BAHATTİN YILDIZ’IN GÖZÜNDEN AFGANİSTAN

Son dönem İslami hareketin en önemli isimlerinden birisi, şüphesiz Bahattin Yıldız’dır. Ülkemizde İslami hareketin filizlenmeye başladığı 1970li yıllarda silinmeyecek izler bırakmıştır. Gençliğinin ilk yıllarından itibaren sorumluluk üstlenmiş, lise ve üniversitelerde hem ağabeylik yapmış hem de dönemin önemli hareketi olan MTTB’ye omuz vermiş, Akıncılar içinde mühim işler yapmıştır. O, Müslümanların derdi ile dertlenen, imkânlarını zorlayarak yardımcı olmaya çalışan samimi biriydi. O yıllarda Sovyet işgali ile zor günler geçiren Afganlı Müslümanlara yardım etmek üzere Afganistan’a gitmeye karar verdi. Orada cephede bilfiil savaşmış, 1981’de yaralanarak gazi olmuştur. Daha sonra Türkiye’ye dönen Bahattin Yıldız, bölgeyle ilişkisini sürdürmüştür. Bölge hakkında çeşitli yazılar kaleme almıştır.

On üç yıl sonra gittiği Afganistan’da gördüklerini, izlenimlerini, “Peşaver-Celalabad-Kabil: NEV AHVAL-İ AFGANİSTAN” başlığı ile Yeni Şafak’ta yayımlamıştır (30 Ekim 1995-5 Kasım 1995). Yaklaşık on beş yıl önce şehit Yıldız’ın yazdıklarının, acılı ülkenin bugün en önemli figürü olan Tâlibân’ı ve o topraklarda olan biteni anlamaya katkı sağlayacağını düşündük. Onun yazdıklarını okuyucularımızın dikkatine sunmak istedik. Bu vesileyle yine bir Afganistan seferinde, uçağının düşmesiyle orada şehid olan kıymetli büyüğümüze Rabbimizden rahmet niyaz ediyoruz.

Ahmet Gülcan

Taliban (Peştuca: طالبان, öğrenciler veya bilgi talep edenler)

AHVAL-İ AFGANİSTAN: Cihat yıllarının ardından on üç yıl sonra Afganistan’ın durumunu öğrenmek ve bunu Müslümanlara aktarmak isteyen Bahattin Ağabey, aslında Afganistan ile fiili bağlarını hiç koparmamıştı. Çeşitli kanallardan bilgiler alıyor, önemli isimlerle görüşmeler yapıyordu. Gelen giden kişilerden aldığı bilgiler, basından öğrendikleri, kendi aramaları ve dostları ile görüşmeleri neticesinde Afganistan konusunu her daim gündeminde tutuyor ve pekiştiriyordu. Kabil’in fethinden sonra çıkan iç savaş, Özbeklerin Reşit Dostum öncülüğünde kuzeydeki hâkimiyeti, Hikmetyar, Dostum, Ali Mezari ittifakının kuşatıp bombaladığı Kabil, son yılda ortaya çıkan Tâlibân.

Bahattin ağabey şunu iddia ediyordu: “Afganistan’da devleti ve iktidarı üstlenebilecek iki güçlü hizip vardı. Birisi Cemiyet-i İslami Afganistan, diğeri Hizb-i İslami Afganistan idi. Afganistan’ın iç çatışma yaşamaması için bu iki hizibin bir araya gelmesi gerekiyordu. Bunlardan bir tanesi bile devleti yürütebilecek güçteydi.”

Afganistan, etrafı düşmanlar ve yüksek dağlarla çevriliydi. Doğusunda muhalif Pakistan, güneyde Şah döneminin İran’ı, kuzeyde Sovyet Rusya… Ülke, Buzkaşi Oyunu sahası oldu. Herkes bir tarafa çekiyordu. Birlik yok, teşkilatlanma yok, örgütlenme yoktu. Ruslar bile ülke içerisinde kurdukları örgütlerle daha etkiliydi. Ülke dışında oluşan güç, içeride de oluşmuştu. Ülke içince Farisi- Peştun çatışması başladı.

İlk gün, Peşaver’de yapılan görüşmeler…

Savaş kazanılmış, iktidar Müslümanların eline geçmişti ancak bölgede çok çeşitli etnik gruplar vardı ve bunlar yaşadıkları alanda yönetimi yürütmek istiyordu. Savaş sonrası birlik olunamamıştı. Necibullah iktidarının son zamanlarında çatışmalar iyice artmış, zorlanmaya başlamıştı. Hikmetyar’a defalarca haber göndermişti: “Kabil’de Peştun-Farisi çatışması var, yönetim yavaş yavaş Farisilerin eline geçiyor. Sana teslim edelim.” Hikmetyar ‘Beni Peştun-Farisi çatışması ilgilendirmiyor, sen hiçbir şart sürmeden mücahidlere teslim ol’ dedi. Bu konuşmalar açıkça gösteriyordu ki; Müslümanların henüz ülkede birlikteliği sağlamaya gücü yoktu. Necib harap olmuştu. Dışişleri bakanı ile Mesut görüştü. Farisi askerler teslim olmaya başladı. Hikmetyar sözün bozulduğunu görünce Hizb’in elemanları Kabil’e girdi, Başbakanlık ve İçişleri Bakanlığı’nı ele geçirdi. Özbek komutanı Dostum ve Ahmet Şah Mesut’un askerleri birleşerek Hizb’le çatıştı ve böylece savaş başlamış oldu.

Hikmetyar Kabil’e girdi. Ancak tamamını ele geçirseydi, kimseyi sokmazdı. Bugün Kabil’de her şey Taciklerin elindedir. Neredeyse bütün idari teşkilatlar…

Aslında burada Müslümanların iç sorunları derinleşirken, en büyük tehlike olan dış güçler, nifak tohumları atıp bölgeyi parçalamayı ve parça parça yok etmeyi planlıyordu.

ABD, “Eğer Mücahidler Afganistan’da gücü ele geçirirlerse sadece Özbekistan, Türkmenistan’a değil tüm dünyaya sorun olacaklardı. Afganistan’da İslami bir yönetim istemiyoruz. Ne Şah Mesut’u ne de Hikmetyar’ı!” diyerek ülkeye fesat sokmuş oldu.

Hikmetyar; Sıbgatullah ve Reşit Dostum’un elini sıkarak, “Afganistan’da kuzey-güney ayrımı olmasın, Şia Hizb-i Vahdet’le el sıkıştım ki Şia-Sünni ayrımı olmasını istemiyorum” dedi. Hikmetyar herkesle el sıkışıyor ancak Mesut’la el sıkışmıyordu. Çünkü onun kendisini “Kabil Fatihi” olarak gören tepeden bakışını kabul etmiyordu. Aslında Mesut, Hikmetyar ile defalarca görüşmek istedi ancak Hikmetyar çok sonra cevap verdi. O dönemde iddia edilen şey, Hikmetyar’ın Tâlibân’la görüştüğü, anlaştığı iddialarıydı. Ama Hikmetyar onlarla anlaşmadı, onlara “Siz kimsiniz, 14 yıl biz savaşırken ne yanımızda ne de karşımızdaydınız? Şimdi nereden çıktınız?” diye tavır koydu. 

Bahattin Yıldız, kampta görüşmesini tamamlamıştı. Oradan ayrılarak Peşaver’de Tâlibân sözcüsü ile görüşecekti. Tâlibân’ın Peşaver’deki, yeri Kur’an okuyan yüzlerce çocuğun olduğu bir medreseydi. Onu reis yardımcısı, genç bir molla karşıladı: Ahmet Cemil.

Ahmet Cemil: “Bu cihada sadece Afganlar katılmadı. Bütün dünya Müslümanları sahip çıktı. Talebeler on beş yıl savaştı ve tekrar derslerine döndü. İktidarı Müslümanlar aldı. Afganistan’ın İslam şeriatının merkezi olması, zulmün kalkması isteniyordu ama olmadı. Bir kimse bir yerden bir yere gidemez oldu, şarap içme, ırza saldırı, yol kesme arttı, şehirlerde güvensizlik, korku ve endişe vardı, halk geri kaçıyordu. Talebe, beşeri sistemin olamayacağına inandığı ve İslami bir düzenin kurulması için kıyam etti. Kısa sürede birçok yeri aldık. Halk bize güvenmeye başladı, huzuru sağlıyorduk.”

Bahattin Yıldız, Cemil’e Hikmeytar’ın “Siz kimsiniz biz 14 yıl savaşırken ne yanımızda ne de karşımızdaydınız, şimdi nereden çıktınız?” dediğini hatırlattı.

Ahmet Cemil’in cevabı şuydu: “Bu bir yalan, on dört yıl savaşta değilmişiz de ya neredeydik? Biz mücahidlerle beraber onun emrindeydik. İslami hükümetin gelmesini istiyorduk, sonra ne oldu? Bu gerçekleşmedi. Talebe de bunun için bir araya geldi.

Az sayıdaki talebeler hükümeti tek başına kurabilecek yeterlilikte değildi. Biz Afganistan’da kötülüklerin son bulmasını istiyoruz, müfsitler gitsin, İslam’ı seven Garba ve Şarka bağlı olmayan biri yönetsin istiyoruz. Biz bir teşkilat değildik. Hikmetyar, Rabbani ve Şah Mesut bize siz oturun bekleyin dedi. Biz bekledik ancak onlar İslami hükümeti kuramadılar. Onlar talebeyi de tanımadılar, mağrurlandılar. Biz zıdd-ı Mücahid değiliz, muhlis mücahidiz. Rusya’nın belini kıranlardan yani… Kıyamımız müfsitlere karşı 25 yıl daha savaşırız diyorlar, BM ile anlaşıyorlar. Biz bunları kabul etmiyoruz, Afganistan’daki muhlis insanların İslami hükümet kurmasını istiyoruz. Bizim hareketimiz, ne Peştu, ne Tacik, ne Özbek ne Hazara hareketi. Hepsinin hareketi. Harekete, fesadın çok olması nedeniyle Kandahar’da başladık.”

Sonra Bahattin Yıldız şöyle bir soru sorar: “Kabil önlerine kadar hızlı geldiniz, hatta hükümetin bertaraf edemediği Hizb-i İslam’ı bertaraf ettiniz fakat hükümet karşısında tutunamadınız neden?”

Aldığı cevap şöyledir: “Talebe hiç kimse ile savaşmak istemedi, konuşmak istedi. Ama hükümet Talebe ile savaştı. Talebe siyaset için gelmedi, İslami hükümeti kurmak için çıktı. İçerde yaşanan bu savaşlar Afganistan’ı bölecek ve Batıcı bir yönetimin kurulmasına yol açacak. Düne kadar talebe bizim geleceğimiz diyenler, bugün talebeyi bombalıyor. Biz dünyanın her tarafındaki Müslümanlarla beraberiz.”

Ertesi gün Bahattin Yıldız Celalabad’a gidiyor. Orada Taliban temsilcisi ile görüşüyor ve bölgeyi anlatıyor. Yönetimin oluşturulamamasının sıkıntıları sosyal hayatın her alanında yaşanıyor: Geri kalmışlık, fakirlik ve sefalet içinde yaşam mücadeleleri…

Bahattin Yıldız anlatıyor: “Bir kamyonet ile yola çıktık, kamyonetin ortasına malzemeler konulmuş bir tarafına kadınlar diğer tarafına da erkekler oturmuştu. Yolda sürekli güvenlik noktaları vardı ve oradan geçebilmek için şoför her defasında bir miktar para veriyor (rüşvet) ve geçiyorduk. Pakistan sınırı çok kalabalıktı, binlerce insan ülkesine geri dönmeye çalışıyordu. Hem Pakistan tarafından, hem de Afganistan tarafından izinsiz geçişlerde şiddet uygulanıyordu. Bir şekilde Pakistan tarafına geçmeyi başardım. Amacım yabancı şehidler mezarlığına gitmek ve Fuat Çağlar kabrini ziyaret etmekti. Mezarının başında ‘Abdullah Harun’ yazılıydı. Onu öylece orada bırakmak içimi acıtmıştı. Günlerce aç, susuz uykusuz günler geçiriyorduk. Her şeye rağmen coğrafyayı izlemekten kendimi alamıyordum. Celalabad’a 20 km kala etraf göçmen çadırlarıyla doluydu. UNESCO ve Arap coğrafyasından gelen yardımlarda, göçmenlerde burada toplanmıştı. Celalabad karışıklığı ve sefaleti açısından Peşaver’in devamı gibiydi. Herat’a geçtiğimde orası İran’ın etkisini hissettiriyordu. Burada bir şehir hangi ülkeye yakınsa onun etkisini alıyordu. Büyük zorluklar içinde tanıdık birisini arıyordum. O sırada Elektrik işlerinde sorumlu Miraceddin’i buldum ve onunla beraber, bölgeyi dolaştık. Miraceddin cihada hâkim birisiydi. Örnek hareketleri ile bilinen bir komutandı. Kardeş kavgasına ben girmem diyerek Mevlevi halis ve Hikmetyar arasında çıkan çatışmalarda silah sıkmamıştı.

Celalabad’da yazar ile cihad günlerinden dostu Encinir Miraceddin arasında geçen konuşmadan bazı cümleler:

B. Yıldız: “Mesut’un ‘Kabil’e girmeden önce Şura başkanı seçin, Kabil’e gelip yönetimi devralsın.’ dediği doğru mu? Ayrıca bu savaş ne zaman biter, düşünceniz nedir?”

Miraceddin: “Evet, Mesut’un dediği doğrudur. Bu savaşın ne zaman biteceğini bilemeyiz ama savaşın doğru bir yol olmadığını biliyoruz. Meşveretle bir hükümetin kurulması en doğru yol. Diğer bir yol da kuvveti ele geçiren hükümeti kurar. Cemiyet şu anda bu kuvveti elinde bulunduruyor. Hava ve kara kuvvetleri onların elinde, diğer ülkelerdeki konsolosluk ve temsilcilikler de onun elinde.”

B. Yıldız: “Peşaver’deki bazı iddialara göre memuriyetlerin tamamının Taciklerin elinde olduğu söyleniyor doğru mu?”

Miraceddin: “Mümkündür. Taciklerin sayısı da Peştunlar kadar var. Cumhurbaşkanı ve Mesut da Tacik. Müşavereyle bir hükümet kurulursa bunlar dengelenmesi lazım ama hala savaş var. … Benim haberim olmadan bölge komutanlığım alınmıştı. Önemli değil yine de mücahidler ülke için savaşmalıydı. Ben onlara bunu da söyledim ama bir buçuk yıl bize gelen yardımlar da kesildi. Ne silah ne de mermi… Hiçbir şey gelmiyordu. Sabrettim, cihadı devam ettireceksem desteğe ihtiyacım vardı. Üstad Seyyaf’a haber gönderdim. Bize dâhil olmasa da yardımcı olalım dedi. Biz de bazı komutanlarla ittihada katıldık.”

B. Yıldız: “Hikmetyar önce Sıbgetullah Müceddidin’in başkanlığını kabul etmiyorum dedi. O gitti, ‘Raşid Dostum gibi bir komünist Kabilden çıkmaz’ dedi, o da çıktı. Sonra bunlar Hikmetyar ile işbirliği yaptılar. Bu nasıl bir iş?”

Miraceddin: “Kudreti ele geçirmek hatırına yapıldı. Bunu Cemiyet de Hizip de yaptı. Ne yazık ki komünistler bu iki hiziple oldu. Müslümanlar ittihad yapıp otursalardı birçok cenk olmazdı. İslam düşmanları da bundan cesaret alamazdı. Maalesef hiç kimse Afganistan’da Müslüman bir devletin kurulmasını istemiyor. Rusya ve ABD ‘burada sağlam bir devlet kurulursa, İslami bir devlet kurulur’ diye istemiyor.”

Akşama doğru Celalabad’a geçecektim. Televizyonlarda göründüğü gibi askerler öyle heybetli değil. Burada insanlar kısa boylu ayaklarında çapli, sırtlarında keleş. Her devrim değişim sonrasında havayı hissettiren muhafızların örneği bunlar. Onlar ne Miraceddin’i ne kaymakamı tanırlar veya takarlar. Uçakla Kabil’e gidiyorduk. Sadece 20 koltuk kalmış, diğerleri sökülerek kargo uçağına dönüştürülmüştü ve ilaç taşıyorduk. Kabildeki Şeri Mahkemeler Başkanının evinde misafir olacaktık. Evin her odasında ağır makinalılarca taranmış izler vardı. Mahallenin bütün evleri isabet almıştı. Duvarlar delinmiş, deliklere alçı tıkanmış, camlar kırık naylon çekilmişti. Peştunca bilmediğim için birçok konuşmayı anlamıyordum.

B. Yıldız: “Hizbi İslami olarak siz de cemiyet kadar güçlüydünüz, Cemiyet başarıya ulaştı, siz neden başarıya ulaşamadınız?

Miraceddin: “Benim başıma geleni anlattım. Bizde bir komutan yükseldi mi, Hikmetyar onu görevden alıyor yerine yenisini atıyordu. Hâlbuki Cemiyet güçlü komutanlarını yetiştirdiği elemanlarla takviye ettiler. Daha da güçlendirdiler.”

Hükümet Başarılı Olur mu?

Bahattin Yıldız bu soruya da cevap bulmak için bir dizi görüşmeler yaptı.

Hükümet bir gücün temsilcisidir. Asker, eğitim, ekonomi, ordu, polis vb… Ülkede çapulculuk artmış, emniyet sorunları yaşanırken, hizipler birbirleri ile uğraşırken, ticaret yapanlar güvenlik sorunu yaşarken Tâlibân “Biz hak ve hukuku müdafaa ediyoruz” iddiasındaydı.

Kabil’e kadar ciddi bir güçle karşılaşmayan Tâlibân hızlı bir şekilde Kabil’e kadar geldi ancak çok tecrübesiz bir ekipti. O yüzden Mesut onları hiç affetmedi, perişan etti. Taliban’ın ilk çıkış zamanı çok haklıydılar. Ama zamanla uygulamalarıyla güven kaybetmişlerdi. Kabil’i bombalamışlardı ve hükümetin tüm silahları teslim etmesini istiyorlardı. Kabil adeta depremden çıkmış gibi yerle bir olmuştu. Tâlibân, Hizbi İslami, Hizbi Vahdet ve Reşit Dostum uzaklaşınca bölgede güven ortamı oluşmuş, kente canlılık gelmişti.

Bahattin Yıldız sadece bölgenin coğrafyasına hâkim değil, yönetim kadrosuna tüm grupların liderlerinin bilgisine de hâkimdi. Birçoğuyla istişareler yapar, sürekli görüşürdü. Türkiye’ye geldiğinde de Afgan cihadının aktörleri ile fikir alış-verişlerini devam ettiriyordu. Kaldığı otelde bulunan Pakistanlı yetkililerle de Afgan cihadı üzerine sohbetler etmişti. Onlara herkesin sormaya çekineceği sorular soruyor ve Afgan cihadında net tavırlarını görmek istiyordu. Tabii o dönem bir kadın başbakan ile yönetilmesini de konuşuyordu.

Pakistan’ın ülkedeki karışıklıklarda parmağı olduğu; Cemaat-i İslami Pakistan’ın Gülbeddin Hikmetyar’a; Cemaat-i Ulema-i Pakistan’ın Tâlibân’a yardım ettiği iddialarına cevap arıyordu. Ulema-i Pakistan yetkilisi iddiaları kabul etmiyor, bunların ABD basınının yalanları olduğunu söylüyordu.

Ulaşım zor, bir yerden bir yere gitmek tehlikeli ve bilgi almak imkânsız bir ortamda, Bahattin Yıldız ülkenin tüm taraflarına ulaşabiliyor ve savaşın bitirilmesi, ülkenin huzuru için fikir teatisinde bulunabiliyordu.

Hikmetyar’ın saldırdığı yerlerde, hükümet binaları, okullar, camiler ve birçok resmi binalar büyük hasar almıştı. Bu kadar yıkımı insan aklı almıyordu. Peki, bu kadar cephane nereden geliyordu? Ülke iç savaşla büyük bir yıkım yaşamıştı. Rabbani bu manzaraları dünya basınına duyursa, bunu yapanların tutunacak dalları kalmazdı.  

Hükümet Sarayı Ziyareti ve Rabbani ile Görüşme

Rabbani, Bahattin Yıldız’ı yakinen tanıyor ve saygı duyuyordu. Onu çok samimi karşılamış ve yaralarını sormuştu. Rabbani, Bahattin Ağabeyden şunu söylüyordu: “Kabil’in fethi Mücahitlerin başarısı ve kesin zaferinden sonra çıkarılan savaş, bir iç savaş değildir. Bütün bu yapılanlar, tuzaklar; İslam’ı, Müslümanları, Mücahitleri karalamaya, İslam devletinin kuruluşunu ve istikrar bulmasını engellemeye yöneliktir. Dışarıdan planlaması yapılmış girişimlerdir. Savaşlar dışarıda planlandı, Afganistan’da uygulamaya konuldu. İslam nizamının kurulmasını istemeyen birkaç ülkenin müdahalesi oldu. Ülke içerisinde Hikmetyar gibi bencil insanlar buldular. Abdulali Mezari, Hikmetyar ve Reşit Dostum’u bir araya getirdiler. İslam devletinin ve nizamının kurulmaması için her tür hileye başvurdular, yoksa bu isimler hiçbir şekilde bir araya gelemezdi. Müslümanların başarılı olmaması için bu insanlar kullanıldı. Oynanan tüm oyunlar boşa çıkmıştı. Dünya Müslümanlarının ‘Müslümanlar iç savaşta’ diyerek Afganistan’ı yalnız bırakmaması lazım.” Belki de düşünceleri en güvenilir kaynaktan dünyaya aktardığının bilinciyle bölge stratejilerini bir bir anlatıyordu.

Rabbani: “Hikmetyar hırslı ve bencildi. Bu yüzden tüm İslam düşmanlarına kucak açtı ve ülkenin birçok yerinde saldırılara girişti. İslam’ı lekelemek ve karalamak isteyenler onu bayraklaştırdı.”

Rabbani’nin söyledikleri inanılır gibi değildi:  “Mevlevi Muhammed Nebi tek bir şey yaptı. Ne zaman ki devlet güç bulmaya başladı o zaman İslam düşmanları, Taliban denilen bir gücü organize ettiler. Bunlar bir avuç talebeydi, içlerinde çok sayıda Müslüman kisvesi altında komünist vardı. Kabil’e kadar gelmiş, devletin silahlarını bırakmasını istiyorlardı. Şeri devlet bunu yapar mı?”

B. Yıldız: “Sizin için, Tacik Hükümeti kurdu, gelecekte Tacikistan Devleti ile birleşerek büyük Tacikistan’ı kuracak diyorlar.”

Rabbani: “Bu tamamen uydurma bir iddia, Hükümet içerisinde; Tacik, Peştun, Şia, Özbek ve Türkmen hepsi var. Özellikle ilk kurulduğumuzda her kesimden bakanımız vardı. Zamanla bazıları bizden ayrılarak savaşmaya başladı. Bunlar haksız yere yapılmış kara propagandadır. Biz tüm Müslümanlara seslendik. ‘Afganistan’a gelin buranın imarına yardımcı olun, her şeye yetişemiyoruz destek olun’ diye. Devlet olmanın sorumluluklarını bilsek de, dış güçlerin müdahalesini engellememiz gerekiyordu. Güvenlik içerisinde olursak İslami bir nizamı kurabilirdik. Biz ilahi yardımın bizimle olduğunu biliyorduk.”

Rabbani, Bahattin Yıldız’ı misafir etmek istiyordu. Ancak Bahattin Ağabey farklı yerleri ziyaret ederek çalışmalarına devam edecekti.

Sonraki gün Necibullah ile görüştü. Savaşın hala devam etmesinin nedenlerini, savaşı körükleyen ülkeleri soracaktı.

Herkes, ülkenin kurtuluşu ve İslami bir devlet olması için savaştığını, mücadele ettiğini, hatta savaş istemediğini ama kaçamadığını söylüyor. Savaş isteyene de haddini bildireceğiz demekten geri kalmıyordu. Necibullah da Bahattin Yıldız’a bunu anlatıyordu.

Necibullah: “Biz Afganistan’da İslam Devletinin kurulmasını istiyoruz, asla savaş istemiyoruz ama onlar topu tüfeği ile geliyorlar. Buna kayıtsız kalamayız. Komşu ülkelerin müdahalesini istemiyoruz, onlar isteseler müdahale eden grupları engelleyebilirler. Bunu yapmak size düşer.

Biz fakir bir ülkeyiz çok bir gelirimiz yok ama elimizdeki avucumuzdakileri 14 yıllık savaşta ve ardından üç yıl süren iç savaşta kaybettik. Önce Allah’a sonra ciddi bir insan gücüne ihtiyacımız var. Dost, kardeş Müslüman kardeşlerimizin yardımlarına ihtiyacımız var. Bazı maceracı ve makam hırslısı arkadaşlarımız dış güçlerin oyununa gelip karışıklık çıkardı. Bu cihad bitmek üzere imar cihadında Afgan kardeşlerinizi unutmayın.”

Necibullah ile görüşmesini tamamlayıp, Kabil’den ayrılacaktı. Güvenlik ve karışıklık ortamı, hem görüşmeleri zorlaştırıyor hem de uzun süre bir araya gelinmesine müsaade etmiyordu.

Bölgeden ayrıldı. BBC Tacik muhabiri Nuri ile Tacikistan İslami Hareketi’nin lideri Seyyid Nuri’nin kaldığı yere gitti. Oradan araç değiştirip Kabil’den ayrılmak üzere yola çıkmıştı. Kabil, cihadın tüm taraflarının sevgilisi, vazgeçilmeziydi. Orası hayalin ve umudun da başkentiydi. Herkesin kurtuluşuna şahitlik etmek istediği bir yerdi. Tüm zorluklara rağmen anlamını bilemediğimiz bir bağlayıcılığı vardı. Ülkenin en büyük havaalanı Bağram’a geçti. Bağram mücahidlerinin elinde, Ahmet Şah Mesut’un kontrolündeydi. Önemli bir şehirdi Bağram. Ülkenin yerle bir olmasına yol açan tüm saldırıların müsebbibi uçaklar buradan havalanmıştı. Uçağa binerek Herat’a hareket etmişti.