“Başı Eğik, Dili Kapalı, Gözleri Kançanağı” Bir Şâir Abdurrahman Cahit Zarifoğlu’nun Nakşbendîliği Üzerine

Zarifoğlu’nun yukarıda belirtilen yönlerinin şiirine de yansıdığını söyleyebiliriz. Nitekim son devir şâir ve yazarlarından Seyfettin Ünlü’ye göre Zarifoğlu’nun şiiri, onun bu suskun ve içe dönük yalnızlığından önemli ölçüde beslenmiştir.

Selami ŞİMŞEK

Giriş

Tasavvufun dünden bugüne Türk şiiri ve şâirleri üzerindeki etkisi inkâr olunmaz bir gerçektir. Nitekim son dönem edebiyat tarihçilerimizden Nihad Sami Banarlı, “Tasavvuf edebiyatı, edebiyatımızı doğurmuştur. Türk edebiyatını vücuda getiren, geliştiren ve olgunlaştıran tasavvuftur.” diyerek bir bakıma bu hakikati ortaya koymuştur. Bu sebeple gerek sûfî şâirlerimiz, gerek klâsik ve halk şâirlerimiz, gerekse modern şâirlerimizin eserlerinde tasavvuf, tarikat, tekke ve sûfîlerle ilgili konu ve terimlere az veya çok rastlamak mümkündür. Hatta bazı şâirler, eserlerinde tasavvufî konulara yer vermekten öteye geçerek bizzat tasavvuf yollarına intisap etmiş ve bu mânevî iklimden de nasiplenmiştir. İşte,  modern Türk şiirinde tasavvufu içeriden kuşanmış nadir şair ve yazarlardan olduğu belirtilen Abdurrahman Cahit Zarifoğlu’dur.

Konumuza geçmeden önce hemen ifade edelim ki Zarifoğlu’nun tasavvuf yönüyle ilgili olarak 12.07.2003 tarihinde “Cahit Zarifoğlu’nun Şiirlerindeki Tasavvufî Unsurlar Üzerine Bir Yaklaşım Denemesi” başlıklı bir makaleye başlamıştık. Ancak o tarihlerde İstanbul’da ziyaret edip sohbetinden müstefid olduğumuz meşhur hikâye yazarımız ve geniş ufuklu düşünce adamımız Mustafa Kutlu’nun sözleri, böyle bir çalışmayı ilerleyen zamanlara bırakmamıza sebep oldu. Şöyle ki Kutlu, “O konuyu herkes yazabilir, çalışabilir, siz herkesin yapamayacağı konulara, tasavvufun klasik dönemleriyle, eserleriyle, şahsiyetleriyle ilgili çalışmalara ağırlık veriniz” deyince, biz de bu yol gösterici nasihate kulak vererek yolumuza devam ettik. Burada bir bilgiyi de paylaşmakta yarar var ki Cahit Zarifoğlu’nu 1987-88 yıllarında Zaman gazetesindeki yazılarından tanımaya başlamış, akabinde Mavera dergisinden takip etmiş, şiir kitabı Korku ve Yakarış’ı 1989 Mayıs’ında ve Şiirler’ini de 1989 yılı Temmuz ayında alıp okumuştum. 

2003 yılından bugüne kadar geçen yirmi iki yıla yakın zaman zarfında, Zarifoğlu’nun dikkat çeken tasavvufî yönü ve eserlerindeki dinî-tasavvufî unsurlar, temalarla ilgili birçok makale, tez, tebliğ, köşe yazıları vb. kaleme alındı, yayımlandı ve yayımlanmaya da devam edecek gibi görünüyor. Bu çalışmanın ortaya çıkmasına ise kıymetli tefsir akademisyeni ve İnsicam dergisi yayın yönetmeni Prof. Dr. Mustafa Özel Bey vesile oldu. Burada kendilerine teşekkür etmeyi bir borç biliyorum.

Bu güzel vesile ile Zarifoğlu’nun tasavvufî yönü hakkındaki söz konusu çalışmalara bir göz attığımızda dikkatleri celbeden bir konu ile karşılaştık: Zarifoğlu’nun Nakşbendîliği. Şöyle ki, onun kırk yedi yıllık hayatına baktığımızda büyük çoğunlukla Nakşbendî tasavvuf yoluna bağlı çevrelerle etkileşim ve iletişim halinde olduğunu görürüz. Hatta diyebiliriz ki, son devrin şâirleri arasında bu denli Nakşbendî sûfîleriyle, çevreleriyle ve kültürüyle hemhâl olmuş ikinci bir şair yoktur. Esasen Zarifoğlu’nun bu durumunu dört halka halinde ele almak mümkündür. İlk halkasını onun derviş karakteri oluştururken, ikincisini Nakşbendîlik yoluna bağlı dede, baba ve kayınpeder, üçüncü halkayı tasavvufla irtibatlı çevre ve sohbet halkaları, son halkayı ise Nakşî bir kâmil mürşide bağlanmayla sonuçlanan intisap oluşturmaktadır. Şimdi bu hususlara biraz daha yakından bakalım.

1. Derviş Karakter

1 Temmuz 1940 tarihinde Ankara’da dünyaya gelen Zarifoğlu’nun hüzünlü bir çocukluk geçirdiği, hayatının genelinde suskun bir insan olduğu, hiçbir vakit iki yüzlü olmadığı ve dürüst düşünen bir kişiliğe sahip bulunduğu bilinmektedir. Lise yıllarındaki yakın arkadaşı rahmetli şâir-yazar Alaeddin Özdenören’in şu ifadeleri bu durumu özetler mahiyettedir:

“Cahit’in en önemli özelliği ikiyüzlü olmayışıdır. Çok dürüst düşünürdü. Ödün vermezdi. Diğer önemli yanı hayata karşı çok dayanıklı idi. Diyebilirim ki, hayatın hiçbir aşamasından çekinmezdi. Açlık, sınıfta kalmak, istikbale ilişkin endişeler duymak gibi korkuları yoktu. Cahit’in bir diğer özelliği de kendi içine dönük ve kendi dünyasını yaşayan bir insan oluşuydu. Tartışmalara katılmazdı, konuşmazdı veya çok az konuşurdu. İndirgenemez bir yanı vardı Cahit’in. Sanırdınız ki, her şeye karşı ilgisiz bir tavır içinde. Fakat sonradan yazdıklarında görüyorduk ki, her şeyi dikkatle incelemiş, özümlemiş.”  

Zarifoğlu’nun yukarıda belirtilen yönlerinin şiirine de yansıdığını söyleyebiliriz. Nitekim son devir şâir ve yazarlarından Seyfettin Ünlü’ye göre Zarifoğlu’nun şiiri, onun bu suskun ve içe dönük yalnızlığından önemli ölçüde beslenmiştir. Onun yaşadığı bu yalnızlık, bir yönüyle halvete uzanan, bir yönüyle de “uzlet” kelimesinin anlamını içinde barındıran bir yalnızlıktır.

Zarifoğlu’nu tanımış olan devlet adamlarımızdan Prof. Dr. Beşir Atalay’ın şu ifadeleri, onun derviş tabiatını net bir şekilde ortaya koymaktadır: “Gönül sahibi derviş bir insandı. Çok hasbî idi. Hesapsızdı. Bana hep böyle geldi.”

Burada Zarifoğlu’nun çocukluk ve gençlik yıllarını geçirdiği Maraş’ın, tasavvufla ve tasavvuf kültürüyle iç içe olan bir şehir olmasının, başka şehirdeki velilerden birisinin evlerine misafir olduğunda söyledikleri de onun derviş tabiatlı bir şahsiyet oluşuna işaret etmektedir. Nitekim Zarifoğlu bir yazsında Maraş’la ilgili olarak:

Ve hatırlıyorum

Bir evliya geçmiş gibi

Uzun cübbe eteklerinin ısısı

Ve kokusu kokan sokakları

dizelerini söylerken, M. Fatih Andı ve Hüseyin Yorulmaz şu hadiseyi nakletmişlerdir:

Maraş’ın sokaklarında dolaşan evliyalardan biri, babası Niyazi Bey’in misafiri olarak bir gün evlerine gelmiştir. Cahit Zarifoğlu’na bakarak, “Bu çocukta iş var!” derler. Bu söz, babası Niyazi Bey’in dikkatini çeker ve bu sebeple çocuklarının dinî eğitimi üzerinde hassasiyet gösterir.

Zarifoğlu’nun kadim dostlarından biri olan rahmetli Ersin Nazif Gürdoğan (v. 2024) ise onu şöyle tanıtmaktadır: “Zarifoğlu, dervişçe hayatın erişilmez örneklerinden biriydi. Verene verildiği için vermeyi hayatının vazgeçilmez bir eylemi haline getirmişti. Çünkü o, öğrendiğine inanır, inandığını yapardı. İnandığı hiçbir şey hayatının dışında kalmazdı. Dünyadaki bütün insanların derdiyle ilgilenirdi.”

2. Nakşbendîlik Yoluna Bağlı Dede, Baba, Anne ve Kayınpeder

Sûfi duyarlığa sahip mizaçta olduğu anlaşılan Zarifoğlu’nun atalarının Orta Asya’dan Kafkaslar’a, oradan da Anadolu’ya göç ederek Maraş’a yerleşmiş aile olduğunu öncelikle belirtmek gerekir. Zarifoğlu’nun dedesi Nacar Mustafa Efendi, babası ise Niyazi Bey’dir. Nacar Mustafa Efendi, marangoz olup aynı zamanda Darendeli Nakşî-Hâlidî şeyhi Muhammed Hilmi Efendi (v. 1916)’ye bağlıdır. Zarifoğlu, dedesi Nacar Mustafa’nın dervişliğini bir şiirinde şöyle dile getirmiştir:

Birkaç beyit şiir.. dedem bırakmış

Bir derviş nacarmış

Çelik bileli uçlar yontu kalemleri

Gibi dizlerinin üstünde elleri

Edepli

Hudutsuz bir noktanın içinde kalp sesleri

Zarifoğlu notlarında dedesi Nacar Mustafa Efendi’nin söz konusu Şeyh Muhammed Efendi’nin bağlılarından olduğunu ise hikâye yollu şöyle anlatmıştır:

“Dedem Nacar Mustafa çok hasta olduğu bir gün oğlu babam Niyazi Bey’i çağırır ve eline bir şişe vererek, ‘Babamın çok selamı var, hasta, ilaç verecek misiniz?’ diyerek Darendeli Hacı Muhammed Efendi’ye (v. 1916) yollar. Çocuğun gelmesi ile Efendi ihvanları ile beraber murakabeye daldıktan sonra ‘babanın ilacı verildi’ der, şeyhinin himmeti ile Nacar Mustafa sağlığına kavuşur.” Burada Şeyh Muhammed Hilmi Efendi’nin uzun yıllar Maraş’ta irşad vazifesinde bulunduğunu, burada vefat ettiğini ve Şeyh Adil Kabristanı’na defnolunduğunu belirtelim.

Zarifoğlu’nun babası Niyazi Bey, 1913 yılında burada dünyaya gelmiştir. On sekiz yaşında öğretmenlikle başladığı memuriyet hayatı, Ankara Defterdarlığı’ndaki memurluk görevinden sonra hâkimlik ve avukatlık ile devam etmiş, dört evlilik gerçekleştirmiş. İlk iki evliliğini uzun süre sürdürememiş, üçüncü evliliğini Evliyazâdelerden Şerife Hanım’la yapmış ve bu evlilikten Sait, Abdurrahman Cahit, Fevziye ve Abid isimlerinde çocukları dünyaya gelmiştir. 1978’de vefat eden Niyazi Bey aynı zamanda Nakşî-Hâlidîlik yoluna mensup bir derviştir. Hatta Maraş’ta Nakşbendîlik yolundan, yukarıda ismi geçen Nakşî-Hâlidî şeyhi Muhammed Hilmî Efendi’nin halifelerinden Şeyh Âbid Efendi’nin vekâletini üstlenecek kadar tarikat yolunda bir yetkinliğe sahiptir;  bir ara onun yerine de vazife yapmıştır. Nitekim Zarifoğlu, Konuşmalar adlı eserinde babası hakkında “Rahmetli babam da Nakşiydi” sözlerini kullanmıştır.

Zarifoğlu’nun lise yıllarından yakın arkadaşlarından bir diğeri, Alâeddin Özdenören’in kardeşi, hikâye ve denemeleriyle tanınmış olan rahmetli yazar Rasim Özdenören’in verdiği şu bilgiler de Niyazi Bey’in takvâ sahibi, derviş bir kişiliğe sahip bulunduğunun, “kalem ve kalp ehli bir zat” olduğunun, tasavvuf ikliminden nasiplendiğinin bir göstergesidir: “O daima sakin, çelebi bir insandır. Geniş bir kültürü vardır; edebiyattan tasavvufa, fıkha kadar pek çok şeyi özümsemiştir. Hocaların, âlimlerin, âbidlerin, zahitlerin yer aldığı bir sülalenin halkadaki son örneklerinden biridir.” 

Fransızca’nın yanı sıra Arapça ve Farsça bilen, divan edebiyatına vâkıf olan, ezberinde birçok şiir tutan Niyazi Bey’in, ayrıca Cuma ve kandil gecelerine ayrı bir önem verdiği, çocuklarıyla bir araya gelerek bu geceleri ilahiler, mevlidler, Kur’ân-ı Kerim tilavetleriyle süslediği, seher vakitlerini zikirlerle geçirdiği nakledilenler arasındadır. Kaynaklar, Zarifoğlu’nun küçüklüğünde babasından öğrendiği bu uygulamayı ileriki zamanlarda kendi evinde de uyguladığını haber vermektedir.

Zarifoğlu’nun annesi Şerife Hanım da aynı şekilde Nakşbendîlik yoluna mensup bir dervişedir. Maraş’ta ilme karşı gösterdikleri hürmetleriyle tanınmış, tevekkül ve kanaatkârlıklarıyla isimlerinden söz ettirmiş Evliyazâdeler sülalesinden gelen Şerife Hanım, yukarıda zikredilen Nakşbendî şeyhi Âbid Efendi’den inabet almıştır. Rasim Özdenören’in “Kuşbakışı”adlı yazısında verdiği şu bilgiler, durumu detaylı bir şekilde gözler önüne sermektedir: “Anne Şerife Hanım Nakşî şeyhlerinden Âbid Efendi’den ders almıştır. Bu, daha çocukları dünyaya gelmeden önce olmuştur. Şerife Hanım virdlerini hiç ihmal etmez, günü gününe yapar. Sürekli Kur’ân okur. Bir yandan da çocuklarının eğitimiyle meşgul olur. Onlara alfabeyi evde kendisi öğretir.”

Zarifoğlu’nun teyzesi Duran Hatun’a burada değinmekte yarar görüyoruz. Zira Zarifoğlu, çocukluğundan bu yana sûfiyâne tutumunu gözlemlediği ve evlerine her ziyarete gelişinin sevinç doğurduğu bu teyzesinin kişiliğinden etkilenmiştir ki ne tutumunu gözlemlediği bu teyzesinin kişiliğinden etkilenmiştir ki Yaşamak adlı eserinde onu şöyle tanıtmıştır: “O çok değerli bir şeyi yaşatıyor bana. Zira onda gördüm tam anlamıyla : Ahirete aşinaydı. Öte dünyayı çok severdi. Doksana yaklaşan yaşında değil, onu bildim bileli böyleydi.”

Zarifoğlu’nun kayınpederi Mehmet Kasım Arvas Bey (v. 1979)’e gelince, onun 1926 yılında Van’ın Bahçesaray ilçesine bağlı Arvas (Doğanyayla) köyünde dünyaya geldiği, medrese tahsilini Bitlis Tatvan’da tamamladığı, yine Van’ın Gevaş ilçesinde Edremit mahallesinde imam-hatiplik ve müderrislik, 1952-1956 yılları arasında Gevaş’ın muhtelif köylerinde imam-hatiplik ve müderrislik ve 1956-1979 yılları arasında da Van İl Müftülüğü görevinde bulunduğu, ayrıca Nakşbendîlik tasavvuf yoluna müntesip olduğu bilinmektedir. Kasım Arvas’ın Seyyid Fehim Arvasî (v. 1895)’nin torunlarından ve Fehim Arvasî’nin halifelerinden Nakşî-Hâlidî şeyhi Seyyid Abdülhakim Arvasî (v. 1943) yeğenlerinden olduğu bilinmektedir. Onun Abdülhakim Arvasî’den el almış olabileceğini tahmin etmekteyiz.

Burada yeri gelmişken, Zarifoğlu’nun Kasım Arvas Bey’in kızı Berat Hanım’la evlenmesi üzerinde durmak istiyoruz. Zira bu evliliğe vesile olan şahsiyetler, Zarifoğlu’nun en yakın arkadaşları Rasim Özdenören, Mehmet Akif İnan ile Seyyid Abdülhakim Arvasî (v. 1943)’ye bağlı olan son devrin büyük şâir, yazar ve düşünce adamı Necip Fazıl Kısakürek’tir. Bu durumu, Zarifoğlu’nun eşi Berat Hanım şöyle anlatmaktadır:  

“Babamlarla Rasim Özdenören, Akif İnan sık sık görüşürmüş. Babam Ankara’ya gittiğinde onlarda kalırmış. Cahit Bey de askerden döndükten sonra babamın bu sohbet halkasına dâhil olmuş. Rasim Beyler Van’a gelirlerdi ve o zamandan Rasim Bey ve eşiyle tanışırdık. Babama Cahit Bey’le beni evlendirmek istediklerini Rasim Özdenören söylemiş. Babam da o zaman yine Van’a ziyarete gelen Necip Fazıl Kısakürek’e Cahit Bey’i sormuş, ‘Nasıl bir adamdır?’ diye. Necip Fazıl, ‘Eğer kızınızı verirseniz ben de düğün şâhidi olurum.’ deyip Cahit Bey’e kefil olduğunu söylemiş. Gerçekten de Necip Fazıl Van’a geldi, nikâh şâhidimiz oldu.” 

3. Tasavvufla İrtibatlı Çevre ve Sohbet Halkaları

Zarifoğlu’nun yukarıda ortaya koymaya çalıştığımız hususların yanında tasavvufî çevre, katıldığı sohbet halkalarının da genel itibariyle derviş kişiliğinin ve özel olarak da Nakşbendîliğinin ipuçlarını verir mahiyettedir. Şöyle ki, 1970’li yıllarda tasavvufa daha fazla ilgi duymaya başlayan Zarifoğlu, bir Nakşî-Hâlidî şeyhi Abdühakim Arvasî’nin müntesibi Necip Fazıl’la tanışmasını müteakip, onun sözlerinin etkisiyle tasavvufî çevrelerle daha içli dışlı olmaya başlamıştır. Zarifoğlu’na göre Necip Fazıl, “insanı gönül hücrelerine” yani öz varlığına yönelten bir kişiliğe sahiptir: “Necip Fazıl’ı on beş yirmi dakika dinleyen biri kendi dünyasının ne kadar küçük, değersiz olduğunu derinden anlar. Sohbetlerin, büyüklerin dizinin dibine oturmanın neler ifade ettiğini anlıyorum. Tasavvuftaki sohbet medeniyetini anlıyorum. ”Bu durum meyvesini vermiş olacak ki Zarifoğlu, Ankara’da sohbetler yapan ve daha sonra kayınpederi olacak Kasım Arvas’ın irşad halkasına dahil olmaya başlamıştır.

Zarifoğlu’nu tasavvuf halkalarına çeken bir başka şahsiyet de Halvet-Şâbânî şeyhi Maraşlı Ahmed Tâhir Efendi’nin müntesiplerinden İrfan Fethi Gemuhluoğlu (v. 1977)’dur. Zarifoğlu, İstanbul’da üniversite yıllarında onun bürosunda çalıştığı gibi, Ankara’da iken de sohbetlerinden nasiplenmiştir. Nitekim, insan kalbini güzel bir şekilde yorumlayan ve sürekli olarak kişinin gözlerinin yaşlı olması gerektiğini telkin eden Gemuhluoğlu, Zarifoğlu’nun iç dünyasına ve kendine doğru yaptığı yolculuğun temelini atmıştır. Zarifoğlu’nun, Fethi Ağabey’in vefatı dolayısıyla kaleme aldığı yazısındaki şu sözler, onunla olan irtibatının boyutlarını göstermesi bakımından oldukça önemlidir: “Fethi ağabeyle birlikte, zamanımızda ve yaşadığımız düzen içerisinde, zaten havuzuna giremediğimiz dervişliğin, sohbete, birilerinin önünde diz çökmeye bağlı medeniyetin büyük fırsatlarından biri daha gitti.”

4. Nakşbendî Bir Kâmil Mürşide Bağlanış ve Şiirlerinde Bunun İzleri

Necip Fazıl, Fethi Gemuhluoğlu’nun etkili sözleri ve Kasım Arvasî’nin sohbetleriyle dünyanın gelip geçici olduğunu ve bu gelip geçiciliği anlamlı kılacak olanın Hak dostlarıyla kuracağı muhabbetle olacağını anlayan, bundan dolayı bir kâmil mürşide bağlanma ihtiyacını derinden hisseden Zarifoğlu, 1975 yılında Makine Kimya Endüstrisi’nde çalışırken tanıştığı Mustafa Tuğlu vasıtasıyla, sohbet medeniyeti olarak tarif ettiği tasavvufa bir Nakşbendî bendesi olarak adımını atmıştır. Şöyle ki, Tuğlu’nun birkaç sene süren arkadaşlığının ardından Zarifoğlu’na yaptığı telkinler, onun, şeyhi Abdurrahim Reyhan Erzincanî’ye kapılmasına sebep olmuştur. Yakın arkadaşı ve aynı zamanda Erzincanî’nin bağlılarından biri olan Rasim Özdenören’in verdiği bilgiye göre Zarifoğlu’nun bu intisabı şu şekilde olmuştur:

“78 veya 79 kış mevsimi. Biz o tarihte günlük Yeni Devir’de yazı yazıyoruz. O günlerden birinde Cahit bana telefon açtı: ‘Rasim bu akşam erken gel. Bir yere gideceğiz.’ dedi. Ben de yazımı bitirip Akabe Kitabevi’ne gittim. Orada bekliyoruz. Cahit’e de bir şey sormadım. Akşam ezanı okundu. Yatsı da yaklaştı. ‘Cahit beni erken çağırdın gideceğiz diye, bir kıpırtı yok.’ dedim. ‘Bir arkadaşı bekliyoruz. O arkadaş gelecek, Mustafa Tuğlu, gelince çıkabiliriz.’ dedi. Ben, Erdem, Mustafa Tuğlu, Cahit, kitabevinin önünde taksiye bindik. Serin yağmurlu bir gün. Taksinin arka tarafında sağda Cahit, ortada Mustafa Tuğlu, solda ben, önde şoför mahallinde Erdem oturuyor. Ben gayri ihtiyarî Mustafa’ya, ‘Gideceğimiz şahıs Nakşî mi?’ dedim. O da ‘Evet.’ dedi. Fakat bu sorudan herhangi bir maksadım yoktu. Böylece Cebeci’de bir eve geldik. Kapıyı çaldık. Açıldığında bir sofradan kalkılmış, ortada, gençten veya orta yaştan bir zat, siyah sakallı, sofrada da oturan kâmil insanlar var. Beyaz sakallı insanlar var. Fakat ne hikmetse ‘Herhalde biz bu şahsı ziyarete gelmiş olmalıyız.’ dedim. Ben o şahsa yöneldim. Onunla musafaha ettik. O arada sofra falan kaldırıldı. O zatın sohbetini dinledik. Daha sonra öğreniyorum ki o zat, Abdurrahim Reyhan Efendi imiş. O gece Erdem Bayazıt ders aldı. Ben daha sonra Cahit’e, ‘Bizi oraya sen götürdün, Erdem ders aldı. Sen neden almadın?’ dedim. O da ‘Benim, kayınpedere sormam lazım. Onlar da ders veriyor. Acaba benim ondan izinsiz buraya intisap etmem doğru olur mu, olmaz mı onu kestiremediğim için danışmam lazım.’ dedi.”

Hemen ifade edelim ki aynı zamanda Nakşî-Hâlidî halifesi olan kayınpederi Kasım Arvasî karşısında çok edepli bir tavır takınan Zarifoğlu bu soruyu sorma cesaretini kendisinde bulamamış olacak ki arkadaşı Yüksel Yalçınkaya’nın yardımına başvurmuştur. Nihayet Arvasî’nin “Hepsi bir, sen de arkadaşlarının yanında ol!”diye izin vermesiyle Zarifoğlu, Abdurrahim Reyhan Erzincanî’den inabet almıştır.

Mustafa Tuğlu, hatıralarında Zarifoğlu’nun Abdurrahim Reyhan Efendi’ye bağlandıktan sonraki süreçte geçen bazı durumlara yer vermiştir ki şöyledir:

Abdurrahim Reyhan Erzincanî’nin Ankara’ya gelip, Mazhar Gürgen Bayatlı Bey’in Bahçelievler’deki evini teşriflerinin ilk akşamı Fehmi Kuyumcu Ağabey, 15-20 kişilik bir ihvan topluluğuyla birlikte beni de çağırdı. Türk edebiyatına damga vuran ve “Yedi Güzel Adam” diye anılan kişilerden Erdem Bayazıt, Rasim Özdenören, Cahit Zarifoğlu gibi şair ve yazarlarımız da bunların arasında bulunuyorlardı. Ertesi gün Cahit Zarifoğlu bana: “Mustafa, çok mutluyum.” dedi. Ben:

˗ Hayırdır Ağabey! deyince, o da:

˗ Mavera dergisinin ilk dört sayısından İngilizce özel bir sayı hazırlayıp dünyanın sayılı kütüphane veya kişilerine gön-dermeyi planlıyordum. Efendim’e de danışmak istiyordum. Dün akşam Efendim’e bu hususu henüz arz etmeden önce bana benim duyacağım kadar bir sesle “Allah sesinizi Mağrip’ten Maşrık’a kadar duyursun.” buyurdu. dedi. Daha sonra biz Cahit Zarifoğlu Ağabey’in “Başım Eğik Dilim Kapalı Gözler Kançanağı Anlamında” şiirinde bu anısını işlediğini gördük:

Eğer dualanmasaydı sesimiz

Eğer yaradandan o güzel ağız

Açık ve seçik dilemesiydi

Demeseydi Allah sesinizi Mağrip’ten Maşrık’a kadar duyursun

Düşünmezdim üzerinde

Binmezdim deli deli koşan küheylana

Cahit Zarifoğlu âşık meşrepli bir ağabeyimizdi. Hatme-i Hace’yi anlatan “Zahmet Vakti” şiiri de mürşidine bağlılığının bir göstergesidir:

Ağıt güzel vakitlerindendir

“Estağfirullaaaaah” ve işte böyle uzatarak

Kalbim aç

Etim yanık

Dünya diz çöktüğüm yer kadardır

Dizimin yanında bir diz

Sağdan bir, iki, üç, dört, beş, altı, yedi

Soldan bir, iki, üç, dört, beş, altı, yedi

Bir sana, bir sana, bir sana…

Avucunu aç, avucunu kapa

Dilini tut, aklını kravatın gibi çöz at

Şimdi bir damla gözyaşı, bir iri yakut

***

Aha Şeyhefendim

Aha yüreğim

Göz kapanır akıl susar susar akıl

İstersen haydi haydi haydi

Yeryüzünün bütün gümbürtülerini çağır

O, “Altı Üstü İnsanlığın” başlıklı şiirinde ise Nakşî-Hâlidî Abdulhâkim Arvasî’nin ismine doğrudan yer vererek ona yapılan kötü muameleye işaret etmiştir:

Oysa aynı Haliç Abdulhakim hazretlerinin

Ayağı altında nazarı önünde

Tahtı saadetinde

Berrak bir suydu

alıp götürdüler

Sarığını yere atıp tekmelediler

Haliç

O berrak su

Zehir kustu  

Zarifoğlu’nun Bir Değirmedir Bu Dünya adlı eserinde, Nakşbendiyye’nin terbiye metodlarından on bir esasla ilgili bazı açıklamalarda bulunduğu da görülür:

Tasavvuf ise demirin tavında dövülmesi… Kötü hasletlerden iyi hasletlere geçmek (Sefer ender vatan), zahirde halkla batında Hak’la beraber olmak (Halvet der encümen), her nefeste uyanık ve gafletsiz olmak (Hoşi derdem) ve fikrin dağılmaması için daima ayağının önüne bakmak (nazar ender kadem) müride, kalbinde daima Allah duygusunu hazır tutmayı öğreten terbiye metodları…”

Her gün düzenli olarak tarikat evradını çeken Zarifoğlu, Nakşbendîliğin toplu zikir usûlü olan hatm-i hâcegâna bir mürid olarak arkadaşlarıyla beraber Ankara’da Mavera Dergisi’nin bürosunda katıldığını, bu hatmeyi Nakşbendî şeyhi Ali Arincî (Solmaz)’ın bağlılarından Mehmet Akif İnan’ın yönettiğini ve şiirlerinde hatm-i hâcegâna değindiğini de belirtmek gerekir. Nitekim yukarıda geçen “Estağfirullaaaaah ve işte böyle uzatarak” diye başlayıp devam eden dizelerde buna temas vardır. Zarifoğlu’nun Nakşbendîlik yolunda uygulanan “nefy ü isbât=kelime-i tevhid” zikrine de bir şiirinde yer verdiği görülür:

Nefes var toprağın levhasında

Sağdan alınıp yukarıya sola ve engine:

KALBE

Yukarı sola ve aşağı

Verildikçe kondukça alan kalbe

Onun ayrıca bir Müslümanın okuması gereken eserler arasında ilmihallerden başka tasavvufî eserlerin de olması gerektiğini söylediği yazısında Nakşbendî yolunun büyüklerinin menkıbelerini içeren Fahreddin Ali Safî (v. 1532)’nin Reşehât-ı Aynu’l-Hayât adlı eserinin yer aldığını da burada zikretmek yerinde olacaktır:

Bizler için muhakkak ki en başta okunması gereken ve ölünceye kadar tekrar tekrar okunması gereken kitaplar ilmihallerdir. Ve insanımız İhya okur, Kimya-yı Saadet okur, Nimet-i İslâm, Ahmediyye, Reşehat okur. Velhasıl güzel, pek güzel şeyler okur.”

Ayrıca Okuyucularla adlı eserinde okurlarına tavsiye ettiği eserler arasında Nakşî-Hâlidî şeyhlerinden Muhammed Sâmî Erzincanî’nin halifelerinden Salih Baba’nın Dîvân’ı da vardır. Sâmî Erzincanî, Zarifoğlu’nun mürşidi Reyhan Efendi’nin silsilesinde yer alan bir zattır. 

Sonuç Yerine

Son devrin önde gelen şâirlerinden olan Abdurrahman Cahit Zarifoğlu’nun çocukluk çağından vefatına kadarki kırk yedi yıllık zaman dilimine baktığımızda, hemen her dönemde tasavvufla, sûfîlerle ve özellikle Nakşbendîlik yoluna mensup derviş yahut şeyhlerle yolunun kesiştiğini görürüz. Nitekim dedesi Nacar Mustafa Efendi, Darendeli Nakşî-Hâlidî şeyhi Muhammed Hilmi Efendi’ye bağlı iken babası Niyazi Bey ile annesi Şerife Hanım Muhammed Hilmi Efendi’nin halifelerinden Şeyh Âbid Efendi’ye mensuptur. Hatta babası, Âbid Efendi yerine vekâlet edecek düzeyde bir kemâle sahiptir.

Zarifoğlu’nun tasavvufla ve Nakşbendîlikle yollarının kesişmesinde Seyyid Abdülhakim Arvasî’nin bağlılarından meşhur şâir, yazar ve düşünce adamı Necip Fazıl Kısakürek’i ve Maraşlı Ahmed Tâhir Efendi’den el almış olan İrfan Fethi Gemuhluoğlu’nun katkısı da büyüktür. Necip Fazıl vasıtasıyla tanıştığı kayınpederi Kasım Arvasî Bey de aynı şekilde Nakşî-Hâlidîlik yolundan olup, müftülük vazifesinden başka bağlı bulunduğu yolun tasavvuf yolunun irşad hizmetlerini yürütmüştür.

Zarifoğlu’nun Nakşbendîlik yolundaki mürşidi ise iş arkadaşı Mustafa Tuğlu vasıtasıyla tanışıp kendisine intisab ettiği Nakşî-Hâlidî şeyhi Abdurrahim Reyhan Erzincanî’dir. Zarifoğlu, Erzincanî’ye intisabı ettikten sonra gerek şahsiyeti gerekse düşünce ve şiir dünyasında fevkalade değişiklikler yaşamış; yazı ve şiirlerinde tasavvuf ve tarikatlarla, sûfîlerle özellikle de Nakşbendîlikle ve mürşidi ile ilgili telmihlerin, temaların, terimlerin arttığı gözlemlenmiştir.

Velhâsıl, Zarifoğlu’nun hayatı, şahsiyeti, eserleri ve düşünce dünyası üzerine yapılacak çalışmalarda onun bu Nakşbendîlik yönünün göz önünde bulundurulması önem arz etmektedir. 

Kaynakça

Beyhan, İbrahim, Abdurrahman Cahit Zarifoğlu’nun Hayatından ve Eserlerinde Tasavvuf Etkisi, Yüksek Lisans Tezi, ŞÜ            LEE, Şırnak 2020.

Dostluk Üzerine-Fethi Gemuhluoğlu Kitabı, İz Yay., İstanbul 2014.

Demirci, Mehmet Ali, Gülden Bülbüllere Tasarruf, Reyhan Kültür Vakfı Yay., Ankara 2021.

Erken, Veysi, Erdem Bayazıt Kitabı, TYB Yay., Ankara 2009.

Gören, M. Tahir, Kahramanmaraş Evliyaları (Tabakâtü’l-Mer’aşiyye), Kahramanmaraş Büyükşehir Belediyesi Yay., Ankara 2022. 

Günaydın, Yusuf Turan, “Dervişlik Havuzu İçre Cahit Zarifoğlu’nun Tasavvufi Tutum ve Düşüncesi”, Hece Dergisi (Yedi Güzel Adam’dan Biri: Cahit Zarifoğlu Özel Sayısı),Haziran-Temmuz-Ağustos 2007, Sayı: 126-127-128, s. 96-114.

Öğüt, Nurşin Gökçe, Cahit Zarifoğlu’nda Dinî Kişiliğin Psikolojisi, Yüksek Lisans Tezi, HÜSBE, Şanlıurfa 2019.

Özdenören, Rasim, “Kuşbakışı”, Hece Dergisi, Haziran-Temmuz-Ağustos 2007, Sayı: 126/127/128, s. 14-37.

Özdenören, Rasim, Kalp Atışları ve Hatıralar, İz Yay., İstanbul 2024.

Sürgit, Büşra, “Cahit Zarifoğlu’nun Şiirlerinde Tasavvufun Görünüm Biçimleri”, Turkish Studies, Yıl: 2014, c. 9, Sayı: 3 (2), s. 1289-1308.

Yazıcılar, Süleyman Ragıp, Cahit Zarifoğlu’nun Eserlerinde Dini ve Manevi Unsurlar, Yüksek Lisans Tezi, MÜSBE, İstanbul 2013.

Zarifoğlu, Cahit, Bir Değirmendir Bu Dünya, Beyan Yay., İstanbul 1999.

Zarifoğlu, Cahit, Konuşmalar, Beyan Yay., İstanbul ts.

Zarifoğlu, Cahit, Şiirler, Beyan Yay., İstanbul 1989.

Zarifoğlu, Cahit, Yaşamak, Beyan Yay., İstanbul 1997.

Zarifoğlu, Cahit, Zengin Hayâller Peşinde, Beyan Yay., İstanbul 1999.