Farâbî’nin Müzik Anlayışı

Fârâbî, müzik nazariyatçılığının yanında iyi bir “ud” icracısı ve çok güzel bir okuyucuydu da. Padişahın oğlu olan Seyfu’d-Devle Hemedânî, bilime ve sanata düşkün biriydi. Fârâbî’yi Halep’e davet etti. Fârâbî, çok meşhur olarak etrafına birçok öğrenci topladı. Büyük bir öğrenci kitlesi bu büyük filozofun dersinden faydalanmak için derslerinde hazır bulunuyordu. Seyfu’d-Devle, Fârâbî’nin ilmine, sanatına ve derslerine çok saygı gösteriyordu. Fârâbî, Seyfu’d-Devle’nin muhasibiydi. Bundan dolayı Seyfu’d-Devle ile beraber Dimaşk’a gitmiştir. Daha sonra gittiği Şam’da 950 yılında vefat emiştir. (Hicrî 339).

Kubilay KOLUKIRIK

Prof. Dr., Ahi Evran Üni. Neşet Ertaş Güzel Sanatlar Fak. Müzik Bölümü Öğretim Üyesi

Giriş

            Fârâbî Türk müzik tarihinde müzik nazariyesi hakkında sistematik olarak kitap yazan ilk müzik bilginidir. Günümüzde Fârâbî’nin müzik düşüncesi konusunda bazı çalışmalar bulunmaktadır. Ancak bu çalışmalar onun müzik anlayışını kapsamlı olarak ortaya koyamamıştır. Onun müzik hakkında günümüze ulaşan eserleri “el-Mûsîka’ l-Kebir, Kitabu İhsâ’ el-Îkâ‘ât, Kitâbu’l-Îkā‘ât ve Kitâbu İhsâ ul-Ulûm” adlı eserleridir. Bu makaledeFârâbî’nin hayatı, müzik çalışmaları ve müzik düşüncesi tespit edilmiştir. Türk müzik tarihinde müziğin nazarî ilkelerini tespit eden ilk müzik bilgini Fârâbî’dir. Fârâbî’nin müzik anlayışının Antik Yunan müzik bilimcilerine dayandığı konusunda müzik araştırmacılarınca yaygın bir kanaat mevcuttur. Bu çalışmada Fârâbî’nin kendisinden önceki müzikologların görüşlerine müzik konusunda kendi icatlarını da ekleyip dönemindeki İslâm medeniyeti birikimiyle yoğurarak sağlam bir iskelet oluşturduğu kanaatine vardık. Müzik nazariyesi hakkında sonraki dönemlere ışık tutan ve referans olan bu büyük Türk bilgininin müzik düşüncesi günümüzde de önemini sürdürmektedir. Fârâbî, müzik ilmini evrensel kanunlar çerçevesi içerisinde bilimsel ve felsefî bir temele oturtmuş ilk Türk müzik bilginidir. Zira o döneme kadar müzik sanatının kanun ve kuralları belirli bir kalıba dökülmemişti. Onun müzik nazariyatı hakkında yazdığı kitaplarda vermiş olduğu bilgiler İslâm coğrafyasındaki müzik anlayışlarına da önemli bir referans olmuştur. Bu makalede çeviri ve döküman analizi yöntemi kullanılmıştır.

1-Fârâbî’ninHayatı

            Ebu Nasır Muhammet Bin Tarhan Fârâbî’nin, Otrar[2] olarak da bilinen ve bugün Kazakistan sınırları içinde yer alan Fârâb şehri yakınlarındaki küçük bir yerleşim birimi olan Vesiç’ te 870[3] (Hicrî 260) yılında doğduğu tahmin edilmektedir.

            Fârâbî’nin babası Vesiç’te kumandandı. Fârâbî’nin, Samanîler devletinin hâkimiyetindeki bilim ve sanat merkezlerinden biri olan Fârâb’da iyi bir eğitim aldığı görülmektedir.

            Fârabî, Türkistan’da ilk tahsilini bitirdikten sonra Bağdat’a gitti. Arapçayı öğrendikten sonra Ebi Beşr Metta İbni Yunus’un yanında hikmet ve mantık ilimlerini öğrendi.[4] Daha sonra Harran şehrine giderek hekim olan Yuhanna Bin Cîlan’ın yanında okumaya ve araştırmaya devam etti. Ondan sonra da Bağdat’a dönüş yaptı. Yunan ilimlerinde ve Aristo’nun eserlerinde uzmanlaşarak kendi asrının filozoflarından öne geçti. Felsefe, aklî ve nazarî ilimlerde ciddi bir donanım sahibi olarak döneminin otoriter ilim adamlarından oldu. Buradan da Suriye’ye geçerek Halep’te Emîr Seyfu’d-Devle Hemedânî’nin sarayında yaşadı. İlim çevrelerinde  “Muallim-i Sânî” lakabını alan Fârâbî, Muallim-i Evvel olan Aristo’yu o kadar incelemiştir ki onun kendi el yazısıyla yazdığı Kitâbu’n-Nefs adlı eserinin bir kopyasını yüz defa okuduğunu ifade etmiştir.

            Fârâbî, müzik nazariyatçılığının yanında iyi bir “ud” icracısı ve çok güzel bir okuyucuydu da. Padişahın oğlu olan Seyfu’d-Devle Hemedânî, bilime ve sanata düşkün biriydi. Fârâbî’yi Halep’e davet etti. Fârâbî, çok meşhur olarak etrafına birçok öğrenci topladı. Büyük bir öğrenci kitlesi bu büyük filozofun dersinden faydalanmak için derslerinde hazır bulunuyordu. Seyfu’d-Devle, Fârâbî’nin ilmine, sanatına ve derslerine çok saygı gösteriyordu. Fârâbî, Seyfu’d-Devle’nin muhasibiydi. Bundan dolayı Seyfu’d-Devle ile beraber Dimaşk’a gitmiştir. Daha sonra gittiği Şam’da 950 yılında vefat emiştir. (Hicrî 339).

Farâbî’nin Müzik Düşüncesi         

            Abbâsî Halifelerinden Muktedir (895-932) döneminin en değerli şahsiyetlerinden biri olan Seyfu’d-Devle Halep, Dimaşk ve Musul’a hükmetmiştir. Muktedir, müziği severdi ve sarayında bütün müzikçileri toplamıştı. Fârâbî de bunların içinde ilim ve sanat alanında meşhur olmuştu. Fârâbî döneminde icra edilen müzik yöresel müzikti.[5] Saray çevrelerinde icra edilen bu müzik formu her şehir ve bölgeye göre kendisine özgü çalınıp söylenen bir müzikti. Bu müzikal formun yanı sıra İran’ın eski usta sanatçılarının icra ettiği yöresel bir müzik kültürü daha vardı. Fârâbî, bu müzik formundan Horasan’ın eski geleneksel ve folklorik müziği diye bahsetmiştir.[6]

            Fârâbî, İshak el-Mevsîlî’den[7] naklederek müziğin tarifi hakkında şöyle der: “Müzik erkekler tarafından yapılan ve kadınlar tarafından yazılan bir eserdir.” İshak el-Mevsîlî’nin bir çeşit müzik hattı (yazısı) vardı. Ziryâb[8] (ö. 238/852) İshak el-Mevsîlî’nin meşhur müzik öğrencisidir. Ziryâb, İran müziğini İspanya’ya kadar yaymıştır.

            Kosegarten 1840 yılında Ebulferec İsfahânî’nin Kitâbü’l-Egânî adlı eserini Latinceye tercüme etti.  Fârâbî hakkında değerlendirmelerde bulundu. Batı bilginleri birçok Doğulu bilgin hakkında bazı çalışmalar yapmıştır. Farmer, Keiswetter, Hammer Pugstall, Land, Salvor Daniel, Collangettes, Rosenval, Carrede Vaux, Roudolphe d’erlanger, Danielou,Tran Vanque İslâm coğrafyasındaki ilk dönem müzik bilginleri hakkında incelemelerde bulunmuştur. Müzikoloji hakkında araştırma yapan Müslüman bilginlerden çoğu Fârâbî’yi ve onu takip eden müzik nazariyatçılarının esas görüşlerinin Antik Yunan müzik anlayışına dayandığını düşünmektedirler. Ancak bu görüş böyle değildir. Doğu filozofları Antik Yunan dünyasında oluşmuş olan kültürel birikime yabancı kalmamışlar; bilahare bu kültürden esinlenmişlerdir.

            Antik Yunan dünyasında felsefe, bilim ve sanata ilişkin birçok eser Latince ’den Arapça ve Farsça’ya çevrilerek İslâm dünyasının akademik camiasına kazandırılmıştı. Fârâbî’nin bu çalışmaları incelemiş olması ve özellikle de Aristo’yu iyi okumuş olması ona değer kattı. Özellikle müzik alanında Antik Yunan’dan edinilen mirası incelemesi Fârâbî’ye ayrı bir müzik nazariyatçısı kimliği kattı ve müzik biliminin ince detaylarına kadar hakim olmasına vesile oldu. O, Yunan filozoflarının görüşlerini yeni bir kalıba dökerek kendi bakış açısıyla yazmıştır. Bu konuda Muhammet Kercî’ye[9] hitaben şu ifadeleri kullanmıştır:

            “Müzik hakkında yazdığım bu kitabı benden önceki müzik bilimcileri bazı fasılları          kendi kitaplarında yazmayı unutmuş oldukları için kaleme aldım. Öncekilerin istediği gibi müzik ilmini öğrenmek istedin ve benden basit ve anlaşılması kolay bir kitap yazmamı istedin ve ben de biraz geciktim. Gecikmemin sebebi ise geçmiş müzik bilimcilerin ve zamanımızdaki müzik bilimcilerin kitabını karşılaştırıp araştırma             yapmak istedim. Ben bu araştırmamda senin istediğini yapabilmiş olduğumu ümit     ediyorum. Eğer böyle bir yol takip etmezsem yeni kitap yazmama gerek kalmaz. Bu       durumda eğer kitap yazmaya kalkarsam başkalarının zahmet ederek yaptığı              araştırmaları sahiplenmek olur ki bu da cahillik ve kötülük olur. Eğer bir eserde             çözülmemiş bazı noktalar veya yarım kalmış konular söz konusuysa evet bu ko-            nuların açıklığa kavuşturulması için şerh yazılabilir ve o kitabı insan tamamlayabilir. Ayrıca yazarın da görüşlerini insan daha net bir kalıpta sunar. Bu durumda ise başarı yazarın başarısıdır. Bu durumda ise insan yazarın    sözünü iletmekten ve ona şerh yazmaktan başka bir şey iddia edemez. Benim okumuş olduğum bu        eserlerde yazar bazı bölümleri es geçmiş ve bazı bölümler anlaşılmaz    olarak kalmıştır. Bu yanlışları noksanlık ve zaaflık olarak yazarlara mal etmemek gerekir. Bu             eserlerin yazarları çoktur ve hepsi de kendi dalında uzmandır. Bu yazarlar da ilmin   ilerlemesinden başka bir şey de istemiyorlardı. Yazarların her biri kendinden öncekilerin eserlerini dikkatle okuyarak, kendileri de onlara bir şeyler eklemişler lakin bunların yazıları ya kaybolmuş ya da Arapçaya kötü tercüme edilmiştir. Bu olay bu kitaplarda olan noksanlıklar için tek sebeptir. Bundan dolayı ben bu kitabı yazmayı             kabul ettim.” [10]

            Biz bu ifadelerden Fârâbî’nin kendisinden önceki müzikologların görüşlerine müzik konusunda kendi icatlarını da ekleyip dönemindeki İslâm medeniyeti birikimiyle yoğurarak sağlam bir iskelet oluşturduğunu görüyoruz. Onun müziğe ilişkin temel hedefi müzik ilmini evrensel kanunlar çerçevesi içerisinde bilimsel ve felsefî bir temele oturtmaktı. Zira o döneme kadar müzik sanatının kanun ve kuralları belirli bir kalıba dökülmemişti. Onun müzik nazariyatı hakkında yazdığı kitaplarda vermiş olduğu bilgiler İslâm coğrafyasındaki müzik anlayışlarına da önemli bir referans olmuştur.

            Fârâbî, müzik nazariyatı hakkındaki yazılarında birçok yerde “fevâsıl-ı mülayim” ve “fevâsıl-ı gayrı mülâyim” başlıkları altında müzikte uyum ve uyumsuzluğu işin temeli ve aslı olarak tanımlamıştır. Hatta kendisi bu niyetle sesi ölçen bir alet icat etmiştir.[11]

            Kindî ve İhvân-ı Safâ’da rastladığımız Pythagoras ve Platoncu anlayışlarda görülen seslerle sayılar ve gök cisimleri arasındaki kuvvetli ilişki Fârâbî’de söz konusu değildir. O, bu akımların yolundan gitmemiştir; zira Fizik ilmine aykırı olan bu görüşlere katılmayarak müzik ilmini mantıkî ve bilimsel temellere uygun bir şekilde izah etme çabası onun son derece akılcı bir filozof olduğunu göstermektedir.

            Fârâbî’den sonra müzik nazariyatı hakkında Kitâbu’ş-Şifâ ve diğer eserlerinde bazı risaleler yazmış olan İbni Sînâ da bu konuya değinerek yukarıda değindiğimiz batıl inançlarla müziği temellendirmeye çalışan anlayışlara tabi olmadığı için bu inancı inkâr ettiği için Fârâbî hakkında övgü dolu sözlerle bahsetmiştir.

            Kitâbu’ş-Şifâ’nın müziğe ilişkin düşüncelerini açıkladığı Cevâmiu İlmi’l- Mûsîkâ başlıklı bölümde ilk makalede Pytagoras ve Platoncu müzik yaklaşımları ile ilgili şu ifadeleri kullanmaktadır: “Hakikaten gök cisimleriyle müzik arasında ilişki olduğu şeklindeki bu görüş ilimleri birbirinden ayırt edemeyen, asıl olanla olmayanı fark edemeyen, felsefeleri eskimiş bir grubun yoludur. Sorgulanmaksızın miras olarak alınmıştır.”

            Fârâbî Yunan bilginlerinin eserlerinden farklı olarak müziğin fizik ve fizyolojik esaslarını ele almış ve çalgılar hakkında etraflı sayılacak ilk araştırmaları yaparak Yunan bilginlerini aşmıştır.[12]

            Fârâbî’nin günümüze ulaşan eserlerinden bazıları üzerinde çeşitli çalışmalar yapılmıştır.[13] O sadece Grek eserlerini şerh etmekle kalmamış, Yunanlılardan eksik bir şekilde intikal eden nazarî bilgileri tamamlamış ve hatta hatalarını düzeltmiştir. Çalgılarla ilgili ayrıntılı bilgiler vermiş olması ve ses fiziği alanında Yunanlıları aşması ona müzik tarihinde müstesna bir yer kazandırmıştır.[14]

            Fârâbî, miladî onuncu yüzyılda yaşamış bir bilgindir. Kendi zamanının müzik aletlerini ud, Horasan tamburu, rebab, mizmar ve zurna gibi çalgılardan bahsetmiş ve onların parmak konulacak yerlerini de dakik sayılarla açıklamıştır. Bu sazların arasında yalnızca Bağdat tamburu, Dimeşk’te kullanılmakta ve perdelerinin bağlanması başka sazların perdelerinin bağlanmasından farklılık arz ediyordu.  Üzerine okunan iki gam da diğer gamlardan ayrıydı. Bağdat tamburunun perdelerini Fârâbî “cahiliye perdeleri” diye tanımlamıştır. Jules Rounet [15] Fârâbî’nin cahiliye devrine nispet ettiği ezgilerin İslâm’dan önce Araplar arasında meşhur olan eski müzik kalıntıları olduğu görüşündedir. Jules Rouanet, Arapların bugünkü icra ettikleri müziği Fârâbî zamanında icra edilen müzik olduğunu ve gözle görülür bir değişimin olmadığını açık olarak beyan eder.[16] Arapların bugünkü icra ettikleri müzik ses sistemi bakımından Fârâbî’nin Horasan tamburu üzerinde tespit ettiği 12 perdeli ses sistemidir. Aynı zamanda kullanılan makamlar da o dönemdeki makamlarla paralellik gösterir. Günümüzde Arap, Fars ve Türk toplumlarında kullanılan ana ses sistemi ve makamların Fârâbî dönemindeki ses sistemi ve makam kültürüyle benzerlik gösterdiği şüphesizdir.

            Fârâbî’nin 12 makamı, yaşadığı dönemde Arap, İran ve Türk coğrafyasında kullanılmaktaydı. Bunlar: “Uşşak, Neva, Buslik, Rast, Irak, Isfahan, Zirefkend, Bozorg, Zengule, Rehâvî, Huseynî, Hicâzî”dir. Aynı şekilde 32 tane dizi mevcuttu ki bunlar da Safiyyuddin’in “Edvâr” adlı eserinde ve bu esere yazılan şerh kitaplarında yer almaktadır. Bunlar: Sabâ, Uzrâ, Dostgâne, Ma’şûk, Hûşserâ, Hazân, Nevbehâr, Visâl, Gülistân, Gammzede, Mihricân, Dilkeşâ, Bostân, Zengûle, (ikinci suret) Meclis-i efrûz, Nesîm, Cânfezâ, Muhayyer, Hicâzî (ikinci surette), Zenderûz (Zâyenderûz),  Irak (ikinci surette),  Zîrefkend kûçek, Mezdgânî, Nühüft, Isfahânek, Uzzâl, Vâmek, Nevrûz-u Arap, Mâhûrî, Ferh, Beyzâ, Hazrâ isimleriyle mevcuttu.

            Altı âvâze şunlardı: Geveşt, Gerdâniye, Selmek, Nevrûz, Mâye, Şehnâz.

            Yukarıda belirtmiş olduğumuz dizileri Fârâbî ve Safiyyuddin icat etmemiştir. Gerçekte bu makamlar Barbıd ve Tambur sazlarının perdelerine göre terkip edilmiştir. Bu makamlar onuncu yüzyıldan önce de var idi ve Türk, Arap ve Fars dünyasında icra edilmekteydi; ama müzik bilginleri bu dizilere düzeltme ve eklemeler yapmışlardır. Makamların isimlendirilmesine bakılarak bu makamların Fars kültürüne ait olduğu vehmine kapılmak doğru değildir. Zira Türk dünyasında 13. yüzyıla kadar neşredilen kitaplar Türkçe değildi. Fârâbî, İbni Sina gibi Türk bilginleri bu nedenle kitaplarını Türkçe yazmamışlardır.

            Fârâbî, el-Mûsîka’ l-Kebir adlı kitabında her teorik ilmin asıl başlangıç ve temel esaslardan ve bu esaslardan sonuç çıkacak usullerden oluşur. Bazı ilim ve fenlerin başlangıcı bize açık iken bazılarının aksine meçhuldür. Ona göre bunlar da araştırılmalıdır. Önceki araştırmacılardan bazıları bu usulleri bulmuşlar ve kendi kitaplarında yazmışlardır. Ancak usulleri tespit edememişlerdir.  Bu bağlamda müziği okumadan önce bu ilmin asıl temel usulleri tespit edilerek ortaya konulmalıdır. Bunun için Fârâbî ilk bölümde “müzik” ve “nağme” konusunu ele almıştır.

            a- Müzik Kavramı

            Fârâbî’ye göre müzik kavramı Yunanca bir kelime olup anlamı melodiler (elhân) demektir. Melodi ismi, melodilerin birleşmesi, çeşitli melodilerin sınırlı, tertipli ve ölçülü bir şekilde bir araya toplanmasıdır.[17] Fârâbî, nağmeyi “Özel bir zamana sahip olan,cisimlerin zatında bulunan ve cisimlere vurmanın sonucu oluşan, kendine has bir miktara sahip olan ses” diye tanımlar.[18] Fârâbî’nin yaptığı tanımlamaya göre kulağa hoş gelmeyen sesler (mütenâfirât) de müziğin kapsamına girer; zira kulağa hoş gelmeyen sesler, nağmelerin nefret verici bir şekilde, sınırlı bir tertiple düzenlenmesi sonucu oluşur.

            b-Müziğin Ortaya Çıkışı:

            Fârâbî, müziğin ortaya çıkışı hakkında da görüş beyan etmiştir. Ona göre insan için müziğin ortaya çıkışı fıtrî ve içgüdüseldir. Şiir okuma ilkesi de böyledir. Günlük olaylarda bunların örnekleri vardır. Hayvanlarda da sesin kullanımı fıtrîdir. Onlar da acı ve sevinç gibi çeşitli hallerde farklı sesler çıkartırlar. Müzik, insan isteklerine cevap verir, bizi kedisiyle meşgul eder ve zorluğa katlanmamızı kolaylaştırır.[19] Fârâbî, müziğin hayvanlar üzerinde de birçok etkisi olduğu görüşündedir.

            c- Müzik Sanatının Amacı:

            Fârâbî’ye göre küllî olarak müzik hüneri armoni ve armoniyi kâmil ve latif yapan amilleri içerir.[20] Müzik sanatının amacı seslerle armoniyi oluşturmak ve onun durumunu anlatmaktır. İnsan kulak vasıtasıyla müzik cümlelerini birbirinden ayırt eder. İyi ahenkle kötü ahengi, uyumlu olanla uyumlu olmayanı ayırt eder. Müzik kulağıyla melodide uyumu veya uyumsuzluğu ayırt etme yeteneğine sahip olmayan insan sayısı yok denecek kadar azdır.

            d- Müziğin Tekâmülü:

            Fârâbî’ye göre müzik insanları, kendilerinden önceki musikişinasların birikimini alıp daha da geliştirmişlerdir. Yaptıkları eserleri düzenleyerek aynı şekilde kendinden önceki müzikçilerin eserlerini daha da geliştirmek için gerekli sıfatlar üzerinde yoğunlaştılar. Özellikle insan sayısı arttıkça, yaşam koşulları geliştikçe ve imkanlar fazlalaştıkça müzik, insan hayatına daha çok girdi. Maddi ve manevi teşvikler müzik dalında yeteneği olanların müziğe yönelmesine sebep oldu. Bu vesileyle değerli sanatçılar yetişti ve müzik çalgıları da tekâmül sürecine girdi. Yeni müzikal formların icrasında yetersiz olan eski müzik çalgıları terk edildi. Zamanla müzik formları daha da kemale ulaştı. İcat edilen yeni çalgılarla müzik üstatları sözlü müzik formlarını yeni çalgılarla daha güzel, daha parlak bir surette dinleyicilere sundular. Zamanla toplumun ihtiyacına cevap verecek nitelikte yeni beste formları terkip edildi. Yeni icat edilen sazların, yeni müzik formlarını icra edebilmesi için çalgı klavyelerinde notaların yeri tayin olduktan sonra saz perdeleri bağlandı. Bu bağlamda o dönemde çok kullanılan “ud” çalgısında ve diğer çalgılarda yenilikler yapıldı.[21] Amelî müzik sanatı bu şekilde kâmil oldu. Bu bağlamda müziği yapmanın kanun ve kuralları da belli oldu. Daha sonra da insan için uyumlu ve uyumsuz nağmeler ve aralıkları tespit edildi.  Uyumlu nağmelerin çeşitli dereceleri belirlendi.

            Fârâbî, müziğin insan toplumlarında birçok amaç için icra edildiğini ifade eder. Ona göre insanlar müziği yaşamlarının çeşitli evrelerinde kullanmaktadırlar. İnsanlar müziğe bazen sevinç, bazen hüzün anlarında; bazen dinî ritüellerde ve bazen de mamul olan hikâye ve konuşmalarda yer vermişlerdir.

            e- Sesin Oluşması:

            Müziğin ilkeleri bağlamında cisimlerde sesin oluşması hakkında Fârâbî şu bilgileri verir:[22]

“Teorik ilkeleri gerek çözümleme ile ilk girişler olsun, gerek diğer sanatlarda onun değerini arttıran mukaddimeler olsun, bu bakış açısıyla seslerin iç yüzünden, sesin varlığının ve yokluğunun sebebi olan ârizî şeylerin sebeplerinden  -ki tabiî ilim sâhibi bu şeylere bakar- eşyanın cihetinden, ezgilerden ve seslerden bahsedilir. O zaman bu sanata sahip olan kişilere tabiî işlerin bilinir olması gerekir ve sanatına bu ilkeleri alması gerekir. Bu cisimler, kendisinde seslerin bulunduğu veya bulunmadığı cisimlerdir. Öyle cisimler vardır ki kendisinden ses oluşur. Bazı cisimler de vardır ki onlar için ses söz konusu değildir. Kendisinde ezgilerin bulunduğu ve bulunmadığı cisimler vardır. Ezgiden yoksunluğu gerektiren sebepler, tizlik ve peslik sebepleri ve peslikte üstünlük sebepleri vardır.”

            Sesin oluşması konusunda Fârâbî şu bilgileri de ekler:[23]

“Cisimlerden bazıları vardır ki iki cisim çarpıştıkları zaman, çarpılan cisim mukâvemet edemezse ses kendi nefsinin derinliklerinde kaybolur gider. Buna çok yumuşak cansız cisimleri, eski kâğıt parçalarını ve kendisine cisim çarptığında bükülen maddeleri örnek olarak verebiliriz. Mukâvemetin olmadığı cisimlerde çarpma ya da temas sonucu ses oluşmaz. Herhangi iki cisim çarpıştığı zaman içinde kaybolma, parçalanma ve bükülme olmazsa, dayanım vardır ve ses oluşur. Bu üç etkenin her birinin ortaya çıktığı cisimlerde ses oluşmazken, bunların olmadığı cisimlerde ses meydana gelir. Bu üç sebebin yokluğu sesin oluşum sebebidir.”

            Fârâbî, kitabında telli çalgıların tizlik ve peslik sebeplerini açıklamıştır. Üflemeli çalgılarda sesin oluşumuna değinmiş, üflemenin şiddetinin tizliğin sebebi olduğunu, zayıf üflemenin ise pesliğin sebebi olduğunu belirtmiştir.[24]

            f- Uyum ve Uyumsuzluk:

            Fârâbî, müzikte uyum ve uyumsuzluğun önemli bir konu olduğu görüşündedir. Ona göre uyumluluğun farklı dereceleri vardır. Fârâbî’ye göre kâmil olan mülayimler ister insan sesi ile icra edilsin ister müzik çalgılarıyla icra edilsin mukayese makamında asıl ve tabii yemekler gibidirler. Diğer kâmil olmayan uyumlu nağmeler de asıl olmayan yemekler hükmündedir. Kısık ve kulak tırmalayan sesler, çalgı yoluyla çıkarılsa da tabii olmayan seslerdir. Uyumlu ve uyumsuz sesler insan ruhunda ya da ilaç ya da zehir etkisi uyandırır. Uyumsuz sesler korku ve vahşet çağrıştırmak için kullanılır. Fârâbî korku çağrıştıran ses ve nağmelerin savaşta çalan celacel zilleri gibi, eski Mısır şahlarının emriyle kullanıldığını ifade eder.[25]

            g- Çalgılar ve İnsan Sesi

            Fârâbî ud, tambur ve mağref[26] çalgılarının santur ailesinden; rebabın kemençe ailesinden olduğunu belirtir. Ona göre mizmar (ney) ve üflemeli çalgı ailesi, çıkardıkları sesin devamlılığı yönüyle diğer çalgılardan üstündür.[27]

            Fârâbî’ye göre insan sesi, tabiattaki sesler arasından seslerin en kâmili olarak değerlendirilmiştir. Diğer seslerin özellikleri insan sesinde toplanmıştır. Çalgı sesleri insan sesiyle karşılaştırıldığında daha düşük seviyededir. Zira çalgı sesleri insan sesini güçlendirmek, güzelleştirmek ve öğrenmeyi kolaylaştırmak için kullanılır.

            Fârâbî, müzik çalgıları içerisinde insan sesine benzer ses çıkaran çalgıların rebab ve üflemeli çalgılar olduğu kanaatindedir.[28]  Fârâbî’ye göre bu çalgılardan sonra insan sesine benzeyen ses çıkaran çalgılar, ud, mağref[29] ve buna benzer çalgılardır. Ritimli çalgılar daha aşağıdadır; zira bu sazların insan sesiyle olan irtibatı da çok azdır.

Kaynakça

ARSLAN Fazlı – ERKOÇOĞLU Fatih, İslâm Ansiklopedisi, cilt: 44.

ARTHOLD William,  “ Fârâb”, İA,  c.4.

BERKEŞLİ Mehdi, Mûsıkî-yi Fârâbî, Tahran 1352.

FÂRÂBÎ,  İhsâu’l-‘Ulûm, Neşir Osman M. Emin, Mısır 1931.

HIFNÎ Ahmet Mahmut,et-tasdîr, Cevâmiu  İlmi’l-Mûsikî.

HİTTİ, Philip K, Siyasî ve Kültürel İslâm Tarihi, (Çev., Salih Tuğ), İstanbul, 1980.

JEBRİNİ Alaeddin Jebrini,”Fârâbî”, T.D.V. İslâm Ansiklopedisi, c. XII.

KOLUKIRIK Kubilay, Abdülkadir Merâğî ve Şerhu’l-Edvâr’ı, Atatürk Kültür Merkezi Yayını, Ankara 2012.

               -“İbni Sinâ’nın Mûsikînin Temel Konularına Yaklaşımı ve Onun Mûsikî Anlayışında Fârâbî’nin Etkisi”,            C.Ü. İlahiyat Fakültesi Dergisi, XIII/2 – 2009

KUŞOĞLU Oğuzhan, Rafig Hüseyin Oğlu İmrani’nin Yayımladığı Azerbaycan Mugam Janrının Yaranması ve İnkişaf Tarihi, Yüksek Lisans Tezi, İstanbul 2007.

MERAĞİ Abdülkadir Meraği, Şerhu’l-Edvâr, (neşr. Taki Biniş), Tahran 1991.

ÖZGÜR Ülkü – Aydoğan Salih, Müziksel İşitme Okuma, Birinci Kitap, Ankara, 1999.

ÖZKAN İsmail Hakkı, Türk Mûsıkîsi Nazariyâtı ve Usûlleri, Ötüken Neşriyât, İstanbul, 2003.

RIZVANOĞLU M. İsmail, “Fârâbî’de Îkâ’ Teorisi”, Marmara üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, İlahiyat Anabilim Dalı İslam Tarihi ve Sanatları Bilim Dalı, Doktora Tezi.

TURABİ Ahmet Hakkı, “İbrâhim el-Mevsılî”, İslâm Ansiklopedisi, cilt: 22.

UÇAN Ali, “Müzik Eğitiminin Ana Odağı / Ana Özeği Müzik Dili ve Müzikçe Eğitimi”, II. Ulusal Eğitim Sempozyumu (18-20 Eylül 1996). Marmara Üniversitesi Atatürk Eğitim Fakültesi, Kadıköy-İstanbul, 1996.   –Müzik Eğitimi, 2. Baskı. Müzik Ansiklopedisi Yay., Ankara 1997.

Uluslararası İbn Türk, Harezmî, Fârâbî, Beyrûnî, ve İbn Sînâ Sempozyumu Bildirileri.

UYGUN Mehmet Nuri, Safiyyüddin Abdülmü’min Urmevî ve Kitâbü’l-Edvârı, İstanbul 1999.


[1]* Ahi Evran Üniversitesi Neşet Ertaş Güzel Sanatlar Fakültesi Müzik Bölümü Öğretim Üyesi

[2] William  Barthold:  “Bazı  kaynaklarda  Otrar’ın,  Kadar  şehri  olduğu  ifade  edilmekteyse de doğrusu Fârâb şehri olduğudur.”  İfadesini kullanmaktadır. “ Fârâb”, İA,  c.4, s. 451. Otrar aynı zamanda Utrâr,  Utrâ-band veya Karaçuk olarak da anılır. Emel  Esin,  “Fârâbî’nin  Vatanında  İki  Kültür  Merkezi  Kengü-Tarban  ( d )  ve Sayram  ”,  Uluslararası  İbn  Türk,  Harezmî,  Fârâbî,  Beyrûnî,  ve  İbni  Sînâ  Sempozyumu Bildirileri, s. 35.

[3] Fârâbî’nin  doğum  tarihi  hakkında  farklı  bilgiler  nakledilmektedir.  Bu  konuda  bkz. Mahmut  Kaya, “Fârâbî”,  DİA,  c.12,  s.  145.  İbn  Hallikân,  s.  199  ve  İbni  Ebû  Usaybi‘a,  s.603,  onun  339  tarihinde  80  yaşına  ulaşınca  vefat  ettiği  belirtilmiştir. Buradan hareketle  Fârâbî’nin 874 yılında doğduğu kanaatine de varılabilinir.

[4] Mehdi Berkeşli, Mûsıkî-yi Fârâbî, Tahran 1352, s. 3.

[5] Berkeşli, Mûsıkî-yi Fârâbî, s. 5.

[6] Berkeşli, Mûsıkî-yi Fârâbî, s. 6.

[7] “Ebû Muhammed İshâk b. İbrâhîm b. Mâhân (Meymûn) el-Mevsılî (ö. 235/850) Musikişinas, mugannî ve şair.
150’de (767) Rey’de doğdu. Dönemin meşhur musikişinaslarından İbrâhim el-Mevsılî’nin oğludur. İbrâhim, şöhretinin Abbâsî sarayına ulaşması üzerine ailesiyle birlikte Bağdat’a yerleşince İshak burada seçkin bir kültür ortamında öğrenim gördü. İshak el-Mevsılî’nin, hocası Zelzel’i aratmayacak derecede iyi bir ûdî olduğu ve son derece hassas bir kulağa sahip bulunduğu, çoğu tiz perdelerden başlayan 200’ün üzerinde eser bestelediği, erkek sanatkârların zorlayarak çıkarabildikleri en ince ses olan “kafa sesi”ni falsetto) ilk olarak onun kullandığı rivayet edilir. Bağdat’ın en büyük kütüphanelerinden birine sahip olan İshak el-Mevsılî, mûsiki ve musikişinaslara dair bilgi veren ilk müellif olarak bilinir. ” Bkz., Ahmet Hakkı Turabi, İslâm Ansiklopedisi, cilt: 22; sayfa: 537.

[8] “Endülüslü ünlü musikişinas. Doğum tarihi ve yeri hakkında kesin bilgi bulunmamakta, kaynaklarda, onun Bağdat’ta Abbâsî Halifesi Mehdî-Billâh’ın (775-785) ya da İbrâhim el-Mevsılî’nin (ö. 188/804) siyahî kölesi olduğu zikredilmektedir. Sadece Ziryâb isminden hareketle İran kökenli olabileceğini söyleyenler varsa da onun siyahî oluşu Afrika kökenli olma ihtimalini güçlendirmektedir.” Bkz., Fazlı Arslan-Fatih Erkoçoğlu, İslâm Ansiklopedisi, cilt: 44; sayfa: 464.

[9] Ebu Cafer Muhammet Bin Kâsım Kercî, bazı nüshalarda Kerhî olarak geçiyor, Abbasi Halifesi er-Râhî Billah’ın veziridir, Hicrî 322-329.

[10] Berkeşli, Mûsıkî-yi Fârâbî, s. 10.

[11] Berkeşli, Mûsıkî-yi Fârâbî, s. 13.

[12] Mehmet Nuri Uygun,  Safiyyüddin Abdülmü’min Urmevî ve  Kitâbü’l-Edvârı,  İstanbul 1999, s. 20

[13] Fârâbî’nin  El-medhü’l  ilâ  San’atü’l-MûsıkîKitâb  fî  İhsâi’l-Îkâ,  Kitâbü’l-ÎkââtKelâm  fi’l-Mûsıkî  ve  Sanâatün İlmü’l-Mûsıkî  adlı  eserleri  kayıp  eserlerdendir  ve  günümüze ulaşmamıştır. Bkz. Kuşoğlu, a.g.e., s. 294.

[14] Alaeddin Jebrini,”Fârâbî”, T.D.V. İslâm Ansiklopedisi, c. XII, s. 162.

[15] Jules Rouanet yirminci yüzyılın başlarında, Cezayir’de çalışmış olan bir Fransız etnomüzikologdur.

[16] Berkeşli, Mûsıkî-yi Fârâbî, s. 45.

[17] Berkeşli, Mûsıkî-yi Fârâbî, s. 66.

[18] Abdülkadir Meraği, Şerhu’l-Edvâr, (neşr. Taki Biniş), Tahran 1991, s. 90.

[19] Berkeşli, Mûsıkî-yi Fârâbî, s. 84.

[20] Berkeşli, Mûsıkî-yi Fârâbî, s. 67.

[21] Berkeşli, Mûsıkî-yi Fârâbî, s. 88.

[22] Kubilay Kolukırık, Abdülkadir Merâğî ve Şerhu’l-Edvâr’ı, Atatürk Kültür Merkezi Yayını, Ankara 2012, s.96.

[23] Kubilay Kolukırık, Abdülkadir Merâğî ve Şerhu’l-Edvâr’ı, s. 104.

[24]Kubilay Kolukırık, Abdülkadir Merâğî ve Şerhu’l-Edvâr’ı, s. 108.

[25] Berkeşli, Mûsıkî-yi Fârâbî, s. 89.

[26] Kanuna benzer bir çalgıdır.

[27] Berkeşli, Mûsıkî-yi Fârâbî, s. 91.

[28] Berkeşli, Mûsıkî-yi Fârâbî, s. 92.

[29] Ud’a benzeyen bir çalgıdır.