İnci Mercan Gerdanlığı -12-

EBU HUREYRE (R.A)

Ramazan itikaf ayıdır. Hesaba çekilmeden önce müminin kendini hesaba çektiği, akl-ı selim sahibi olarak göklerin ve yerin yaratılışını düşündüğü ve “Ey Rabbimiz! Sen bunları (hiçbirini) anlamsız ve amaçsız yaratmadın. Sen yücelikte sınırsızsın! Bizi ateşin azabından koru!” diye yalvararak rabbine sığındığı aydır. Müslüman akıllı kişidir

Ahmet POÇANOĞLU

Emekli Konya İl Müftüsü

12. Hadis

  Ebu Hureyre Abdurrahman ibn-i Sahr, Ebu Umeyr ibn-i Amir ibn-i Zi’ş şerya ibn-i Tarif ibn-i abbad ibn-i Ebi Sa’b ibn-i Hüneyye ibn-i Sa’d ibn-i Sa’lebe ibn-i Süleym ibn-i Fehm ibn-i Ğanem ibn- Devs ibn-i Adsan ibn-i Abdillah ibn-i Zehran ibn-i K’ab ibn’il Haris ibn-i K’ab ibn-i Abdillah ibn-i Malik ibn- Nasr ibn’il Ezd Hadisi:

   Allah’ın Rasülü (s.a.v) şöyle buyuırdu;

   “Ramazan ayı girince göklerin kapıları açılır, cehennemin kapıları kapatılır ve şeytanlar zincire vurulur”

                                                                                                 (Buhari:3277, Müslim: 1079)

     BU HADİSTEN ÖĞRENDİKLERİMİZ

     Ramazan, insanlığı ”doğru yola götüren”, devam eden, yaşayan mucize olan Kur’an-ı Kerim’in indirildiği aydır. Kur’an-ı Kerim indirildiği günün tazeliği ve diriliği ile bu ayda, ruhlarımıza, dillerimize, evlerimize, şehrimize misafir oluverir.

     Ramazan ayı geldiğinde rahmet kapıları -cennet kapıları- sonuna kadar açılır. Bu ayın, ibadetleri çağıran ve toplayan bir yanı vardır; bu ayda oruç tutulur, bu ayda Kur’an daha çok okunur, namaz daha çok kılınır, zekât ve sadaka daha çok verilir. Bu ay ibadetlerin yatağıdır. Ramazan, yaz sonunda yağıp yeryüzünü tozlardan temizleyen rahmettir. Oruç, ruhun ve vücudun temizlenmesi, onarılması, aktarılmasıdır.

     Oruç ile mümin kadr-ü kıymet bilir; yeniden doğmuşçasına Allah’ın ve Allah’ın nimetlerinin kıymetini bilip şükreden bir insan olur. Bu sebeple Ramazan şükür ayıdır; dünyayı tazeler, insanı meşru ve helal olan sınırlarıyla eşya ile ilgisini kesmekten korur, dünyayı yeniden ahiretin tarlası, yaşamaya değer bir yurt haline getirir.

     Ramazan ayı Kur’an ile hemhal olma ayıdır. Müminin Kur’an-ı Kerim ile hemhal olarak doğruyu yanlıştan, hakkı batıldan, faydalıyı zararlıdan ayırt edebilme kabiliyetini geliştirmesine, her işinde doğru kararlar almasına, değerlerini ve değerli varlıklarını korumasına vesile olur.

     Ramazan itikaf ayıdır. Hesaba çekilmeden önce müminin kendini hesaba çektiği, akl-ı selim sahibi olarak göklerin ve yerin yaratılışını düşündüğü ve “Ey Rabbimiz! Sen bunları (hiçbirini) anlamsız ve amaçsız yaratmadın. Sen yücelikte sınırsızsın! Bizi ateşin azabından koru!” diye yalvararak rabbine sığındığı aydır. Müslüman akıllı kişidir. “Akıllı kimse, nefsini muhasebe eden ve ölümünden sonrası için çalışandır. Aciz de nefsini hevasının peşine takan ve Allah’tan temennide bulunan kimsedir.” 

Ramazan, Müslümanın, Müslümana kardeş olduğunu ona zulmetmeyeceği gibi onu zulme de terk etmeyeceğini yeniden anlama ve kardeşinin ihtiyacını giderme, hissetme ve iyiliği, paylaşmayı anlama ayıdır.

     Ramazan Bedir ayıdır, Kudüs ayıdır, özgürlük ayıdır. Orucun kazandırdığı yorumla dünyayı yeniden fethetme, yeniden inşa etme ayıdır. Bu ayda ‘yeşil bayraklı melekler ordusu’ çıkagelir. Tarih bu ayda nice büyük zaferlerin şahidi olmuştur. Zira oruç, bir sevinç ve sevinmedir, Allah zaferlerle Müslümanları sevindirir.

     Müslümanın oruç ayı olan Ramazan ile alış-verişi çocukluğunda başlar, oruçla büyür, oruçla büyüdüğünü fark eder, Ramazan ve oruç, Müslüman için bir zaman dilimi olmaktan öte zamanı kullanma, değerlendirme ve terbiye etmedir.

     Ramazan ayı bereket, ziyafet ve zarafet ayıdır. İnce hurma dalını andıran hilalle bütün güzelliklerin, cennetin ve rahmetin kapıları açılır, rahmet Müslümanın hayatını kuşatıverir. Cehennem kapıları sımsıkı kapanmış, cehennem davetçisi şeytanlar zincire vurulmuş, aldatmayı, günahı, haramı süsleme kabiliyeti yok edilmiş, iyilik çoğalmış, iyilik kötülüğe, hak batıla galip gelmiştir. 

     Ramazan “En gündüzden daha gündüz, hakikatten daha hakikat Müslümanlar” için fırsat ayıdır. Özellikle Reyyan kokusunun hissedildiği iftar vakitlerinde duanın, affın, rahmetin cennetin kapısı sonuna kadar açıktır, Müslüman’ın iftar vaktindeki duası reddolunmaz.

     Ramazan ayı, diğer aylardan ayrıcalıklı bir aydır. Çünkü O; Kur’an ve takva ayıdır, Allah’ı yüceltme, tesbih etme, Allah’a şükretme ayıdır, doğruyu bulma, bilme ve anlama ayıdır, tövbe, itikâf, tefekkür ve taabbüd ayıdır, Allah’ın koyduğu sınırları gözetme ayıdır, bin aydan daha hayırlı olan Kadir gecesini içinde saklayan mübarek Ramazan ayı, Müslümanlara Allah’ın emirleri karşısında sorumluluk bilincine, yani takvaya, erişme fırsatı sunuyor; böylece toplumsal dayanışma ve paylaşma şuurunu aşılayarak, bir anlamda irade eğitimi vermek suretiyle, müminlere kişilik kazandırıyor, kâmil bir mümin olmanın yollarını gösteriyor.

     EBU HUREYRE (R.A)

     Yemen’de dünyaya geldi. Ezd kabilesinin Devs koluna mensup olup ne zaman doğduğu kaynaklarda belli olmamakla beraber, bazı rivayetlere göre, O hicretten yaklaşık 20 küsur yıl önce doğmuştur. Akranları gibi kabile ortamında ve çöl ikliminde yetişmiştir. Cahiliye devrindeki adı çeşitli kaynaklarda Abdüşems, Abdüamr, Sükeyn, Umeyr b. Abdüganem gibi farklı şekillerde kaydedilmektedir. Hz. Peygamber onun adını Abdurrahman veya Abdullah olarak değiştirmiştir. İsmi ne olursa olsun Ebu Hureyre künyesi ismine baskın gelmiş, onunla tanınır olmuş ve bu künye kullanıldığında sadece ona ait olduğu belirgin hâle gelmiştir. Kendisine bu künyenin verilme sebebi hakkında şöyle dediği rivayet edilir: ”Ailemin koyunlarını otlatıyordum ve küçük bir de kedim vardı, gece onu ağaca bırakır gündüz olunca da yanıma alıp beraberimde götürür ve onunla oynardım, bundan dolayı bana Ebu Hureyre künyesini koydular.”

     İlk karşılaştıkları zaman Rasulullah’ın (s.a.v) ona Ebu Hureyre diye hitap etmesi bu künyenin Hz. Peygamber tarafından verilmediğini göstermektedir. Ebu Hureyre’nin bu adla anılmaktan hoşlanmadığı, kendisine zaman zaman Hz. Peygamber’in hitap ettiği gibi Ebu Hir denmesini arzu ettiği rivayet edilmektedir.

     Ebu Hureyre’nin baba ve annesinin adı hakkında da değişik rivayetler vardır. Babasına Ganm (Abdüganm), Âiz, Âmir, Amr, Umeyr, Hâris, Abdüşems dendiği, annesinin adının Ümeyme veya Meymûne bint Subeyh (Sufeyh) olduğu kaydedilmektedir.

     Ebu Hureyre (r.a), İslam ile hicretten önce tanıştı. Müslüman olmasına sebep olan sahabi ise Tufeyl b. Amr ed-Devsi’dir. Kabilesi içerisinde vakarlı ve cömert biri olarak şöhret bulan    Tufeyl, Mekke’ye geldi, bütün engellemelere rağmen Allah Rasülü (s.a.v) ile karşılaştı ve       Müslüman oldu. Rasulullah efendimiz, O’na İslam’ı anlattı, Kur’an okudu ve dua etti. Allah Rasulü’ne (s.a.v) hicret edinceye kadar kavmini davete devam etti. Bedir, Uhud ve Hendek savaşları geride kaldı, aradan yıllar geçti ve kavminden Müslüman olanlarla birlikte Rasulullah (s.a.v) Hayber’de iken yetmiş ya da seksen kişilik bir kafile ile Medine’ye hicret etti. Ebu Hureyre (r.a) de bu kafiledeydi ve Ebu Hureyre Medine’ye gelişini şöyle anlatır: “Allah Rasulü (s.a.v) Hayber’e gitmişti ki, ben muhacir olarak Medine’ye geldim. Sabah namazını Efendimizin (s.a.v) kendi yerine vekil bıraktığı Siba’b. Urfuta’nın arkasında kıldım. Urfuta ilk rekâtta Meryem suresini, ikincide ise Mutaffifin suresini okudu.” Rasulullah (s.a.v) Hayber’de olduğu için Medine’ye gelen bu kafile doğruca Hayber’e hareket etti. Oraya vardıklarında Peygamberimiz Natat Kalesi’ni fethetmiş, Kâtibe Kalesi’ni de kuşatmıştı. Peygamberimiz Ebu Hureyre’ye bakıp “Sen kimlerdensin?” buyurdu. O da “Devs kabilesindenim!” dedi. Rasulullah efendimiz “Devs içinde kimi gördümse, onda hayır gördüm.” buyurdu. Bundan sonra Ebû Hureyre (r.a) Peygamberimiz’e (s.a.v) eliyle musafaha ederek, İslam üzere bi’at etti.

     Ebu Hureyre (r.a) hazarda ve seferde Allah Rasulü’nden (s.a.v) ayrılmadı, evine gitti, meclislerinde hazır bulundu. Suffe’yi kendisine mesken edinmişti.  Ömrünü Allah Rasulü’nün (s.a.v) sünnetini tedvin ve tebliğe adamıştı. İnsanlar dünyalık isterken o ilme talip olmuştu. Zeyd b. Sabit anlatıyor: ”Bir gün ben, Ebu Hureyre ve bir arkadaş mescitte Cenâb-ı Hakk’a dua ediyorduk. Allah Rasulü (s.a.v) çıkagelip yanımıza oturdu. O oturunca biz sustuk. Önceki halinize dönün/devam edin buyurdu. Ben ve arkadaşım Ebu Hureyre’den önce dua ettik. Allah Rasulü (s.a.v) duamıza ‘amin’ diyerek iştirak etti. Sonra Ebu Hureyre, ‘Allahım! Senden bu iki arkadaşımın istediğini bir de unutulmayacak ilmi istiyorum.’ diyerek dua etti. Efendimiz (s.a.v) O’nun duasına da ‘amin’ dedi. Bunun üzerine, ‘Ey Allah’ın Rasülü unutulmayacak ilmi biz de istiyoruz.’ dedik. Rasulullah (s.a.v), ‘Devsli (Ebu Hureyre) sizi geçti.’ buyurdu.

     Ashabı Kiram arasında bilmeyen hadisleri Ebû Hureyre (r.a) bilirdi. Çünkü Ashabı Kiramın çoğu iş güç sahibi olduğundan, bir kısmı çarşıda, pazarda çalışır, bir kısmı ziraatla meşgul olurdu. Bu sebeple her zaman ve her saat Rasulullah’ın (s.a.v) yanında bulunma fırsatını elde edemezlerdi. Ashabı Kiramdan bir kısmı ise kendini tamamen ilme vermiş olup Rasulullah’ın (s.a.v) huzurunda bulunurdu. Bunların en başında gelen Ebu Hureyre idi. Bu bakımdan o herkesin duymadığı hadis-i şerifleri işitip rivayet etmiştir. Onun bu hali Ashabı Kiramın ileri gelenleri tarafından da bildirilmiştir. Ebu Âmir şöyle rivayet eder: “Bir gün ben Talha (r.a) ile konuşuyordum. Biri gelip Ebu Hureyre’den bahsederek ‘Bu Yemenli mi? Resul-i Ekrem’in hadislerini O mu daha çok biliyor, yoksa sen mi?’ dedi. Bunun üzerine, ‘Elbette O çok bilir, çünkü O, her gün Rasulullah’ın (s.a.v) huzurunda ve hizmetinde bulunmuştur. Biz eşlerimizle ve ailemizle, evimizde oluyorduk. O’nun böyle bir meşgalesi yoktu. Bu bakımdan O bizden daha fazla bilir.’ dedim.”

     Hadis öğrenme hususundaki gayreti bizzat Peygamberimiz (s.a.v) tarafından açıkça ifade edilmiştir. Bir gün Rasulullah’a “Kıyamet günü şefaatinize nail olacaklar kimlerdir ya Rasulullah?” diye sormuştu. Peygamberimiz (s.a.v), “Ey Ebu Hureyre, senin hadise karşı hırsını bildiğim için hiç kimsenin senden önce bu suali bana sormayacağını biliyordum. Kıyamet günü benim şefaatime kavuşacak olan kimse hulûs-i kalp ile ‘Lâ ilahe illallah’ diyen olacaktır.” buyurmuştu.

     Ebu Hureyre, kısmen Hayber’in fethine ve daha sonra yapılan gazvelerin hepsine katıldı. Hz. Peygamber’in, düşmanlara karşı oluşturduğu bazı özel timlerde de görev aldı. Daha sonra Yermük Savaşı’na ve Cürcân’ın fethine katılmıştır. Bizzat Efendimiz (s.a.v) A’la el-Hadrami ile birlikte İslam’ı yaymak ve Müslümanlara dini meselelerini öğretmek üzere Bahreyn’e göndermiş. Orada müezzinlik yapmış, hadis rivayet edip fetva vermiştir. Hz. Ömer (r.a) hilafetinde O’nu tekrar Bahreyn’e vali olarak göndermiştir.

     Hz. Osman’ın (r.a) şehadetini müteakip yıllarda hadiselere karışmadı. Birçok sahabenin yaptığı gibi itizali tercih etti. Ne Hz. Ali’nin (r.a), ne de Hz. Muaviye’nin ordusunda yer aldı. Çünkü “Yakında fitneler zuhur edecek. O zaman oturan ayaktakinden, ayaktaki yürüyenden, yürüyen koşandan daha hayırlıdır. Kim ona rastlarsa geri dursun. Bir melce ve sığınak bulan oraya sığınsın.”  hadisini O rivayet etmişti.

     Ebu Hureyre’yi (r.a), İslam’ı kendi kalıplarına sokmak isteyenler tenkit etmiştir. Mutezile’den Şia’ya, Oryantalizme kadar pek çok anlayış O’nu tenkit etmiştir. Mesela Şia’nın O’nu reddetmesinin arka planında, kendi anlayışını temellendirebilme konusunda      Ebu Hureyre’yi (r.a) en çok hadis rivayet eden sahabi olmasına rağmen Hz.Ali’nin (r.a) imametine dair tek bir rivayetinin olmaması vardır.

     Ebu Hureyre (r.a), sahabenin alim ve faziletlilerinden birisidir ve buna sahabe ve tabiinin birçoğunun kendisinden rivayette ve fetva için müracaatta bulunmaları şahitlik etmektedir. Zeyd b. Sabit, Ebu Eyyûb el-Ensârî, Abdullah b. Abbâs, Abdullah b. Ömer, Abdullah b. Zübeyr, Ubey b. Ka’b, Câbir b. Abdillah, Hz. Âişe, Misver b. Mahreme, Ebu Mûsâ el-Eş’arî, Enes b. Mâlik, Rasulullah’ın (s.a.v) azadlı kölesi Ebu Rafi’ gibi bir çok sahabi (r. anhüm) ve Kabise b. Zueyb, Saîd b. el-Müseyyeb, Urve b. Zubeyr, Sâlim b. Abdillah b. Ömer, Ebu Seleme b. Abdirrahman, Ebu Salih es-Semmân, Atâ b. Ebi Rabah, Atâ b. Yesar, Mücahid, Şâbî, İbn Sîrîn, İkrime, İbni Ömer’in azadlı kölesi Nâfi’, Ebû İdris el-Hulânî (rahime hümu’llah) gibi bir çok tabiin  neslinin ileri gelenleri kendisinden rivayette bulunmuştur. Buhari, “Kendisinden sekiz yüz veya daha fazla kimse rivayette bulunmuştur.” demiştir.

     Hicri 58 (678) yılında yetmiş sekiz yaşlarında iken vefat etti. Cenazesi Medine’ye getirildi. Abdullah b. Ömer ve Ebu Saîd el-Hudrî gibi sahabilerin de katıldığı cenaze namazını Medine Valisi Velîd b. Utbe kıldırdıktan sonra Cennetü’l Baki’ye defnedildi.

Ebu Hureyre (r.a)’nin rivayet ettiği hadislerin sayısı mükerrerleriyle birlikte 5374’ü bulmaktadır. 93 hadis Buhari’nin, 98 hadis münferiden Müslim’in Sahîḥ‘inde yer almış, 326 hadiste ise ittifak etmişlerdir

   Allah O’ndan Razı Olsun.