Bir Afrikalı Rüyası: Gönüllü Kölelik

Afrika kaynaklı uluslararası göçün en belirgin nedenleri arasında; ekonomi-politik nedenler, ülkelerdeki istikrarsızlık ve iç savaşların sürekliliği, güvenlik sorunu, açlık, kıtlık ve iklim sorunları sayılabilir. Aslında temel sorun, Batı’nın çeşitli isimler altında sömürü düzenini sürdürmesi ve Afrika’nın kendi hammadde ve insan kaynağını kendisi için kullanamamasıdır.

Sümeyye AÇIKGÖZ

Doktorant, Göç Araştırmaları Uzmanı

Dünyanın ikinci büyük kıtası Afrika, aynı zamanda 36 milyon uluslararası göçmen (UN International Migration Report, 2019) sayısı ile de dünyanın en büyük mülteci kaynak kıtası olma özelliğine sahiptir. 31 milyondan fazla Afrikalı doğdukları ülke dışında yaşıyor. Afrika, uluslararası göçün %14,1’ini oluşturmaktadır. Afrikalı göçmenlerin %26’sı Avrupa’ya, %12’si Asya’ya, %7’si Kuzey Amerika ile %1’i Avustralya’ya gitmektedir (UN International Migration Report, 2019).

Afrika tarihine baktığımızda, 15. yüzyıldan 19. yüzyıla kadar süregelen sömürgecilik sistemine bağlı olarak köleliğin çok uzun bir süre devam ettiğini görmekteyiz. Ancak kolonileşme sisteminin yıkılmasından sonra da Afrika kıtası başta olmak üzere ekonomik ve güvenlik nedenlere bağlı olarak kölelik sisteminin aslında düzensiz göçlerle birlikte gönüllü kölelik sistemine dönüştüğünden bahsedebiliriz.

Afrika, 15. yüzyıldan itibaren Avrupalıların akınına uğramış ve 19. yüzyılın ortalarına kadar altın ve köle ticareti tüm kıtada yaygın olarak yapılmıştır. Köleliğin kaldırılmasından sonra uzun zaman sürecek sözleşmeler ile insan gücü istihdamını farklı bir boyuta taşıyarak, Güney Asya’dan topladıkları insan gücü Doğu Afrika, Guyana, Jamaika, Surinam ve Trinidad’a taşınmıştır. Aynı zamanda, ortaya çıkan güçlü ve gönüllü iş gücü, Avrupa ve Amerika kıtalarına taşınmaya başlamıştır ve günümüze kadar da devam etmiştir (Adıgüzel, 2016: 96-100). Ancak baktığımızda, Avrupalılar Afrika kıtasına yerleşmeden önce, bölgede hükümdarların varlıklarını korumak için de kölelik sistemini kullanmışlardır. Ancak kölelik kurumu, Avrupalılardan sonra boyutunu biraz değiştirerek, ‘ticari bir meta’ haline gelmiştir (Ateş, 2019: 18). Köleliğin bu denli gelişmesindeki en büyük rol aslında Afrikalı yerel topluluklardır. Zira, yerel topluluklar ekonomik kazanç elde etmek amacıyla Avrupalı ülkelerin taşeronları ile uzun dönem anlaşmalarını sürdürmüştür. Bu sebeple, azımsanamayacak bir süre köle ticareti, Afrika kıtasının ayrılmaz bir parçası haline gelmiş ve Batı ülkelerinin ekonomik gelişmesinde çok önemli bir yer tutmuştur.

Resmi olarak sömürgecilik 19. yüzyıl sonrasında da bitse, aslında bahsettiğimiz noktalardan yola çıkarak Sanayi Devrimi, yerel topluluklar ve insan tacirlerinin ortaklığında farklı bir boyutta 20. yüzyıla kadar devam etmiştir. Belirli dönemlerde Afrika kıtası kendini toparlamaya çalışsa da 1970’lerde yaşanan petrol krizi, 1980’lerde yaşanan Soğuk Savaş, 2000 sonrası tüm dünyayı etkisi altına alan ekonomik kriz Afrika kıtasında gelişmeye dair atılan birçok adımın başarısız olmasına neden olmuştur. Bugün Afrika, zengin ham madde kaynakları, genç ve dinamik nüfusuna rağmen uluslararası göçte bir numara olmuştur. Bünyesinde barındırdığı bu güçlü ve verimli kaynağa rağmen Afrika kıtası, tüm dünya için vazgeçilmez bir insan gücü kaynağı oluşturmaktadır. Aslında dikkat çekilmesi gereken nokta da tam olarak burasıdır. Afrika hem hammadde hem de insan kaynağı açısından altın bir kıtadır. Ancak yıllar boyu süregelen öğrenilmiş çaresizlik, yerel ve global toplulukların kendi çıkarları doğrultusunda tüm toplumun kendi hayatlarını idame ettirme olgusunu yok ettiğini görüyoruz.

Dünya Sistemleri Kuramı’nda Wallerstein (1995), göç kuramını merkez ve çevre olarak ayırmaktadır. Merkez ülkeler kapitalist sistemi uygulayanlar, çevre ülkeler de kapitalist sisteme bağımlı olan sömürü ülkeleridir. Burada aslında uygulanan sistem, sömürgeden sonra da bir nevi köleliğin devam etmesi ile bizim ilgimizi çekmekte ve sömürünün gönüllü bir evreye geçmesidir. Çünkü zorunlu yapılan hallerde bireylerden alınan verim düşmekte ve ayaklanma ihtimalleri olmaktadır. Wallerstein’ın da belirttiği gibi merkez ülkelerdeki kapitalist toplumlar, hammaddelerini sömürdükleri çevre ülkelerden çekildikten sonra, onlara daha cazip hale gelecek seçeneklerle gönüllü bir kölelik zincirini başlatmaktadırlar.

2018 yılında yayınlanan Küresel Kölelik Endeksi Raporu’na göre dünyada 40 milyondan fazla gönüllü köle bulunmaktadır. Raporda ‘insan kaçakçılığı, zorla çalıştırma, borç esareti, zorla evlendirme, cinsel istismar, çocukların satılması ve istismarı da köleliğin kendisi olarak tanımlanır. Aslında, bu yeni kölelik biçiminin 15. yüzyıldan farkı, mağdurların kendi isteğiyle ve hatta bunun için ölümü göze alacak kadar çabalıyor olmasıdır. Gönüllü köleliğin geldiği boyutu Trans Sahra göç yolu üzerinde yıllık ortalama 765 milyon dolarlık bir para geçişinin olduğunun tahmin edilmesinden net bir şekilde anlayabilmekteyiz.

Afrika’dan Avrupa’ya geçişin en yoğun olduğu Melilla ve Ceuta, Afrika ve Avrupa arasındaki tek kara sınır bağlantısı olarak göçmenlerin en çok kullandıkları rotadır. 24 Haziran olayları olarak tarihe geçen bu bölgede, İspanya’nın Fas’ın içinde kalan topraklarından Avrupa’ya girmeye çalışan yüzlerce göçmenden otuz yedisi polisler tarafından katledilmiştir. Bu olay göçmenlerin yeni bir hayat ve gönüllü kölelik sistemine dahil olmak için her şeyi göze aldıklarının sadece tek bir örneğidir.

Afrika kaynaklı uluslararası göçün en belirgin nedenleri arasında; ekonomi-politik nedenler, ülkelerdeki istikrarsızlık ve iç savaşların sürekliliği, güvenlik sorunu, açlık, kıtlık ve iklim sorunları sayılabilir. Aslında temel sorun, Batı’nın çeşitli isimler altında sömürü düzenini sürdürmesi ve Afrika’nın kendi hammadde ve insan kaynağını kendisi için kullanamamasıdır. Afrika ülkeleri, kendi topraklarındaki değerli madenleri işleyebilme ve pazarlayabilme kabiliyeti kazansalar, yoksulluk sarmalını aşabilirler. Hammadde kullanımını bilmemeleri ve kendi içlerindeki dinamik genç nüfusu kendi toprakları için kullanılamamaları için, merkez ülkeler çevre ülkeleri bu sarmala mahkûm etmeyi sürdürmektedir. Afrika ülkelerine yaptıklarını söyledikleri yatırımlar da aslında merkezdeki refahın bir şekilde elde tutmaya devam etmek, çevreye kaymasını engellemek ve nihayet Afrika’nın bu kısır döngüsünü devam ettirmektir. Kısır döngüler, Afrika kıtasında göç olgusu ana gündem maddesi olmuş ve kişiler Batı toplumlarında sömürülecekleri, düşük ücretlerle çalıştırılacakları ve ırkçılıkla perçinlenen zor hayat şartları ile karşılaşacaklarını bilmelerine rağmen Afrika’dan kaçışlara devam etmektedirler.

Adaletsiz dünya düzeni, Batı ülkelerinin sürekli isim ve yöntem değiştirerek Afrika ülkelerini sömürmeyi sürdürmesi, demokrasiyi ayaklar altına alarak kendilerine tam biat etmelerinden endişe duydukları liderleri darbe ile uzaklaştırmaları, sömürge vergisi adı altında ülkelerin haraca bağlanması, birçok Afrika ülkesinin (özellikle Frankofon olanların) merkez bankalarının Avrupa’dan yönetilmesi, kendi mallarını Afrika ülkelerine gümrüksüz sokmaları, hem ekonomik hem de siyasi boyunduruğun aslında kölelik düzeninin bir şekilde devam ettiğini gösteriyor. Bu düzen sürdürülebilir değildir. Artık Afrika ülkeleri insan gücünü ve hammadde zenginliklerini kendi insanlarının refahı için kullanabilmelidir.

Afrikalı insanların çöllerde ve denizlerde ölümü göze alacak kadar çaresiz bir biçimde ülkelerinden ayrılarak gönüllü kölelik sürecine dahil olmaları, karşı çıktıklarını söylemelerine rağmen aslında dünya göç ekosisteminin (zorunlu göçlerin ve mülteciliğin) kapitalist Batı ülkelerinin lehine olacak şekilde devam ettiğini göstermektedir.