Belki bu sebeple, Cahit Ağabey’in Batı edebiyatının önemli şairlerinden biri olan Rilke’ye karşı “sanki bir sempatisi vardır”. Bunun için Rilke hakkında şöyle demiştir: ” .. Ben zaten onu tanımadan önce de, o vari yazıyormuşum”.
Ferman KARAÇAM

Cahit Zarifoğlu, en yakın arkadaşlarından, en uzak sanat ve edebiyatla ilgili kişilere varıncaya kadar herkesin kabul ettiği gibi, ülkemizin en zarif ve sanat yönü en güçlü olan şairlerimizden biridir.
Kalemi son derece velut, oldukça doğal ve akıcıdır.
Bir Temmuz bin dokuz yüz kırkta Ankara’da doğdu.
Baba tarafından Kafkasya’dan gelip Maraş’a yerleşen bir aileye mensuptur.
Babası Niyazi Bey hâkim, annesi Şerife Hanım ise Maraşlı Evliyazâdeler’dendir. Okuma yazmayı, resim yapmayı, Kur’an okumayı daha okula başlamadan annesi, anneannesi ve mahalle hocalarından öğrenmiştir.
Babasının görevi nedeniyle çocukluğu Silvan, Baykan, Siirt, Siverek, Kızılcahamam ve Ankara’da geçmiştir.
Siverek’te başladığı ilköğreniminin ardından ortaöğrenimini 1951’de döndükleri Maraş’ta tamamlamıştır.
Lisenin son sınıfında beklemeli olduğu sırada bir ilkokulda vekil öğretmenlik yapmıştır.
Pilotluk hevesiyle bir yaz boyunca Eskişehir’de Türk Hava Kurumu’nun uçuş kurslarına katılarak Millî Model Uçak B Sertifikası almıştır.
Alman Edebiyatı ile İrtibatı ve Onu Tanımadan O Vari Yazması
Yüksek tahsilini İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Alman Dili ve Edebiyatı Bölümü’nde uzun süren bir öğrenciliğin ardından tamamlar ve 1967 ile 1973 yıllarında Almanya’ya giderek Goethe Enstitüsü’nün dil kurslarına devam etti. Bu süreçte belli başlı Avrupa şehirlerini de dolaşır.
Belki bu sebeple, Cahit Ağabey’in Batı edebiyatının önemli şairlerinden biri olan Rilke’ye karşı “sanki bir sempatisi vardır”.
Bunun için Rilke hakkında şöyle demiştir: “ .. Ben zaten onu tanımadan önce de, o vari yazıyormuşum”.
Aslında iki ünlü şairin de birbirlerine hem benzerlikleri hem de farkları vardır. Zarifoğlu, annesini çok erken yaşlarda kaybeder ve annesizliğin acısını, kaybını yaşar, bu acıyı şiirlerine de yansıtır. Bu derin acı, onun şair ruhuyla birleşince, daha hayattayken hem şiirde hem diğer edebi eserlerde ve hem de yaşantıda imrenilecek bir zirveye oturtur.
Ve nihayet zirvedeyken dünyaya veda eder.
Ötekinin annesi, Prag’ın en soylu ve en zengin ailelerinden birinin kızıdır; çocuğunu da bir erkek gibi değil, bir kız gibi giydirir ve kız gibi yetiştirir.
Bu şair de kendisine yaşatılan çelişkilerin derin acılarını, korku ve dramını yansıtır şiirlerine. Fakat Rainer Marie, ne evliliklerinde ne de bekâr hayatında düzenli bir çizgi tutturamamıştır.
Batı edebiyatının en özgün şairlerinden biri olan Rilke’nin içtenlik ve zengin müzikli şiirleri dışında, inişli çıkışlı, bunalımlı 51 yıllık ömrün en büyük hasılası ise 1910 yılında Fas seyahatinden sonra Kur’an-ı Kerim’in Peygamber Efendimize indirildiğine dair yazdığı şiirdir.
Muhammed’in (s.a.v.) Yalvarması başlıklı şiirinden Melahat Toygar çevirisiyle bir kuple alacak olursak Rilke, Efendimizin Cebrail (a.s) ile Hira Mağarasındaki ilk karşılaşmasını şöyle bitirir:
Okumuşluğu yoktu, fazla gelirdi ona da
Bilginlere de görmek sözün böylesini.
Melekse emredercesine gösteriyordu
Levhasına yazılanları yalvarana
Gösteriyor ve istiyordu tekrar: Oku
Okudu O da: Öyle ki Melek hayrandı.
Çoktan okumuş denirdi artık ona
Yapabilendi O, kulak veren ve yapandı.
Böylelikle denebilir ki, Cahit Zarifoğlu’nun şiirinde ve sanatındaki içsellik boyutunda, bir bakıma yolu Rainer Marie Rilke ile kesişir. Yer yer, ilk kitabında görülen “tahkiye”, ikinci şiir kitabı Yedi Güzel Adam’ın destansı bir tona bürünen dili içinde belirgin hale gelir. Bu şiirlerdeki “iri ve adaleli erkek figürü”, estetik bir halde şekillenir. Onun sanatında, fiziksel irilik ve seçkinlik; mânevî güç, aşk gibi içe ait değerlerin de bir ifadesidir.
Menziller’de ise, başlangıçtaki psikolojik yoğunluğun kısmen gevşeyerek rahatladığı şiirleri yer almaktadır.
Son şiir kitabı Korku ve Yakarış’ta, şairin özlü bir söyleyişe ulaştığı, ilk şiirlerindeki içselliğin toplumsal sorumluluk boyutuyla da birleşen mânevî bir kıvama kavuştuğu görülmektedir.
1962 Yılında İstanbul’da Sezai Karakoç’la Tanışır
Zarifoğlu, öğrencilik yıllarında İstanbul’da gazetelerde sekreterlik, bazı kurumlarda çevirmenlik gibi işlerde çalıştı.
İstanbul’da özel bir lisede Almanca öğretmenliği yaptı. 1973’te Sarıkamış’ta başladığı askerliğini, 1974 Kıbrıs Barış Harekâtı’nın ardından gönderildiği Kıbrıs’ta tamamladı. Dönüşte, Ankara’da Türkiye Radyo ve Televizyon Kurumu Genel Müdürlüğü’nde çevirmenliğe başladı.
Radyoda görevi, raportör, araştırma görevlisi, uzman ve şef olarak sürdü.
1983’te İstanbul’a taşındı.
Zarifoğlu, Maraş Lisesi’nde okurken edebiyatla ilgilenen bir arkadaş grubuna dâhil oldu. Erdem Bayazıt, Mehmet Akif İnan, Rasim Özdenören ve Alaeddin Özdenören gibi ileride şair, hikâyeci ve yazarlar çıkaracak bu gruptaki arkadaşlarıyla Hamle adlı okul dergisini yeniden çıkardı.
1962 yılında İstanbul’da Sezai Karakoç’la tanıştı.
Yeni İstiklâl gazetesinin sanat-edebiyat sayfalarında Abdurrahman Cem adıyla şiirler yayımladı.
Bu arada şunu da ifade edelim: Cahit Zarifoğlu’nun ön adı Abdurrahman’dır; bu sebeple bu adı bazen mahlas olarak kullanmıştır.
Cahit Ağabey, şiirleriyle Diriliş, Yeni Dergi, Soyut, Türk Dili ve Papirüs gibi dergilerde göründü.
Edebiyat dünyasında tanınmaya başladığı bu yıllarda ilk kitabı İşaret Çocukları’nı çıkardı.
Diriliş’te yazmayı sürdürürken, 1969’dan itibaren Ankara’da Nuri Pakdil’in çıkardığı Edebiyat dergisinde bazı ürünleriyle yer almaya başladı. Bu derginin yayınları arasında şiir ve hikâye kitapları çıktı. 1976’da arkadaşları Rasim Özdenören, Erdem Bayazıt, Alaeddin Özdenören’le beraber Mavera dergisini kurdu. Bu verimli yeni çalışma döneminde derginin yönetimine katıldı, gençlerle yazışmalar yaptı, şiir ve yazılarını yayımlamayı sürdürdü. Dergiyle birlikte kurdukları Akabe Yayınları arasında şiirleri ve günlükleri kitap haline getirildi. Ardından çıkan çocuk kitapları eklendi. Yönelişler, şiirlerinin yayımlandığı bir başka dergi oldu. 1984’te Türkiye Yazarlar Birliği’nce kendisine çocuk edebiyatı dalında ödül verildi. İslâm coğrafyasının değişik bölgelerinde Müslümanlara uygulanan zulüm ve baskılar, yaşanan acılar, savaş ve ölümler karşısındaki tepkileri, şiir ve yazılarına yansıdı. Bir taraftan da Yeni Devir, Millî Gazete gibi gazeteler, İslâm, Kadın ve Aile, Gülçocuk dergilerinde de Ahmet Sağlam, Zarifoğlu, Vedat Can gibi müstear adlarla yazılar yazdı. Son şiirlerinden birkaçı Yedi İklim dergisinde çıktı. Son şiir kitabıKorku ve Yakarış yayımlandığında şair olarak ününün doruğundaydı. Yakalandığı pankreas kanserinden kurtulamayarak 7 Haziran 1987’de vefat ettiğinde İstanbul Radyosu’nda denetçi idi.
Çocuklara Olan Sevgisi İmrenilecek Boyuttaydı
Cahit Ağabey ile benim yüz yüze tanışmam, 1980’li yılların başlarında oldu. Fakat onun çocuklara olan ilgi ve sevgisini, vefatından sonra bizzat yaşayarak daha iyi anladım. Zira onun, çocuklarının her biriyle yakından ilgilenmeye çalıştığına şahit oldum.
Vefatında çocukları küçücüktü; bu sebeple evlerine sık sık gittim.
Yapabildiğim kadarıyla onlara amca, dayı ve ağabey olmaya çalıştım.
O sırada GülÇocuk dergisini çıkardığımız için, en büyük çocuğu olan Betül’den şiirler ve bazı yazılar alıp dergide yayımlıyordum.
Sanırım Betül henüz 10-12 yaşlarındaydı.
Zarifoğlu’nun eşi Berat Hanım, Cahit Ağabey’in kendi çocuklarıyla alakalı şiirleri ve günlükleri verdiğinde hem gıpta hem de ilgiyle okumuş ve ilk defa bir babanın, çocuklarının her anını kaleme aldığı satırlarla karşılaşmıştım.
Mesela, günlüklerde çocuğunun gülüşünü, jestini, mimiğini, yeni konuşmaya başlarken çıkardığı kelimeleri, yürümeye çalışırken düşüp kalkmalarını, en ince detaylara varıncaya kadar izleyip yazmış.
Bu ilgi, gerçekten imrenilecek bir meziyetti.
Cahit Zarifoğlu’nun özellikle bir çocuk edebiyatı disipliniyle yazdığı iddiasında olmamasına rağmen, yazdıklarının bugün de sayılı çocuk edebiyatı eserleri arasında yer bulduğunu söylemeliyim.
Kendisinin de ifade ettiği gibi, ondaki çocuk duyarlığı, kendi yaşadıklarının ve tecrübelerinin doğal akışı ile hayat bulmaktadır.
GülÇocuk dergisini çıkaracağım zaman ilk istişare ettiğim kişi, Cahit Zarifoğlu olmuştu.
O sırada Harbiye’deki TRT İstanbul Radyosu’nda çalışıyordu.
Telefon ettim, konuyu açtım, onun iş yerinde buluştuk. Epey bir süre konuştuktan sonra, ‘Yürek Dede ile Padişah’ı adlı çizimli çocuk romanı olarak GülÇocuk dergisinde yayımlama konusunda anlaştık. Ayrıca, dergiye her konuda destek vereceğini, yazı, şiir, danışmanlık anlamında neye ihtiyaç varsa, derginin hayat bulması ve devam etmesi için elinden geleni yapacağına dair söz verdi ve öylece başladık.
GülÇocuk‘un gerçekten çok beğenilen, okunan ve takdir edilen bir mevkute olarak matbuat tarihimizde yer almasında Cahit Ağabey’in emeği çoktur. Ayrıca GülÇocuk’ta; M. Ruhi Şirin, Hasan Aycın, Mustafa Özçelik, Serdar Yakar, Mevlana İdris, Erol Erdoğan, Nuri Kahraman, Kemal Kahraman, M. Ahmet Varol, Hamit Yüksek, A. Vahap Akbaş, Vehip Sinan, Salih Koca, Ramazan Erkut, Ayhan Bal gibi yazar, çizer, mütercim ve şairlerle birlikte güzel bir yazı, muhteva ve destekçi ekibimiz de vardı.
Derginin birçok bakımdan tez konusu özelliği taşıdığını ve sanırım Çanakkale Üniversitesi’nden genç bir arkadaşımızın böyle bir girişim yaptığına dair bir bilgiyi de eklemem gerek.
Ayrıca dergimizin çıkarılmasında esas irade sahibi olan rahmetli Mahmud Esad Coşan Hocaefendi’yi, emekleri ve gayretleri olan Raşit Küçük Hoca’yı, Yusuf Yazar ve Yılmaz Bayat Bey’i minnetle ve şükranla anıyor, merhum olanlara rahmet, yaşayanlara uzun ve hayırlı ömürler diliyorum.
GülÇocuk dergisi, Türkiye’nin çocuk dergiciliği konusunda ilkleri ortaya koymasının yanı sıra, önemli şair, yazar ve çizerlerin eserlerinin de meydana çıkmasına vesile olan yerli ve milli bir değer olduğunu ifade etmeliyim.
Dergideki içeriklerin Türkçe dışında Arapça, İngilizce ve Fransızca yayımlandığını, fıkra, mektup ve muhtelif yazılara da yer verdiğimizi, bunun için yurt dışından çok sayıda geri dönüş aldığımızı ve iki de kitap çıkışına vesile olduğunu hatırlatmalıyım.
Okur Çocuk Yayınları arasında yayımladığımız ‘Dünya Çocuklarından Mektuplar’ eserinin temelleri, bu dönüşümlere dayanır.
Ayrıca Zarifoğlu’nun önemli eserlerinden biri olan Yürek Dede ile Padişah da Vefa Yayıncılık tarafından bir kitap olarak basılmıştır.
Eğer bulunuyorsa ne ala; ama bulunmuyorsa, yeniden basılıp bugünün çocuklarına sunulmasının faydalı olacağını söyleyebilirim ve doğrusu bunu çok isterim.
Zarifoğlu, Dili Zarif ve Zengin Olan Bir Kültür Adamıdır
Zarifoğlu’nun önemi ve değeri; sadece zarafetinden, dilindeki zenginliğinden ve ayrıca çocuk edebiyatına olan ilgisinden değil, aynı zamanda şiiri, duyarlığı, günlükleri, makaleleri, mektupları, gençlerle olan diyaloğu, Cumhuriyet dönemi yazar ve şairler arasındaki nezih ve istisnai yerinden ve en önemlisi de onun değerli bir kültür adamı olmasından kaynaklanmaktadır.
Ayrıca onun doğallığı, hala çok okunuyor ve tanınıyor olması, samimi bir Mü’min olmasındandır.
Zarifoğlu, çocuklara olan yakınlığı kadar, hayvanları da son derece doğal, içinden geldiği gibi ve onlara da yakınlık duyarak yazdı.
Aslında onun epeyce bir dervişçe yanı, Yunus Emre fıtratı vardı; hani şu “yaratılanı yaratandan dolayı seven” fıtrat”.
Ölümünün ardından şairler, yazarlar ve bilginlerin de katıldığı bir cenaze merasimiyle Beylerbeyi Küplüce Mezarlığı’nda toprağa verildi. Ardından şiirler yazıldı, eski geleneğe uyularak ölümüne tarih düşürüldü.
Cahit Zarifoğlu’na şiiri için elverişli bir dilin kapısını açan İkinci Yeni şairleri olmuştur; kişiliği üzerinde belirleyici rolü Necip Fazıl Kısakürek ve Sezai Karakoç oynamıştır.
Şiir tekniği bakımından belli bir şaire bağlanamayacak olan Zarifoğlu, daha ilk şiirlerinde kendi sesini bulmuş, kendi kuşağı içinde şiirde yapı sorununu en iyi kavramış bir şair olarak görülmüştür. Nitekim ölümünün ardından yazılan bazı yazılarda “Bir gün keşfedilecek özel bir ada” diye nitelenmiştir.
Zarifoğlu’nun ilk kitabı olan İşaret Çocukları’nda yer alan şiirlere çevresindeki tabiat öğeleri, hayatta gözlediği her türlü canlılık belirtisi, kımıldanış ve kıpırtılara ilaveten, masumiyetin birer simgesi olan su, ağaç, anne, çocuk gibi şaire verdiği hayret duygusuyla girmiştir.
Bu özellikleriyle şiirleri, yaşamaya dayanak olan yeni bir hikmetin arandığı, yer yer de hikmet özlerinin yakalandığı şiirler olarak değerlendirebiliriz.
Yedi Güzel Adam’la aynı verim evresinin eseri olan İns’te Cahit Ağabey’i, bir kültür mirası devralmamış, henüz kendisine kelime de verilmemiş ilk insanı, yaratılıştaki gizli sebebi araştırarak yeryüzünde hayret ve merakla yürürken buluruz.
“Ne çok acı var!” cümlesiyle başlayan Yaşamak adlı günlükleri, Türk edebiyatında bu türde yazılmış en orijinal eserlerden biridir.
Zarifoğlu, Savaş Ritimleri adlı romanında Afganistan’ın işgal günlerini on dört yaşındaki bir çocuğun ağzından anlatmaktadır. Ölümünden sonra yayımlanmış olan, bir savaş pilotunun romanı olan Anne’de derin psikolojilerle iç içe geçmiş bir uçma serüveni anlatılır. Çocuk romanlarında insanî değerleri ve sorunları hayvanlar dünyasına aktararak hem çocukların hem de yetişkinlerin kendilerine göre tatlar bulduğu bir dil ve anlatım oluşturmaktadır.
Edebiyatımızın en önemli değerlerinden biri olan, ailesiyle, çocuklarıyla yakından tanıştığımız ve kendisiyle röportajlar yaptığım, hatta bir süre “dergilerde” de birlikte çalıştığımız A. Cahit Zarifoğlu Ağabeyimi, vefatından 38 yıl sonra anan İnsicam Dergisi’ne ve hassaten Mustafa Özel Beye teşekkür ediyorum.
Cahit Ağabeyime rahmet ve Rabbimizden mağfiret diliyorum.
Mekânı cennet, makamı âlî olsun, Efendimize (s.a.v.) komşu olsun, güzel insan ve güzel dostumuz.
Ve nihayet o naif ruhlu Zarif Şairimizin kendisini tanımladığı, betimlediği bir şiiri ile, Sultan’la bitiriyorum.
Sultan
Seçkin
Bir kimse değilim
İsmimin baş harfleri acz tutuyor
Bağışlamanı dilerim
Sana zorsa bırak yanayım
Kolaysa esirgeme
Hayat bir boş rüyaymış
Geçen ibadetler özürlü
Eski günahlar dipdiri
Seçkin bir kimse değilim
İsmimin baş harflerinde kimliğim
Bağışlanmamı dilerim
Sana zorsa yanmaya razıyım
Kolaysa affı esirgeme
Hayat boş geçti
Geri kalan korkulu
Her adımım dolu olsa
İşe yaramaz katında
Biliyorum
Bağışlanmamı diliyorum
(Şiirler, Beyan Yayınları, İstanbul Şubat 2021, 24. Baskı, syf. 531)