“Kollarını İki Yana Aç” sınırların çocuklar için oyunlaştırarak öğretilmesi için geliştirilmiş bir metottur. Saha çalışmalarının başlangıcında, gönüllü çocuklar toplanır ve kollarını iki yana açmaları söylenir. Kollarını iki yana açan çocuk, kendi etrafında tam tur döndüğünde tüm bedenini saran bir hayali çizgi çizmiş olur. İşte bu çizgi çocuğun kişisel sınırlardır.
Melike ÇAĞLIYAN
Bir Küçük Mucize Derneği Yönetim Kurulu Başkanı – Sivil Toplum Uzmanı

Giriş niyetiyle düstur edinmek: Meselelere yakından bakmak
Son yıllarda gündemimizi belirleyen önemli meselelerden biri de çocukların korunması meselesi. Yüzlerce, binlerce farklı çözüm önerisi sunulan fakat asla somut bir adım atılmayan, hepimizi derinden sarsan malum konu…
Peki, bu konuda somut bir çözüm üretmek mümkün mü?
Yazı boyunca “çocuk” kelimesinin yanına hiç yakışmayan adi kelimeleri kullanmayacağım. Bu yazının, söz konusu türden kötü kelimeler olmadan da vicdanları yeterince rahatsız edeceğini biliyorum. Yazının sonunda olası çözümler için bir kapı aralanacak. Aralanan kapının ardında görülen ilk şey, elbette çocukların gülüşleri olacak.
Uzun yıllardır fırsat eşitsizliği üzerine Türkiye’nin farklı bölgelerinde çalışmalar yürütüyor, çocuk yaştan beri dağ köylerini arşınlıyor, okullardaki öğretmenleri, çocukları, ailelerini dinliyor, eşitsizliğin çözümü için yollar arıyorum. Bu bireysel bir çalışma değil elbette. Tam yedi yıldır merkezlere uzak köylerde psikososyal destek çalışmaları yürütüyor, her gün daha fazla ne yapabileceğimizle ilgili düşünüyor, çalışmalar üretiyoruz.
Türkiye’nin farklı yerlerinde eğitim gören 7-15 yaş aralığındaki çocuklarla okullarında buluşuyor, öne çıkan konu başlıklarında eğitimler ve atölye çalışmaları gerçekleştiriyoruz. Bu yazıda ise kişisel sınırlar atölyesini konu edineceğim.
Beş yıldır düzenli olarak kişisel sınırları konu alan saha çalışmaları yürütüyoruz. Kitlemizi ise ilçe merkezlerinden uzak köylerde eğitim gören çocuklar oluşturuyor. Gitmeden önce sıkı bir saha araştırması yapıyor, köyün detaylı bir kültür haritasını çıkarıyoruz. Bununla da kalmayıp hem köyün yerlisi olan hem de başka şehirlerden atanmış öğretmenlerle saatler süren ön görüşmeler yapıyor, köyü iyi tanımak için ciddi bir çaba sarf ediyoruz.
Aslında biliyoruz ki Türkiye’nin her yerinde her an sınırları ihlal edilmiş bir çocukla karşılaşabiliriz. Saha çalışması için vardığımız herhangi bir okulda bir çocuğun yanımıza gelip “şu kişi bana böyle bir zarar verdi” demesi ihtimalinden tedirginlik duyar, çocuğun eşit fırsatlara sahip olması için çabalarken böyle bir kötülüğe maruz kalmasına karşı nasıl tepki vereceğimizi düşünürüz. Çocuklarla çalışan çoğu kişinin aklının bir yerinde bu tedirgin edici gerçek durur. Fakat aynı zamanda çocuğun böyle bir şey yaşıyor olup söylememe ihtimali de tedirgin edicidir. Tüm ihtimalleri gözden geçirerek, gerekli eğitimleri alarak ve en kötü durumlara karşı hazırlıklı bir şekilde sahaya gideriz.
Her ne kadar sivil toplum alanında hala yeterli hassasiyetin oluşmadığını bilsek de çocuk çalışmalarında bilinmesi gereken ilk şey, neyin çocuğa zarar verdiğidir. Kötü niyetle verilen zararın dışında bazen iyi niyetle ve farkında olmadan zarar vermek de mümkündür. Bu meseleye yazının son kısmında değineceğim.
Toplumsal ön kabullerin zihnimizde oluşturduğu oldukça net algılarımız var. Bu yargıların kaynağını dahi hatırlamıyor olmakla birlikte doğru olup olmadığını ayırt etme ihtiyacı da hissetmiyoruz.
2019 yılında Şanlıurfa’da gerçekleştirdiğimiz bir saha çalışması o güne kadar sahip olduğumuz algıyı değiştirdi. Daha önce aklımıza hiç gelmemiş bir durumla karşılaşmış olmanın şaşkınlığını yaşadık.
Bir öğretmenle sohbet ederken kişisel sınırlarla ilgili bir atölye çalışmamızın olduğundan bahsettim. O da “Melike Hanım, mahremiyet eğitimi de veriyor musunuz?” diye sordu. Bu soruyu ciddi bir şaşkınlıkla karşıladım ve “Şanlıurfa’nın bir köyünde mahremiyetle alakalı nasıl bir sorun olabilir ki?” diye cevap verdim. Anadolu’nun genelinde sorun yaşadığımız şey haddinden fazla kısıtlanmak ve toplumsal baskıya dönüşen mahremiyet algısı değil miydi? Ardından “Burada evler çok kalabalık. Bu sebeple kadınlar ve erkekler ayrı oturuyor ve ayrı yatıyorlar. Hal böyle olunca kız çocuklarının kılık kıyafetleriyle ilgili dikkat etmesi gereken bazı hususları aşmakta zorlanıyoruz. Tuvaletten çıktıklarında eteklerini indirmelerini öğretmek bile çok uzun zaman aldı.” dedi.
O güne kadar gezdiğim, hiçbir sahada karşılaşmadığım bir taleple karşılaştım. Böyle bir detayı fark etmek için ne resmi kurumların ne de yaptığımız ön araştırmaların verdiği bilgiler yeterli olurdu. Böyle bir noktayı fark etmek için köydeki evlerin içinde ne yaşandığını bilmek gerekirdi. Fakat bizim mahremiyetle alakalı bir eğitimimiz olmadığı için öğretmene olumlu karşılık vermemiz mümkün olmadı. Çünkü biz çocuğun korunması için gerekli çözümü, kendi sınırlarını fark etme ve çizme becerisine sahip çocukların yetiştirilmesinde bulduk. Dolayısıyla çalışmalarımızı da bu yönde şekillendirdik.
Yolculuğun ardından uzun bir süre bu diyalog üzerine düşündüm. Bugün birçok soruna çözüm önerirken cümlelerin içerisinde geçirdiğimiz mahremiyet kelimesi, bizim için tam olarak ne ifade ediyor? Ya da neden çocuğun korunması söz konusu olduğunda konu bir şekilde mahremiyet eksikliğine bağlanıyor? Hâlbuki mesele açıkça sınır ihlali değil mi?
Yanlış algılarla doğru çözüme ulaşmak mümkün değildir.
Bugün falanca meslek erbapları çocukları ilgilendiren bir soruna ilişkin daha önce hiç bulunmadığı, hiç gözlemleme fırsatının olmadığı bir bölge için çözüm önerilerini uzaktan uzağa sunmaktan çekinmiyor. Üstelik kesin ve keskin ifadelerle reçete yazmaktan da geri durmuyorlar.
Hâlbuki meselelere uzaktan bakmak, doğru çözümü üretmek noktasında bizi yanıltır. Doğru çözüm diyorum, çünkü bir sorun için birçok çözüm yolu mevcuttur. Özellikle böyle zor konuların çözümü her bölgede, her köyde, her ailede farklılık gösterebilir. Fakat çocuğun sınırlarının, beden bütünlüğünün ve üstün yararının, toplumsal güven ortamı içerisinde muhafaza edilmesi şarttır. Çocuğun korunmasında gerekli olan husus mahremiyet değil,
sınırların korunmasıdır. Tam bu noktada çocuğun kendi sınırlarını nasıl öğrenebileceğine dair bir sorunun akıllarda belirmesi olağandır. Sorunun cevabı ise tarafımızca verileli birkaç yıl oldu: “Kollarını İki Yana Aç!”.
Bir çocuğa, onu ürküterek nasıl korunması gerektiğini anlattığınızda çözüm üretmiş olursunuz. Fakat yarattığınız tedirgin edici hava elbette çocukta genel bir güven sorunu oluşturabilir. Biz sağlıklı, aklı başında ve kendini koruyabilen ve elbette mutlu çocuklar yetiştirmek istiyoruz. Bunun yolu ise oyundur.
“Kollarını İki Yana Aç” sınırların çocuklar için oyunlaştırarak öğretilmesi için geliştirilmiş bir metottur. Saha çalışmalarının başlangıcında, gönüllü çocuklar toplanır ve kollarını iki yana açmaları söylenir. Kollarını iki yana açan çocuk, kendi etrafında tam tur döndüğünde tüm bedenini saran bir hayali çizgi çizmiş olur. İşte bu çizgi çocuğun kişisel sınırlardır. Elbette çocuğun bu çizginin ne işe yaradığını anlaması için bir süreç gerekir. Bu süreci ise saha çalışmalarının içeriğinden ziyade uygulanma şekli pekiştirir. Saha çalışmalarının içerisine, çocuklara, iyi ve kötü dokunuşu; insanların kişisel sınırlarımızdan içeri girerken onay alması gerektiğini, kimlerin bize ne koşullarda dokunabileceğini anlatan bir atölye çalışması eklenmesi, farkındalığı büyük oranda arttıracaktır. Elbette bu çalışmaları yapacak kişilerin kimler olduğu da en az çalışmanın yapılması kadar önem arz eder.
Kendi doğal sınırlarını tanıyan, bedenindeki özel bölgelerin (özel bölge denince akla yalnızca cinsel organların gelmesi hatalıdır. Çocuklar için özel bölgeler dudak, göğüs, karın, popo, cinsel bölge ve bacakların tamamıdır) farkında olan ve ailesi ile paylaşımda bulunabilen çocuklar, ayırt etme gücüne sahip çocuklardır. Sınırların öğrenilmesi, çocuğu dışarıdan gelen tehlikelere karşı yüzde yüz korumasa da yanlış davranışı ayırt edebilme becerisi sayesinde birçok sınır ihlalini önleyebilir.
Çözüm önerisi
Elbette sınırlarla alakalı sorunların çözümünde ailenin ve okulun önemli bir yeri var. Peki, biz sivil toplum kuruluşları ve çocuklarla çalışan gönüllüler olarak nasıl bir role sahibiz?
Üzerine yapılmış net bir çalışma olmamakla birlikte Türkiye’de yılda en az 10 bin çocuk, sivil toplum kuruluşları aracılığıyla gönüllülerle bir araya geliyor. Peki, sivil toplum kuruluşları, gönüllülerinin çocuklara yaklaşım konusundaki yeterliliklerini dikkate alıyor mu? Elbette bu sorunun cevabı “hayır”. Genellikle saha çalışmalarında yer alan kişilerin ayırt edici özellikleri, seyahat etmeye uygun olmaları oluyor. Türkiye’nin en büyük sivil toplum kuruluşlarında bile saha çalışmalarına katılan gönüllüleri, çocuğun korunmasını ilke edinerek seçen bir sistem yok. Fakat söz konusu sınırlar olduğunda yetersiz kalındığını, çocuklarla çalışan çoğu gönüllünün çocuğa zarar verebilecek davranışları genelde iyi niyetle yaptığını biliyoruz. Bu henüz farkında olmadığımız bir eksikliğimiz. Çocuğun korunması ve üstün yararı ilke edinildiğinde, gönüllülere verilen eğitimler sadece bir vicdan rahatlatma aracı olmaktan çıkacak; farkındalık oluşturan, kriz anlarında manevra yapabilme becerisini destekleyen ve çocuğu zarar görmekten koruyan bir sonuç doğuracaktır.
Gönüllünün çocukla sınırları, oyunlarla çizilmiş ilişkisi, çocuk için farkındalık oluşturacak güce sahiptir. Elbette doğru yöntemler kullanıldığında! Çocuk çalışmalarında gönüllü olarak yer alan kişilerin çözüme hizmet eden kapsamlı bir eğitimden geçmeleri ve çocuğa zarar verecek davranışları iyi tanımaları önemlidir.
Yılda binlerce gönüllünün ev ziyaretleri, okul etkinlikleri, sokak çalışmaları gibi birçok saha çalışmasına katıldığı düşünüldüğünde, çocuğu ve kendini korumayı öğrenmiş bir gönüllü, birçok çocukla sınırları konusunda farkındalık yaratacak etkileşimi kurabilir. Bu etkileşimin sihirli sözcüğü onay almaktır. “Elif, elinden tutabilir miyim?” ya da “Ali, sana sarılabilir miyim?” gibi çocuklarla fiziksel temas kurulan her an onay almak, çocuk için bilinç inşası sürecini başlatır. Çocuklar onlarla oyun oynayan gönüllüleri çok sever ve adeta süper kahraman olarak görürler. Bu algıyı kazanıma çevirmek ise gönüllülüğün gücüdür. Gönüllülerin gerekli tüm eğitimleri alarak, “Kollarını İki Yana Aç” modelini sahada uygulaması ile yılda en az on bin çocuk kişisel sınırlarını öğrenecektir. Bir şeyi öğretmek için en iyi yöntem, o şeyi uygulamaktır.
Sorumluluğumuzun büyük olduğu aşikâr. Saha için isabetli tespitler yapmak, sorunlara yakından bakmak, sağduyulu olmak ve toplumsal güveni desteklemek şart. Fakat çözüm ellerimizde. Söz konusu çocuk olduğunda oyun oynamak bu kez büyüklerin görevi. Yeter ki doğru yaklaşalım, yeter ki hep birlikte adım atalım. Çocuğun korunmasında sivil toplum kuruluşları ve gönüllüler olarak somut çözüm üretme ve adım atma sorumluluğumuzun farkında olmak, ülkemizin çocukları için iyiliğin kapısını aralayacaktır ve aralanan kapının ardında görünen şey, elbette çocukların gülüşleri olacaktır.
(Yazının içinde derneğin adını vermek istemedim, fakat biz olarak bahsettiğim için okuyucuda bir boşluk oluşturabilir. Bu sebeple dipnot olarak eklemeyi uygun gördüm:
Kollarını İki Yana Aç eğitimini de kapsayan T Modeli, Bir Küçük Mucize Derneği tarafından geliştirilen, bir saha modelidir. Temel amacı; çocuklarda kişisel sınırları konusunda farkındalık oluşturmak, iyi-kötü dokunuşu öğretmek ve sınırları ihlal edildiğinde ayırt edebilecek beceriyi kazandırmaktır. Hangi çalışma olduğu fark etmeksizin çocuklarla gerçekleştirilen tüm çalışmalarda uygulanabilirdir ve tamamen gönüllülerin davranışlarını yapılandırılmasıyla geliştirilmiş bir öğrenme metodudur.)