“Konuşmak” sıradanlaştı, yeni dönemin Ali’leriyle Ayşe’leri bakışmakla yetinmeyip “çıkmaya” başladılar. Bu yeni ilişki biçimine batılıların “flört etmek” dediği kavramın Türkçeleşmiş halidir desek yeridir.
Derviş Çelebi

Sevgili dostlar, dergimizin ilk sayısında “ben varmam inekliye yoğurdu sinekliye” başlıklı bir makale yazmıştım. Okuyanlarınız hatırlayacaktır, bu yazı, bir türkü üzerinden kadın erkek ilişkilerini daha çok kadınların bakışı üzerinden anlamaya yönelik bir denemeydi. Bu kez, bu kadim meseleye biraz daha yakından bakmaya gayret edeceğim. Elbette, süreci hazreti Âdem’den bu yana ele almak niyetinde değilim, bu kapsamlı bir kitabın konusu olabilir. Kendi kişisel hikâyemden yola çıkarak, 1970’li yıllardan bu yana gençlik dönemi kız erkek ilişkilerinin kısa tarihini yazmaya gayret edeceğim. Amacım bu ilişkileri tanımlayan kavramların değişimi üzerinden genç kız ve genç erkeklerini ilişki ve iletişim biçimlerine yönelik bir okuma yapmak.
Yaşları ellinin üzerinde olanlar bilecektir. Bizim gençlik yıllarımızda kızlar ile delikanlıların yakınlaşmasını isimlendirmek için “bakmak” kelimesini kullanılırdı. Bu bakışmalar kırsalda bir çeşme başında su doldururken, şehirde sokakta bakkala giderken, çoğunlukla da okul sıralarında, teneffüs araların cereyan ederdi. Aslında kelimenin tam anlamıyla ilişkinin düzeyi de çoğunlukla bakmakla sınırlı kalırdı zaten. Tahmin edebileceğiniz gibi genellikle de delikanlılar, endamından hoşlandıkları kızları uzaktan süzer, bir bakışını, bir gülümsemesini yakalamaya çalışırlar, kısa bir bakış anını da ilişki teklifinin kabulü sayarlardı. Ali Ayşe’ye bakıyor dediğimizde, “Ali Ayşe’yi seviyor diğer arkadaşlar ayağını denk alsın” anlamına gelirdi. Ayşe de Ali’ye bakıyorsa zaten kız isteme için şartlar oluşmuş bir nevi söz kesilmiş sayılırdı. Mahallenin yeni yetme çocukları arada posta görevini görür, mektuplar gelir gider, arada iletişim bu şekilde sağlanırdı. İletişimin, bazen öğrenci çantasına atılan ilanı muhabbet notları şeklinde tezahür ettiği de olurdu. Bu şekilde başlayan muhabbetin suyunun çıkmasına, uzamasına müsaade edilmez, çevreninde desteği ile bunun bir adı konması lazım gelirdi. Bunun adı bazen söz bazen nişan olur ama mutlaka bir adı olur idi. Olur ya söz kesilir ama düğün olmadan delikanlının yolu askerliğe düşerse, türkülere konu olduğu üzere, hasretin ifadesi olarak mektupların ucu yakılırdı. Zaten o yıllarda askerliğini yapmayan delikanlıya kız vermezler bu yüzden düğün merasimi, askerden sonraya bırakılırdı.
Batı kültürünün eğitim ve renkli basın üzerinden bütün ülke sathına hızla yayıldığı seksenli yıllar, ilişkilerin bakışmadan konuşmaya evrildiği yıllardır. Bir kız ile erkeğin yakınlaşmasını ifade etmek için o yıllarda “Ayşe, Ali ile konuşuyor” ifadesini kullanmaya başlamıştık. Bugünün gençleri eminim bunu anlamakta zorlanacaktır. Ama bu fiziksel olarak da konuşmayı içeren bir kavram idi. Zira o yıllarda toplum kızların ders ya da benzer bir ihtiyaç gündemi olmaksızın akrabası olmayan erkeklerle havadan sudan konuşmasını ayıp sayardı. Her önüne çıkan erkekle konuşan kız hoş karşılanmaz, kendi hem cinsleri diğer kızlar tarafından da ayıplanırdı.
Doksanlı yıllara geldiğimizde, televizyonlar her eve girip de yabancı diziler memleketin her köşesini istila ettiğinde, “bakmak” kelimesinin “çıkmak” a evrildiğine şahit olduk. “Konuşmak” sıradanlaştı, yeni dönemin Ali’leriyle Ayşe’leri bakışmakla yetinmeyip “çıkmaya” başladılar. Bu yeni ilişki biçimine batılıların “flört etmek” dediği kavramın Türkçeleşmiş halidir desek yeridir. Çıkmak eylemi ile aslında Ali ile Ayşe, tabiri caiz ise arkadaşları nezdinde söz kesmiş, aileler de bu duruma sessizce onay vermiş gibidir. Çıkmak aslında bir anlamda toplumun dini hassasiyetlerini kaybetmesi, ya da esnetmesi ile de ilişkilendirilebilir. Zira bir kızın mahremi olmayan bir erkekle yalnız başına gezmeye tozmaya çıkması, rengini İslam’dan alan bizim kültürümüzün de zaman içerisinde sekülerleştiğinin işareti olarak sayılabilir.
2000’li yıllara geldiğimizde çıkmak eyleminin de sıradanlaştığına şahit oluyoruz. Gençler arasında “yürümek” tabirinin kullanıldığını görüyorum. Çeşme başında bakışmanın masumiyetinden, bir tür taciz ifade eden yürümeye varmak sizce de ürkütücü değil mi? Buna bir de kısa ifadelerle ve hatta “emojiler” ile karşı tarafa niyetini belli etme cihetinden bir iletişim dili de eklenmiş. Bu yeni dil bir iletişim dili midir tartışılır elbet, ancak Instagram gibi sosyal medya platformlarında “story” avına çıkan gençlerin karşı cinsten bir tanıdığının gönderisine adeta ilkel bir tavırla kıvılcımlı-alevli hızlı ifadeler göndermesinin başka bir izahı olabilir mi?
Sanki sevdanın kaynağı olan ruhun sesi kısılmış, haz peşinde olan nefsin arzuları iktidar olmuş gibi. Niceliğin egemenliğinin bir göstergesi de bu olsa gerek. Özelliklede sosyal medyanın her geçen gün daha da yaygınlaştığı günümüzde tuhaf isimler altında bir teşhircilik ve buna eşlik eden saldırılar altındayız. Bu konuyu daha detaylı olarak konuşmamız gerektiğini zikrederek geçiyorum.
Bir adım ötesinde, zaman zaman sözü getirip bıraktığım, üniversite çağındaki kız ve erkeklerin, aynı evde birlikte yaşadıklarına şahitlik ediyoruz. Yürümenin, oturmaya doğru gelip dayandığı günümüz de her türlü ilişkinin meşru ve sıradan olduğu ayak seslerini duyduğumuz hedonizm çukuru var sanırım. Başta kendi topraklarımız olmak üzere hızla uçuruma doğru giden İnsanlığa, köprüden önceki son çıkışı olan İslam’ın mesajını ulaştırma sorumluluğu, omuzlarımızdadır.