Etimolojinin dolaylı olarak da olsa itiraf etmesi bir tarafa her okul, bir ekol yani klişedir. Öğrenciler kurulmuş bir cümlenin arkasında sıra olurlar. Zihin okulun dışına çıktıkça özgürleşir. Sınıftan avluya ve bahçeye, oradan da sokağa taşan eğitim-öğretim kalıbını kırmış sayılır. Dört duvar arasında derslik dışına çıkmayan eğitimin statükoya adam yetiştirmekten öte bir fonksiyonu yoktur.
Hüseyin AKIN

Okul, mektep ve medrese… Üçünün de iddiası “yetiştirme” üzerinedir. Okul, “okumak” kelimesinin içerdiği anlama işaret ediyorsa da “Ekol” ve “School” sözcüklerine de sürünerek geçer. Şayet okumak anlamını seçiyorsak, okumayı merkeze alan bir eğitimi öne çıkarıyoruz demektir. Mektep, 20. yüzyıla kadar halk eğitiminin yaygın adı idi. Eğitimin temeli mekteplere dayanırdı. Kelimenin etimolojisine indiğimizde Arapça’da “yazmak” fiilinden türediği ve yazma mekânına işaret ettiği görülür. Buna göre mektebin okumaktan ziyade yazmaya vurgu olduğunu da anlamak mümkün. Mektepten okula dönüş yazmaktan okumaya dönüştür aynı zamanda. Mektep, okumayı peşinen sökmüş bir talebenin yazmaya yönlendirildiği yerdir. Okumayı bilmeden yazmayı başarmak mümkün değildir çünkü. Başarmak denilen şey de icazete bağlı bir yol verme hakkını elde etmeyi ifade eder.
Mektep ve medrese kapısından çıkabilmeniz için muallim ya da müderris tarafından icazete bağlı yol verilmiş olması gerekir. Medrese Arapçada “ders” kökünden gelir. Okumayı ve yazmayı değil dersi ve de vazifeyi esas alır. Geleneksel medrese anlayışında hoca ve talebelerin barınacağı odalar yer alır. Medreseler varlıklarını sultanların, nüfuzlu devlet adamlarının ve zenginlerin himayesinde kurulan vakıfların gelirleri ile sürdürmüşlerdir. Toplumsal değişimler eğitim öğretimin sadece elifbasını değil tarzını, yöntemini, tedrisatından hedefine kadar birçok şeyi de yerinden oynatmış ya da tamamen ortadan kaldırmıştır.
Okul kelimesinin okumakla ilgisini bir kenarda tutarak Fransızca école sözcüğünden gelip “akım” anlamını içerdiğini de belirtmeden geçmeyelim. İngilizce School (Skuul) kelimesi de aynı anlama işaret etmektedir. Orta Çağ’da egemen olan dar ve sığ düşünme sistemi olan Skolastik kelimesinin “okul felsefesi” anlamını ihtiva ettiğini de hatırlatmış olalım. Okul, üzerinde tartışma götürmeyen ekol ve zihniyetin adıdır ki Skolastik felsefe 8.yy’dan itibaren 1150 yılına kadar kilise ve manastırlarda hâkim felsefedir. Bu tarihten sonra Fransa ve İtalya’daki üniversitelerde de okutulmaya başlanmıştır.
Etimolojinin dolaylı olarak da olsa itiraf etmesi bir tarafa her okul, bir ekol yani klişedir. Öğrenciler kurulmuş bir cümlenin arkasında sıra olurlar. Zihin okulun dışına çıktıkça özgürleşir. Sınıftan avluya ve bahçeye, oradan da sokağa taşan eğitim-öğretim kalıbını kırmış sayılır. Dört duvar arasında derslik dışına çıkmayan eğitimin statükoya adam yetiştirmekten öte bir fonksiyonu yoktur.
Resmî ideolojiler her türlü bilgiyi kendi eleklerinde eleyip kendi sayaçlarında değerlendirirler. Tarihe yalan söylettikleri gibi coğrafyadan kimyaya, fizikten matematiğe bütün dersleri yeni baştan kurup kurgularlar. Her şeyi genel olarak ikiye ayırmakta mahirdirler. Bu yüzden ilimler de ikiye ayrılmak zorunda kalır: 1) Pozitif İlimler, yani Müspet ilim, en kısa ifadeyle bilim. 2) Manevi İlimler. Aslında pozitif ilim ifadesine karşı bu ilimlere de negatif ya da menfi demek icap eder, ama kâğıt üzerinde iyi durmayacağı için onu geçelim. Manevi ilimler “bilim” olma yeterliğine (!) sahip olmayan hadis, kelam, fıkıh, akait, Kur’an…gibi ilim dallarıdır. İlimleri kim tasnif ve de takdir etme yetkisine sahipse onlar üzerinde inisiyatif sahibi olanlar da yine onlardır. Resmi fıkıh, resmi tefsir ve resmi hadis gibi formel yeni bakış açıları zaman geçmeden piyasaya sürülür.
Evet, okulun da bir piyasası vardır. Bilgi, üretim ve tüketime tahvil edildiği oranda karşılığı olan bir şeydir. Hakikate değil gerçekliğe hizmet eder. Ontolojik arayışınıza karşı görecek gözü yoktur ki gösterecek parmağı olsun. Dünya pazarında daha çok kumanya alabilmeniz için gerekli olacak parayı elde etmenize yardımcı olur eğitim. Okulu bitirir bitirmez bu yüzden herkes başının çaresine bakar. Kimsenin gözü kimseyi görmez. Aş, iş, kariyer, uzmanlık derken gökyüzüne tutacağınız fenerin ışığı çoktan sönmüştür.
Öğretmen öğretir, çünkü onun öğrettiği bilgi işe yararlılık ilkesine hizmet eder. Kılavuz olmaya ne mecali ne de kendine yetecek ışığı vardır. Öğrencilerini en fazla çarşambadan perşembeye kılavuzlayabilir. Çok daha gayretlisi üniversite sınavlarında bir fakülte parseli çevirmeye katkı sağlar. Feza-yı Ferdanın küçük güneşlerine gökyüzü yolculuğunda refakat etmeye ne hacet!
Körler bile artık filleri doğru tanımlamayı öğrendi. Sadece kavradıkları tarafıyla eşyayı, insanı ve evreni yorumlamaya kalkmıyorlar. Zihinlerinde tümevarıma ulaşıyor ya da tümdengelime varıyorlar. Pozitivist eğitimin aşkın anlamları çözecek gücü olmadığı için kolay yolu seçiyor ve bir çırpıda metafizik olan her şeyi inkâr ediyor.
Okul, mektep, medrese…Üçünde de mesele şurada düğümleniyor: Bilmek ne işe yarar? Bilince ne oluyor? Bilgi öğrencilerin eline tutuşturulan bir ip gibi. Öğrenci bu ipi şaşkın şekilde elinde dolaştırıp duruyor ve nereye bağlayacağını bilmiyor. Biri sınav yapsın da elinden bu ipi alsın diye sabırsızlıkla bekliyor. Bir ucu boşlukta salınan bir bilginin ne gence ne ihtiyara hiçbir faydası olmayacağı açıktır.
Bilmek ipini bulmak direğine bağlamak gerek. İyi de bunu öğrencilere kim söyleyecek? Büyük anlamlı cevaplar içermeyen küçük soruların öğretmenleri olmak ne büyük bahtsızlıktır. Hiç olmazsa cevabı öğretmenler versin soruyu öğrenciler sorsun. Böylelikle dört yanlış bir doğruyu boşuna sürükleye sürükleye ıssız bir yere götürmemiş olur.