Varlığın tümü, âlem. Âlem hakikatle örtüşmekte; zamanda ve mekânda zira. Öyleyse rezerve edilen masalar umurumda değil, zira âlemin bir parçası olarak varım.
Zehra TUNÇ
İMH Genel Sekreter Yard.

Dostların kanı masada bir kâsede… Vücutları çöllerde susuz… Bir selama hapsetmişken gülen yüzleri; çığlıkları sabaha kadar zindan arkadaşı omuzlara dokunan dostların, sırtlarda bıraktığı soğuk metaller çeviriyor Sezar’ı papağana. Bulut gibi yumuşak ağlamaklı bir dostluk gösterirler, şimşekli, karanlık günleri saklayarak. “Defolun” diye haykırmak istiyorsa kalbimin kapıları, tentürdiyot istemez. Zamanı kuşlara yem atarak geçirmek ister sarılmayı unutan avuçlarım…
Sorry sir, all the seats are reserved.
Sarılmayı unutan avuçlarımda nabzı atmayan artık kelimeler; kabul etmiyorum, hepsi gerçek, nabzı atmayan gerçek olabilir mi? Elbette olur, neden olmasın? Fakat kavramlar gerçeklikte bulunmazlar. ‘Şişe’ bir kavramdır ve o kavram gerçeklikte yoktur. Zîrâ hiçbir şişe yeryüzünde diğerinin temsilcisi değil-dir. Kavramlar gerçek ötesi dünyanın malıdır. Şişenin gerçek olması ise zaman ve mekân ile ilgilidir. Gecenin tam üçünde, odamdaki masanın üzerinde duran şişe gerçek. Yani ‘varolanlaşmış’ kavram, gerçek. Peki ya kelimeler?
Rezerve edilen bütün güzel masalar gerçek, yemekler de gerçek, bununla birlikte sizin bu masalara gecikmişliğiniz de gerçek.
Varlığın tümü, âlem. Âlem hakikatle örtüşmekte; zamanda ve mekânda zira. Öyleyse rezerve edilen masalar umurumda değil, zira âlemin bir parçası olarak varım. Evreni kapsayan âlem, zaman ve mekân koordinatlarında var olan olayları incelemesine müsaade ettiği bilim kadar gerçeklikle oyalanmayı da kuşatır elbette. Hangimiz tekrarlanamayan ve yeniden sınanmayanız sahi? Evren olaylardan ibaret ve her ‘olagelen’ olup biten bir ‘olay’. O halde olay ikiye ayrılır: Vak’a ve vakıa; tekrarlanamayan ve tekrarlanan.
Geçmişte olan olayların tümü vak’a. Fakat hiç mi tekrarlanmadı? O zaman vakıa!
Her bitişinde kanı, masadaki o kâsede dostların, kabul edin! Bütün güzel dostluklar pay edilip size bir şey kalmadığında, bu bir tercih belki, kim bilir?
Kendimize karşı acımasızca gerçeklik, yeryüzündeki tüm şişeler gibi. Biraz yoklayın zihninizi, acısın biraz. O gerçeklik salt vak’a değilse, rezerve edilen tüm koltuklardan bize ne? Nesnelliğin dışında olan nesnel durumlara nesnellik sadece yakıştırılır ve bu herkese göre değişebilir. ‘Umur’ nesnel midir bu durumda?
Gösterilen bulut gibi ağlamaklı, yumuşacık bir dostluk iken, gerçekliği tekrarlanmadığına göre vak’a olarak kalan bir şey. Madde bile diyemiyoruz felsefede buna meselâ. Yaşandı ve bitti. Vak’a. Ve artık o papağan Sezar yahut Sezar artık işte o papağan. Gerçeklikten, nesnelliğe geçiş.
İnsan dimağının ürettiği ideolojiler, felsefenin inşa etmeye yanaşmadığı belirli sonuçlu fikirlerdir. Kur’an’da sıkça düşünmeye, öğrenmeye teşvik eden Allah, yapıp ettiklerinin açıklamasını vermez. Açıklama, şüpheyle ilintilidir zîrâ. Din buyruklar dizisidir. Şüpheyle alakası yoktur. İnanç için ‘şeksiz, şüphesiz’lik elzemdir. Dostluk da bir dindir. Şimşekli, karanlık günleri koynunda saklayan göstermelik tebessüm, imanı zedeler, üzgünüm.
İşte, buyurun, masada kanım, içtiniz ve doyamadınız. Bu bir vakıa oldu yıllarca. Madem ki şüpheli, haydi kaçının, fakat gerçekten gidin, gittim ben zîrâ, din bunu gerektirir. Sarılmayı unuttum, kuşlara yem atacağım, çok işim var!
Ve evet tüm bu tercihler yumağından mâdâ, kâinatın en güzel günleri vaat edildi bana.
Vakit, seher! Ayağa kalktım, lavaboya kadar gittim, yüzümü yıkadım, penceremi açtım ve sonsuz huzuru çektim içime ‘Allah-u Ekber’ ile.
Yeni bir gün doğuyor ve bu benim günüm. İmanım taze, hislerim hakikat, hep öyleydi lakin, kalbim hâlâ taze kan üretiyor yeni dostlar için. Umur’um tevbelerime mâ’tuf. Ümidimse en Kerim’e sığınıp, ancak en iyi bilenin bilebileceklerinin bilme imkânına sahip olduğu sınırsız, zamansız ve mekânsız âleme her nefeste besmeleyle, bir adım daha yakın… Âmin.