1977 tarihinde Konya’da doğan Mustafa Efe 2002 yılında İstanbul Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’nden mezun oldu. Mezuniyetin akabinde 2002 yılında Afrika araştırmaları çalışmaları ve dil öğrenimi için Güney Afrika Cumhuriyeti’ne gitti. Ülkemizin yetiştirdiği önemli Afrika uzmanlarından biri olarak hala çalışmalarına devam etmektedir.
İNSİCAM

S- Afrika’nın sizdeki çağrışımı nedir?
C- Afrika denilince ilk çağrışım; muhteşem bir tarih ve zenginliğe sahip geleneksel yapısı içinde, kalsaydı barış ve huzur içinde yaşayacak olan, fakat yok sayılmış tarihi ve köleleştirilmiş insanları, sömürülen zengin kaynakları ile dişleri sökülmüş ve pençeleri çekilmiş bir Arslan aklıma gelir. Afrika; tarihi, kültürü, gelenek ve görenekleri, insanı ve duygusu ile yokluğa, hiçliğe, iradesizliğe mahkûm edilmeyi çağrıştırır. Afrika denilince, zenginlik içinde fakirlik, ihtişam yerine sefalet, iktidar içinde güçsüzlüğün kader haline getirilme çabası çağrıştırılır. Yine Afrika denilince özgürlüğün Kongo nehri gibi akıp gittiği dünyada Çad gölü gibi özgürlüğün tükenişini çağrıştırır. Afrika; baskı ve zulümlerin harmattan rüzgârı gibi estiği bu kıtada direnişi çağrıştırır. Afrika denilince altın tepelerinin üzerinde yokluğa ve yoksulluğa mahkûm edilme çağrıştırır. Afrika denilince en basit önlenebilir ve tedavi edilebilir hastalıklardan ölmeyi çağrıştırır. Afrika; Senge Pieh’i, Mansa Musa’yı, Seko Tore’yi, Mandela’yı, Nkrumah’yı, Kaddafi’yi, Shaka Zulu’yu, Jaja’yı, Abdülkadir Cezairi’yi çağrıştırır.
S- Afrika’ya ilginiz ne zaman, nasıl başladı?
C- Aslında taa ortaokulda iken diğer kıta tarihleri ile birlikte Afrika tarihini de bir ansiklopediden detaylı bir şekilde okumuştum. Özellikle Batı sömürgeciliğinin kıtayı ötekileştiren tarih yazımı anlayışıyla yazılmış bu ansiklopedi, daha derinlikli okumalar yapmamı sağladı. Güney Afrika Cumhuriyeti’ne dil öğrenimi için gittikten sonra ülkemizde bu alanda yeterli çalışmanın olmadığını ve çok ciddi bir boşluk olduğunu gördüğüm için tamamen Afrika’ya yoğunlaşmamın ülkemize katkı sağlayacağını düşündüm. Özellikle de orada Afrika ile ilgili çok zengin kaynakları görünce bu alanda çalışmaya daha fazla istek duydum. Yaklaşık on yıla yakın Afrika’da yaşadım. Yirmi yıldır Afrika’da okuyup-yazıp, anlatıp sahada çalışmalar yapıyorum. Bu konuda ne Batılı kapitalist yaklaşıma ne de sosyalist yaklaşıma düşmeyen bir Afrika perspektifi inşâ ettim.
S- Türkiye’de Afrika ne kadar biliniyor? Bunun sebepleri hakkına neler söylemek istersiniz?
C- Maalesef Afrika ülkemizde yeterince bilinmiyor. Sanki daha yüz yıl önce bu kıtanın neredeyse 11 milyon kilometre karesi doğrudan ya da dolaylı olarak bu topraklara bağlı değildi. Afrika denilince fakirlik, yoksulluk, açlık, iç savaş akla gelmektedir. Bunun sebebi Batı tarafından ve Batı uşağı kalemler tarafından inşa edilen Afrika anlayışıdır. Medyada bize Afrika’nın yamyamlarla dolu olduğunu, sürekli iç savaşlar olduğunu, hastalıklar olduğunu hiç kimsenin gitmemesi gerektiğini, Türkiye’nin yönünün Batı olduğunu, hedefinin Avrupa Birliğine girmek olduğunu söyleyenlerin inşâ ettiği bir Afrika yaklaşımından dolayı Afrika ülkemizde çok az bilinmektedir. Türkiye’de Afrika, belgesellerdeki vahşi yaşam, uçsuz bucaksız arazilerinde koşan hayvanlar, Nil nehrindeki timsahlar olarak bilinmektedir. Bu yaklaşımın yıkılması için yaklaşık yirmi yıldır mücadele ediyorum. Trablusgarp, Habeş, Ekvator eyaletleri ve Zenci Musa, Şitta Bey akla gelmemektedir.
S- Afrika’yı bilen biri olarak size şunu sormak istiyorum: Dünyaya sunulan geri, yabanî, vahşî vb. olumsuz Afrikalı fotoğrafı, gerçekle örtüşüyor mu? İnsanların önüne niye böyle bir fotoğraf konuyor?
C- Bu fotoğrafın Afrika ile genel anlamda bir alakası asla yoktur. Elbette ki vahşi yaşam var ve dünyadaki en bâkir bölgelerin bazıları buralarda. İlerlemeci, evrimci tarih anlayışı ile Afrika’ya bakan batılılar, Afrikalıları medenileştirme görevi ile orada olduklarını söylemekteydiler, hâlâ da öyle söylüyorlar. İnsanların Afrika’yı yakından tanımalarının ve irtibata geçmelerinin önüne geçmek için bu Afrika imajı inşâ edilmektedir ve sürekli kamuoyuna bu şekilde lanse dilmektedir. Çünkü insanlar Afrika’yı yakından tanısalar doğrudan ticaret yapabileceklerdir, kültürel ve eğitim iş birlikleri gerçekleştirebileceklerdir, bu görüşmeler vesilesiyle de ön yargıları yıkılacaktır. Bundan sonra da dünyanın mazlum ve mağdur coğrafyalarındaki insanlar iş birliği yaparak sömürgeci, vahşi ve yamyam batılılara karşı bir ittifak ortaya çıkaracaktır. Böyle bir ittifak ortaya çıktığı zaman gıda, hammadde, petrol, gaz gibi birçok kalemde Afrika’ya muhtaç olan Batı çökecektir.
S- Batılılar, Afrika’da bir şey bıraktılar mı sizce? Yaklaşık üç dört asırdır yer altında yer üstünde ne varsa aldılar götürdüler. Henüz götüremediklerini ise garantiye aldılar. Afrika’da batılardan geriye ne kaldı?
C- Batılılar, Afrika’ya dillerini, dinlerini, kan, gözyaşı, zulüm/soykırım hatıraları, geleneksel- toplumsal yapıları ve yönetim biçimlerinin yıkımlarını bıraktılar. Bıraktıkları diğer şeyler; sömürgecilik, kölelik ve misyonerlik olmuştur. Sömürgecilikle sınırları çizilmiş, kölelikle Amerika gibi yeni dünyalar inşa edilmiş, misyonerlikle de Avrupa’da tükenmiş içi boşalmış Hristiyanlık Afrika’ya transfer edilerek yeni bir hayat bulmuştur. Fransızlar mesela eski sömürgelerinde genelde cumhurbaşkanlığı sarayı için bir bina bırakmışlardır. Dil ve din üzerinde biraz durmakta fayda var. Çünkü sömürgeciliğin uzun yıllar devam edebilmesinin yolu dil ve din idi. Mesela Çad’a bağımsızlık vermek için Fransızcanın resmi dil olarak kabul edilmesi ve ilk öğretimin mecburi tutulmasıdır. Çad bağımsızlık kazandığı zaman Fransızca bilenlerin oranı sadece yüzde 2 idi. Afrika kıtasının neredeyse tamamının sömürgeci batılılar arasında paylaşıldığı 1884-1885 Berlin Konferansı sırasında Afrika kıtasında sömürgeciliğin dini Hristiyanlık oranı sadece yüzde 7-9 arasında idi, bugün yüzde 50’ye yaklaşmıştır. Sınır ihtilafları kalmıştır. Etnik ve sosyolojik sınırları dikkate almayan sömürgeciler çizdikleri sınırlarla kalıcı ihtilaflar inşâ etmişlerdir.
S- Bize sunulan fotoğrafta Afrika, medeniyeti ve kültürü olmayanların kıtası. Bu, ontolojik olarak imkânsız. İnsanın olduğu yerde mutlaka medeniyet ve kültür de vardır. Bu konuda ne söylemek istersiniz?
C- Bu sorunuz en önemli soru aslında. Çünkü Afrika’ya dair konuşacağımız her başlığı içeren bir soru. Elbette ki bu sunulan fotoğraf Batı tarafından inşa edilen Afrika imajının bir sonucudur. Aynı zamanda bu yolla kıtanın tarihini yok sayarak Afrikalıların kendilerine olan güveni yok etme ve sömürgecilere karşı direnişi kırmak amaçlanmaktadır. Halbuki Afrika kıtası, en eski ana karalardan olup insanoğlunun da ilk yerleşim yeri olarak bilinmektedir. Afrika kıtasının eski dünyada sayılmasının çeşitli sebepleri bulunmaktadır. Bunların en başında gelen ise Afrika kıtasında kurulmuş olan bugünkü bilgilerimiz çerçevesinde bile sınırlı bilgilerin bulunduğu halde ulaşabildiğimiz Nil havzasında, Kuzey Afrika’da Kartacalılar, Mısır’daki medeniyeti, Fenikelilerin kurmuş olduğu medeniyetleri, Batı Afrika’daki kurulmuş olan medeniyetler, Mali Dahomey, Shongai, Kongo Great Zimbabwe Etiyopya imparatorlukları da Afrika medeniyet havzasının ana noktalarını göstermektedir. Afrika kıtasının diğer bölgelerle çok sınırlı ilişkisinin olduğunu görüyoruz. Etiyopya’da, Viktorya Gölü çevresinde, Güney Afrika Cumhuriyeti’ndeki insanlığın beşiği olarak adlandırılan bölgede yapılan arkeolojik kazılar ve diğer antropolojik çalışmalar binlerce yıllık fosilleri ve aletlerin bulunmasıyla, kültür ve medeniyet havzalarının ortaya çıkmasıyla neticelenmiştir. Özellikle Mısır’da Nil çevresi, Etiyopya ve Sudan Afrika’daki kültür, ticaret ve dini faaliyetlerin yaygın olarak görüldüğü bölgelerdir. Yahudilik, Hristiyanlık ve İslam’ın ilk yayıldığı kıta Afrika’dır. Timbuktu gibi İslam medeniyetinin en muhteşem ilim merkezlerinden kimileri Afrika’dadır.
Sömürgecilik öncesinde Afrika kıtasında birçok krallık, İslam devletleri ve bölgesel yönetimler bulunuyordu. Kuzey Afrika bölgesinde de Mısır ve Berberiler, Roma imparatorluğuna direnememişler ve bir dönem Roma’nın eline geçmiştir. Mısır, Kartaca, Kushite, Numidia, Ashanti, Dahomey, Mali, Buganda, Songhai, Great Zimbabwe, Zulu, Matebele, Hausa, Kongo, Habeş, Aksum, Wolof, İdrisi, Fatimi, Hammadid, Zirid, Hafsid, Eyyubi, Memluk, Darfur, Sokoto, Derviş, Kitara ve Berberi devletleri gibi kimileri İslam devletleri olmak üzere küçüklü büyüklü devletler ve imparatorluklar bulunuyordu. Kıtada çoğunlukla farklı dillerin konuşulduğu ve farklı etnik grupların yaşadığı bu ülke ve imparatorluklarda güçlü merkezi krallıkların çevresinde bir birliktelik bulunmakta ve ülkelerin sınırları da kesin çizgilerle çizilmiş değildi. Bundan dolayı da ülkeler arası geçişkenlik çok kolay idi. Bu durum, birçoğu göçebe olan Afrika toplumlarının ülkeler arasında kolay hareket edebilmesine olanak sağlıyordu. Sömürge yönetimleri buralara girdikten sonra bu devletleri yıkmışlardır. Afrika geleneksel devlet sistemi ile ilgili hiçbir şey kalmaması için de halifeleri, kralları, kraliçeleri, imparatorları, sultanları, şefleri, reisleri ve hanedan mensuplarını öldürmüşler veya sürgüne bir başka sömürgeye götürmüşlerdir. Fransızlar 1896’da Madagaskar’ı sömürgeleştirdikleri zaman Kraliçe III. Ranavalona’yı sürgüne göndermişlerdir. Fulani ve Hausa imparatorluları sömürgeci Avrupalılar gelinceye kadar varlıklarını sürdürmüşler ve bölge sömürgeci güçlerin eline geçince Fransa ile İngiltere arasında paylaşılmıştır. Sömürge dönemi öncesindeki büyük krallıklardan biri olan Kongo Krallığı gibi büyük krallıkların topraklarını sömürgeleştiren Avrupalı sömürgeci ülkeler de büyük toprak sahibi olmuşlardır. Kongo imparatorluğu önce Portekiz Krallarının 1884 -1885 Berlin anlaşması, sonrasında da kendisinden yetmiş iki kat küçük Belçika Kralının toprağı olmuştur.
S- Afrika’nın geleceğini nasıl görüyorsunuz? Bu kara kıtanın temiz insanları gelecekte nasıl bir yerde olacaklar, insanlığın geleceğinde nasıl bir rol oynayacaklar?
C- Dünyanın en zengin kıtası olarak Afrika’nın geleceğini çok parlak görüyorum. Afrika ülkeleri 1950’lerden itibaren bağımsızlıklarını kazanmaya başladılar. 1990 başına kadar bu süreç devam etti. Bu zamana kadar ülkelerin temel amacı bir şekilde bağımsızlık kazanmaktı. Bundan dolayı eski sömürgeci efendiler Fransa, İngiltere, Belçika, Almanya ve Portekiz’e birçok tavizler verildi, bağımlılık anlaşmaları yapıldı. Mesela Frank’ın para birimi olarak kullanılması gibi. 1990’lardan günümüze kadar ülkelerde uzun yıllarda iktidarda kalan eski sömürgecilerin yetiştirdiği liderler iktidar olurken yeni nesil yöneticiler yeni yeni idareye gelmektedirler. Elbette ki genç darbecilerin darbe ile iktidara geliyor olmaları olumsuz gibi görünürken Mali gibi ülkelerden müşahede ettiğimiz üzere eski ve yeni sömürgeci ve yağmacı Fransa’ya karşı tepkilerin gittikçe yükselmesi Afrika’nın geleceği açısından ümit vericidir. Diğer yandan yeni nesil Afrikalılar, dünyanın diğer ülkelerine de giderek aslında farklı bir dünyanın olduğunu keşfetmektedirler. Bu keşfettikleri ülkelerden kendi ülkelerine taşıdıkları tecrübe, teknoloji transferi ve bilinç kendi ülkelerinde değişim ve dönüşüm sağlayacaktır. Afrika kıtası kendi içinde bu değişim ve dönüşümü sağlayıp bilinç kazandığı zaman, zengin kaynaklarını işleyerek ürettiklerini ve ürettiklerini dünyanın diğer ülkelerine ihraç ederek ekonomik bağımsızlıklarını kazanacaklardır. İletişimin bu kadar geliştiği bir dönemde Afrika hakkında hâlâ devam eden olumsuz imajları silen çalışmalar yapma imkânı bulacaklardır. İnsanoğlunun sadece batılı ülkelere mahkûm olmaması gerektiğini belki de Afrikalılar öğretecektir.
S- Size göre Afrika’nın temel sorunu nedir? Buna bir cevabınız var mı?
C- Elbette ki bu sorunun birden fazla cevabı bulunmaktadır. Hatta herkesin bakış açısına göre de farklılık arz edebilir. Fakat Afrika’nın en temel sorunu özgüven eksikliği ve öğretilmiş çaresizliktir. Afrika insanının yüzyıllardır ezilen, yok edilmeye çalışılan kendine güven duygusu ciddi şekilde tahribata uğradığı için karşılaştıkları problemleri çözme konusunda sıkıntı yaşamaktadırlar.
Burada öncelikli ihtiyaç Afrika’nın bir bilinç inşasına ve yeni bir tarihe ihtiyacı olduğunu düşünüyorum. Bu durum sadece belli kişilerin savunduğu siyah bilinçliliği vs. değil daha kitlesel bir Afrika bilinç inşasından bahsediyorum.
Sömürgeciler birçok konuyu Afrikalılara ya öğretmemişler, göstermemişler ya da yanlış öğretmişlerdir. Bundan dolayı öncelikle Afrika’nın kendine özgüvenini kazanabilmesi için Afrika perspektifinden yazılmış, Avrupa’dan başlamayan yeni bir tarihe sahip olması söz konusudur. Bu tarih bilinci olmadan diğer konular çözülemez.
S- Afrikalılar kendilerinin farkındalar mı? Kendi imkânlarını, potansiyellerini, güçlerini görebiliyorlar mı?
C- Maalesef belki de en büyük problem burada. Afrika kıtasında öğretilmiş bir çaresizlik hüküm sürmektedir. Afrikalılar kendi potansiyellerinin farkında değillerdir. Eğer Afrika ülkeleri eski sömürgeci güçlerle ilişkilerini sınırlandırsalar veya bitirseler prangalarından kurtulmuş olacaklardır. Afrika ülkeleri çeşitli gıda maddeleri, hammadde kaynakları ve petrol konularında birlikte davranıp batılı eski sömürgecilere bunların gidişlerini sınırlasalar batılı ülkeler açlıktan ölür, soğuktan donarlar. Mesela bugün Fransa elektrik ihtiyacının yüzde 75’ini nükleer santrallerden elde eder. Bu nükleer santralin uranyumu ise Nijer’den gelmektedir. Afrikalılara sahip oldukları değerler yeniden hatırlatılmalıdır. Kendi tarihlerinin farkına varmaları sağlanmalıdır. Mansa Musa’yı bilmeyen bir Afrikalı hangi zenginliği ve siyasi gücü hayal edebilir.
S- Türkiye’nin Afrika’da yapacağı çalışmalar konusunda tavsiyeleriniz nelerdir.
Türkiye’nin bugün yürütmüş olduğu Afrika politikası ise Afrika’yı keşfetme veya Afrika’ya açılma olarak değil “Afrika’ya Dönüş” olarak okunmalıdır. Türkiye üç kıtanın kesiştiği bölgede taşımış olduğu tarihi geçmişten dolayı Asya, Avrupa ve Afrika ile uzun yıllara dayanan bir ilişki içinde olmuştur. Bundan dolayı da bu kıtalardaki her bir gelişme Türkiye için önemlidir. Türkiye istese de istemese de bu bölgelerle sürekli şekilde irtibat halinde olmak ve bu bölgelere yönelik çalışmalar yapmak zorundadır. Çünkü bu ülkenin tarihini ve geleceğini şekillendirecek olan yine bu bölgedir.
Sömürgecilik, sömürgeciliğin keşif kolu olan misyonerlik, kölelik, sömürge altındaki ve ihanet içerisindeki zihniyetler Afrikalıları yormuştur. Afrikalılar insanlara ve devletlere olan güvenlerini kaybetmişlerdir. Afrikalılar dürüst ortaklara ihtiyaç duymaktadırlar. Tutunacak dürüst bir el arayan Afrikalılara Türkiye bugün dostluk elini uzatmaktadır.
Sömürgeciliğin çok ciddi sosyal, siyasal, kültürel ve ekonomik etkiler bıraktığı hatta “sömürgeciliğin kurumsallaştığı” bir kıtada, Türkiye çalışmalar yapmaya gayret ediyor. Dili İngilizce veya Fransızca, yönetim biçimi cumhuriyet olup, Noel’i bayram olarak kutlayan, Frank’ı para birimi olarak kullanan ülkelerde, Türkiye’nin başarılı olmaması için çalışan eski sömürgeci güçlerin var olduğu unutulmamalıdır.
Afrikalılar Türkiye’yi küresel emperyalizmin aktörlerinden biri olmadığı için kendilerine yakın görmektedirler. Bundan dolayı da Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi Geçici Üyeliği için rekor sayıyla Türkiye’yi desteklemişlerdir. Afrikalıların Türkiye’den beklentileri acı sömürge tecrübesinin izlerinin silinmesi için sürdürülebilir bir kalkınmayı gerçekleştirecek tecrübesini paylaşması, sahip olduğu teknolojisinin transferi ve kendilerine rehberlik edilmesidir. Kalkınma programları, bölgesel kaynakların kullanıldığı üretime dayalı ve sürdürülebilir olmalıdır.
Eğitim çalışmaları yapılırken, ülkelerdeki kültür, etnik köken, dil, din ve mezhep hassasiyetleri göz önünde bulundurulmalıdır. Müslümanlar açısından da Müslümanlara mezhepçilik veya hizipçilik refleksleriyle değil sadece Müslümanlık üzerinden bir dil oluşturulmalıdır. Eğitim çalışmaları, mümkün mertebe çocuklar kendi topraklarından koparılmadan bulundukları ülkelerdeki sosyo-kültürel ortamla uyumlu bir şekilde kurulacak eğitim yuvalarında yapılmalıdır.
Afrika’nın ihtiyacı olan ekonomik yardımlar değil var olan kaynaklarının uygun şekilde yönetilmesidir. Türkiye bu kaynakların kullanım ve idaresi konusunda Afrikalıların yararına olacak şekilde yardımcı olmaya çalışması daha faydalı olacaktır. Türkiye kendisi böyle bir çalışma içerisine sadece “kendisi olarak” girmelidir. Küresel yeni sömürgeci güçlerden herhangi birileriyle ortak projeler geliştirerek girmemelidir. Türkiye jeopolitiği yok saymayan ama jeokültürel yapıyı da ihmal etmeyen bir yaklaşım içinde olmalıdır. Türkiye’nin Afrika’ya yönelik çalışmalarında jeokültürel yapının ikincil hatta üçüncül planda bırakılması Türkiye’nin en büyük handikabıdır. Türkiye, iktisadi sınırlarını, kültürel sınırlarını, siyasi sınırlarını ve sosyal sınırlarını çok iyi şekilde tespit ederek çalışmalar yapmalıdır.
Sömürgeci, işgalci, kibirli Avrupa merkezli Afrika perspektifi yerine iş birliği, dayanışma, ortak tarih, bilgi, birikim ve tecrübesini paylaşma üzerine inşâ edilmiş bir Afrika perspektifi en doğru tercih olacaktır. Sömürgeciliğin eski ve yeni bütün formlarıyla Afrika kıtasına yeniden dönüşünün planlarının yapıldığı bir zamanda Türkiye’nin karşılıklı saygı çerçevesinde iş birliği ve dayanışmayı merkeze alarak Afrika’ya dönüşü tarihî bir değer ifade etmektedir.
Teknolojinin yaklaştırdığından bin kat daha fazla “hafıza uzaklığı” yaşıyoruz. Zihinlerimiz almıyor. Tarih kitaplarımızda okutmuyoruz. Çok değil sadece yüz yıl önce bu kıtada Habeş eyaletimizin, Trablusgarp eyaletimizin, Ekvator eyaletimizin ve diğer eyaletlerimizin olduğunu insanlarımız bilmiyor. 30 Ekim 1890 tarihli Türk Notasına göre Libya hinterlandının bugünkü Cezayir, Nijer, Nijerya, Kamerun, Çad ve Orta Afrika Cumhuriyeti’ni içine aldığını insanlarımız bilmiyor. Cumhurbaşkanımızın son ziyareti bu “hafıza uzaklığı”nı ortadan kaldırmaya katkı verecektir. Bu süreçte, sahip olduğumuz bu büyük tarihe uygun büyük ve geniş bir bakış açısına, yeni bir hafıza ve yeni bir dil inşâsına ihtiyacımız var.
S- Son olarak eklemek istediğiniz bir şey var mı?
C- Buradan derginizin okuyucularına seslenmek istiyorum. Afrika konusundaki Batı merkezli yaklaşımlara itibar etmesinler. Halihazırda öğretilen tarih kitaplarına kendilerini hapsetmesinler. Çünkü eğer buna hapsolurlarsa sadece yüz otuz yıl evvel Ekvator eyaletimizin olduğunu bilemezler. Yine derginiz vasıtasıyla okullarımızda tarih okutan hocalarımıza sesleniyorum. Afrika’sız Türk tarihi okutulamaz. Türkiye’siz de Afrika tarihi okutulamaz. Neredeyse 1200 yıllık geçmişimiz olan bir kıta yok sayılamaz. Lanzarote’siz, Harar’sız, Wadela’sız, Malindi’siz, Mombasa’sız, Kilve’siz, Sofala’sız, Kuseru’suz, Mogadişu’suz, Zeyla’sız, Cibuti’siz, Asmara’sız, Masavva’sız, Asmara’sız Sevakin’siz Türkiye tarihi okutulamaz. Afrika’ya Afrika perspektifinden bakmaya çalışmalılar. İlerlemeci-evrimci tarih anlayışı ile Afrika tarih, kültür, gelenek ve göreneklerini değerlendirmesinler. CNN, BBC gibi batılı medya organlarındaki Afrika imajına itibar etmesinler.
-Zaman ayırıp sorularımıza cevap verdiğiniz için teşekkür ederiz.
-Afrika’ya ilginizden dolayı ben teşekkür ederim.