Sezai Karakoç’un Düşünce Dünyası

İslam Medeniyetinin inşası Karakoç’un ana meselesidir. O, bu yeni medeniyetin temel taşları için kafa yorar. Karakoç’a göre iki tür medeniyet vardır: Ak (İslam) Medeniyeti ve Kara (Vahiy dışı) Medeniyet.

Kazım SAĞLAM

Sezai Karakoç için “O, ulu hocaların öğretemediklerini öğreten öğreti ustası, bir haberci, bir muştucudur.” der Arif Ay.

1930’lu yılların Anadolu insanının tüm temiz yürekliliğini, insanî özelliklerini ve o tarihlerde yaşanan felaketlerin izini de taşır. Yoksulluk, harbin bıraktığı yıkım ve akabinde kurulan yeni cumhuriyetin getirdiği sarsıntı da kendisini etkilemiştir.

Düşünürümüz, tek parti döneminden çok partiye geçişi, 27 Mayıs ihtilalini, 12 Mart muhtırasını, 12 Eylül’ü, 28 Şubat’ı fiilen yaşamış ve bunların etkisini ruhunda hissetmiştir. Tarihten ve coğrafyadan kopuk bir Sezai Karakoç tasavvuru eksik kalır. Zemin ve zaman Karakoç’ta önemli bir yer tutar.

Karakoç çok yönlü bir düşünürdür. Düşüncelerini iyi anlamak için üzerinde çok durduğu iki önemli kavramına kısaca değinelim: Medeniyet ve diriliş.

Medeniyet Anlayışı

İslam Medeniyetinin inşası Karakoç’un ana meselesidir. O, bu yeni medeniyetin temel taşları için kafa yorar. Karakoç’a göre iki tür medeniyet vardır: Ak (İslam) Medeniyeti ve Kara (Vahiy dışı) Medeniyet.

Bu konuda şunları söyler:

“İnsanlığın var olduğu andan bu yana iki medeniyet çarpışmaktadır. İyinin medeniyeti ile kötünün medeniyeti. Doğru ile yanlışın, güzel ile çirkinin medeniyetleri. Tûba medeniyeti ile zakkûm medeniyeti. Bal ile zehir, bunların ayrılmasından, çarpışmasından doğan iki medeniyet.”

“Öbürüne de medeniyet diyorum. Çünkü o da örgütlenmiş, güçle donanmış, hatta kendisini haklı görmenin felsefesini düzenlemesini bilmiştir. Ak inanca karşı ‘felsefe’ adı altında kara felsefeyi, ruha karşı maddeyi, ulviye karşı süfliyi, huzura karşı sıkıntıyı, ahenge karşı kaosu çıkarmıştır kötünün medeniyeti.”

“Peygamberler medeniyetinin süreği olan medeniyetimiz, İslâm Medeniyeti, Ortadoğu kültürü, günümüzde yine böyle bir kader saatinin önünde gelmiş durmuştur.

Uzun süreli bir kış uykusuna, ölüm uykusuna mı dalacak, yoksa ayağa kalkarak, diriliş baharının yağmurlarına doğru mu yükselecek, işte bunun kararını verme günü gelmiş çatmıştır.”

İşte böyle bir günde/zamanda, medeniyet inşasına çalışmıştır.

Karakoç’a göre Hz. Âdem ile başlayan İslam nasıl gelişerek ve insanlığı eğiterek sonunda Hz. Peygamber’in gönderilmesiyle son din İslam olarak şekil almışsa, hakikat medeniyeti de öyle. O da gelişerek İslam medeniyeti diye insanlığa sunulmuştur. (Bkz. Yitik Cennet)

“İslam has ismiyle de cins ismiyle de kitap medeniyetidir. Kitabın yolunda yürüyen insanın ve tarihin medeniyeti.” (Sütun, s.185)

Sezai Ağabey’e göre medeniyetimizi ikiye ayırmak gerekir. Birincisi; ideal medeniyet, ikincisi vakii medeniyet.

İdeal Medeniyet

İdeal Medeniyet, Asr-ı saadette inen Kur’an’ın uygulandığı dönemdir. Bu dönemdeki medeniyette İslam, bilfiil uygulanmış ve örneklik teşkil edecek bir hal arz etmiştir. Bundan sonra gelecek her oluşum kendini buna göre ayarlayacaktır. Doğruluk ve yanlışlık buna göre tayin edilecektir. Bu donuk ve câmid bir medeniyet de değildir. Hayy ve Diri tarafından belirlenen bu numune medeniyet; diri ve dirilticidir.

Vakii Medeniyet

Vakii medeniyet; ideal medeniyetten neşet eden ve fakat gittikçe uzaklaşan bir anlayıştır. Zaman ve zeminin izlerini fazlasıyla taşıyan bir medeniyettir.

“İslam kaç medeniyet hamlesi yapmıştır, bir düşünelim ve geleceği tarihin bu açısından görelim. Medine Medeniyeti temeldir ve başlangıçtır. Sonra Şam ve Bağdat sitelerinin medeniyet hamleleri gelir. Endülüs Medeniyeti, İslam Medeniyeti içinde başlı başına bir şubedir. Selçuk Medeniyeti, Osmanlı Medeniyeti, Maveraünnehir Medeniyeti birer varyasyondur. Bir de İslam’ın ruhu vardır ki bu medeniyetleri ören, doğuran odur… İslam ruhu gittikçe canlanarak dirilecektir.” (Sütun, s.282)

Karakoç, İslam ruhuna bir bakıma diriliş diyecektir. Mimariden şiire, fıkıhtan tasavvufa, cebirden sosyal yapılanmaya tüm hayatı ihata eden bir hayat görüşüdür, Sezai Karakoç’ta medeniyet. O, medeniyetin kendi iç farklılıklarını bir zenginlik olarak görür. Bu görüşü ümmet birliğinin temel taşlarını döşer. Bu meyanda şöyle der:

“Benim görüşüme göre, Müslümanlar tek millet, tek ümmet, tek cemaattir.” (Hatıralar, Diriliş 111-112, 31 Ağustos 1990)

Osmanlının İslam’a yaptığını dile getirmek her ümmetçi insanın vazifesi olmalıdır. Karakoç bunu üstlenmiş gibidir. Osmanlıyı savunmak, yanlışlarını kabul etmek demek değildir, bir hakikati teslim etmektir. Sezai Ağabey’e bu hususta yöneltilen tenkitlerden biri; onun Osmanlıyı çok fazla savunmasıdır veya Osmanlıyı büyütmesidir. Burada da bir yanlış anlamada ısrar vardır. Osmanlı Asr-ı saadet değildir. Ama İslam’a ve Müslümanlara yaptıkları da inkâr edilemez. Batı Medeniyeti karşısında en son duran, İslam Medeniyetinin savunucusu Osmanlıdır. Batı ile hesaplaşmayı göze alan herkes Osmanlıya atıfta bulunmak zorundadır. Karakoç, Medeniyet perspektifiyle olayları değerlendirdiği için, İslam’ı dış dünyaya karşı savunduğu, Batı Yakasına karşı ülkesini (İslam dünyasını) savunduğu için Osmanlıyı önemsemiştir.

.

Devlet- Medeniyet İlişkisi

Ona göre İslam devleti de İslam Medeniyetinin bir parçasıdır. Aslolan devlet değil medeniyettir. Erke susamış, horlanmış bir zihin taşıyanlar, Sezai Karakoç’un bu ileri görüşünü anlamakta sıkıntı çekiyorlar. Dünyada etkili olmak sadece maddi güçle alakalı değildir. Maddi güç bugün vardır, yarın olmayabilir. Ama kültürle, eserle, insanî değerlerle, ayakta kalan medeniyetler, hakkaniyetle insanlığın önüne çıkarlar, daima var olacaklar ve onların varlıkları sahicidir. Var oluşu sadece kaba güce ve devlet erkine bağlayanlar veya var olmak için mutlaka zalim de olsa devlet diyenler, dolaylı bir şekilde devleti kutsayanlardır. Devleti kutsamakla devletin var olmasını gerekli görmek çok farklıdır. Sezai Karakoç, İslam devletini gerekli görüyor ve fakat her şeyi devletten ibaret kabul etmiyor.

Devleti çok önemseyen Seyyid Kutub da Sezai Karakoç’tan farklı düşünmüyor. Kutub’un altını çizdiği yerden Karakoç devam ediyor. Devletin ayakta kalabilmesi yine medeniyetin varlığına bağlıdır. Osmanlının çöküş nedeni de belki budur. Yani medeniyetini yenilememesidir.

“Medeniyetimizin çağımızda bir tekniği, bir sanat ve estetik ifadesi, bir düşünce dinamiği, bir bilim ağı olmalı ki Batı uygarlığı ile savaşabilelim ve benliğimizi koruyabilelim.” (Diriliş Neslinin Amentüsü, s.30) “Çağımızdaki Hakikat Medeniyeti ağır sanayi ile korunabilecektir.” (Diriliş Neslinin Amentüsü, s.50)

O kötümser değildir, her zaman İslam medeniyetinin yeniden neşvünema bulacağına inanır. “Aslında bizim medeniyetimiz büyük bir yara almış, önemli bir buhran dönemine girmiştir. Fakat batmamıştır. İslam dünyasındaki bütün toplumları ayakta tutan hâlâ İslam Medeniyeti ve İslamî hayattır. Ondan koptuğunu sananlar bile henüz onun nimetlerinden faydalanmaktalar.” (Sur, s.29) Karakoç, İslam’ı ve İslam Medeniyetini insanlık için tek kurtuluş yolu olarak görür.

Sezai Karakoç’un Diriliş Tezi

Her düşünürün ve dava adamının bir ideal nesli vardır. Peşinde olduğu davanın kimler tarafından yürütüleceği endişesini taşır mütefekkir, bunun için nesil oluşturur. Kimi bunu fiiliyata döker, dökebilir. Kimi sadece değinir, işaret eder ve tarihe bırakır.

Örnekleri tarihimizde de vardır. Mehmet Akif’in Asım’ı, Tevfik Fikret’in Haluk’u, İkbal’in Câvid’i’ Karakoç’un da Taha’sı vardır. Bir de Hasan el-Benna gibi, Said Nursî gibi, Mevdudi gibi önderler vardır. Bunlarla Karakoç’u karşılaştırmak yanlıştır. Çünkü farklı alanlarda davalarını yürütüyorlar. Sayılanların ve İslâmî çalışma yapıp da zikredilmeyenlerin hepsinden Karakoç yararlanmıştır. Bunların yanında manevi mimar olarak gördüğü: Yunus Emre’nin, Mevlana’nın, Hacı Bektaş-ı Velî’nin, Hacı Bayram-ı Velî’nin, Şeyh Gâlib’in, Fuzûlî’nin, M. Akif’in… XX. yüzyıldaki görüntüsüdür.

“Mehmet Akif Ersoy biten bir dönemin son savaşçısıydı, bizler de yeni bir dönemin ilk savaşçısıyız” ifadesi de ona aittir. Necip Fazıl ve Büyük Doğu’dan sitayişle bahseder. Yeni bir solukla, bu zirvelerle gelecek nesillerin irtibatını sağlamaya çalışır

Karakoç, Akif’in tamamlayıcısıdır. Akif’in görevini o tamamlama niyetinde ve gayretindedir. Akif çalkantıların çok olduğu, savaşların fiili bir savaş olduğu dönemin adamıdır. Karakoç hile ve desiselerin, münafıklığın ve dini bozmanın hüküm sürdüğü devrin adamı ve savaşçısıdır. Akif fiiliyata mecbur bırakılmış. Onun feryadı, İslam coğrafyasına düşen ateşi söndürmek içindi…

Karakoç yangın sonrası harabelerden, küllerden bir İslam evi, İslam milleti inşa etmek derdindedir ve vazifesi yanmış küllerden hisar oluşturmaktır.

Akif’in nesli Asım, namusu çiğnetmemek için yedi düvele karşı savaştı ve namusu çiğnetmedi. Akif’in nesline Peygamber kucak açarak Cennet’te bekliyor… Karakoç’un Taha’sı ise yarasalarla savaşıyor. Karanlıkla, zulümle, inkârla, ilhadla, cehaletle, bozucu felsefeyle, dini bozmaya kalkan modernlikle, ruhu inkâr eden maddecilerle savaşıyor.

Sezai Bey’e göre diriliş, İslam halklarının dirilişidir.

Sezai Karakoç’un “diriliş” kavramı özgündür, esas itibariyle İslam’ın kutsal metni ve tarihi uygulamalarının özünden çıkarılmıştır. Çağdaştır, çünkü XX. yüzyıla damgasını vurmuş kapitalizm ve sosyalizmle hesaplaşma içerisindedir.

Diriliş; yeniden inanmak, yeniden düşünmek, yeniden duymaktır. Hayata yeniden anlam kazandırmaktır. Kurtuluş için insanın içine girdiği değişimdir. Diriliş, insanın İslam ile dirilmesi, İslam ile kurtulmasıdır.

Çağımızın îlâ-yı kelimetullah savaşçısı olan diriliş erleri, gayelerinin gerçekleşmesi için meşru her yolu kullanacaklardır. “Diriliş eri bilir ki ekonomi kültürün eşyaya dönük yüzüdür. Nasıl ki, hafif kültürle ağır sanayi olmaz. Onun için ruhunu Allah’a teslim etmiş olan Müslüman ibadetin ağır ve kalifiye elemanı olduğu gibi, onun topluma ve tarihe dönük yüzü olan ve ağır kültürün yolcusu ve eşya ve tabiatın çevik yüzü olan sanayinin ve tarımın sayı ve para diliyle ifadesi olan ekonominin ağır görevlisi ve işçisidir.” (Diriliş Neslinin Amentüsü, s.51)

Diriliş nesli dengelidir, mana ve maddeyi beraber yürütür, meşhur deyimle çift kanatlıdır.

“İslam Medeniyetinin zahiri ilim ve yapı cephesi gibi iç manevi yapı cephesini de tanımaya, bilmeye çalışırım. Manevi yapıyı inkâr edenler veya gereğinden fazla darlaştıranlar bir gün materyalizme saplanma tehlikesiyle karşı karşıya kalacaklardır. Aynı şekilde İslam’ın toplum düzeni ve fert yaşayışı için buyurduğu kurallara uymayanlar veya bunları kendileri batın (mübarek ve kutsal) adamı olduğu iddiası veya İslam’ın büyüklerinden birine bağlılıkları bahanesiyle inkâr edenler, Bâtınîliğin düştüğü vartaya düşmekten kurtulamayacaklardır. Ruhumuzu bu iki aşırılıktan sapmadan korumaya çalışmamız gerekir’’ der. (Diriliş Neslinin Amentüsü, s.51)

Diriliş eri, ümmet bilincine sahiptir. Müslümanlar, coğrafyalarını, tarihlerini birleştirme, bu yolla da tek bir kültüre erme zorundadırlar.

“İslam terminolojisinde (Dâru’l-İslam) olan bu ifadeyi biz ülke kelimesiyle belirliyoruz. Tarih birliği ise geçmişte büyük İslam devletlerinin kurulmuş bulunması sebebiyle mevcuttur. Ancak yüzyıldır ki, bu birlik boyuna parçalanmıştır. Kültür birliği sağlanırsa tarih birliği de yeniden kendiliğinden kurulmuş olacaktır. O halde diriliş eri ülküsünün, yani diriliş idealinin ikinci unsuru kültür birliğidir. Özülke ve kültür birliği idealleri, millet idealinin doğmasını sağlayacaktır. Diriliş idealinin temeli de bu millet idealidir. Millet doğunca artık hakikat medeniyeti demek olan İslam medeniyetinin dirilişi gerçekleşmiş olacaktır.’

Karakoç’un diriliş nesli, bir İslam savaşçısıdır, bu çağın gereklerine göre savaşandır, bu yönüyle Karakoç’a çağdaş dava adamı ve savaşçısı denilebilir.

Karakoç’a göre, idealsiz yaşamak bir ölümdür.

Diriliş nesli inkâr değil tahkik yolunu seçer. Bu yönüyle Said Nursi’yi andırır.

Diriliş düşüncesinde sanat- eylem arasında bir köprü vardır. Sanat eyleme dönüşmelidir, parti bu düşünceden hareketle kurulmuş -bana göre yanlış- bir çıkıştır.

Bu diriliştanımı, İslam medeniyetinin bir daha dirilemeyeceği fikrinin zihinlerde yer tuttuğu bir dönemde Sezai Karakoç tarafından ifade edilmiştir.

İslam Sitesi

Karakoç’un bir de “İslam Sitesi” vardır; bir nevi düşünce sisteminin gerçekleştirildiği yer, vatan, devlet. Biraz ideal, biraz hayal, biraz da temenni ama uygulanabilir bir anlayışı barındıran bir ideal.

İslam Sitesinde, eşitliği bir marj dahilinde ve içgüdülere aykırı olmayacak bir şekilde sağlayan bu atmosferin paydalarını başlıca dört grupta toplayabiliriz.

1- İslam Sitesinde her kişinin yaşama tarzına çizilen sınırlar, verilen standart aşağı yukarı kendiliğinden bir tüketim eşitliği doğurmaktadır. Lüks haramdır. İsraf ve gösteriş yasak.

2- Faizin yasak edilmesiyle emeksiz kazanca prensip olarak set çekilmiştir. Kazanç, emeğe dayanır.

3- Zekât verme mecburiyeti her şeye rağmen biriken sermayenin, tabii yolu zedelemeyecek ve insanı çalışma içgüdüsüne aykırı olmayacak bir oranda sürekli olarak zenginlerden fakirlere doğru bir iktisadi kıymet akımı halinde akmasını sağlar.

4- İslam Sitesinde devlet, liberalist düzende olduğu gibi prensip olarak iktisadi düzene karışmayan, dolayısıyla zenginin bekçisi bir devlet olmadığı gibi, herkesin malını eline geçirdiği için eşyada ve insanda istediği tasarrufu yapan, karşısında maddi ve manevi hiçbir kuvvet bulunmadığı için insanın elinin kolunun bağlı olduğu komünist düzendeki gibi aykırı bir devlet de değildir. (İslâm, s.70) Diriliş sitesi de bu yolda yürüyenlerin inşa edebileceği bir yapı olacaktır. (Diriliş Neslinin Amentüsü)

Öne Çıkan Bazı özellikleri

Mizacında öne çıkan unsurlar şunlardı: Onurlu ve ağırbaşlı olmak, mevki makam peşinde olmamak, dünyevi hesaplar yapmamak, dedikodunun, polemik, çelişki ve çatışmaların, güncel olanın uzağında kalmak.

Mülkiyeden yakın arkadaşı ve sonradan biçim yönünden aynı şiir akımının içinde beraber yer alacakları Cemal Süreya’nın Sezai Karakoç hakkında yazdıkları dikkate şayandır:

“Bulgucu adam. Belki de ülkemizde tek bulgucu. Çok daha yetenekli, bir Mehmet Akif’in tinsel görüntüsüyle adamakıllı bir Necip Fazıl’ınkini iç içe geçirin, yaklaşık bir Sezai Karakoç fotoğrafı elde edebilirsiniz. Türkiye’de özellikle sağın, özellikle de mukaddesatçı kesimin içinde yalnız bir başına. Hiçbir ortaklığa girmez. Dışarıda ve yukardadır. Düşüncesini de öfkesini de hemen ortaya koyar’ Yaşama konumu olarak tek ve benzersiz”.

“Eğer bir gün (yeryüzünde) sahte ölçülerden, puta tapıcılıktan, maddeperestlikten ve haksız yargılardan arınmış, kurtulmuş dürüst ve samimi bir dünya kurulursa, o dünyanın geçmiş ve gelecek zamanlar için gösterebileceği en büyük şair, Diriliş Mesajı ile Sezai Karakoç olacaktır. Shakespeare için, Goethe için dahi derler, doğrudur. Fakat Sezai Karakoç dehadan da üstün bir yerdedir. Zaten o deha kelimesinden hoşlanmaz. Ona göre deha vahye karşı çıkarılmak istenen insan egosudur. Evet, bu söz onundur ve dehaları böylesine suçüstü yakalayan başka bir söz de söylenmemiştir.” (Ortadoğu Gazetesi, Ömer Öztürkmen, 01.09.1975)

Sezai Karakoç, eğer tarifine uygun bir İslâmî hareketin içinde yaşasaydı daha farklı ve dinamik olurdu. Her şeyi tek başına örmek ve fiiliyata geçirmekle kendisini görevli saymıştır.

İslam adına yapılanları eksik ve yanlış bulmuş olmalı ki, kendi başına her şeyi yapmaya yeltenmiştir. Bir kısmını hakkıyla ifa edebilmiş, bazı konularda sıkıntı çekmiştir.

Klâsik İslâm anlayışına sıkı sıkıya bağlı ve aynı zamanda bugünün dili ile dini anlatabilendir.

Bu çağa uygun ve bu çağa kafa tutan bir anlayış.

Karakoç’un nasıl ve ne için mücadele ettiğini anlamak için “Diriliş Neslinin Amentüsü”nü iyice kavramak bile başlı başına yeter.

Kitabın Birinci Bölümünü şöyle özetlemek mümkün.

“Bir diriliş cephesinin olduğunu ve kendisinin de bir diriliş eri olduğunu söyler. Diriliş cephesi savaş eridir. Bu savaş topla tüfekle yapılan bir savaş değil, bir ruh cephesi savaşıdır. Bir var oluş, bir vücut buluş, bir zihniyet savaşıdır. Bu savaş, savaşların anasıdır. Burada kaybeden bütün cephelerde kaybeder, burada kazanan bütün cephelerde kazanır. Bu savaş, akla karanın savaşıdır. Bu savaş, vahiyle kuruntuların, heva ve hevesin savaşıdır. Bu savaş içe doğru derinleşme savaşıdır da aynı zamanda. Daima Allah’ı bilme ve Allah’ın huzurunda olma, O’nun farkına varma savaşıdır. Bu savaş, benlik veya bütün yad olmalara karşı girişilen bir savaştır. Bu savaş, inkâr tutsaklığından inanç hürriyetine çıkış, yükseliş savaşıdır. Bu savaş, mekâna ilişme, zamana girme, bunlarla diyalog kurma ve bunları anlamlandırma cehdidir. Bu savaş, Hz. Âdem ile başlayıp Hz. Muhammed (a.s) ile kemale eren peygamberler kervanının yolunu ve izini takip etme ve sürdürme savaşıdır.”