“Kendi Halinde Bir İşçiyim Ben”

Cahit Zarifoğlu, ruhsal bağlılığını unutmadan, geleneğin üzerine örtülü perdeyi aralayarak çağdaş şiir örneklerini ortaya koyar. Ancak bunu yaparken, kendi şiirini öne çıkaran bir tavır içinde değildir.

Şakir KURTULMUŞ

Cahit Zarifoğlu ile aynı dönemde yaşamak ve bir şekilde yollarımızın kesişmiş olması, benim için büyük bir mutluluk kaynağı olmuştur. Şiirim için de önümüzde bir yol gösterici fener gibi ışımıştır. Onunla aynı dönemde, aynı iş ortamında bulunmuş olmanın huzuru ve ferahlığı, içimize daima bir serinlik vermiştir. İçinde yaşadığımız dünyanın kirliliğinden rahatsızlık duyduğumuz anlarda, içimizi ferahlatmak için sıkça okuduğumuz bir şiirdir Cahit Zarifoğlu şiiri. Yaralarımızın kanamasını durdurup iyileştirmek için yararlandığımız bir şifa kaynağıdır sanki. Sezai Karakoç’un şiiri gibi, Yunus’un, Fuzuli’nin, Şeyh Galip’in şiiri gibi. Şiirin iyileştirici gücüne inanmışımdır hep. Cahit Zarifoğlu şiiri de bu iyileştirici güce sahip özgün bir şiirdir.

Cahit Zarifoğlu, yaşadığı dönemde çağdaşı şairlerden farklı bir çizgide şiirini oluşturmuş ve kendi çizdiği yolda özgürce ilerlemiş bir isimdir. Şiir estetiğini, (kendisini yakın bulmasa da) İkinci Yeni şiirinde görünen şekli ile, modern şiir diye adlandırılan yenilikçi bir tarzda ortaya koymuştur. Çağdaş modern şiir örneklerini ortaya koyan ikinci yeni şiirinde ruhsal bir derinlik, bağlılık, zenginlik pek görülmezken, Zarifoğlu’nun şiirinde bu bağların öne çıktığı görülür. Necip Fazıl ve Sezai Karakoç’un şiir örnekleri, onun şiirinin sıklıkla dolaştığı alanlardır. Söz konusu ruhsal bağlılık bakımından Zarifoğlu’nun şiirinde oldukça önemlidir Kısakürek ve Karakoç’a ait örnekler. Şiirimiz, duru bir su gibi akıp giden büyük ırmak içinde kendi kanallarını bularak ilerlemeye devam eder, Zarifoğlu da bu kanalları kullanarak şiirini zenginleştirir. Kendine ait şiir ve ses oluşturmuş, büyük ırmak içindeki o büyük koroda yerini alır ve kendisinden sonra gelen şairlere yol açıcı olur. Kendisi de bu büyük ırmağın geçişini kolaylaştırmak için, şiiri ile gelecekteki şairlere örnek olmuştur, onların akıntıya kapılmadan yol alabilmelerini sağlamıştır.

Cahit Zarifoğlu, ruhsal bağlılığını unutmadan, geleneğin üzerine örtülü perdeyi aralayarak çağdaş şiir örneklerini ortaya koyar. Ancak bunu yaparken, kendi şiirini öne çıkaran bir tavır içinde değildir. Bilakis, yazdığı şiirlerle hücrelerin yenilenmesi ve kayıpların tekrar yerine konması için gösterdiği gayretin yansımadır eserlerine vuran gölge. Ülkedeki şiir iktidarları arasından sıyrılıp şiiriyle yeni bir ivme ortaya koyma çabası içinde kozasını örmüş ve bunda oldukça başarılı olmuştur. Şiir ve düşünce arasında estetikle örgülü harikulade bir uyum ve düzeni sergilemede güzel bir örnek, güzel bir emek ortaya koydu. Sanatçılar, iç dünyamızı olduğu kadar dış dünyamızı da etkiler, zenginleştirirler. Etrafına nasıl faydası dokunabilir, geleceğe ne yaparsa bir iz bırakabilir, böyle bir endişesi vardır Zarifoğlu’nun. İz bırakmak derken, yine kendisi ile ilgili bir öncelik, bir pay asla söz konusu değildir. Geleceği yeniden inşa edecek olan gençlerle ilgili tasarıları, düşünceleri, özlemleri, gayretleri, beklentileri vardır. Kendisi ile yapılan bir konuşmada bu konu ile ilgili şunları söyler: “Bizlerden gelecekler vardır, hamurlarını biz yapıyoruz şu anda. Yıllardır ve yıllarca da. Eminim bizi küçümseyecek o gelecekler… Bizlerin, edebiyat tarihi yönünden, bir oluşumun öyküsü yönünden değeri olabilir… Bu yüzden bende, bu anlayış içinde olağandır denebilecek artistik kaprisler yoktur. Kendine pay çıkarma yoktur. İşimiz bizsiz olamaz, ama bizi, bireyliğimizi yutacak kadar iri. Bu yüzden kendi halinde bir işçiyim ben.”[1]

Zarifoğlu’nun şiiri anlaşılmaz mı?

Cahit Zarifoğlu’nun şiirlerinin çoğunlukla zor olarak nitelendiği doğrudur. Orijini tamamen kendine ait şiirinde, kendi sesini, üslubunu, çağrışımlarını, imgelerini, duyuşlarını öyle güzel bir şekilde yerleştirmişti ki, dışarıdan ilk bakışta zor görünebilir.  Ancak içeriye doğru yol aldıkça, daha rahat okunduğu, imgelerin açıklandığı ve gizli kapıların açıldığı görülecektir. Anlaşılmaz şiir yazdığı şeklindeki görüşlere katılmadığını her fırsatta söyler; ‘benim şiirlerim zor değil, onu anlamayanlar var’, der. Edebiyata, şiire bir sorumluluk yüklediğinde, şiir o sorumluluğun altında ezilmemeli, gücünü koruyabilmeli. İşte Zarifoğlu, bunu başarmış bir şairdir. Şiirinin okuyanı etkileyen, büyüleyen bir yanı vardır, doğru. Şiirinin gizli kapılarının bütünüyle okuyucuya açılmasını da istemez. Kendini kolay ele vermez şiirleri. Kurduğu imgelerle şiire duyulan ilgi daha da artar ve okuyucunun, kendi çabasıyla şiirin içine nüfuz etmesini istercesine, kapıları kapalı tutmayı tercih etmiştir. Okuyucu, şiirine ne kadar yaklaşabilmişse, ne kadar anlayabilmişse, o kadar anlayacak, okuyacak ve sevecektir.

Her sanatçının kendine ait bir üslubu olmalıdır. Bu anlamda, Zarifoğlu çağdaşlarına bakıldığında, güçlü bir üsluba sahip bir sanatçıdır. Onun şiirlerindeki farklılık, yenilik ve söyleyiş zenginliği, ona ait olan üslubu ile ilgilidir. Şair, alışılmadık söyleyişlerle şiirini kurar, yeni ve farklı imgelerle şiirini zenginleştirir. Bu da onun şiirindeki üslubun farkını ortaya koymasına imkân sağlıyor. Sanatçı, imgelerle düşünür ve okuyucuyu, imgelerle örülü şiirin coğrafyasında sanatın tadını almaya çağırır, söylediği dizeleri ile. Etkilendiği bir şair ya da sanatçı yoktur. Sorduğunuzda, şundan etkilendim demez. Şiire başladığı yıllar, İkinci Yeni şiirinin en gözde olduğu dönemdir. Böyle bir dönemde yaşamış olmasına rağmen, o döneme ait belli bir isim veremediği için üzgün olduğunu söyler. Fakültede öğrenci iken bir arkadaşı, onun şiiri ve yazıları ile Alman şair ve yazar Rilke arasında benzerlik olduğunu söyler. Bu tarihe kadar Rilke’yi hiç okumamış, tanımamıştır. Neden sonra Rilke’yi okur. Bu durumu izah ederken de, ‘kimlerden nasıl, keşfederek mi, etmeden mi etkilendiğimi bilemem… Bir okula mensup olmadım. Ustam da olmadı. Rilke’nin etkisinde kalmış olabilirim. Ama onu hiç tanımadan zaten ovârî yazıyormuşum. Böyle demişlerdi. Daha çok kendimin etkisinde kaldım. En çok okuduğum şair Cahit Zarifoğlu’dur. Hani etkisinde kalmış olabilirim dediğim Rilke’den okuduğum şiir sayısı onu geçmez. Sistemli bir edebiyat okuyucusu olamadım. Edebiyattan hep sınıfta kalabilirim. Yerli edebiyatı, hele edebiyat tarihini hiç bilmem. Bunları bir gün itiraf edeceğimi biliyordum.’[2]

Zarifoğlu’nun açıklamaları, bize açıkça gösteriyor ki, okuduğu şiir ve şairlerden etkilenen biri olmamıştır. Kendi şiirinin kozasını örmek için adım adım ilerlemiştir. Etrafında, kendisi hakkında söylenenlere hiç kulak asmamış, sadece çalışmaya odaklanmış ve yazmıştır. Birisinin kendisine şiiri yüzünden ilgilenip beğendiğini söylemesi, onu çok sıkmış; hatta bu konuyu konuşmaktan bile çok rahatsız olmuştur. Kendisini mütevazı bir işçi gibi nitelendirmesi bundandır. ‘Tepeleme bir şair gibi yaşarım. Ama şiir hayatımda hiç yer almaz’, diyen Zarifoğlu, çevresinde çok samimi olduğu arkadaşlarının bile şiir yazdığından habersiz olduklarını söyler. Bilmelerini istemez, çünkü tavır almalarından rahatsız olur. Onların şiiri ve şairliği hakkında tavır almaları, onun şiir yaşamını etkiler. Etrafında sıradan insanlar vardır; halktan dediğimiz esnaf, memur, şoför, manav, işçi, muhasebeci gibi kişiler. Ama bunlarla da çok uzun süre ilişki sürdüremez; söylemleri çabuk değişince sıkıldığını hisseder. Canlı ve hareketli bir şekilde yaşar, hayattan hiç sızlandığı görülmemiştir. Böylesi bir yaşantı içinde şiire ne kadar yer ayırır kendi dünyasında, bakalım. ‘Günlük dış hayatımda şiir hiç yoktur. Ama içimde her an kilolarca şiir ağırlanır. Hep şiir tezgâhlayan bir mekanizma vardır içimde. Aman ne de bencildir. Şiir bir tüm olarak hep kendisinde kalsın ister. Ne zaman ki doymuş bir eriyik gibi, şiire doyar ve benim içeriye habire doldurduklarımı artık kabul edemez olup, gelenlerin ısrarı karşısında bir yara gibi zonklamaya başlar, o zaman izin verir, bir iki şiir yazarım. Onun vekili gibi yaşarım. Şu gördüğünüz, konuştuğunuz ben, aracıyımdır. Çok ufak bir rolüm var bu işte. Dolma kaleme mürekkep emmek, sonra ucunu kâğıt üzerinde şu bildiğiniz şekillere göre gezdirmek, görüyorsunuz gayet kolay.’[3]

Şiirini beğenen olursa, bundan hiç etkilenmeyen bir yapıya sahiptir. Üstüne alınmaz, aksine gurur duyar; fakat kendisi adına değil, ‘içi’ adına, o şiiri yazan ‘ben’ adına. O, içindeki ‘ben’in başka biri olduğuna inanır. Başkasının yaptığı iyi işten dolayı (başkası dediği içindeki ‘ben’dir) yanlışlıkla kendisini kutluyorlar; bunun yanlış olduğunu ve bu yanlışlığı onlara açıklayamadığını düşündüğü için utandığını söyler.   ‘Her insanın hayatında birkaç kez düştüğü sıkıntıyı duyuyorum. Bu duygunun temeli ise, başka bir terbiyeden ileri geliyor’, der; fakat bu kapıyı çok aralamadığı için fazla bilgi alamıyoruz.

Herkesin içinde bulunduğu şartlara ve konuma göre bir sorumluğu olduğuna inanıyor. Şairin de bu anlamda mutlaka bir sorumluluk duygusu taşıması gerektiğini söylediği halde, şairlikle ilgili olarak böyle bir sorumluluğu anlayamadığını, idrak edemediğini belirtiyor. ‘Mümin şair olarak, yazdıklarımdan sorumlu olduğumun bilincindeyim. Şiirlerimi genellikle örtülü bulanlar çoğunlukta. Tarzım böyle. Buna rağmen, bu kapalı anlamın gerisinde İslamî bir muhteva mevcuttur. Benim şiir yazarken prensiplerim yoktur. Daha doğrusu kendi sanatımın teoriğini de yapmış değilim. Yapmaya kalkarsam tatsız gelir bana. Küçük çocuklarda bilinçsiz fakat değişmeyen ve süren bir sevimlilik vardır. Benim şiirim de özünün gereği doğaldır. Alıcılarım var mı diye de hiç düşünmem.’[4]

Şiirinin okuyucularını tanıdığını, bunların özelde şiir okuyucuları, genelde ise kaliteli okuyucular olduğuna inanıyor. Çünkü kaliteli okuyucunun, şiirlerini okuduğunda anladığını ve zor şiir diye nitelendirmediğine inanıyor. Kendi şiirlerine öykünerek yazan şairler olabileceğini, bunlar arasında gerçekten anlaşılmaz, abuk sabuk, hatta anlamsız olsun diye zorlanmış şiirler de olabileceğini söylüyor. Okuyucuların, dikkati ile bunların farkına varacaklarına inanıyor ve gençlere şöyle nasihat ediyor: ‘Şiirin ayağı yere basmalı diyorum şimdilerde. Şairlere, yeni yeni şiire koyulanlara anlaşılır olmalarını salık veririm. Şiirin sırrını aynı zamanda anlaşılır olmanın içinde yakalamaya çalışsınlar.’[5]

Cahit Zarifoğlu’nun şiirlerinin semantik yapısını aradığımızda, şiirlerin içinde bunu bulabileceğimizi görürüz. Her bir şiir, kendi içinde gelişir. Kimi zaman diğer şiirlere de kayar, iç içe gelişir ve yola devam eder. Günümüz ile geçmiş arasında bir iz süren şiirlerin mekânı da buna bağlı olarak değişebilir. Şiirin anlatımı,  şairin dediği gibi, kımıl kımıl hareketlidir. Bu hareketlilik, Cahit Zarifoğlu şiirinin belirgin özelliklerindendir. Anlaşılması zor diye nitelendirilen şiirini okudukça daha iyi çözümleyebileceğimizi görecek, şiirin gözdesine, omurgasına, içine bakan kapıların birer birer açıldığına şahit olacağız.


[1] Cahit Zarifoğlu, Konuşmalar, Beyan Yayınları, s. 27

[2] Cahit Zarifoğlu, Acz Kitabı, Beyan Yayınları, s. 18-19.

[3] Cahit Zarifoğlu, Acz Kitabı, Beyan Yayınları, s. 21.

[4] Cahit Zarifoğlu, Acz Kitabı, Beyan Yayınları, s. 22.

[5] Cahit Zarifoğlu, Acz Kitabı, Beyan Yayınları, s. 24.