Geçtiğimiz ay âlem-i bekâya irtihal eden Osmanlı Tarihçiliğin duayen ismi Mehmet Genç Hocamızı, has talebelerinden Marmara Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü öğretim üyesi Prof. Dr. Fehmi Yılmaz’a sorduk. Bu kısa ama özlü konuşmanın Merhum Hocamızı tanımamıza katkı sağlayacağı umuyor, kendisini rahmetle anıyor, sorularımıza samimiyetle cevap veren Sayın Yılmaz’a da, hem dergimiz hem de okuyucularımız adına teşekkür ediyoruz.
İNSİCAM

Kıymetli Hocam, öncelikle zaman ayırıp sorularımıza cevap vermeyi kabul ettiğiniz için teşekkür ederiz. Sorulara geçmeden evvel Mehmet Genç hocamıza bir kez daha Cenâb-ı Allah’tan rahmet niyaz ederiz.
Mehmet Genç denince sizin aklınıza ilk etapta ne gelir? Zihninizde, gönlünüzde nasıl bir fotoğraf portre oluşur?
Cevap: Mehmet Genç denilince aklıma gelen ve zihnimde çakan ilk şey HOCA sıfatıdır. “İnsan bir şehirde bir hafta kalırsa kitap, bir ay kalırsa makale yazar, bir yıl kalırsa hiçbir şey yazmazmış”. Bu veciz sözden hareketle, otuz yıl hocasının yanında bulunan bir öğrencinin onu anlatması öyle zordur ki, bunu ancak yaşayan bilir. Hocam çok yazmadığı gibi, çok da konuşmazdı. İslam’da israfın haram olduğunu söyler, bu düşüncesini kurduğu cümlelere, yaptığı sohbetlere ve yazdıklarına da yansıtırdı. Zihnimde ve gönlümde kalan portreye gelince, elbette pek çok şey var. Zihnimde canlanan ilk şey “Masasının başında çalışan Hoca”dır. Çok çalışırdı. Düşünmeden konuşmaz, zihin süzgecinden geçirilen kelimelerle cümle kurardı. Bilmediği konuda asla konuşmazdı. Hatta “Her şeyi bilen Türk’ten sana sığınırım Ya Rabbim” derdi. Bildiği konuda bile hazırlık yapmadan konuşmaz, anlatmaz ya da yazmazdı. Ben kendisinin boş oturduğunu hiç görmedim. Dinlendiği vakitlerde bile bilgi ve öğrenme aşkı vardı; belgesel filmler izlerdi. Özetle çalışan ve düşünen âlimdi.
Merhum hocamızın arkadaş çevresinden, hocalarından bahsedebilir misiniz? Sıklıkla andığı, yâd ettiği isimler kimlerdir?
Cevap: Hocamın sıklıkla bahsettiği arkadaşı, merhum Erol Güngör idi. Ondan bahsederken veya adı geçtiğinde ruh halinin farklılaştığını her defasında görmüşümdür. Erol Güngör ile olan hikâyelerinden bahsederdi. Hocalarından lise dönemi için Nihal Atsız, üniversite yıllarında Necip Fazıl Kısakürek önemli idi. İlim hayatında ise her zaman büyük bir hürmet ve saygıyla andığı, her defasında rahmet okuduğu hocası Ömer Lütfü Barkan vardı. “İlmin ve âlimin nasıl olması gerektiğini Hocam Barkan öğretti bize, Allah razı olsun ondan. Allah rahmet eylesin” derdi. Daima Barkan hocanın yaptığı çalışmaların “tarihimiz ve tarihçiliğimiz açısında bir çığır olduğunu” söyler, “bunu devam ettirmeliyiz, devam ettirmelisiniz” diye sıklıkla uyarırdı.
Son dönem tarihçiliğimiz içindeki yerinden bahsedebilir misiniz? Kendisinin tarihe bakışı, tarihî meseleleri ele alışı nasıldı? Çalışma disiplini nasıldı?
Cevap: Hocam disiplinler arası okuyan ve Osmanlıların bıraktıkları üzerinde aralıksız çalışan bir tarihçi ve MÜTEFEKKİR idi. Kendisinin deyimiyle “Tarih kendimizi yüceltmek için değil, düzeltmek için” idi. Güncel bir mesele karşısında “Osmanlı olsaydı bunu şöyle çözerdi” diyerek “tarihimizin tecrübelerine” göndermelerde bulunurdu. Hoca, Osmanlı’nın yapısı anlamaya ve çözmeye çalıştı. Osmanlı’nın her şeyini bilmeye ve anlamaya çalışıyordu. Kısacası kendisi “Devlet-i Aliyye”nin tarihçisi idi. Hoca; Osmanlı tarihçiliğinin, tarih yazıcılığının yönünü değiştirdi. Onun çalışmalarıyla Osmanlı Tarihi konusunda ayaklarımız yere sağlam basar hale geldi. En önemlisi de Batılılara bırakmadan tarihimizle ilgili kavramlaştırmaları Mehmet Genç Hoca yaptı, Osmanlı sisteminin prensiplerini ortaya koydu. Bütün yolların Roma’ya çıktığı gibi, Osmanlı tarihi konusunda yapılan çalışmaların vardığı nokta, hocanın ortaya koyduğu fikir ve prensipler oluyor. Elbette bunu anlayan anlıyor, maalesef anlamayan, anlayamayan, anlamak istemeyenler de mevcut. Hocanın fikirlerini çürütmek için yerli ve yabancı tarihçiler tarafından çeşitli girişimlerin olduğunu biliyorum, hoca da biliyordu. Onlardan şimdiye kadar hiç ses çıkmaması hocanın fikirlerinin durumunu göstermesi açısından önemlidir. Tarihi olayları tek taraflı ele almaz, pek çok açıdan incelemeye çalışırdı. Matematiği severdi, rakamlardan çok hoşlanırdı. Çalışmalarında da uygular, kendisinin deyimiyle “kantitatif veriler ile kalitatif sonuçlara” ulaşmaktan hoşlanırdı. Çalıştığı veya düşündüğü konularda literatürün tamamını görmek ister, ilgili konuyla disiplinler arası çalışmaları hiç bir zaman göz ardı etmezdi. Çalışma disiplini açısından baktığımda kendisinden kırk yaş genç olmama rağmen hep utanmışımdır. Otuz yılda beraber olup da öğrenmediğim zaman olmamıştır.
Kendisinin çok yazan biri olmadığını biliyoruz. Merhumun birikimini yazıya aktarmaması hakkında ne söylersiniz? Niye bu kadar az eser vermiştir?
Cevap: Yukarıda belirttiğim gibi, israfın haram olduğunu söyler, bunu sohbetlerine ve yazılarına da aksettirirdi. Hocanın tarihçilik anlayışında belge çok önemliydi. Ama Osmanlı belgelerini günümüz alfabesine aktararak tarihçilik yapmak en nefret ettiği şeylerdendi. Mehmet Genç’in yazdıkları bir buz dağının görünen yüzüne benzer. Görünen kısım için Osmanlı Arşivi’nde binlerce belge görülmüş ve elden geçirilmiştir. Eğer bakmış ve kullanmış olduğu belgelerin künyeleri dipnota ya da kaynakçaya konulacak olsa abartısız bir kaç ciltlik kitap hacmine dönüşür. Hocanın yazdıklarının bir özelliği de özetlenemez olmasıdır. Kendisi bazen “ben yazıklarımla değil yazmamamla bilinirim” derdi. Evet, çok yazmadı ama yazdıklarıyla da çok şey değiştirdi.
Mehmet Genç Hocadan, bize, talebelerine miras olarak ne kaldı sizce?
Cevap: Bilgi bıraktı. Osmanlı Tarihi çalışmalarının nasıl olması gerektiği ve metodunu bıraktı. Bir ilim adamının nasıl olması gerektiğini yaşantısı ile gösterdi. Allah da cennetinde ona yer göstersin. Allah Mehmet Genç Hocadan razı olsun.
Verdiğiniz değerli bilgiler için teşekkür ederiz. Umarız bu konuşmayla merhum hocamızı bir nebze de olsa okuyucularımıza tanıtmış olmuşuzdur.