Mehmet Demir Hoca, Mehmed Zahid Kotku Hocaefendi’yi Anlattı

Bu yüzden ilk zamanlarda Hocamızı tanımayan ve sonradan “gelemedik” diyenlere, “sizde değil kabahat yahu bizde” diyormuş. “Biz sizi celb edemedik. Getiremedik. Kabahat bizdedir, sizde değil” diyormuş.

İNSİCAM

  1. Kendinizi kısaca tanıtır mısınız?

Bendeniz Mustafa oğlu Mehmet Demir, 1938 de Ordu Çaytepe’de doğdum. Çaytepe ilkokulunda okudum. Perşembe’de hafızlık yaptım. Sonra 1954’te Arapça’ya başladım Perşembe vaizinde.1955’te İstanbul’a geldik. İsmailağa Kuran Kursuna girdik. 1957’ye kadar orada okuduk. Abdullah Vanlıoğlu Hoca, İhsan Mehmetalioğlu, Çolak Mehmet Efendi bizim o dönemki hocalarımızdı. Ordu Selimiye Camii’nde imam vekilliği yaptım, Kuran Kursu kadrosuyla 1966’dan 1972’ye kadar köyde vazife aldım. Daha sonra Yalova’da görev yaptım ve sonra da Üsküdar’a geldik. Haseki Eğitim Merkezi açıldı ve 1976’da oraya girdik. Kıraat bölümünde başladık. 1979’da oradaki eğitim de bitti ve 1981’de İskenderpaşa’da imamlık vazifesi yaptık. Oradan emekli olduk.

2. Hocaefendi ile nasıl tanıştınız?

Hocaefendi ile tanışmamız İsmailağa Medresesi’nde okurken oldu. 1956 senesinde, Hocaefendi daha İskenderpaşa’ya gelmeden evvel, onunla tanıştık. Vefatına kadar da yanında olduk. Zeyrek’te Ümmü Gülsüm Camii’nde idi. Hazret oradan İskenderpaşa’ya geldi. O’nun yanına Cuma sabahları devam ediyorduk. Haseki’de okurken de gene İskenderpaşa’da Cuma namazlarını kılıyorduk. 1975’te Hocaefendi’nin özel eğitimine tabii olduk. Yani diğer bir deyişle halvete girdik.

3. Hocaefendi’yi nereden biliyordunuz? Nasıl gittiniz yanına?

Medresede dernek başkanı bir ağabey bizlere bir mesele anlattı. Hocanın ismini vermeden onu methetti. Onun methettiği kimdir diye merak ettik, araştırdık öyle gittik. Metheden kişi İsmailağa’da dernek başkanı olan Eşref Osmanağaoğlu idi. O bir mesele anlattı: Bir toplantı yapılmış ve o toplantıya Hocaefendi’yi çağırmışlar. Hocaefendi o toplantıda bir konuşma yapmış. Onun konuşması üzerine hiç görülmemiş, kimsenin görmediği duymadığı şekilde bir yardım toplanmış. Hocanın konuşmasının neticesinde toplanmış bu yardım. İsmini söylemeden bu Hocayı anlattı. Mehmed Zahid Efendi olduğunu sonradan öğrendik ve yanına gittik. Ders almamız ise gene Eşref Osmanağaoğlu’nun teklifi üzerine oldu. Cuma sabahları Zeyrek’te Ümmü Gülsüm Camii’ne devam ediyorduk. Bir gün cemaat çıkıp gittikten sonrasıydı, Eşrefoğlu da geldi oraya, Hocaefendi’ye bize ders vermesini teklif etti. 1956’nın Mart ayıydı diye hatırlıyorum, çağırdı Hocaefendi bizi yanına ve dersi tarif etti. İlk dersimizi öyle aldık.

4. Hocaefendi’nin cemaati ile ilişkileri nasıldı?

Fevkalâde idi. İlk zamanlar cemaati çok azdı. Hocamız İskenderpaşa’ya geldiğinde sadece iki saftan ibaretti cemaati. Bu yüzden ilk zamanlarda Hocamızı tanımayan ve sonradan “gelemedik” diyenlere, “sizde değil kabahat yahu bizde” diyormuş. “Biz sizi celb edemedik. Getiremedik. Kabahat bizdedir, sizde değil” diyormuş. Öyle öyle sonradan camii doldu taştı tabii.

5. Mehmed Efendi Hazretleri camideki irşad hizmetlerinin dışında aynı zamanda kitap da yazıyordu. Bununla ilgili neler söyleyebilirsiniz kıymetli hocam?

Tabi, yazıyordu. Hizmet edenlere yazdırıyordu kitabı, kendi söylüyordu onlar yazıyordu. Kendi yazdığı bir defteri vardı, “tasavvuf defteri” diyorduk ona. Emekli öğretmen bir Erzurumlu Cemil Amca vardı. Haseki’ye uğrarken akşamları okurduk o defteri. Hocaefendi kendi eliyle yazmış, onun el yazmasıydı o defter.

6. Hocaefendi’nin kütüphanesiyle ilgili bilginiz var mı? Sık okuduğu kitaplar var mıydı bildiğiniz?

Tasavvufla ilgili kitapları çok okurdu. Anladığım kadarıyla İmam Gazali’yi çok okurdu. Hatta son zamanlarında Ali Yakup Efendi ile beraber Gazali okumaya devam etmişler. Ali Yakup Efendi’yi çok methetmişler Arapçası iyi demişler. Gelmiş Ali Yakub Efendi, Hocaefendi demiş “Seninle ders okuyalım.” diye. “Ne okuyalım?” diye sormuş Ali Yakub Efendi, Hocaefendi demiş “Gazali okuyalım” diye. Başlamışlar okumaya, Ali Yakub Efendi bazı yerlerde takılıyormuş. Biraz zorlandığını görünce Hocaefendi söylüyormuş ona takıldığı yeri. Sonra Ali Yakub Efendi diyor ki, “Baktım biz onu okutuyoruz sanıyoruz ama o bizi okutuyor meğerse. Benim izah edemediğim yerleri o anlatıyordu. Oradan anladım ki o bizi okutuyordu.”

Ben de İskenderpaşa’ya gelince cumadan önce Hocaefendi’nin konuşma yaptığı kitaplara bakarak vazifeye başladıktan sonra konuşma yapmaya başladım. Mesela 4 cilt hadis kitabı var ondan ders yapıyordu bir zamanlar, sonra Münebbihat okuyordu, daha sonra işte Ramuz okuyordu. Bizler de onun ders yaptığı bu kitapları Hocaefendi’den sonra takip ettik hep.

7. Hocaefendi’ye bağlı olanların önemli bir kısmı üniversite talebeleriydi. Bunun mühim bir sebebi var mıydı acaba?

Ta Hasib Efendi’den beri geliyor bu durum. Bizim Ümmü Gülsüm Cemaati’nde de böyleydi, İskenderpaşa’da da böyleydi. Üniversite talebeleri hep O’na gelirlerdi. Çünkü Hocaefendi idareye çok ehemmiyet veriyordu. “İdare elde olmadıktan sonra İslam yaşanmaz” diyordu. “Mutlaka idareye tesir etmek lazım, ancak öyle İslam yaşanır.” diye bu konu üzerinde ehemmiyetle duruyordu. Bu cihetle önem veriyordu. Hatta bir gün demiş ki, ben yoktum bu konuşmasında, “Üniversiteyi bitirdiniz, hatta birkaç tane üniversite bitirmiş olun. Birkaç diplomanız var ama Kuran-i Kerim’den hiçbir şey bilmiyorsunuz ne işe yarar bu diplomalarınız?” demiş. Ondan sonra o cemaatteki doçentler, profesörler hep kendilerine hoca bulmuşlar. Kuran-i Kerim öğrenmeye başlamışlar.

8. Muasırı olan diğer Hocaefendilerle veya şeyhlerle arası nasıldı?

İyiydi. Mahmud Efendi’nin şeyhi Ali Haydar Efendiyi yanındaki birkaç kişiyle ara sıra ziyaret ederdi. Necati Amcadan dinledim bunu, 1960’larda “Haydi Ali Haydar Efendi’yi gidip ziyaret edelim!” demiş. Ali Haydar Efendi’nin son zamanlarıydı. Kendisine doktorlar ayağa kalkmayacaksın demişler. Yattığı yerden işaretle namaz kılıyormuş. Öyle ki yatağının yanına kiremit getirmişler ki yattığı yerden teyemmüm alıp namazlarını kılsın diye. Birden durmuş, “beni ayağa kaldırın” demiş, kaldırmak istememişler. Doktorlar da kaldırılmasını sakıncalı bulmuşlar. Gelenlere gene “beni ayağa kaldırın” demiş, gene kaldırmak istememişler. Bu kez etrafındakilere sert bir şekilde “beni ayağa kaldırın diyorum size!” demiş. Girmişler kollarına tabi. Tam o ayağa kalkmış Hocaefendi de zile basmış. Etrafındakiler kaldırdığı esnada tam da! Hocaefendi içeriye girmiş Ali Haydar Efendi ile musafaha yapmışlar. Ali Haydar Efendi kucaklamış Hocaefendi’yi. “Bu Efendi’ye ayağa kalkılır!” diyormuş. Bırakıyormuş biraz sonra tekrar kucaklıyormuş “Bu Efendi’ye ayağa kalkılır!” diyormuş. Birkaç defa tekrar ettikten sonra Ali Haydar Efendi’yi tekrar yatağına yatırmışlar. Ziyaret esnasında 10-15 dakika kadar tek kelime konuşulmamış. Kimse konuşmamış, sükût hali yani. 10-15 dakika öyle oturduktan sonra Hocaefendi tekrar musafaha yapmış gitmek için ve çıkıp gitmişler. Son görüşmeleri böyle olmuş.

Sami Efendi de bayramlarda Hocaefendi’ye geliyormuş. İlk başta İskenderpaşa’ya gelir ondan sonra Erenköy’e gidip ziyaretleri kabul edermiş. Hocaefendi’nin prensibi işraktan çıktıktan sonra doğruca Süleymaniye’ye hocalarını ziyarete gitmekti. Hocaları hep orada çünkü. Bir gün Süleymaniye’ye geç kalmışlar, “Geç kaldık, Sami Efendiler gelmiş ve gitmişlerdir, ayıp olmuştur.” demiş. Bakmışlar hakikaten Sami Efendiler gelmişler sonra dönüp gitmişler. Sami Efendi bir gelmiş bakmış Hocaefendi yok, bekleyememiş tabi hemen gitmiş. Dediği gibi olmuş yani.

9. Hocaefendi’nin yurt dışından gelen misafirleri olurmuş. Bunun hakkında ne biliyorsunuz?

Gelirlerdi. Birisine sorduk, yurt dışından geliyordu. Nasıl dedik. Gelenleri mihraba geçirirdi, cemaate hizmet ettirirdi. Gelenlere çok saygı gösterirdi. Mihraba bile geçirirdi. Ekseri hafız olanlara “buyurun mihraba” dermiş, O da onlara uyar arkalarında namaz kılarmış.

10. İlave etmek istediğiniz bir şeyler var mı?

Bir gün içerde oturuyoruz. Hoca konuşuyor biz dinliyoruz. Biraz kalabalık bir cemaatiz. Hizmetçi geldi Hocaefendi’nin kulağına bir şeyler söyledi. Hocaefendi eliyle, böyle gitsin dercesine işaret etti. Hizmetçi gittikten sonra gelen kişi hakkında söze şöyle başladı Hocaefendi: “Şeriatın şınını bilmezler, şeyhlik yaparlar. Buraya gelmekten de maksadı burayı istismar etmek. Bu sebeple de görüşmek istemedim.” dedi. Sonradan öğrendik kim olduğunu ama o adamla görüşmedi. Ben İskenderpaşa’daki Hocayı biliyorum diye gittiği yerlerde söyleyecek ya adam, zaten söylüyormuş gittiği yerlerde, o yüzden görüşmeyi istemedi Hocaefendi. Soru sormak isteyenler olurdu mesela ama 5-10 tane sorularla gelirlerdi. İşte dinle ilgili sorular olurdu genellikle. Kendisi cevap vermezdi. Hemen Abdullah Hocaefendi’yi çağırttırır ona sorsun der, kendisi de talebe gibi dinlerdi. Usulü öyleydi. Ama baş başa iken tek bir soru falan olursa kendisi cevap verirdi.