Psikolojik Harekât Üzerine

Popülizm ve ideolojik saiklerle hareket eden, kısmen manipüle edilmiş bir toplumda psikolojik harekâtın etkilerini en aza indirmenin ve bu taktiklere karşı her bir toplum ferdini uyandırmanın en ideal yolu hakikatin, iyiliğine ve güvenin tazelenmesi için insanlar arasındaki uhuvveti artırmak olmalı. 

Şehnaz FINDIK

Bundan binlerce yıl evvel yaşamış Çinli bir askeri bilge olan Sun Tzu’yu duymuşsunuzdur. Kendisi savaşta düşmanı yıpratmanın, korkutmanın ve mutlak yenilgisi için gafil avlamanın felsefi ve stratejik yönlerine dikkat çeken “Savaş Sanatı” eserinin müellifi kabul edilir. Sun Tzu bugün hepimizi yakından ilgilendiren birçok konuda çağlar öncesinden önemli tespitlerde bulunur. O’na göre bir milleti, devleti, orduyu savaşmadan imha etmenin yolları uzaktaki düşmana yakınlık algısını aşılamada, gizli muharebe alanları yaratmada ve taktiksel olarak düşmanın stratejisini yok etmede gizlidir. Bunun da ötesinde düşmanın kötü hasletlerini öne çıkararak karşı tarafın rehavete kapılmasına, öfke ve korku ile hata yapmasına, yalan ve hilelere kanarak kendi içlerinde birliklerinin bozulmasına zemin hazırlanmalıdır. “Aralarına nifak sok.” diye açıkça direktif veren Sun Usta, bununla da yetinmeyip düşmanın psikolojik yeterliliklerini, bilgiyi alma ve anlamlandırmadaki becerilerini, görünen ile gösterilen arasındaki bocalayışını dahi stratejik birer silah gibi kullanabilmenin inceliklerini öğretir. Tacirleri, zanaatkârları, şairleri de tıpkı bir ordu gibi hazırda bulundurma fikri, yine kendi öğretileri açısından herkesi önemli birer askeri aktör olarak kullanmanın önemini ortaya koyar.

Konuyu biraz açarsak, istihbarat ajanlarını, siyasi provokatörleri, medya temsilcilerini, mali tehditleri, siber saldırıları, vekâlet savaşlarını, yarı askeri unsurları, terörist ve suç örgütlerini kapsayan yeni ve acımasız bir savaş türünün temelleri insanlık tarihi kadar eskidir. Sun Tzu’nun burada bilinen gerçeklere temas ederek insanlığın savaşmak konusundaki maharetlerini birer stratejik argüman haline getirdiğini söyleyebiliriz. Günümüzde de her türlü propaganda malzemesini kullanarak bir ülkenin toplumunu, kurumlarını ve askeri bütünlüğünü tehdit eden güç odaklarının kadim Çin’in Sun Ustasından pek de farklı yöntemleri olduğu söylenemez. Zira insan faktörünün değişmezliği ve fakat araçsal yeteneklerin tedricen değişkenliği göz önüne alındığında savaş taktikleri yalnızca mevcut teknolojiye göre şekillenir. Bu araçların başında da “Psikolojik Harekât” denilen ve düşmanın hedef kitlesinde “bozgunculuk” faaliyetleri olarak da özetleyebileceğimiz gayri ahlaki yaklaşımlar gelir.

Psikolojik Harekât, düşman veya dost olsun, bir toplumu hedef alarak o toplumun duygu, düşünce, inanç ve birlik unsurlarını yozlaştırmak, tahrip etmek ve mutlak surette onarılmaz yaralar açmak için yapılan her türlü faaliyetlere verilen addır. Bir toplumun dinlediği müzikten tutun da ahlaki davranışlarına; inanç kaidelerinden konuştukları dile kadar hayatın her alanında toplumun psikolojik, sosyolojik ve fikirsel bütünlüğüne zarar vermektir. Dini hassasiyetler, toplumsal örf ve geleneksel normların işleyişinde arızlar yaratmak ve suni aksaklıklar üretmek bunların başında gelir. Propaganda, beyin yıkama, ideolojiyi değiştirme, radikal savunucular üretme ve hakikati itibarsızlaştırma bu faaliyetlerin en acımasız olanlarından sayılabilir.  Düşünün ki masum sivilleri öldürmek için bir ülkeyi işgal eden Amerikan hükümeti kendi halkını nasıl ve ne şekilde ikna edebilmişti? İşte bu ve benzeri soruların cevap anahtarından da anlaşılacağı üzere insan ve toplum psikolojisini etkilemek ve bunları yönlendirmek, içinde yaşadığımız çağın yeni tip a-mekatronik silahlarıdır. Peki, bu silahlarla algılama yetenekleri tahrip edilen ve buna ek olarak bilgiyi doğru şekilde alması engellenen insan kitleleri ne yapar?

Siyasi, ahlaki ve iktisadi kapasitesi tam teşekküllü a-mekatronik silahlarla tek tipleştirilmiş kitleler, içinde yaşadıkları sistemin nasıl bir sosyolojik migren yarattığını idrak edemez. Çünkü müzik, sinema, gıda sektörü, bankacılık ve finans uygulamaları ve bunların farklı alanlardaki benzer niyetlerle dizayn edilmiş daha başka sistemik unsurları vasıtasıyla insan doğası, kapitalist dünyanın “kiralık” aklı haline getirilir. Böylelikle duygusal tepkileri ideolojikleşen, kendini ait hissetmediği ve yalnızca emeğini kiraladığı bu sistemde hırçınlaşan insanlar, sanat adı altında hoyratlıkla ve spor adı altında ise holiganlıkla avcı toplayıcı doğasına saplanıp kalır. Sonuç itibariyle akıl ve itidal çizgisinden; milli ve dini geleneğindeki taakkul unsurlarından koparılmış bir insan toplumu, kiralık fikirlerin ideolojik eksenli silahlarıyla mücadele edemez hale gelir. Böylelikle psikolojik harekâtın belki de en büyük gayesi olan morali bozuk, başına buyruk, kendine sunulan her bilgiyi doğru bilmeye dünden razı ideolojik romantiklerin üretimi başarıya ulaşır.

Nihai olarak moral bozmayı, umutsuzluğu ve sürdürülebilir bir şuursuzluğu normal hale getirmek suretiyle düşmanın manevi gücü ortadan kaldırılır. Bu tıpkı işgalden önceki yıllarda Rusya’nın Ukrayna’da moral bozmak için periyodik olarak düzenlediği medya oyunlarıyla Ukrayna halkında ve ordusunda yarattığı rahatsızlık hissi gibidir. Yani düşman, hedef kitlenin kendi içerisindeki savunma odaklı manevra alanını kısıtlar. Örnekten yola çıkarak, böylesi bir taktiksel dönüşümün içerisinde bir devleti içerden çökertmek için finanse edilen yeni aktörlerin sosyal medyadaki klavyeli terör örgütleri olduğunu söylemek yerinde olacaktır. Bu anlamda düşmanın fikirsel ve psikolojik alt yapısındaki çürükleri kaşıyarak zamanla ölümcül yaralar bırakmak için sosyal medyadaki kötü haberleri abartmak ve bunların gerçekliğine gölge düşürecek şekilde sık ve yüksek sesle dile getirmek manipüle edilmiş kitleleri terörize etmek için yeterli olacaktır. Böylelikle millet olmanın tüm konforunu güçlü devlet organizasyonuyla ortaya koymuş medeniyetlerin var olan tarihsel hafızası ve muhakeme kabiliyeti de kolaylıkla ziyana uğratılabilecektir. Peki, bu kötü senaryonun vuku bulmaması için ne(ler) yapmalı?

Bugün geldiğimiz noktada her on yılda bir yeni bir ruh gibi karşılanan ancak tarihin tozlu raflarından indirilip fotoşoplanmak suretiyle yeniden piyasaya sunulan tüm o faydasız ideolojileri bir kenara bırakmalıyız. Sistemin belirli güçlerle psikolojik operasyonlar yürüttüğü tüm kanalları hakikatin bizatihi kendisiyle doldurmalıyız. Meşru bir  “bilinçsizlik” üretmek suretiyle acımasızca millet varlığımıza saldıran fikir, teşkilat ve düzen kurucuların karşısında savunan değil, alternatif üreten taraf olmalıyız. Neden mi? Çünkü kapitalizmin “mülksüzleştirme yoluyla birikim” üzerinden kendini yeniden üretmesi, yukarıda bahsi geçen psikolojik harekât unsurlarının eliyle kolaylaştırılıyor. Devletlerin insan psikolojisini koruyamadığı bir ortamda bir arada yaşamanın ve mülk edinmenin gün geçtikçe büyük bir güvensizlik yarattığına şahit oluyoruz.

Devletinin yasama, yürütme ve yargı erklerine, öz değerlerine ve iktisadi fırsat eşitliğine itimat etmeyen insan, parçalanmış küresel normsuzluğun ve sınırsız tüketimin eline bırakılıyor. Ve yine tek tipleştirilen korkak insan yığınları, bu amaç uğruna tüm o felçli ideolojilerin ölmesine müsaade etmeyen sistemin nihai bir sonucu olarak karşımızda duruyor. Örneğin iklim aktivizminin petrol borsasına etkisi düşünüldüğünde, manipüle edilmiş aktivizm yoluyla uygulanan psikolojik harekât yöntemleri bir devletin enerji güvenliğini tehdit eder hale gelebiliyor. Buna toplumları cinsiyetsizleştirme projeleri, bireysel aktivizm yoluyla devlet dışı yapıları kadraja sokma gayreti ve terör örgütlerinin “özel askeri şirketlere” evirilmesi gibi kolektif akıl tutulmaları da eklenince yeni bir düzeni konsolide eden adımlar hızlanıyor. Buna benzer sisli eylemlerin hızlı ve radikal yollarla kanıksanmaya başlanması ise çağın silahlarını öngörülmez hale getiriyor. Dolayısıyla doğru bilginin hangi kaynaktan aktığını ve doğruluğunu muhafaza etmiş bir halde nereye döküldüğünü hesaplamak devletin ve toplumun birlik ve bekasının olmazsa olmazını teşkil ediyor.

Popülizm ve ideolojik saiklerle hareket eden, kısmen manipüle edilmiş bir toplumda psikolojik harekâtın etkilerini en aza indirmenin ve bu taktiklere karşı her bir toplum ferdini uyandırmanın en ideal yolu hakikatin, iyiliğine ve güvenin tazelenmesi için insanlar arasındaki uhuvveti artırmak olmalı.  Esasen kıymetli okuyucu, uyanık olmanın, uyandırmanın ve uyanık kalmanın hiç bu kadar zor olduğu bir dönem olmadığı gerçeği tüm çıplaklığıyla önümüzde duruyor. Fakat yolumuza çıkacak olan her türden aksiliği hesap ederek ve de büyük bir özveriyle çözüm üreterek kendi mikro çevremizden başlayan periferik bir aydınlanmaya kandil tutmamız gerekiyor.