“Çağa Şahitlik Eden YILDIZLAR” Kitabı Hakkında Ahmet Refik Partal ile Konuştuk

Yıldız Mezunları Derneği Yönetim Kurulu Üyesi Ahmet Refik Partal ile “Çağa Şahitlik Eden YILDIZLAR” üzerine söyleştik.

İNSİCAM

Fotoğraf: Ahmet Furkan Onat

“Çağa Şahitlik Eden YILDIZLAR”  kitabının sıra dışı bir kurgusu var, oldukça ilgi çekici ve güzel bir ürün çıkmış ortaya, bu projenin çıkış hikayesi nedir? Niçin böyle bir kitap yayınlama ihtiyacı hissettiniz?

Hep denir ya, “Arkadaşlarla bir gün oturuyorduk ve neden böyle bir çalışma yapmıyoruz diye düşündük.” Bu şekilde bir cümle kurmayacağım çünkü işin aslı öyle değil. Bizim niyetimiz; eksikliğini hep hissettiğimiz, herkesin uzun süredir düşündüğünü bildiğimiz fakat bir türlü hayata geçirilemeyen, zihin ve duygu dünyalarımızda yer işgal eden, inancımızı da kapsayan ve sosyolojik bir karşılığı olan, ortaya çıkarılmasına ihtiyaç duyduğumuz böyle bir çalışmayı hayata geçirmek ve somutlaştırmaktı.

İşin bir de insani ve sosyolojik yönü var. Dünya üzerinde her gün, alıcısının muhataplığına göre önemli ya da önemsiz sayılacak nitelikte pek çok olay yaşanıyor. Olayların şahitleri, yaşanmış bu olayları görmeyen diğer insanlara anlatarak iletiyor. Peki iletilen ve kaynağından uzaklaşan bu anlatılar, bir zaman sonra hâlâ varlığını sürdürüyor veya yaşandığı gibi aynı şekilde kendi içeriğini koruyabiliyor mu? Bunun cevabı elbette “hayır” olacaktır. Bir olayın, anlatılan detaylarının değişmeden, uzun süre anlaşılmasını sağlamak için yazmak-kayıt altına almak en kalıcı çözümdür. Tarihte yaşanan olayları da biz bu yazılanlardan öğreniyoruz. Yani yazılan olaylar bize kadar geliyor, yazılmayanların ise ömrü az oluyor veya ilk anlatılan halinden fersah fersah uzaklaşıyor. Kulaktan kulağa diye bir oyun beni çok etkiler. Bu oyunda sözlerin kişiden kişiye nakledilirken nasıl değiştiğini, eksildiğini görebiliyoruz. 40 yıllık süreci ele aldığımız bu çalışmamızda bile, az da olsa anlatılan bazı bilgilerin unutulan eksik yönlerini birkaç kaynaktan tamamlamak, bazılarını ise kısmen de olsa farklılıklarından dolayı teyit etmek zorunda kaldık. Bilginin, zaman geçtikçe bilinirlilik düzeyi azalıyor ya da değişime uğruyor.

Türkiye, Cumhuriyet sonrası pek çok değişim, dönüşüm ve sisteme müdahale dönemleri yaşadı. Tek Parti dönemi, Demokrat Parti dönemi, Askeri Darbeler ve Muhtıralar bu dönemlerin en başında geliyor. Tüm bu dönemlerde, Müslüman halk varlığını sürdürmek ve inancıyla yaşamak için sürekli bir mücadele içinde oldu. Kimi zaman önü kesilmeye çalışıldı, kimi zaman hayat hakkı tanınmadı. Toplumun her kesimi, bulunduğu yerde bu olumsuzluklarla mücadele etmeye çalıştı. Bu mücadele alanlarından biri de üniversiteler oldu. Üniversiteler, bir dönem eğitimin zor zahmet yapıldığı, ülkedeki sosyolojiyi, siyaseti etkileyen en önemli ortamlardan biriydi. Bu ortamlarda İslâm inancını koruyarak eğitim almak isteyen öğrenciler, bu dönemlerde pek çok zorluk çekti. Ekonomik imkânsızlıklar da bu zorlukları pekiştiren unsurlardan biri oldu. Dolayısıyla inançlı bir öğrencinin eğitim hayatı, ateşten bir gömlek giymekle eşdeğer duruma geliyordu. Düşünsenize, Anadolu’nun bir köşesinden nice imkânsızlıklar içinde üniversiteyi kazınıp gelmiş inançlı bir öğrenci, girdiği bu toz duman içinde hem okuma hem de var olma mücadelesi veriyor. Bu genç bedenler, bu genç yürekler, bu yükü nasıl kaldıracak. Zaten bazı öğrenciler, bu yükü kaldıramayarak tekrar memleketlerine geri dönüyorlar. Kalanlar ise aynı duruma düşmemek için dayanışmaya giriyor, birlikte hareket ediyor, birbirlerine destek olmaya çalışıyorlar. O dönemlerde inançlı bir erkek öğrencinin okuması bile hayli zor iken, tesettürlü bir kadının nasıl okuyabileceğini düşünün. 1967 yılında okuldan atılan Hatice Babacan’ın başına gelenleri ve sonrasında yaşananları hepimiz biliyoruz. 2013 yılına kadar az ya da çok devam eden yasaklar kamu da dahil olmak üzere tamamen kaldırıldı. Bu ülkede başörtüsü ile okumaya çalışanlar, nice sıkıntılar çekti. Çoğu, okulu bırakmak zorunda kaldı. Burada içimizdeki hain FETÖ’nün, başörtüsü yasağının uygulandığı dönemlerde yapılan protestoları sabote edip, verilen mücadeleleri açığa düşürmek için yaptıklarını da hatırlayalım. Yani hem dışardan hem içerden benliği yok edilmeye çalışılan insanlar çok sıkıntı çekti bu ülkede.

Bu ülke, 28 Şubat postmodern darbesi ile hapse atılan, okulunu bırakan, kendini ifade etmeye çekinen öğrencilerin olduğu dönemlere şahitlik etti.

Okul dışında da inançlı halkımız aynı zorluklarla karşı karşıya kaldı.

İnançlı insanların karşısında sadece sistem ve içimizdeki hainler yoktu. Nefsine yenilip davet yolunda dökülenler de vardı. Bunlar; makam, mevki ve mal derdine düşüp birlikte olduğu camiayı terk etmekle kalmayıp, inandığı değerler için mücadele edenlere burun kıvıran ve onların mücadelelerini küçümser insanlar hâline gelmişlerdir.

Hasılı, tüm güzelliklerin yanı sıra yaşanan olumsuz dönemlerin de olduğu gibi ortaya konması gerekiyor. Bir güzelleme yapılması değil yaşananların olduğu gibi ortaya konması, bugünün iyi yorumlanmasını sağlanması açısından önemli bir unsurdur.

Soruya dönersek, yayınlanmasında geç kalınmış olan bu kitap, anlattıklarımız ve daha anlatamadığımız pek çok sebeplerden dolayı, bir ihtiyaç olarak ortaya çıkmıştır.

Kitapta yer alan isimleri nasıl bir yöntemle  seçtiniz? Kriteriniz ne oldu?

Kitaba “Çağa Şahitlik Eden Yıldızlar” ismini, her biri birbirinden değerli insanları, kategorize etmeden tarif etmek için koyduk. İslâmî hassasiyete sahip insanların bir arada olduğu bir birliktelikten bahsediyoruz. Bu birliktelikte herkes, binanın bir bölümünü oluşturuyor ve birlikte bir anlam ifade ediyor. Aslında DNA zincirine benzetebiliriz kardeşlerimizi. Bir DNA nasıl ki vücudun tamamının şifrelerini taşıyor, Yıldız’daki İslâmî hassasiyet hususunda derdi, kaygıları olan herkes de aynı şeyi tarif ediyordu.

Yıldız Mimarlık mezunu rahmetli Akif Babalı’nın çok sevdiğim ve kitapta da yer verdiğim bir sözü, o dönemleri çok güzel tarif ediyor: “Bizler bütün yaptıklarımız ile büyük ümmet havuzuna akan ara yollar gibiyiz.”

Bu söz aslında Müslümanların; her birinin farklı bir havuz arayışında olduğu, hatta kendini havuz saydığı ve bütün kolların kendisine akmasını beklediği bugünlerde, nasıl bir savruluş içinde olduğunu çok iyi anlatıyor.

Hasılı, isimleri belirlemede aslında hiç zorlanmadık desek yeridir. Çünkü, ortada bir mücadele var ve herkes bu mücadelenin içinde yer alıyor. Bununla birlikte, olayları daha çok anlamak ve daha fazla bilgiye ulaşabilmek için özellikle o dönemde sorumluluk almış kişilere kitapta bilhassa yer vermeye çalıştık. Sonuç olarak kitapta, Yıldız’daki mücadelenin her aşamasına ait bir şahitliğe yer vermeye çalıştık.

Burada bazı hususları da özellikle anlatmam gerekiyor.

Kitabın, elimize aldığımız son haline gelmesi, aslında üç aşamalı bir süreçten geçti.

Birinci süreç, dernek yönetimi olarak görüşüp oluşturduğumuz ve ayrıca Yıldız’ın tüm serencamını bilen büyüklerimize sorarak aldığımız isimlerin toparlanması; ikinci süreç, iletişime geçebilme şansını yakaladığımız ve konuşabildiğimiz isimlerin oluşması ve en son süreç ise somutlaşarak kitaba yazılarının girdiği isimler. Başlangıçta düşündüğümüz ve çalışmalara başladığımız isimlerin sayısı, en sonda yarıdan daha aza indi. Kimi ulaşamadığımızdan kimi de müsait olmadığından sayı azaldı.

Hatta, hâlen bir hayır avcısı gibi koşturan bir abimiz ile görüş(eme)me hikayemiz çok ilginç. Önce yazı olarak almaya çalıştık ve bugün-yarın diye bir süre böyle devam ettik. Sonra müsait olmayınca kamera alıp yanına gittim, bu seferde kendini hazır hissetmiyordu. En sonunda, bari ses kaydedip gönder dediğimi hatırlıyorum ama sonuçta yine yazı alamadım kendisinden. Tabi bu dediğim süreçler 5-6 ay sürdü.

Diğer taraftan elde ettiğimiz dokümanlar hususunda, detayların bazen unutulması ve kişilerin hatırlanamaması gibi durumlar da yaşadık. Olayları ve kişileri, bazen birkaç kaynakla görüşerek tamamlamak durumunda kaldık. 1960’larda başlayan bir süreçten bahsediyoruz. Bugünden geriye sayarsak 60 yıllık uzun bir zaman dilimi. Ayrıca, yaş geçiyor ve hepimiz yaşlanıyoruz. Bazı şeyler silinip kayboluyor.

İşte kitabı da hazırlama gayelerimizden biri de budur. Yaşanan ve etkileri bugünlere uzanan bir mücadele var. Bu mücadelenin unutulmaması, tarihe not düşülmesi, gelecek nesillere hatasıyla sevabıyla aktarılması gerekiyor.

Biz, Sabahattin Zaim hocamızın nasihatine uyduk ve değerlendirme yapılabilmesi için inançlı insanların geçmişte yaşadığı mücadeleyi göz önüne çıkarmaya çalıştık. Ne diyor hocamız: “Çocuklar, siz geçmişinizi ne kadar iyi bilirseniz günümüzü o kadar iyi yorumlarsınız ve bundan da gelecek tasavvuru çıkarırsınız.”

Biz ‘Hayır Binası’na bir tuğla koyduk ve bir ışık yaktık.

Buradan insanlar, güzel sonuçlara ulaşacak inşallah.

Kitapta belgesel, hatta dizi filmlere konu olabilecek  hayat hikayeleri var. Yıldız Mezunları Derneği’nden  bu kitabın devamı veya bezer projeler beklemeli miyiz?

Aslında Türkiye öyle dönemlerden, öyle cenderelerden geçti ki sanki herkes bir filmde oynar gibi yaşamış. Evlatsız kalan anne babalar, her gün ölüm korkusuyla eğitim hayatı yarıda kesilen insanlar, yıl boyunca kapanan okullar, büyük planları olan emperyal devletlerin ülkemiz ve gençliğimiz üzerindeki oyunları, her gün sönen hayatlar, ülkenin geleceğini karartan hadiseler, emperyalistle iş tutan kendi yerli ama zihni yabancı olan işbirlikçiler, postlu postsuz darbeler, bu toprakların asli unsuru olan medeniyeti yaşayamayan, yaşatılmayan, dünyası dar edilen insanlar… Böyle bir ortamda sürdürülmeye çalışılan bir hayat. Aslında dediğiniz gibi dizi ve filmlere konu olacak hayatlar yaşandı.

Bir dönem can korkusu ile geçiyor.

Düşünsenize, sınıfta ders dinliyorsunuz ve biraz sonra karşıt görüşlü öğrenciler tarafından sonunun ne olacağını bilemeyeceğiniz bir kavgaya çekilebilirsiniz. Böyle gerilimli bir ortamda kim okumak ister.

Okula silahla gelen grup size defalarca ateş ediyor, siz aklın değil duyguların yoğunluğu ile hareket ederek, silahın üstüne üstüne gidiyorsunuz.

Okul koridorlarında, onlarca insan tarafından çembere alınıp kavgaya tutuşuyorsunuz. Hemen yanınızdaki arkadaşınız, merdivenlerden aşağı atılmak üzereyken son anda aklı selim sahibi bir polis kurtarıyor.

Bir yandan inancınızla var olmaya çalışıyor diğer yandan eğitiminizi bir kaos ortamında tamamlamaya çalışıyorsunuz.

Okulda hocalar bugün gördüğü öğrencisinin, ertesi gün öldürüldüğü haberini alıyor.

Ne öğrencinin ne hocanın ne ailelerin o gün ne olacağını bilemeden yaşadığı günler.

Sadece okulda öğrencilerin değil, tüm halkın kamplaştı(rıldı)ğı hatta asayişi sağlamak görevi olan polislerin bile mesai arkadaşlarıyla kamplaştığı bir dönem.

Oluşturulan bu ortamlar sonrası, bu kez darbe ile ele geçirilen yönetim devreye giriyor ve neredeyse önüne geleni toplayıp hapse atıyor. Sönen hayatlar.

O gün evde olmadığı için yıllarca hapis yatmaktan kıl payı kurtulan öğrenciler.

Bir diğer dönem, bu sefer kaos yok ama sistem size tüm gücüyle geliyor ve inancınızla okumanıza hatta bazen yaşam hakkınıza kastediyor.

Anadolu’dan okusun diye gönderilmiş başörtülü bir kızın, önüne çıkan koca bir devlet ve bu devletin icracı kolları. İkna odaları, disiplin, soruşturma, uzaklaştırma, en son atılma riski. Hatta bazıları, okulun zorlaması yanında ailesinin de zorlaması ile karşı karşıya. Bu kız nasıl mücadele etsin? Koruyup kollamaya çalışan erkek öğrenciler de okuldan atılmaya kadar gidebilecek durumlarla karşılaşıyor.

Öğrenci inancı gereği namaz kılacak ama mescitler kapatılıyor, namaz için serilen kartonlar dahi kaldırılıyor, öğrencinin sakalıyla uğraşılıyor.

Okul ve resmî ideoloji, el birliğiyle, insanların kendi benliğiyle var olmasını engellemeye çalışıyor. Bir yandan okul baskısı diğer yandan ona destek veren devlet gücü var. İlerleyen süreçte, yine öğrencilerin kaldıkları evler basılıp herkes toplanıyor ve yine söndürülmeye çalışılan hayatlar oluyor.

Tüm bu hadiseler, okullarda öğrencilerin başına gelirken dışarda da aynı şekilde -inancıyla var olmaya çalışan- halkın başına geliyordu.

Hakikaten tam bir cendere.

Hasılı tüm Türkiye; dizilere, filmlere konu olabilecek bir hayat yaşıyordu aslında.

Böyle bir hayat yaşamayı kimse istemez fakat ben her şeye rağmen, o günleri günümüz ile kıyasladığımda şu sonucu çıkarıyorum: “Zor zamanlar sağlam insanlar yetiştiriyor ve zafer değil sefer, bize daha iyi geliyormuş.”

Her zaman söylediğim gibi, “biz hayır binasına bir tuğla koyduk” ve kitabı üç yıllık uzun bir süreçte de olsa ortaya çıkardık. Güzel dönüşler alıyoruz. Kitabın yayınlanması insanlarda bir heyecan oluşturdu. Yaşadıklarını anlatmak isteyenler, evlerdeki kolileri karıştırıp doküman bulanlar, bize dönüş yapıyorlar. İnşallah, eğer nasip olur da kitabın devamını çıkarabilirsek, bu kez fazla zorlanmayacağız diye düşünüyorum. Diğer taraftan, müstakil olarak çok güzel çalışmalar içinde bulunan arkadaşlarımız var. Onların da bu çalışma ve gayretlerini, kalıcı hale getirip insanlara örnek olarak sunmayı arzu ediyoruz. Niyetimiz sahih, şartlar da sahih olursa üstüne biraz da fedakârlık katarak güzel eserler ortaya çıkarabiliriz.

Yayınladığımız bu eserle, Yıldızlılar’ın dışında da böyle bir eser ortaya koymanın önemini hissettirdik, diye düşünüyorum. Kitabın duyguları harekete geçiren, heyecan veren bir yönü var. Daha geçtiğimiz günlerde, ziyaretime gelen El-Ezher mezunu bir arkadaş, kitabı incelerken çok heyecanlandı, “Ezher’de okumuş Türklere yönelik de böyle bir eser çıkarabiliriz” dedi. Sanıyorum, kitabı eline alıp okuyan herkeste böyle bir his oluşacak.

Bizim niyetimiz, geçmişe takılı kalmak değil fakat unutmak ve unutturmak da değil. Başta belirtiğim gibi biz, Sabahattin Zaim hocamızın nasihatine uyduk ve geçmişi ortaya koyduk. Bu bilgilerle günümüzü iyi yorumlamak ve bundan bir gelecek tasavvuru çıkarmak ise okuyucuya kalıyor.