Filistin Davası Bir Toprak Meselesi Değil: Vahdettin Işık ile Özel Söyleşi (Üçüncü Bölüm)

“Gazzeliler iki önemli başarı elde etmiştir: Birincisi, Batının nasıl bir sömürü, barbarlık ve zulüm odağı olduğunu dünyaya açıkça göstermişlerdir. İkincisi ise bu sistemden mağdur olan insanların vicdanlarını ortaklaştırıp harekete geçirmişlerdir.”

Röportaj: Dr. Nour Alhila

Nour Alhila: Batı medeniyetinden söz ediyorduk; günümüzde Batı medeniyetine ilişkin genel algılar ve değerlendirmeler nasıl şekillenmektedir?

Vahdettin Işık: Batı medeniyetinin maskesinin bu kadar açıkça düştüğü, kitlesel düzeyde görülmemişti. Geçmişte derslerde Batı medeniyeti üzerine konuşurken bu konudaki eleştirilerimiz bazen “ideolojik” olarak nitelendiriliyor ve öğrencilerimiz de bu durumu anlamakta zorlanıyordu. Ancak bugün artık çoğu gence Batı’nın medeni bir dünya olduğu anlatılamaz. Bu noktada binlerce âlimin, akademisyenin ve kurumun başaramadığını Gazze halkı gerçekleştirmiştir.

Gazzeliler iki önemli başarı elde etmiştir: Birincisi, Batının nasıl bir sömürü, barbarlık ve zulüm odağı olduğunu dünyaya açıkça göstermişlerdir. İkincisi ise bu sistemden mağdur olan insanların vicdanlarını ortaklaştırıp harekete geçirmişlerdir. Bu, son derece önemli bir gelişmedir. Günümüzde Avrupa, Amerika ve dünyanın birçok yerinde insanlar çok kötü bir muameleye maruz kalmalarına rağmen protestolarla seslerini duyurmaya çalışmaktadır. Bu durum, fıtri bir sesin, yani insanın doğuştan sahip olduğu hakikat arayışının ve hanif kültürün hâlâ dünya genelinde güçlü bir potansiyele sahip olduğunu göstermektedir.

Eğer biz Müslümanlar olarak doğru dürüst bir duruş sergiler, gayretli çalışmalar yapar ve insanlığa şahitlik edecek örnek bir toplum ortaya koyarsak, bu süreç İslam’ın diriltici ve ıslah edici sesinin dünyada yayılması için büyük bir fırsat olacaktır. Bir avuç Gazzeli bunu başarmış ve harekete geçirmiştir. Bu da bize göstermektedir ki, bu fıtri sesi harekete geçirmek için ahlaklı, tutarlı ve fedakâr bir kimlik ortaya koymamız gerekmektedir. Sözden çok amelin; salih amel ve şahitliğin ne denli etkili olduğunu hem kendi hayatımızda yeniden tecrübe ettik hem de başkalarına nasıl tesir ettiğini gözlemledik. 

Nour Alhila: Bu gerçekten zor ve çok katmanlı bir mesele. Bu süreci sürekli gündemde ve diri tutabilmek için ne yapılması gerektiğini ciddi şekilde düşünmemiz gerekiyor. Şu ana kadar on dokuz ay geçti ve ben buraya gelmeden önce bile Gazze’de çok ağır katliamların hâlâ sürdüğüne dair haberler vardı. Bu nedenle, bu meseleye yeniden ve daha derinlikli bir biçimde eğilmemiz, “Biz ne yapmalıyız?” sorusunu samimiyetle ve kararlılıkla sormamız gerekiyor. Ne yapmamız gerekiyor?

 Vahdettin Işık: Öncelikle şu ana kadar yaptığımız çalışmaların —ister küçük çaplı olsun ister büyük— kararlılıkla devam ettirilmesinin gerekli olduğunu düşünüyorum. Çünkü istikrar, şuuru derinleştirir; süreklilik, bir davranışı zamanla kişiliğin ayrıştırılamaz bir unsuru hâline getirir. Bir işi sürekli yaptığınızda o iş sizde bir karakter özelliğine dönüşür. Ayrıca yapılan her nitelikli faaliyet, sizi daha büyük sorumluluklar almaya hazırlayan bir zemin oluşturur. Ancak burada iki düzeyde bir ayrım yapmamız gerekiyor. Bahsettiğim bu devamlılık ve istikrar, birey ve sivil toplum düzeyine aittir. Öte yandan, daha geniş çaplı ve etkili adımlar atmak için devlet siyasetini etkileyebilecek hamlelerin de geliştirilmesi gerekiyor. Bunun için artık “Biz doğrudan siyaseti nasıl etkileyebiliriz” sorusunu ciddiyetle gündemimize almamız gerekiyor. Bu, sadece Türkiye ölçeğinde değil, tüm İslam dünyasında geçerlidir.

Ayrıca uluslararası dayanışma girişimleri ve eylemler geliştirmeliyiz. Âlimler arası istişare platformlarının kurulması, ortak gündemlerin belirlenmesi, halklar üzerindeki şuurlanma sürecini hızlandıracak ilmi ve fikri çalışmaların teşvik edilmesi, yardım organizasyonlarının hem mahiyet hem de kapsam bakımından genişletilmesi bu sürecin temel adımları olmalıdır. Devletlerin halkların tepkilerine tamamen kayıtsız kalmayacağını düşünüyorum. Dolayısıyla halkların bilinçli ve kararlı bir dayanışma içinde olması büyük önem taşıyor.

Burada yardım faaliyetlerini sadece insani yardım bağlamında düşünmemeliyiz. Elbette temel insani yardım şarttır, ancak bu yeterli değildir. Eğer yapılan yardımlar devletler tarafından engelleniyorsa o engelleri aşacak siyasi ve diplomatik gücü de inşa etmek zorundayız. Küresel siyaseti etkileyebilecek nitelikte bir söylem, organizasyon ve eylem ağına ihtiyacımız var. Örneğin, Türkiye’nin Suriye’de istikrar sağlamaya yönelik çabaları çok kıymetlidir. Çünkü bu tür çabalar sadece o ülkeye değil, bölge geneline de olumlu yansır. Bu aynı zamanda siyonist düzen karşısında halklar, kurumlar ve devletler arasındaki iş birliklerini daha ileriye taşıyacak bir zemin oluşturur. Türkiye’nin kendi iç meselelerine dair —örneğin Kürtçü siyaset meselesinde—daha yapıcı ve kapsayıcı bir aşamaya geçmesi, Türkiye’nin bölgesel operasyon kabiliyetini artıracağı gibi bölge siyasetine daha güçlü müdahale imkânı da sunacaktır. Bu da ancak iç ihtilaflarla enerjimizi tüketmek yerine daha ahlaklı, daha adil, daha dayanışmacı bir toplum inşası için ortak hedeflere yönelmemizle mümkün olabilir. Uluslararası organizasyonları çoğaltmak, yeni teşebbüslerde bulunmak, mevcut yapıları desteklemek ve güçlendirmek; devletlerin siyasetini etkilemenin en etkili yollardan biridir.

Nour Alhila: Evet, yardımlar toplanıyor ama Gazze’de şu an gerçekten çok ciddi bir açlık yaşanıyor. Ben ailemle sürekli irtibat hâlindeyim; orada her şey tükenmiş durumda, ellerinde neredeyse hiçbir şey kalmadı.  

Vahdettin Işık: Bakın, örneğin Mısır’ın Refah Sınır Kapısı üzerinden Gazze’ye uygulanan abluka meselesine bakalım. Herkes biliyor ki orayı fiilen İsrail kontrol ediyor. Peki, biz neden bu kontrol mekanizmasına bu kadar sessiz kalıyoruz? Eğer Mısır’ın buna karşı koyacak gücü yoksa, o zaman mesele Mısır’daki siyasetçilerin niyetinden çok, onları bu kapıyı açmaya mecbur bırakacak yolları düşünmek olmalı. Bunu da oturduğumuz yerden tahmin ederek değil; istişareyle, doğrudan temaslarla, ilişki kurarak yapmalıyız. Ben sadece buradan oturarak her şeyi göremem. Mısır’daki Müslümanlarla doğrudan ilişki kurmam, temas hâlinde olmam gerekir. Değil mi?

Mesela Gazze sınır kapısı bu kadar kapalı olmasa, İsrail de bu kadar rahat hareket edemezdi. Refah Sınır Kapısı’na geliyor, kontrolü eline alıyor ve orada bir devlet var. Peki, bu devlet buna neden göz yumuyor? Bu sorgulanmalı. Bu mesele sadece devlet yöneticilerinin aralarında çözeceği bir konu değil. Mısır’daki Müslümanlarla, ilim ve fikir çevreleriyle güçlü ilişkiler kurmalıyız. Ortak platformlar oluşturmalıyız. Sadece insani yardım organizasyonları değil; siyasi baskı oluşturacak, kamuoyunu harekete geçirecek yeni iş birliği zeminleri kurmalıyız. Çünkü ortada apaçık bir tablo var: Eğer Mısır kötü niyetle kapıyı kapatıyorsa, baskı uygulamalıyız; eğer iyi niyetli ama güçsüzse, bu defa gücünü artıracak destekleri organize etmeliyiz.

Bugün artık çok açık: Siyaset sadece ‘yukarıdan’ işleyen bir mekanizma değil. Sivil toplum, halklar, kurumlar, ilim adamlarıhepsi siyaset üzerinde etkili olabilir. Hatta bazen mecbur bırakabilir. Bizim işimiz de bu zemini kurmak, bu etkiyi oluşturmak.

Güç sahiplerinin de gücünü mutlak güç olarak görmemeliyiz; onların da sınırlılıkları var. Mesela İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı gözaltına alındı. Daha önce Kürtçü siyaset yapan bir partinin başkanı içeri alınmıştı. Birkaç eylem dışında ciddiye alınacak hiçbir şey olmadı. Oysa beş sene önce bu olaylar olsaydı Avrupalılar, Amerikalılar kıyameti koparırdı. Bugün niye bunu yapmadılar? Yapmadılar değil, yapamadılar. Çünkü Avrupa’nın bugün Türkiye’ye ihtiyacı var. Keza Trump, bir taraftan Amerika, İsrail’in en büyük destekçisi; ama öbür taraftan Amerika şunu görüyor: Bu bölgede sadece Siyonizm’i destekleyerek kendi çıkarlarını maksimize etmek mümkün değil. O zaman ne yapıyor? Güya Türkiye ile daha ılımlı bir siyaset güdüyor.

Bakın, bugün Suriye’ye yönelik ambargoların kaldırıldığını görüyoruz. Bir yıl önce bunu tahmin edebilir miydik? Hayır! Hatta bir yıl önce Suriye’de herhangi bir dönüşümün, bir açılımın mümkün olabileceğini dahi düşünemezdik. Bu örnek bile bize şunu gösteriyor: Siyaset, zannettiğimizden çok daha dinamik bir süreçtir. Bugün imkânsız görünen pek çok şey, birkaç ay içinde mümkün hâle gelebilir. Bu da bize şunu gösteriyor: Bugün mümkün olmayan şeyler, altı ay sonra, bir yıl sonra mümkün olabilir. Önemli olan bizim işimizi doğru yapmamız, istikrarlı olmamız, iş birliklerini artırmamızdır. Çünkü siz bildiğinizle amel ederseniz, Allah size bir “Furkan” yani doğruyu yanlıştan ayırma feraseti verir. Bu sadece bireysel hayat için değil siyaset için de geçerli.

Mesela benim öğrencilik yıllarımda Türkiye’nin bugünkü konumunu çoğu insan hayal bile edemezdi. Ne maddi imkânımız vardı ne devlet kademelerinde etkinliğimiz ne de yeterli bilgimiz… Ama biz elimizden geleni yaptık, Allah da bize yollar açtı. Bugün ise artık küresel ölçekte işler yapabiliyoruz. Bakın, biz burada bir enstitüde otuz-kırk ülkeden öğrencilerle bu meseleleri konuşabiliyoruz. Eskiden bırakın konuşmayı bazı kitapları evimizde bulundurmak suç sayılıyordu. Mesela ben şu an öğrencilere Seyyid Kutub’un Yoldaki İşaretler kitabını okutuyorum. Oysa o kitap yıllar önce benim evimde bulunsaydı, bu yüzden hapse atılabilirdim. İşte geldiğimiz yer burası. Bu süreç bize şunu öğretiyor: Eğer sahici bir duruş sergiler, istikrarla yol alırsak, Allah bize yeni imkânlar, yeni ufuklar açar. Bunu bireysel hayatta da gördük, siyasette de gördük. Şimdi sıra, bu şuuru küresel ölçekte yaygınlaştırmakta.

Nour Alhila: Gazze’den buraya ilk geldiğimde, burası benim için yabancı bir ülkeydi. Gerçek bir gurbet yaşıyordum. Ama son yaşananları ve buradaki insanların sahiplenişini görünce artık kendimi yabancı hissetmiyorum.

Vahdettin Işık: Aslında bu çok tabii bir şey. Ben derslerimde Hasan el-Benna’yı okutuyorum; İhvan-ı Müslimin’in nasıl kurulduğunu, Cemaat-i İslami’yi ve bunların Osmanlı tecrübesiyle olan irtibatını anlatıyorum. Bugün mesela Aliya İzzetbegoviç’i konuştuk. Batı emperyalizmini ve dünyanın bugünkü hâle nasıl geldiğini öğrencilerle birlikte değerlendiriyoruz.

Nour Alhila: Sanki yaşadıklarını unutmuşlar, şu an olup bitenin farkında değiller.

Vahdettin Işık: Bu çocukların suçu değil. Sorun onlarda değil, bizde aslında. Gençler bilmiyorlar; ne yapsınlar ki?

Nour Alhila: Sadece gençler değil, büyükler de zaman zaman farkında olmadan haksızlık edebiliyor. Geçenlerde biri, ‘Bu seçimde destek vermeyeceğiz, çünkü Gazze’ye yeterince sahip çıkılmadı’ dedi. Ben de şöyle cevap verdim: ‘Biz sizden böyle bir talepte bulunmadık ama bugüne kadar onlar hep destek verdiler. İstanbul’u bu kadar güzel bir hâle kim getirdi? Bugün başörtünüzle özgürce dolaşabiliyor, dilediğiniz gibi hayat sürebiliyorsunuz.”

Vahdettin Işık: Diyorum ya, şu kitabı ben 1987’de gizli almıştım, çünkü yasaktı. Kitapçıda açıkça satılamazdı, saklanıyordu; ancak tanıdık birinin aracılığıyla ulaşabiliyorduk. Şimdi ise o kitabı ben akademide okutuyorum! Düşünebiliyor musunuz? Bu yüzden o kitabı hâlâ saklıyorum, hatırası var, atamıyorum. Eski kitapları da o yüzden okumaya devam ediyorum. Hatta bir tanesinin redaksiyonunu bizzat ben yaptım; Türkiye’de ilk kez o baskıyla yayımlandı. Aliya bu kitabı yazdığı için hapse düştü, büyük bedeller ödedi. Ama bugün ben bu kitabı, dünyanın dört bir yanından gelmiş öğrencilere bir akademide okutuyorum. Bunu o zaman tahmin etmek zordu.

Aynı şekilde bugün Gazze için belki önümüzde net bir çözüm yolu göremiyoruz. Ama biz gerçekten elimizden geleni yapar, samimiyetle gayret edersek, ben inanıyorum ki bu böyle devam edemez. Çünkü insan bir işe girince hem ne yapması gerektiğini hem de sınırlarını ve imkânlarını daha iyi keşfediyor. Bu gayretler mutlaka siyasete de bir şekilde yansıyor. Biz evlerimizde gizli gizli konuştuğumuz meselelerin, bugün Türkiye’nin Cumhurbaşkanı tarafından Birleşmiş Milletler kürsüsünde açıkça ifade edildiğine şahitlik ediyoruz. Türkiye, bu işin siyasetini yapan bir aktöre dönüşmüş durumda.

Bu durum bize şunu gösteriyor: Biz üzerimize düşeni samimiyetle yaptığımızda, Allah da yolları açıyor, önümüze tahmin edemeyeceğimiz imkânlar çıkarıyor. Ben, İslam dünyasının tamamında bu dönüşümün yaşanabileceğine inanıyorum. Halklar düzeyinde ciddi bir potansiyel mevcut. Önemli olan, bizim gayret göstermemizdir.

Nour Alhila: Bu mesele için kim samimi olarak çalışmak istiyorsa Allah ona bir yol gösteriyor.

Vahdettin Işık: Gösteriyor elbette. Üstelik bunu sadece teorik bilgilerden, kitaplardan görmedik; bizzat yaşadığımız tecrübelerle de gördük.

Nour Alhila: Zaten bizim siyer geleneğimizde de bunun örneklerini açıkça görüyoruz. Resulullah (s.a.v) ve sahabeler (r.a), Mekke’de baskı ve işgal altında kaldılar; ancak tüm bu zorlukların ardından güçlü ve etkili bir devlet inşa ettiler.

Vahdettin Işık: Evet, onlar bir avuç Müslümandı işte.

Nour Alhila: Hocam, değerli vaktinizi daha fazla almak istemem. Son olarak eklemek istediğiniz bir şey var mı? Sohbet gerçekten çok istifadeli ve çok kıymetli geçti. Allah razı olsun.

Vahdettin Işık: Estağfurullah, Allah razı olsun. Benim şu an temel gündemim, ısrarla üzerinde durduğum bir konu olan İttihad-ı İslam siyasetidir. İnsanlar zaman zaman soruyorlar: “Gerçekten inanıyor musun bunun olacağına?” diye. Ben de şöyle cevaplıyorum: Yüzlerce yıl birbirleriyle savaşmış olan Avrupa devletleri dahi bugün birlik kurabiliyorlar. Amerika, ismini bile “Amerika Birleşik Devletleri” koymuş. Yani bu insanlar bunu yapabiliyor. Üstelik biz, bundan yalnızca iki nesil önce birlikte yaşayan bir topluluktuk. Benim dedemle sizin dedeniz aynı devletin insanlarıydı. Düşünebiliyor musunuz? Sadece iki nesil önce!

Mesela ben Erzurumluyum; Şam ile Edirne’nin coğrafi olarak bile mesafesi aynı. Ben Bilâd-ı Şam başta olmak üzere İslam coğrafyasının birçok yerini gördüm. Bu insanlarla kültürel olarak da çok ciddi bir benzerliğimiz ve temel meselelerde ortaklığımız var. Bu insanlar bize duygusal bakımdan da çok yakınlar. Aramızda ilişkileri geliştirmeye mâni bir fark bulunmuyor.

Bizleri yakınlaştırmaktan alıkoyan meselelerden biri şu: Eğer yüksek idealleri önümüze hedef olarak koymazsak, basit meseleler ve iç çekişmelerle enerjimizi tüketiyoruz. Ben her zaman söylüyorum; yüksek ideallerin birleştirici bir gücü vardır. Bunu sahada bizzat tecrübe ettim. Filistin’i gezdim, yerinde gördüm. Şam’da bir yaz mevsimi boyunca, ailemle birlikte yaşadım. Orada karşılaştığım insanlar ile bizimkiler arasında —babalarımız, amcalarımız arasında— gerçekten hiçbir fark yoktu. Mesela Şam, adeta Erzurum’la İstanbul’u karıştırıp yeni bir şehir kurduğunuzda ortaya çıkacak bir yer gibiydi. Ben kendimi orada bir yabancı olarak görmedim.  Filistin’e gittiğimde bir hafta boyunca oradaki insanlarla birebir temas kurdum. Amcamın oğluyla yan yana fotoğraf çektirseler, Filistinliyle aralarında en ufak bir fark bulamazsınız: yüz hatları, kültürleri, yemek yeme biçimleri, oturuş-kalkışları bile birebir aynı.

Bence mesele çok net: İttihad-ı İslam olmazsa, hiçbirimizin iflah olması mümkün değil. Eğer ittihad olsaydı, Gazzeliler bugün bu durumda olmazdı. Eğer ittihad olsaydı, Suriye bu denli büyük krizler yaşamazdı. Kürtleri bizlere yabancılaştırmak ve emperyalizmin idman sahasına dönüştürerek Siyonizm’in oyuncağı yapamazlardı. Düşünün; Suudi Arabistan’ın, Körfez’in petrolü var; Şam’ın ilmi var; Türkiye’nin insan kaynağı, siyasi tecrübesi ve devlet aklı var. Ama her biri tek başına zayıf. Eğer bu imkanların hepsi bir havuzda toplanırsa birlikte çok güçlü bir yapı oluşturabiliriz. Mesele bu kadar açık.

Bugün elimizde hâlâ genç ve dinamik bir nüfus var. Bu büyük bir imkân. Ama bu çocukların sadece söylem düzeyinde değil, fiilen birbirleriyle irtibat kurmaları gerekiyor. Bu ilişkileri sıcak tutmamız, canlı kılmamız; kurumların iş birliği yapmasını sağlamamız gerekiyor. Ulema, akademi ve sivil toplum bu noktada inisiyatif almalı. İttihad-ı İslam’ı sadecesiyasetçilerin kuracağı bir şey gibi görmemeliyiz. Halklar arasında yakın ilişkiler ve iş birlikleri tesis edildiğinde bu siyasete de yansır. Ancak yaygın bir şekilde her şeyi devletten bekleyen bir kültürel anlayış var ülkelerimizde. Oysa ittihadı önce âlimler, tüccarlar, halk ve kurumlar inşa eder; devlet bu yapıların üzerinde yükselir. Devlet, bu altyapıya rağmen başka bir siyaset izleyemez. Ben bu meseleyi birinci önceliğimiz olarak görüyorum. Net olarak söylüyorum: Türkiye, Mısır ve İran anlaşmış olsaydı, bölgede emperyalist güçler bu zulümleri gerçekleştirebilir miydi? Hayır, gerçekleştiremezdi. Bu kadar açık.

Dolayısıyla bu doğrultuda siyasetler, ilişkiler ve iş birlikleri geliştirmeli; kurumlar, eğitim programları ve dersler oluşturmalıyız. Bu sadece içinde bulunduğumuz döneme, yalnızca Gazze meselesine özgü bir refleks de olmamalı. Aksine, uzun soluklu ve istikrarlı bir siyasi çizgi haline getirilmelidir. Benim dönüp dolaşıp üzerinde durduğum temel mesele budur. Ve tabii ki her birimizin kendi işini aşkla, şevkle yapan, ihsan sahibi insanlar olmayı önceleyen bir ahlaka sahip olmadan bunları yapmamızın mümkün olmadığını unutmamalıyız.

Nour Alhila: Her şey söylediğiniz gibi, ortak bir bilinç olsaydı bu kadar şeyi yaşamazdık biz. Yani ben arkadaşlarıma şöyle diyorum: Yardım faaliyetlerinin başında kurumsal bir yapı olmalı. Dernekler bir araya gelip ortak hareket etmeli. Bu yardımları organize şekilde yönlendirecek bir birlik kurulmalı. Ama maalesef herkes tek başına çalışmak istiyor. Bu yüzden yardımlar Gazze’ye ulaşamadı, sınırlarda bozuldu. Neden? Çünkü koordinasyon yoktu, herkes kendi başına hareket etti. Allah yardımcımız olsun.

Hocam, çok teşekkür ederim. Allah razı olsun. Gerçekten çok istifadeli, çok farklı bir sohbet oldu. Rahile Hoca sürekli sizden bahsediyordu. Sizi şimdiye kadar tanımadığıma gerçekten üzüldüm. Allah afiyet versin; ümmete daha fazla hizmet edebilmeniz için size güç, kuvvet ihsan etsin.

Vahdettin Işık: Âmin, hepimize.