Çin’in Ekonomi Politik Stratejisi Bağlamında Doğu Türkistan

Tıpkı Soğuk Savaş döneminde Sovyetler Birliği’nin Orta Asya’da uyguladığı politikalar gibi Çin de Uygurların demografik yapısını değiştirmeyi amaçlıyor. Sincan Uygur Özerk Bölgesi’ndeki kalabalık Uygur nüfusunu asimile etmek için Han Çinlilerin buraya yerleşmelerini hızlandırıyor. Bu yol ile bölgede sürekli bir kontrol, istihbarat ve doğal asimilasyon sağlamanın yanı sıra Han Çinlilerin refah ve güvenlik sorunlarını da çözmeyi amaçlıyor.

Şehnaz FINDIK

Çin’in son yıllardaki ekonomik dinamizmi bölgesel ve küresel ölçekte birçok tartışmayı beraberinde getirdi. Ekonomik olduğu kadar diplomatik bağlamda da incelenmesi gereken birtakım göstergelere bakılırsa Çin özelinde yeni bir kavramsal ve teorik izahın gerekli olduğunu söylemek mümkün. Nitekim Doğu Asya’da kendine has bir siyasi ve ekonomik yapı inşa ederek kademeli şekilde büyüme gösteren ve bir bölgesel güç olarak ortaya çıkan Çin’in, küresel güçlerle olan ilişkileri de kendi özelinde değerlendirilmeli.[1] Çünkü Çin, bir Asya gücü olarak 19. yüzyılın başlarından itibaren ulusal kapasite bağlamında komşu Asya ülkelerinden daha ileri ve daha dinamik bir yol izliyor.

20. yüzyılın ilk çeyreğinde Çin, gelişmiş ülkelerin tarımsal hammadde ihtiyacını üreten bir tarım ülkesiydi. Ancak Japonya’nın II. Dünya Savaşı esnasında Çin’i işgal etmesi ile başlayan süreçte pek çok ekonomik sorun ortaya çıktı. 1949 yılında bağımsız Çin Halk Cumhuriyeti’nin kurulması ile sosyalist bir ekonomik yapılanma sürecine girildi. Bu süreçte Komünist Parti ve Mao Zedong tarafından atılan önemli iktisadi adımlardan olan “Toprak Reformu” ve “Tarımda Kolektifleşme” ile önceki iktisadi temel, büyük ölçüde değişime zorlandı.[2] Üretim araçları ve mülkiyetin kamulaştırılmasına dayalı olan bu politikalar, 1958 yılına gelindiğinde “Büyük Sıçrayış” adı verilen yeni bir politika ile aktif edildi. Ancak bu yeni yol, istikrarı sağlayamadığı gibi muhtelif sorunlar da doğurdu.

1960-1978 yılları arasında ikinci bir reform aşamasına geçildi ve bu anlamda yeni üretim sahaları oluşturuldu. Bilhassa elektronik, petrokimya endüstrisi ile ilerlemeye odaklanıldı. Nitekim Çin’in sosyo-politik birçok sahayı kapsayan reform sürecinin öncelikli amacı, ekonomik göstergeler üzerinden dünya ortalamasına ulaşmaktı.[3] Her ne kadar bu merkezi, planlı ve kapalı ekonomik sistem istikrarı sağlamış olsa da büyüme ve halkın refah düzeyi aynı istikrarı gösteremedi. 1970’li yıllara gelindiğinde söz konusu planlı-merkezi ekonomik model, sistemin tıkanmasına sebep oldu. Aşırı merkezileşme, piyasa ilişkilerini ve ticari amaçla yapılan üretimi olumsuz etkiledi. İlkesel anlamda amacından sapan ve ekonomide gelişmeye engel olan planlı ve merkezi uygulamalardan vazgeçildi.

1978 yılında Deng Xioping’in başa geçmesi ile üretimde düzenleme politikalarına gidildi. Çin gerçek anlamda küresel ekonomiye açılmaya başladı.[4] Bu, bir anlamda devlet kapitalizmi için ilk adımları teşkil ediyordu. Xioping, uygulamaya koyduğu bu “Çin’e has piyasa ekonomisi” ile tarımsal verimliliği arttırmayı ve birincil malların ihracatına ağırlık verilmesini hedefledi. Bu süreçte yapılan “Ayarlama Politikası” ile ekonomik büyümeyi hızlandıracak ve güçlü gelişim gösterecek alanlara mali kaynakların doğrudan aktarımı sağlandı. 1979 yılında Çin ve Yabancı Sermaye Ortak Girişimler Yasası çıkarıldı ve bu yasa ile yabancı sermayenin önü açıldı. Böylelikle Çinli yatırımcılarla ortak olmadan da yabancı sermaye sahiplerinin yatırım yapmasının önü açılmış oldu. Bu yasalar ile Çin’deki yabancı sermaye, 1990’lı yıllarda çeşitli sektörleri de kapsayan geniş ölçekte bir büyüme kaydedebildi. Geriye sadece enerji açığını kapatacak hamleler kalmıştı.

Öte yandan kırsal işletmelerde de “Sözleşmeli Aile Sorumluluk Sistemi” uygulamasıyla toplumun en küçük yapı birimi olan aile, bir tarımsal üretici konumuna getirildi. Böylelikle devletin istediği üretim miktarına ulaşıp ürünlerini teslim eden çiftçinin fazla üretimini piyasada belirlenen fiyattan satmasına olanak sağlandı. Bu uygulamaların uzun vadede getirisi ise 1980’li yılların sonuna doğru Çin’in tahıl üretiminin üç yüz milyon tondan dört yüz milyon tona artırılması oldu.[5] Çin, kısa süre içerisinde tahıl, şeker pancarı, pamuk, et ve et ürünleri üretiminde dünyanın en büyük üreticisine dönüştü. Belirli aralıklarla artırılan tahıl ürünlerinin fiyatları da tarımsal kolektivizasyonu önemli ölçüde başarıya götüren sebepler arasında zikredildi. Nitekim tarım sektöründeki emek verimliliğinin 1992 sonrası süreçte 7 kat arttığı görüldü. Bu başarı ile Xioping, bir piyasa liberalizminin komünizm ilkeleriyle farklı bir temasını ortaya koymayı başardı.[6] Her en kadar bu adımlar 1980’li yıllarda Çin’in küresel ekonomiye entegrasyonunu hızlandırmışsa da Çin, asıl küresel ivmeyi 1990’lı yıllarda görecekti. Endüstriyel ve teknolojik sıçrama, 1990 sonrası süreçte yaşanılan küresel krizlerin tamamından Çin’in büyüyerek çıkmasına olanak sağlayacaktı. Nitekim öyle de oldu. Derken, 2013’te Xi Jinping iktidara geldi.

Xi Jinping, Çin Komünist Partisi’nin (ÇKP) 19. Ulusal Kongresi’nde yeni “Xi Jinping Düşüncesi” doktrinini ilan etti ve bu doktrinin arkasındaki 14 temel ilkeyi şöyle açıkladı:

  1. Parti Üstünlüğü: Parti Liderliğinin Ülkedeki Tüm İşleyişte Söz Sahibi Olması
  2. İnsan Odaklı Yaklaşım: “Halkın temeldeki konumuna ve halkın çıkarlarına hizmet eden bir parti kurmaya ve de ülkeyi halk için yönetmeye bağlı kalmalıyız.”
  3. Derinleştirme Reformu: Kapsamlı Reformlara Devam Edilmesi
  4. Yeni Kalkınma Fikirleri: Gelişim İçin Yeni Bir Vizyon Belirlenmesi
  5. Temsilci Kurumlar: Halkın Yönetime Katıldığına Emin Olunması
  6. Hukukun Üstünlüğü:  İktidarın Her Biriminin Kanun Çerçevesinde Çalıştığından Emin Olunması
  7. Sosyalist Değerler: Temel Sosyalist Değerlerin Korunması
  8. Sosyal Refah: Yaşam Standartlarının Yükseltilmesi ve Garanti Altına Alınması
  9. Doğayla Bir Arada Yaşama: Doğa ve İnsan Arasındaki Uyumun Sağlama Alınması
  10. Daha Güçlü Ulusal Güvenlik: Ulusal Güvenlik İçin Bütünsel Bir Yaklaşıma Geçilmesi
  11. Partinin Ordu Üzerindeki Otoritesi: Silahlı Kuvvetlerde Parti Liderliğinin Mutlak Yönetiminin Korunması
  12. Hong Kong ve Makao’da Ulusal Birliği Yeniden Teyit Etmek: “Tek Devlet İki Sistem” Prensibinin Korunması ve Ulusal Birliğin Yayılması
  13. Ortak İnsan Kaderi: İnsanoğlu için Ortak Bir Gelecek Fikrinin Hâkim Olduğu Bir Toplum İnşası
  14. Parti Disiplini: Parti Ekseninde Titiz ve Tam Bir İktidar Faaliyeti Yürütmek

Yeni plana göre Komünist Parti, 2020 ile 2035 yılları arasında sosyalist modernizasyonun ilk aşamasını hayata geçirecek, sonrasındaki 15 yıllık dönemde Çin’i, gelişmiş, güçlü, demokratik, ileri kültür seviyesine ulaşmış, uyumlu ve iyi olarak tanımlanan “büyük modern sosyalist bir ülke” haline getirecekti. Batı ile herhangi bir arıza yaşamak istemeyen ÇKP yönetimi, olası sorunları ekonomik tabanda çözme eğilimindeydi. Bu nedenle Çin, Doğu Türkistan’daki insan hakları ihlallerini, asimilasyonu ve zorbalığı Batı için bir yaptırım konusu olmaktan çıkarıp bir ulusal güvenlik sorunu olarak göstermeye başladı.

 “Tek devlet” anlayışına sahip olan Çin’in, Doğu Türkistan’da yaşayan Uygur halkına yönelik asimilasyon politikaları ve demografik değişim siyaseti küresel enerji politikalarının bir parçası olarak önümüzde duruyor. Tıpkı Soğuk Savaş döneminde Sovyetler Birliği’nin Orta Asya’da uyguladığı politikalar gibi Çin de Uygurların demografik yapısını değiştirmeyi amaçlıyor. Sincan Uygur Özerk Bölgesi’ndeki kalabalık Uygur nüfusunu asimile etmek için Han Çinlilerin buraya yerleşmelerini hızlandırıyor. Bu yol ile bölgede sürekli bir kontrol, istihbarat ve doğal asimilasyon sağlamanın yanı sıra Han Çinlilerin refah ve güvenlik sorunlarını da çözmeyi amaçlıyor. Avrasya jeopolitiği içerisinde Doğu Türkistan’ın Çin için stratejik bir köprü olması Çin’in bu bölgedeki kontrolünü artıyor. Dolayısıyla ÇKP yönetimi, bu bölgeyi sözde her türlü terör, silahlanma, direniş ve aşırılıktan arındırma bahanesiyle baskı ve soykırımı meşrulaştırıyor.

Öngörüldüğü şekilde 2030 verileri haklı çıkarsa Çin, ABD’yi geride bırakarak ekonomik ve teknolojik liderliği eline alacak. Bu bağlamda Şanghay İşbirliği Örgütü ile ortak bir hedef ve vizyon geliştirerek bilhassa Orta Asya ve Hazar üzerinde enerji politik nüfuzunu artırmak istiyor. Bunu yaparken Doğu Türkistan’ın diğer Türk devletleriyle soydaşlık, dindaşlık ve ortak kültür-dil üzerinden kuracağı her türlü irtibatı kesmeye çalışıyor. Bilhassa dini ve etnik yakınlığı gölgelemek için Türk devletlerinin ekonomik zaaflarına ve karşılıklı ilişkilerin çıkarlarını gündeme getirerek hedef şaşırtıyor. Nitekim Çin, dünya nüfusunun %7’sine sahip ve ÇKP iktidarının selameti de bu nüfusun ihtiyaçlarına cevap vermekten geçiyor. Yani ÇKP’nin ayakta kalmak için sağlam bir ekonomiye ve Batı’nın kucaklayıcı politikalarına olan ihtiyacı sürüyor.

Bu bağlamda Çin ekonomisinin temel parametrelerini ve siyaseten de zaaf noktalarını bilmek ve günün sonunda Çin’in “devlet taklidi yapan bir medeniyet” olduğu çıkarımını akılda tutmak önemli. Doğu Türkistan’da yaşanan asimilasyon ve soykırımın engellenmesi için ve yakın gelecekte Doğu Türkistan’ın bağımsızlığını kazanması için Çin’in doğru okunması şart. Çözüme giden yol, Doğu Türkistan’ın sahip olduğu doğal kaynakların ve stratejik konumun, Çin Komünist Partisi için ne derece önemli ve vazgeçilmez olduğunu anlamaktan geçiyor. Çin’in soykırım ve ihlalleri haklı göstermek için yumuşak güce de ihtiyacı var. Henüz ekonomik gücünü küresel bir yaptırım gücüne dönüştüremedi ama yakın zamanda bunun gerçekleşmesi de an meselesi. Zira Çin’in Batılı ülkelerde ve hatta ülkemizde dahi sözde kültürel tanıtım amacıyla açtığını iddia ettiği Konfüçyüs Enstitülerine bakmak yeterli. Buralarda öğretmen ve öğrenciler aracılığıyla nasıl bir muhaberat sistemi kurulduğunu görmek mümkün. Hâlihazırdaki Uygur diasporasını kontrol altında tutmak da bundandır ki zor değil.

Bunun yanında Türk Devletleri Teşkilatı ile Orta Asya ve Kafkasya’daki Türk devletleri başta olmak üzere Uygur nüfusunun fazla olduğu Kazakistan, Kırgızistan gibi ülkelerde etkili Uygur diasporası kurulması ve Uygurların kurdukları sivil toplum kuruluşlarının desteklenmesi oldukça önemli. Yakından bakılırsa Çin, “Tek Çin” politikası kapsamında egemenlik ihlallerine duyduğu hassasiyet ile ekonomik kaygılarını tek bir potada eriterek geleceğe yönelik milli bir politika izliyor. Kuşak Yol Girişimi ve Türk Devletleri Teşkilatı nezdinde Türkiye’nin üstlendiği kritik rol, ekonomi politik bağlamda Türk devletlerinin Çin’e belirli kısıtlar ve yaptırımlar getirmesine yarayabilir. Etkin bir ortak dil, iş birliği ve ekonomik model, Çin’in Uygurlar üzerindeki baskı, kısıt ve hak ihlallerine engel olabilir. Her ne kadar ülkümüz, muradımız ve niyetimiz Doğu Türkistan’ın bağımsız bir devlet olarak Çin boyunduruğundan kurtulması ise de mevcut reel politik içerisinde atılacak adımların gerçekçi, gelecek vizyonuna sahip ve her türlü insan hakları ihlalini engelleyici boyutta olması elzem.


[1] David C. Kang, China, Hegemony and Leadership in East Asia, Responding to China’s Rise, Vinod K. Aggarwal, Sara A. Newland (ed.), (London: Springer, 2015), pp.27-50, p.27.

[2] Pao-yu Ching, Çin’in Sosyalist Yolu ve Kapitalizme Geri Dönüşü, çev. Onurcan Ülker (İstanbul: Patika Yayınları, 2020), s.53.

[3] Ş.H. Hacıyev, E,İ. Bayramov, Dünya Ekonomisinin Tarihi, (Ankara: Gazi Kitabevi, 2013), s.347.

[4] Shaun Breslin, China and the Global Political Economy, (New York: Palgrave MacMillian, 2007), p.84.

[5] Bill Brugger, Stephen Regler, Politics, Economy and Society in Contemporary China, (London: MacMillan, 1994), p.84

[6] Jianyong Yue, China’s Rise in the Age of Globalisation: Myth or Reality?, (London: Palgrave Macmillan,  2018), p.130.