Ebu Ümâme (R.A.)
Bâhile kabilesine mensup olan Ebû Ümâme, hicretten 12 yıl önce doğdu. Ne zaman Müslüman olduğu hakkında yeterli bilgi yoktur. Uhud Savaşı’na katılması hususunda ihtilaf vardır. Hicret’in 7. yılında yapılan Rıdvan Bey’atı’na katılmıştır.
Ahmet POÇANOĞLU
Emekli Konya İl Müftüsü


Ebu Ümâme radıyallahu anh. Suday İbn-i Aclan (Beni Sehmden) İbn-i Amr İbn- Sağlebe İbn-i Ğanem İbn-i Kuteybe İbn-i Ma’n İbn-i Malik İbn-i U’sur El Bahili Hadisi: Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem:
“Ümmetimden bir topluluk daima hak din üzere birbirine yardım etmeye ve düşmanlarına kesin bir şekilde üstün gelmeye, -Allah’ın emri gelinceye dek (Kıyamet kopuncaya kadar)- devam edeceklerdir. Şiddetli geçim sıkıntısına düşmeleri durumu hariç muhalefet edenlerin muhalefeti onlara zarar vermeyecektir.”
Bu söz üzerine, “Ya Rasulallah! Onlar nerededirler?” dediler. Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem, “Onlar, Beyti’l Makdis’te ve Beyti’l Makdis’in etrafındadırlar.” buyurdu. (Hadis-i Şerif’in Birinci bölümü (“لَنْ يَزَالَ قَوْمٌ مِنْ أُمَّتِي ظَاهِرِينَ عَلَى النَّاسِ حَتَّى يَأْتِيَهُمْ أَمْرُ اللَّهِ وَهُمْ ظَاهِرُونَ”) lafzıyla Mugīre İbn-i Şu‘beden; Buhari Sahih: 3640 ve Müslim Sahih: 1921 Hadis No ile rivayet etmiştir. Hadis-i Şerifi buradaki lafzı ile: Ahmed bin Hanbel, Müsned: 21286, No ile Ebu Ümame (r.a) den. Tabarani: 754 Hadis No: ile Ebu Hüreyre’den rivayet etmiştir.)
BU HADİSTEN ÖĞRENDİKLERİMİZ
Her şeyden önce bu hadisten bir gelecek müjdesi alıyoruz. Din-i Mübin-i İslam’ın hep var olacağını, herkes tarafından bilinen yani gizli olmayan, açık olan; Müslümanlar ne kadar zor ve kötü şartlar yaşayıp yenilgilere uğrasalar da hak üzere olan ve üstün gelecek bir grubun kıyamet kopuncaya kadar her zaman var olacağını öğreniyoruz. Bu öyle önemli bir müjde ki Ümmet-i Muhammed kıyamet kopuncaya kadar hak din üzerinde olmaya devam edecek, Sırat-ı müstakim üzere yürüyenler hiç eksik olmayacak.
Hadiste sözü edilen topluluğun içinde cesur, savaş konusunda basiretli, fakih, muhaddis, müfessir, emr-i bi’l-maruf nehy-i ani’l-münker vazifesi yapan, zahid, ibadete düşkün muhsin kimseler bulunur. Bunların bir tek beldede bir arada bulunmaları gerekmez. İçlerinden bazıları bir beldede bulunurken, bazıları diğer beldede bulunabilir. Bu topluluğun en önemli özelliği ilim sahibi olmalarıdır; akide, ibadet, ahlak, cihat, siret, davet gibi hususlarda Kur’an ve sünnetin dışında dayandıkları bir merci ve istifade ettikleri bir kaynak yoktur. Her meselede Kur’an ve sahih sünnete müracaat etmek, anlaşmazlık meselelerini bu kaynaklara göre çözmek, her olay ve ferde söz konusu asli kaynakların çerçevesinde yaklaşmak onların tek düsturudur. Allah’ın dinine yardımı vazife edindikleri içindir ki Allah (cc) onlara şöyle hitap eder:
يَآ أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا إِنْ تَنْصُرُوا اللهَ يَنْصُرْكُمْ وَيُثَبِّتْ أَقْدَامَكُمْ
“Ey iman edenler! Eğer siz Allah’a (Allah’ın dinine) yardım ederseniz, Allah da size yardım eder ve ayaklarınızı (hak üzerinde) sabit kılar.” (Muhammed Suresi: 7)
Bu sebeple bu topluluğa; Sevad-ı azam veya Taifetu’l-Mensure veya Fırka-i Naciye denilmiştir. Bu hal bütün yeryüzü bir belde olup, ‘Fitne ortadan kalkıncaya, din yalnız Allah’ın oluncaya kadar’ bu böyle devam eder. Rasulullah (s.a.v) bir başka Hadiste:
“Allah, hakkında hayır dilediği kimseye din hususunda büyük bir anlayış verir. Ben verici değil, sadece taksim ediciyim. Veren ise Azîz ve Celîl olan Allah’tır. Bu ümmet, kıyamet günü gelinceye kadar Allah’ın buyruğu üzere devam edip gidecektir. Kendilerine muhalefet edenler onlara bir zarar veremeyecektir.” (Buhârî, İlim; 73139) buyurur.
Yine biz bu hadisten, neredeyse küfre denk olan fakirliğin İslam ümmetinin çağlar boyu devam eden yürüyüşünü sekteye uğrattığını ve bundan dolayı Allah’ın keremine, büyüklüğüne sığınarak çokça çalışmamız ve daima iyilik ve takvada yardımlaşmamız gerektiğini öğreniyoruz.
Müslümanlar için üç mübarek şehir vardır. Rasulullah’ın (s.a.v) şöyle buyurmuştur: “Üç mescit dışında hiçbir mescidi ziyaret için yola çıkılmaz. Benim bu mescidim, Mescid-i Haram ve Mescid-i Aksa.” (Müslim, Hac; 511) Müslümanlar bu şehre bu sebeple Kudüs-i Şerif derler.
Allah (c.c.), Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyurur:
“Kulu Muhammed’i, gece vakti, ayetlerimizden bazılarını göstermek için el-Mescidü’l-Haram’dan, çevresini mübarek kıldığımız el-Mescidü’l-Aksâ’ya götüren Allah, noksan sıfatlardan münezzehtir. O, her şeyi işitir ve görür” (İsra Suresi: 1).
Burada Mescidi Aksâ’dan “çevresini mübarek kıldığımız” şeklinde söz edilmektedir. Çevresi ise başta Kudüs olmak üzere Filistin toprakları, İslam yurdu ve bütün dünyadır.
Kudüs, ilk kıblemiz, Peygamber Efendimiz (s.a.v) Mescid-i Aksa’da bütün peygamberlere namaz kıldırdığı ve Allah’ın (c.c) huzuruna yükseldiği İsra ve Miraç mucizelerinin gerçekleştiği yerdir. Bu sebeple Müslümanlar Kudüs’e özel bir kutsiyet atfetmişlerdir. Nitekim Kudüs adı bu kutsiyete işaret etmektedir. Kudüs, ne zaman Müslümanlar tarafından yönetilmiş ise dünyaya huzur hâkim olmuş ve masum kanı akıtılmamıştır. Asırları boyunca Kudüs, bir barış̧ ve kardeşlik şehri olarak bütün dünyaya ışık olmuştur ve buna tarih de şahittir. Tarih Kudüs’ün fethiyle adalet ve merhamete, işgaliyle de katliam ve mezalime şahit olmuştur. Haçlı Hristiyanlar ve Siyonist Yahudiler, şehri işgal ettikleri dönemlerde kendisi gibi inanmayan nüfusa acı tecrübeler yaşatmasına karşın, Müslümanların yönetimi esnasında şehirde yaşayan gayrimüslimler hiçbir baskı görmemiş ve hatta inanç farklılıklarından dolayı huzursuz bile edilmemişlerdir.
Kudüs’ün işgali aslında bir dönemin kapanıp başka bir dönemin açılışını da gösteren önemli bir göstergedir. Zira bu şehri elinde tutan güç̧ bir anlamda bütün bölge siyasetini yönlendirme kapasitesine sahip olmaktadır. Yaklaşık yüz yıl önce Batı ile Siyonizm ortaklığında yeni bir düzen kurulmuştur. Bu yeni düzen ne Kudüs’e ne de mübarek kılınmış olan çevre beldelere huzur getirmiş, bilakis bölgeden gözyaşı ve kan hiç eksik olmamıştır. Kudüs şehri Filistin’deki sorunların, Filistin ise Ortadoğu’da Siyonist işgalden kaynaklanan bütün sorunların anahtarıdır. Diriliş ve çözüm bu anahtarın açılmasına bağlıdır. Bu sebeple işgalci güçler tarafından, gerçeklerin kabul edilmesine, hakça ve adil bir çözüme ulaşılmasına asla izin verilmemektedir.
Kudüs ve çevresi her geçen gün işgalci İsrail devleti tarafından bilinçli bir şekilde yoksullaştırılmakta, Kudüs ve civarında yaşayan Müslümanların evleri yıkılmakta, işyerleri kapanmakta, tarım arazileri işgalciler tarafından yakılmaktadır. Kudüs’ün İslami kimliği yok edilerek Yahudileştirilmek istenmektedir. Her gün hak-hukuk ayaklar altına alınmakta, dünyanın gözü önünde ve sokak ortasında yargısız infazlar yapılmaktadır. Kudüslü Müslümanlar, İslam ümmetinin onuru olan Mescid-i Aksa’yı canları ve malları pahasına savunmakta; sırf Mescid-i Aksâ’ya yakın olduğu için oturdukları küçük ve bakımsız evlerine milyon dolarlık teklifler getiren Siyonistlere evlerini satmamakta ısrar etmektedirler. Bütün bu zulme rağmen Mescid-i Aksâ bütün ihtişamıyla dünyanın bütün işgalcilerine meydan okumaktadır.
Biz bu hadisten ve Rasulullah (s.a.v) Efendimizin diğer bazı hadislerinden öğreniyoruz ki “Mescidi Aksâ’ya gitmeli ve içinde namaz kılmalıyız. Eğer oraya gidemez ve içinde namaz kılamıyorsak kandillerinde yakılmak üzere zeytinyağı göndermeliyiz.” Zeytinyağı bir semboldür. Müslümanların üzerine düşen yükümlülük; Kudüs’ün, Hz. İbrahim’in Hanif dininin gerçek sahiplerinin yurdu olarak kalması için oradaki Müslümanları kimseye muhtaç etmeden ihtiyaçlarını karşılamak, mallarımız ve canlarımız ile cihad emrine kayıtsız-şartsız uymak, ‘kendi ellerinizle kendimizi tehlikeye atmamaktır.’.
Ümmet-i Muhammed bu imkanlara sahiptir.
EBU UMAME el-BAHİLİ (Radıyallahü anh)
Bâhile kabilesine mensup olan Ebû Ümâme, hicretten 12 yıl önce doğdu. Ne zaman Müslüman olduğu hakkında yeterli bilgi yoktur. Uhud Savaşı’na katılması hususunda ihtilaf vardır. Hicret’in 7. yılında yapılan Rıdvan Bey’atı’na katılmıştır. Hz. Peygamber, onu irşat maksadıyla kendi kabilesi olan Bâhile’ye göndermiştir. Kavmi önceleri ona ilgi göstermediği gibi; yiyecek vermeyip aç bırakmış, ancak manevi bir gıda ile doyurulduğunu görmeleri üzerine İslamiyet’i kabul etmişlerdir. Ebû Ümâme (r.a) Veda Haccı’nda Hz. Peygamber’in yanında yer almış ve Rasulullah Efendimiz’in (s.a.v) şu sözünü oradan nakletmiştir:
“Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’i Veda Hutbesi’nde şöyle hitap ederken dinledim: Allah’tan korkunuz. Beş vakit namazınızı kılınız. Ramazan orucunuzu tutunuz. Mallarınızın zekâtını veriniz. Yöneticilerinize itaat ediniz! (Bu takdirde doğruca) Rabbinizin cennetine girersiniz. (Tirmizî, Cum’a; 80).”
Hz. Peygamber (s.a.v), bir gün Ebu Umâme’nin mescitte çok sıkıntılı bir halde olduğunu görüp ona, “Ey Ebu Umâme! Böyle namaz vakti olmadığı bir zamanda sen burada niye oturuyorsun, mescitte böyle dalgın ne yapıyorsun?” dedi. Ebu Umâme, “Üzerime çöken üzüntüler ve borçlar, ya Rasulallah! Çok borcum var, sıkıntıdayım, dardayım” dedi. Bunun üzerine Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem, ona, “Sana bir dua öğreteyim ki, yüce Rabbim gamını gidersin, borcunu ödeme kapısı açsın. Bu duayı sabah-akşam oku” dedi ve şu duayı ona öğretti: “Allah’ım! Üzüntü ve kederden sana sığınırım. Acizlikten ve tembellikten sana sığınırım. Korkaklıktan ve cimrilikten sana sığınırım. Borç altında kalmaktan ve düşmanların üstün gelmesinden sana sığınırım”. Ebû Umâme (r.a) şöyle derdi: “Ben bunu yaptım. Allah (c.c.), üzüntü ve kederimi giderdi ve borcumu benden kaldırdı.” dedi. (Ebu Davud, Sünen; 1555)
Rasulullah’ın vefatından sonra Mısır’a gittiyse de bir müddet sonra Humus’a yerleşti. Sıffîn Savaşı’nda Hz. Ali tarafında yer aldı. Ebû Umâme (r.a), cömertliğiyle tanınıyordu. Sadaka vermeyi çok severdi. Sırf sadaka vermek için mal kazanırdı. İsteyen hiç kimseyi boş çevirmezdi.
Veda Haccı’ndan Mekke’ye dönen Ebu Umame (r.a), Peygamber (s.a.v) ile en fazla dört yıl zaman geçirmiştir. Hz. Peygamber’den sonra ise 76 yıl yaşamıştı. Ebû Umâme, Hicri 86 (m. 705) yılında 106 yaşında iken Humus’ta vefat etti. İhtilâflara rağmen onun Şam bölgesinde en son vefat eden sahabe olduğu kabul edilmektedir.
Tekrarlarıyla 250 hadis rivayet etmiş; 3 hadis Buhari’nin, 6 hadis Müslim’in Sahihinde yer almıştır.
Allah O’ndan razı olsun.