Âkif Emre abimizi kara toprağa emanet edeli tam beş yıl olmuş. Yine böyle bir mayıs ayıydı, bu yüzden baharın müjdecisi mayıs, benim için biraz da hüzün ayıdır.
Derviş Çelebi

Ne yelkenimiz kaldı ne dümenimiz,
Kalanlarımız tamam da nerde gidenlerimiz?
Âkif Emre abimizi kara toprağa emanet edeli tam beş yıl olmuş. Yine böyle bir mayıs ayıydı, bu yüzden baharın müjdecisi mayıs, benim için biraz da hüzün ayıdır. Boğazın süsü erguvanlar, hasretin rengine bürünmüş sanki. Ne çok severdi erguvanları, saatlerce susar, öylece erguvanların sesini dinlerdi. Erguvanların rengine bürünürdü sükût. Âkif Emre’ye göre erguvanlar, boğazı yeşerten nice ağacın arasından “apansız açar ve apansız kaybolurlar” ve bu halleriyle “faniliğin estetiğini” sunarlar bize. “Faniliğin estetiği” kavramı o hüzünlü sessizliğin içinde kulaklarımda çınlıyor. Bunca vandallığın, kaba sabalığın hoyratça kol gezdiği yüzyılımızda, geçici olanın, anlık durumun bile çirkinliğine tahammülü olmayan az sonra bozulacak saçın dağınık kalmasına dahi gönlü razı olmayan bir bakış açısı karşısında ürperiyorum.
Mezarın başında öylece ne kadar durdum bilmiyorum. Hem ne önemi var ki… Zaman dediğimiz şey ne kadar tuhaf. beş gün olmuş der gibi, beş yıl sözü dökülüyor istemsizce dudaklarımdan. Ben ne vakit bu yaşıma erdim, Âkif Emre ne ara ayrıldı hayatımızdan, daha yapılacak ne çok işi, söyleyecek ne çok sözü vardı diye dertleniyorum.
Acaba bizde mi öyleyiz, diye düşünüyorum. Ertelediğimiz cümleler, ödemekten imtina ettiğimiz borçlar, kazaya bıraktığımız aşklar, bir köşede biriktirdiğimiz tövbeler var mı sevgili okuyucu? Acaba bir bahar temizliği vakti gelmişte geçmekte midir hanemizde?
Mezarlıktan ayrılırken dilime yazının başlığında zikrettiğim “Kalanlarımız tamam da nerde gidenlerimiz?” türküsü dolandı. Hüzünlü bir Karadeniz ezgisidir.
Sahi türkünün söylediği doğru mu? Gerçekten kalanlarımız tamam mı acaba? Ben çok da emin değilim bundan, bir yanımız sürekli eksik sanki, bize güven ve heyecan veren, imkânımızı ve istikametimizi belirleyen mihenk taşımızı kaybettik duygusu var bende. Âkif abinin yokluğunun bıraktığı bir yoksunluk duygusu bu. Pusulası kaybolmuş gemi gibi kaldık bu okyanusta, bir nevi kutup yıldızını yitirdik sanki. Her meşrepten İslamcıların gururla adını adının yanına yazacağı, amasız ve fakatsız sahip çıktığı fikir namusuna sahip onurlu bir aydındı Âkif Emre. Ama bizim için bütün bunların ötesinde ayrı bir yeri vardı onun. Bir grup arkadaştık, bizi bir mıknatıs rikkatiyle etrafında toplardı, vefatıyla demir tozları misali dağıldık sanki. Bugün geriye baktığımda, Âkif abinin bize bıraktığı miras nedir diye, belki demir tozlarının mıknatıs olma gayreti, sorumluluğudur diye düşünüyorum.
Onunla ilgili birçok şey söylenebilir. Söylendi de zaten. Dergiler, özel sayılar yayınladı. Yakın uzak birçok yazar köşelerinde onun üzerinden kimlik ibraz ettiler. Onunla tanışıklığını bir rozet olarak yakalarına iliştirdi kara takım elbiseliler, fark edilmek kaygısıyla. Bazıları ise günahlarına kefaret olarak sayılsın diye cenaze namazında saf, gazete köşesinden yas tuttu.
Kimine göre dervişti Âkif Emre, kimine göre dost muhalif, kimine göre münzevi bir aydın.
Kendi meşrebimiz üzerinden, kendi cephemizi tahkim eden bir portre çizeriz ahirete yolcu ettiğimiz itibarlı dostlarımız üzerinden. O yüzden aynı hataya düşmekten korkarım, bağışlanma dilerim, sürçülisan edersem.
Karadeniz türküsüne dönecek olursak. Âkif abinin yokluğu bahsine yani.
Hayati Üstün abi için yaptığımız anma programlarından biriydi. Âkif abi, insanları yüceltmenin, onları vasıfları üzerinden yukarıda bir yerlere koymanın doğru olmadığını, fakat onları yapmaya çalıştıkları üzerinden, hedefleri, hayalleri üzerinden anmanın, tanımlamanın daha doğru olduğunu söylemişti. Buradan ilhamla onu da aynı şeklide anmak, ondan ilham ile yeni nesiller yetiştirmenin daha doğru olacağı söylenebilir. Âkif Emre’ye borcu olduğunu düşünen herkesin; öncelikle kişisel kariyer beklentilerinden, dünyevi kaygılardan uzaklaşması, temsil ettiği değerlere uygun bir söyleme ve yaşama sahip olması beklenir. Ve elbette bir mıknatıs olma derdi taşıması. Mukayyet kültürünü yaşatma sorumluluğudur omuzlarımıza yüklenen, başkalarının kusurlarından yüz çevirme vaktidir; bir nesil yetiştirme derdi, modern zamanların iğvasından uzak, sayıdan ve ölçekten âzâde bir bahçıvan olma titizliğinin vakti geldi de geçiyor dostlar.