttı evreni O’nun elinde
Tavukkaralığı denen bir akşam alacasında
Yeni ve kara bir al bastı Onu da
Onlar gitti, ölüm çöktü Özülke’ye bir ara
Tutsak oldu nice kardeşleri, Bâkû, Kazan, Taşkent, Semerkant, Buhara
Yeter artık ölü hayatı yaşadığımız kardeşler
Ölü toprağını tozunu silkin üzerinizden, aylar, güneşler!
Yarın kabirlerinizi, dirilin ve diriltin eski Âlemi
Anne ve Baba etrafında dönen pervaneler gibi
İnsanlığın sizin dirilişinizde başka saatı ve sarkacı yok
Bu ölü halinizden daha büyük acı, daha korkunç sancı yok
Kalblerin, Özülke, Tek Millet ve Medeniyet Dirilişi’nden başka tâcı yok
Tanrı bağışı ve yardımından Allah sevgi ve korkusundan başka kurtarıcı yok
[Diriliş, Mart 1976, 19/ Üçüncü Kısım]
Bu şiirin tamamını alıntılamak zorunda kaldık. Çünkü kitaba alınmamış, derginin sayfalarında kalmış.
Yazıdan farklı olarak Mekke ve Medine ile başlanıyor. Medeniyetimize başkentlik eden bu önemli üç merkezin yeniden şaha kalkması gerekiyor. Bunun için de önemli bir uyarıya gereksinim var. Üstad, bunu kamçı ile vurguluyor. En şiddetli olanını ise İstanbul’a ayırıyor. Yazının özüne uygun olarak da “Anne ve Baba etrafında dönen pervaneler gibi” yani Mekke ile Medine etrafında dönen pervaneler olması gerektiğini belirtiyor.
Üstad, şiirlerinin iki ana kanal üzerinde olduğunu belirtiyor: “Sanat” ve “dava”. Düşünce yoğunluklu şiirleri, dava bölümünde değerlendirilebilir.
Bir de kitaba alınmayan kimi şiirleri bulunuyor. “Ey Yahudi” ve “Üç Şehzade Masalı” şiirleri gibi. Bu keskin tutumlu şiirleri “dava”nın en belirgin olanları olduğundan kitaplarına almadığını düşünüyoruz. “Ey Yahudi” şiiri, 1969 yılında Yahudilerin Mescid-i Aksa’yı yakmaları üzerine yazılmıştır.