Diyelim Aşk İle “Bismillâhirrahmânirrahîm”

“Önce besmele

En güzel kelime”

Cahit Zarifoğlu

Ali ÖZTÜRK

Prof. Dr., İstanbul Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Türk İslam Edebiyatı Ana Bilim Dalı

Süleyman Berk, Celî Sülüs Oklu Besmele

Besmele, kısaca bismillah sözcüğünün, biraz uzunca bismillahirrahmanirrahim (Rahmân ve Rahîm olan Allah’ın adıyla) cümlesinin kısaltılmış şekli olarak dilimize Arapçadan geçmiştir. Her ne kadar birebir karşılığı olan müstakil bir kelime olmasa da delâlet ettiği manaya insanların âşinalığı ve telaffuz kolaylığıyla Türkçede herkesçe bilinen ve sık kullanılan kavramlardan biri hâline gelmiştir. Besmele öncelikle bir dinî tabirdir ve meselenin gerek Kur’ân âyeti oluşu gerekse dinî hükmü ile ilgili tefsir külliyatında ve fıkıh literatüründe hayli malumat vardır. Ancak biz makalemizde ihtiva ettiği engin anlam katmanlarının bir tezahürü olarak medeniyetimizin bir temel kavramı hâline gelen “besmele”yi ele alacağız. Şüphesiz dil, kültürün taşıyıcısıdır. Dinî kültürün taşıyıcısı da zaman içinde gelişen “din dili”dir. 

Besmele yukarıda da belirtildiği gibi aslında “bismillâh” sözcüğünün dile kolay gelen bir ifade biçimidir. “Bismillah” kelimesi ise en yalın anlamıyla, “Allah’ın adıyla” demektir; İslam dini terminolojisindeki “Bismillahirrahmanirrahim” cümlesinin kısaltılmış şeklidir. Kısaca besmele olarak da andığımız bu ifade, Kur’ân-ı Kerîm’de Neml Sûresinin 30. âyetinin son kısmıdır. Süleyman aleyhisselâmın Sebe kraliçesine yazdığı mektubun Rahmân ve Rahîm olan Allah’ın adıyla başladığından bahsedilmektedir. Tevbe sûresi dışındaki Kur’ân-ı Kerîm’deki diğer sûreler besmele ile başlar. 

Bir Müslüman için besmele, hayatın en önemli kavramlarından biridir. Her işin başında dilinden eksik olmayan ve sürekli Yaratıcı ile bağ kurduğu, Kendisinden hayır-bereket umduğu bir kavramdır. Müslümanların ibadetlerinde olduğu gibi ibadet haricinde dinen yasak olmayan sıradan işlerine de besmeleyle başlaması istenmiştir. Bir Müslümanın günlük hayatı yatağından doğrulurken besmeleyle başlar ve bütün işlerinde besmeleyle devam eder. Eve girip çıkarken, vasıtaya binerken, işbaşı yaparken, yer-içerken, yürürken ilk söz, hep besmeledir. Hatta Müslüman toplumda yaşayan gayrimüslimlerde dahi bu ve benzeri kavramların kültürel alışkanlık olarak kullanılmaya devam ettiği görülmektedir.

Hayatın içine bu kadar nüfuz etmiş bir kavramın etrafında kültür oluşması kaçınılmazdır. Ve bu kültür, dil ve edebiyat başta olmak üzere sosyal hayatın bütün alanlarında kendini aksettirir. Din ve dine dayalı kültürün birbirinden ayırt edilmesi gerekir. Dinin bizatihi özüne ait olmayan ama o özden beslenen unsurlar, dinin kültüre yansıması olarak kabul edilir. Bu unsurlar zamana, coğrafyaya, iklime ve diğer beşeri faktörlere bağlı olarak farklılık gösterebilir. Söz gelimi ibadet mekânı olarak mescit, Kur’ân-ı Kerîm kaynaklı bir kavram iken, tarih, coğrafya, iklim, teknoloji vb. farklılıklara göre yeryüzünde yüzlerce cami formuna hayat vermiştir. Minare ve ezanı da böyle düşünebiliriz. Başlangıçta ezanın duyulmasını sağlayan yerden biraz yüksek mevki veya yapılar, daha sonradan mimari unsurların müdahalesiyle minare olarak isimlendirilen estetik dinî birer simgeye dönüşmüştür. Ezan namaza çağrı aracıdır; ancak ezanın namaz vaktine göre şu ya da bu makamda okunması dinin bir emri değil, zaman içerisinde gelişen dinî musiki kültürüyle ilgilidir.

Konumuza dönecek olursak işe başlarken besmeleyi ihtiva eden sözcükleri doğru telaffuz edilmesi ve bunun bir alışkanlık hâline getirilmesi gerekliliği elbette ki tartışılamaz. Ancak manevi değer yüklü, doğrudan nasslara dayalı bu lafızlardan yeni başkaca kavramlar türemiştir ki kimi dinî ıstılah hâline gelmiş, kimi atasözü ve deyimler içerisinde anlam kazanmıştır. “İnşallah”, “maşallah”, “estağfirullah”, “Fesuphânallah”, “Allahuâlem” gibi kavramların dinî nasslara dayanması, onların kültürel birer ifade biçimleri olarak görülmesine engel değildir. Zira bu kavramların dinî referanslara aykırı olmamak kaydıyla farklı söz kalıpları içerisinde kullanılmasından kaynaklı anlam zenginleşmesine uğraması dinamik kültürün bir sonucudur. Sözgelimi Bismillah demek yerine çoğu kez besmele çekmek tabirini kullanırız. Besmele ismi için çekmek fiili münasip görülmüştür. Farsça birleşik isim olan “besmele-keş” de besmele çeken anlamındadır. Besmele çekmek mecâzî anlamda bir işe başlamak demektir. Esnaf ağzında “bismillah çekmek” siftah etmek anlamına gelir. Balıkçı terminolojisinde “vira bismillah…” şeklinde ifadesini bulmuştur. Sadece işe başlarken değil korku ve şaşkınlık hâlinde de “bismillah” demek bir ünlem sözü olarak dilimizde yer etmiştir. “Besmelesiz” kavramı ise uğursuz ya da gayrimeşru çocuk anlamında gelen bir hakaret sözü olarak kullanılmaktadır. Günümüzde çok kullanılmasa da bismillah kavramından Farsçaya “Bismil” olarak geçen, Türk halk ağzında da “mısmıl” ya da “mismil”e dönüşen kelimeyle de besmeleyle kesilmiş, yani murdar olmayan temiz hayvan kastedilmiştir. Eski metinlerde rastlanılan “bismilgâh” veya “bismilgeh” kelimesi de hayvan kesilen yer olan mezbaha anlamına gelmektedir.1 Bismillah yazarken sin harfinin besmeleye mahsus normalden uzun biçimde çekilerek yazılmasına bir hat terimi olarak “besmele oku” tabir edilmiştir.2

Eğitim tarihimizde mektep çağına gelen çocukların hocanın önünde ilk olarak besmele çekmesi seremonisini ifade etmek üzere “bed’-i besmele” terkibi kullanılmıştır ki bu törene halk dilinde “besmele cemiyeti” veya yaygın adıyla “âmin alayı” denilmiştir.3 Edebiyat tarihimizde bütün mensur eserlerin ilk önce “besmele”, “hamdele” (Allah’a hamd) ve “salvele” (Hz. Muhammed’e salat ve selam) ile başlaması âdet haline gelmiştir. Sadece besmelenin faziletinden bahseden Besmele tefsirleri, Besmele risaleleri, Besmele şerhlerine dair yazılan eserler önemli bir literatür oluşturmaktadır. Türk edebiyatında divan ve mesnevilerin başlarında bir mısra, beyit ya da kimi zaman manzumenin tamamı besmeleye hasredilmiştir.4

Altı asırdır halkımızın gönlüne taht kurmuş olan Süleyman Çelebi (ö. 1422) mevlid olarak tanınan Vesîletü’n-Necât isimli eserine:

“Allah adın zikredelim evvela

Vacip oldur cümle işte her kula”

mısraları ile başladığı muhteşem şiiri âdeta bir “besmele” manifestosudur. 

Yazımıza başlık olarak aldığımız cümle, Zâtî’nin (ö. 1546),

 

“Eydelüm aşk ile bismillâhi Rahmâni’r-rahîm

 Başı üzre yer ediptir ona dîvân-ı kadîm” 

matla beyti ile başlayan 41 beyitlik Tevhid Kasidesinin ilk mısraından mülhemdir. Kasidenin tamamı, besmelenin bir nevi şerhi mahiyetindedir. Besmelenin faziletleri bir bir sayılmış; Bismillâhirrahmânirrahîm cümlesi harf harf açıklanmıştır. Zâtî bu şiirinde besmeleyi güzel bir anahtara benzetmiş; nimet kapılarını açmak isteyenlerin bu anahtarı dilden düşürmemeleri gerektiğine dikkat çekmiştir: 

Dâima düşürme dilden anı hoş miftâhdır

Ey gönül etmek dilersen feth-i ebvâb-ı na‘îm5

Bu beyitte dil kelimesinin telaffuz organı manasının yanı sıra kilidin açma kapama işlevini yerine getiren küçük parçası anlamında tevriyeli kullanıldığı da göz ardı edilmemelidir. XVl. yüzyılın ünlü halk şairi Pîr Sultan Abdal da besmele için kapı-anahtar metaforunu kullanmıştır:

Nûrdan imiş Muhammed’in yapısı

Bismillâhsız açılmıyor kapısı6

Hilye sahibi Hakânî Mehmed Bey (ö. 1606), dinî edebiyatımızın en güzel besmele şiirlerinden biri olan ilk manzûmesine, 

“Besmeleyle edelim feth-i kelâm

Feth ola tâ bu mu‘ammâ-yı benâm7

mısralarıyla başlar. Sözü Allah’ın adıyla açalım, ta ki anlaşılması zor müşküller hâlledilsin, demektir. 21 beyitlik bu mesnevi, dinî edebiyatımızın en güzel besmele şiirlerinden biridir. 

Hülâsa etmek gerekirse besmele, her şeyden önce mefhum olarak Allah kelâmıdır. Bununla birlikte yüzyıllar boyu kültürel dokumuzun kılcallarına kadar nüfuz etmiş, kullanıldığı yere göre zengin çağrışımlara ve anlam katmanlarına sahip olmuş bir ifadedir. Her an bir yerlerde gözümüze çarpma ya da kulağımızda çınlama potansiyelini barındırmaktadır. Kâh bir çeşmenin alınlığında, kâh bir dükkânın giriş kapısında karşımıza çıkabilir. Bazen bir leylek motifi olarak yansır hattatın divitinden, bazen de dilnüvaz ninni olarak dökülür kadife sesli bir annenin dilinden. Sözün özü, besmele hem dinî bir vecibe olarak dilimizde ve gönlümüzde yaşayacak hem de kültürel bir öğe olarak dış dünyamıza yansımaya devam edecektir biiznillâh. Son sözü Necip Fazıl’a bırakalım:

“Besmele, yalnız Allah’a dayanılarak yapılan işin, vazifenin açış formülüdür ve mana, hikmet, güzellik, gerçeklik, tesir, tembih bakımlarından hiçbir dinde böyle bir anahtar mevcut değildir.”


1 İlhan Ayverdi, Kubbealtı Lugatı “besmele” sözcüğü.

2Mehmet Zeki Pakalın, Osmanlı Tarih Deyimleri ve Terimleri Sözlüğü, “Besmele”, c. 1, s. 210.

3bknz. Mustafa Uzun, “Besmele” (Kültür ve Edebiyat), TDV İslam Ansiklopedisi, c. 5, İstanbul 1992, s. 538-540.

4Türk Edebiyatında besmele ile ilgili başlıca şu eserlerden istifade edilebilir: Hamiye Duran, Besmele Tefsiri (Şerh-i Besmele) Hünkâr Hacı Bektaş-ı Velî, TDV Yayınları, Ankara 2007, s 17-26; Müberra Gürgendereli, Türkçe Mesnevilerde Besmele Şiirleri, ABM Yayınları İstanbul 2010;  Kemal Yavuz, “Türk Hayat ve Şiirinde Besmele”, Prof. Dr. Mustafa Çetin Varlık Armağanı, KTB Yayınları: 15, İstanbul 2013, s. 214-245.

5Orhan Kurtoğlu, Zâtî Dîvâni (Gazeller Dışındaki Şiirler), Kültür ve Turizm Bakanlığı (e-kitap) Yayınları, Ankara 2017, s. 42.

6Cahit Öztelli, Pir Sultan Abdal Yaşamı ve Bütün Şiirleri, Özgür Yayın Dağıtım, 6. bs. İstanbul 1985,  s. 335.

7Hâkânî Mehmed Bey, Hilye-i Hâkânî (Haz. M. Uğur Derman-İskender Pala), Albaraka Yayınları, İstanbul 2020,  s. 62.