Sinema ve sinemasal düşünme pratiği, kişiye çok geniş imkanlar sunan sanatın, tefekkür kalelerinden biridir. Bu pratiğin sanatsal eleştiriyle buluşturulabilmesi izleyiciye birden fazla alanda düşünme, farkındalık oluşturma ve çözüm üretme imkânı sunar.
Aşkın Yıldız

Sanat kelimesinin her toplumda bir karşılığı vardır. İngilizce art, İtalyanca arte, Fransızca l’art gibi… Buna karşın her ne kadar sanat, her ülkede bir kelimeyle karşılık bulsa da sözlük anlamına sığmayan, içerik ve anlam yönüyle bir türlü tanım tutmayan ve her tanımlama denemesi sürekli eksik kalan bir fenomendir. Bu zamana kadar bir vesileyle sanat ve düşünce insanları tarafından kısmen tanımları yapılmış olsa da sanatın kesin olarak tanımlanamayışı aslında onun zenginliğinin ve aşkınlığının açıklayıcısıdır. İnsanı, evreni, insanın evrendeki yerini ve gidişatını belirlemeye yardımcı olan sanat, insanla birlikte çağlar boyu değişik merhalelerden geçmiştir.
İnsanın hakikat arayışı için peşine düştüğü bilginin asırlar içinde çeşitli uzmanlık alanlarına bölünmesi sanatı kendi mecrasına dönüştürmüştür. İlk çağlarda tarih, şiir, komedi, tragedya müzik, dans ve astronomi sanat listesini oluşturmaktaydı. Şiir en etkili ifade formlarından biriyken; müzik ve dans özellikle dini ritüellere eşlik etti. Astronomi evreni anlamaya çalışırken; tarih bu serencamı kaydetti. Sonraki yüzyıllarda matematik ve geometri de sanat listesine dâhil oldu. Zanaatın gelişmesiyle birlikte sanat, ustalıkla bir tutulmaya başlandı ki bence bu evre sanat ve zanaat için hâlâ çok kritik bir evredir. Daha yakın zamanlara doğru modern bilimin ortaya çıkması matematik ve geometriyi bugünkü sahasına kavuştururken; doğa felsefesi doğa bilimine, simya ise kimyaya dönüşmeye başlayarak sanattan ayrıldı. Sosyal bilimlerin ayrıca ortaya çıkması ve öneminin artmasıyla birlikte sanat; bilim, teknik ve sosyal bilimlerden ayrı, özerk ve özel yapısına kavuşmuş oldu. Sanatın asırları bulan öyküsünü bir paragrafa sığdırmaya çalışmanın imkansızlığını hatırda tutarak, sanata kaynaklık eden duygu, düşünce, bilgi, teknik, ustalık, ilham ve toplumsallık gibi kavramların bahsi geçen diğer alanlara da kaynaklık ettiğinin altını çizmek gerekmektedir.
Sanata dair en eski yorumlardan birini yapan Platon için sanat, gerçeğin yansımasıdır (Mimesis). Ona göre sanat bir taklit, yani gerçek değildir. Aristoteles’e göreyse sanatın gerçekliğinin önemi yoktur. Aristoteles önemli olanın sanatın insana bir arınma (katarsis) yaşatabilmesi olduğunu söyleyerek sanatı savunmuştur.
Sanatın insan duyumunda algılanması, gerçek ile gerçek üstü bir bağ kurabilmesi (aşkınlık) ve karşı konulmaz bir hayranlık uyandırması (duende) onu derin, etkili ve vazgeçilmez yapan yönleridir. Sanat, insanın kendisini, varoluşunu, doğayı, toplumu ve yaşadığı zamanı anlamlandırma ve bunlardan doğan gerilimlerin sonucunda sürekli ve kaçınılmaz olarak var olan bir olgudur. Sanatsal ifade, bilim, teknik, doğa, ilham, düşünce ve hayal gücüyle beslenir ancak sanatı besleyen bu altyapı taşları yalnızca sanat için biricik değildir. Bilim, teknik, hayal gücü, düşünce gibi unsurlar, sosyal bilimler, bilim dünyası ve zanaat için de önemli ve vazgeçilmezdir.
İşte bu ortaklık sanatın bugünkü anlamıyla bildiğimiz kimliğine bürünmesini geciktirmiştir. Dolayısıyla sanatın neliği konusu tam olarak belirlenemeyince, sanatsal eleştiri konusu da benzer bir gecikme yaşamıştır. Son asırda teknolojik gelişmelerle birlikte ortaya çıkan sinemanın da eleştirel düzeyde ele alınması kendi süreci içinde benzer bir gecikmeyi yaşamıştır.
Sinema ve sinemasal düşünme pratiği, kişiye çok geniş imkanlar sunan sanatın, tefekkür kalelerinden biridir. Bu pratiğin sanatsal eleştiriyle buluşturulabilmesi izleyiciye birden fazla alanda düşünme, farkındalık oluşturma ve çözüm üretme imkânı sunar. Ancak bunun için sinemaya dair bazı kavramların açıklanmasına ve anlamsal olarak ortak bir kabule kavuşturulmasına ihtiyaç vardır. En azından sinema, film, sinema yazarı, film eleştirisi, film okuması, gişe filmi ve sanat filmi gibi sürekli birbirinin yerine kullanılan kavramların önemsenmesi ve bunlar arasındaki anlam karmaşasının giderilmesi gerekmektedir. Ancak bu şekilde bir sinema eseri üzerine geliştirilen düşünceler eleştiri, yorum gibi nitelikler kazanabilirler.
Aslında sinema üzerine yorum yapılırken, başlı başına bir eleştiri olan sinema eserinin, eleştiriye tâbi tutulması durumu vardır ortada. Yani yapılan yorum eleştirinin eleştirisidir. Ne var ki bir filmin gerçekten bir eleştiri yapıp yapmadığı her zaman net değildir. Burada sanat-zanaat ayrımı devreye girmektedir. Bir olay akışı sadece doğru açılardan ve teknolojik olarak kaliteli bir görüntüyle kayda alındığı için sanatsal payesi almalı mıdır? Kabiliyetli bir elin çektiği görüntüler ve doğru matematikle yapılan kurgu; tüm kusursuz anlatıma rağmen hâlâ zanaata formundadır. Bu zanaatsal başarı kıymetli ve zordur ve kesinlikle küçümsenemez bir başarıdır. Dolayısıyla yapılacak değerlendirme bu ayrıma dikkat edilerek yapılmalıdır.
İşin sanat-zanaat ayrımı fark edildiyse; sanatsal derinliğine göre yüksek-düşük sanat anlamında bir değerlendirme yapılabilir. Dünya sinema tarihi izlenip, unutulmuş milyonlarca film örnekleriyle doludur. Bir film sadece yapılmak için yapılabilir; aynı şekilde sadece vakit geçirmek için izlenebilir. Her filmin bir sanat eseri olması, derin anlamlar taşıması gerekmeyebilir. Yine her izleyici bir sanat arayışında olmayabilir. Bu anlamda eleştiri, yorum ya da film okuması gerekmeyebilir.
Ancak bir filme eleştirel bir yorum getirmek sinema bilgisi ve kültürel birikim anlamında bir donanım gerektirir. Bu yetkinlik en azından bol film izleyerek olur. Bir film için berbat, kötü ya da güzel olmuş düzeyinde ifadeler, aktif, eleştirel bir izleyici yorumu olamaz.
Sinema yazarı; genel sinema sanatı üzerine düşünen, fikir üreten, sinemayı sanat olarak biçim, estetik ve içerik yönleriyle ele alıp ilerletme telaşını yaşayan, bununla birlikte teknik bilgiden de bihaber olmayan yazardır. Sinemasal üslup ve derinlik peşindendir. Felsefe, edebiyat, din, kültür, genel sanat ve kuramsal bilgisiyle sinemasal bakışını destekler. Yönetmen ve izleyiciye ufuk açmaya yardımcı olur. Tek tek vizyona çıkan her filmle ilgili yorumlar getirmek asli işi değildir.
Film eleştirmeni, filmlerin yönetmeni, oyuncuları, senaryosu ve müziği gibi konularda bir bütünlük kurarak; filmin mesajı ve izleyicideki karşılığı konusunda çıkarımlarda bulunur. Oyunculuk, yönetmen, senaryo, kamera ve kurgu gibi film dilinin grameri sayılabilecek birimleri olumlu ya da olumsuz olarak eleştirir. Film tanıtımı ya da bilgilendirmesi yapan sinema sitelerinde ya da gazetelerde bu tarz eleştiriler görülür. Film eleştirisi; izleyicisinden, yönetmenine sinema camiasında farkındalık sağlayan önemli bir unsurdur.
Film okuması, bir filmi tüm alegorik katmanlarıyla anlamaya, filmin sakladığı gizleri bulmaya, metaforik yorumlamalarla birlikte, sahnelerin en küçük detaylarını diğer sanatlarla, felsefe ve sosyal bilimlerle ilişkilendirerek derinlemesine bir analiz yapma çabasıdır. Film okumaları sinemasal düşünme anlamında faydalı olmakla birlikte genelde yorumu sinema mecrasından çıkarmaya meyilli bir uğraşıdır. Şöyle ki: sinema üzerinden her sanat ya da meslek grubu bir yorum üretme imkânı bulabilmektedir. Sinema bu olanağı kendi doğası gereği herkese bir fırsat olarak sunar. Örneğin, bir hukukçu filmlerdeki adalet teması üzerinden sinema ve hukuk üzerine bir sunum yapabilir. Bu durumda konu derinleştikçe üzerinde durulan konunun sinemadan uzaklaşıp hukuk olması kaçınılmazdır. Aynı örnek tıp, tasavvuf, eğitim, siyaset ve bilumum alanlarda bu şekildedir. Bu tür çalışmalarda sinema bilgisinden ziyade mesleki bilgi ön plandadır. Dolayısıyla bu tarz bir film okuması sinematografik bir çabadan ayrı düşünülmelidir.
Bu anlamda bir filme yorum getirmek için muhatap olan izleyicinin bu üç farklı yorumcudan hangisi olmaya çalıştığını en baştan belirlemesi gerekir. Tabi ki yorumcunun hangi gömleği giyeceğini filmin sanat-zanaat niteliği de belirleyebilir. Bununla birlikte film eleştirisi, yorumu ve okuması bir arada yapılabilir.
Şunu açıklığa kavuşturmak gerekiyor: sıradan bir seyirci olarak film izlemek ve üzerine yorumda bulunmak için bu kadar ihtimama gerek olmayabilir. Ancak bu özensizliğin sinemacı kimliğini taşıyanlarda olması, sinema ve eleştiri meselesini kronikleştiren ve sinemaya ket vuran bir hoyratlığı beraberinde getirmektedir.
Ülkemizde yabancı filmler üzerinden geliştirilen hayranlık, refleks olarak Türk sinemasını küçümseme ve aşağılamaya vardırılabiliyor. Türk sinemasının çok değişik yönleriyle eleştirilebilecek tarafları muhakkak. Ancak unutulmamalı ki Türk sineması izleyicisiyle beraber bugünlere gelmiştir. Yani kendisini izleyicisiyle birlikte yetiştirmiştir. Birçok piyasa işi olumsuz örneğe rağmen bu tarz filmleri bahane edip toptan bir şekilde Türk sinemasını aşağılamak doğru değildir ve bu bir önyargılı yaklaşımdır. Yine aynı şekilde birkaç iyi örnek gösterip yüceltme yoluna da gidilemez. Sinemamızın başarılı ya da başarısız genel halinin tek sebebi sanatsal kabiliyeti değildir. Özellikle 1950’lerle birlikte sinemamız çok değişik evreler geçirmiştir. Ülkenin deneyimlediği siyasal gündemleri, toplumun kültürel dönüşümleri ve bilhassa ekonomik sıkıntılar sinemanın dünü ve bugünü üzerinde etkilidir.
İyisiyle kötüsüyle bu şartlarda çekilen Yeşilçam filmleri, melodramlar, arabesk filmler ve komedi filmleri bugün burun kıvırsak da günümüz sinemasının oluşumunda pratik olarak pay sahibidirler. Yönetmeninden senaristine, oyuncusundan set işçisine kadar her biri kendi döneminde sinema piyasasını oluşturmuştur. Bahsi geçen dönemler, piyasa şartlarıyla, ekonomik kaygılarla ve yoksunluklarla hızla çekilen filmlerin hızla tüketildiği dönemler olduğu için bugünkü film zihnimiz o örnekleri küçümsemeye müsaittir.
Bugünün insanı sadece elindeki telefonlar sayesinde bile kaliteli görüntüyü tanımaktadır. Bir kameranın ya da ses kayıt cihazının kullanımı için sıra beklenildiği ve kameraya takacak filmin sınırlı olduğu günler çoktan unutuldu. Günümüz seyircisinin kaliteli görüntüyü tanıması, sinema sektörünün çıtasını yükseltmesi için olumlu bir durumdur. Ancak kaliteli teknolojiyi, derinlikli bir sanat bakışıyla bir araya getirmedikçe ve sinemada eleştiri çarkını çalıştırmadıkça sinemanın ilerlemesi mümkün olmayacaktır.