Muallim, Mürebbi ve Mürşid-i Kâmil Olarak Hocam Mehmet Zahit Kotku Hazretleri

Onun zamanında İskenderpaşa Camii, müştemilatında kalan üniversite talebeleriyle bir mektep olma özelliği gösteriyordu. Kendisi, bu farklı fakültelerde okuyan öğrencilerle bizzat ilgileniyor, onların karakterli, şahsiyetli birer fert olarak kendi alanlarında yetişmeleri için gayret sarf ediyordu.

Abdullah Hikmet ATAN

Doç. Dr., İstanbul Üni. İlahiyat Fak.

Mehmed Zahid Kotku Hocaefendi’nin Hatt-ı Destiyle

Kur’ân-ı Kerîm’de Peygamber (s.a.v.) Efendimizin vazifeleri sadedinde “Andolsun ki içlerinden, kendilerine Allah’ın âyetlerini okuyan, (kötülüklerden ve inkârdan) kendilerini temizleyen, kendilerine Kitap ve hikmeti öğreten bir Peygamber göndermekle Allah, müminlere büyük bir lütufta bulunmuştur. Halbuki daha önce onlar apaçık bir sapıklık içinde idiler.” (Âl-i İmrân, 164)buyurulmaktadır. Resûl-i Ekrem (s.a.v.)’in İslâm’ı tebliğ ve tefsiri, insanları başta şirk olmak üzere günahlardan tezkiye vazifelerinin yanı sıra bir görevi de ta’lîmdir. Nitekim Resûlullah (s.a.v.) bir hadisinde “Ben ancak bir muallim olarak gönderildim.” (İbn Mâce, Mukaddime, 17) buyurmak suretiyle bu misyonuna dikkat çekmiştir. Bunun için de ilme, âlime, tâlibe önem vermek gerekmektedir. Bu hadisin sebeb-i vürudu olarak Hz. Peygamber’in mescitte halka olmuş, biri zikirle diğeri ilimle meşgul olan iki grup sahabe ile karşılaşıp ilim halkasını tercih etmesinin zikredilmesi, O’nun bu yönünü göstermesi bakımından önemlidir.

Mehmet Zahit Kotku Hocaefendi de ilme, âlime önem vermekteydi. Sohbetlerinde ilmin ehemmiyetine vurgu yaparak ona teşvik ederdi. Bir pazar sohbetinden sonra kendisinden manevi ders almak üzere bekleyen bir grup genç öğrenciyi “Necati Efendi, siz dersi tarif ediniz, ben geliyorum” diyerek merhum Necati Coşan amcaya havale etmiştir. O gençler içerisinde Yüksek İslâm Enstitüsü’nde okuyan bir abimiz şöyle anlatıyor. “Caminin son cemaat yerinde halka olduk, oturduk. Necati amca manevi dersi anlattıkça içimden “Ben bu kadar şeyi nasıl yapacağım? Okul derslerim var, dışarıdan dersler alıyorum.” diye, geçiriyorum. Derken Hocaefendi geldi ve aramıza oturdu. Direkt bana dönerek “Sen derslerine çalış. Senin dersin o!” diye buyurdu. Bu hâdise, yukarıda zikrettiğimiz hadis-i şerifin sebeb-i vüruduna ne kadar çok benziyor! Peygamber (s.a.v.) Efendimiz orada da ilim ve zikir halkasıyla karşılaşmış, her ikisini de methetmiş ancak ilim halkasını tercih ederek onların arasına oturmuştu.

Yine âlime verdiği ehemmiyeti, muhterem Ahmet Akın Çığman hocamız şöyle anlatıyor: Hocaefendi’yi ziyarete gitmiştim. Bana “Bu akşam bir yere davet edildik, sen de gel.” dedi. “Peki efendim!” dedim. O akşam gittiğimiz evde Hocaefendi sohbet yaptı. Sohbetin sonunda musâfaha yapılıyor. Ben de Hocaefendi ile musâfaha yaptım ki elimi tuttu, bırakmadı. Kalabalığa dönerek “Cemaat buraya bakın! Bu, Ahmet Akın hocadır. Doğu’da, Şam’da, Medine-i Münevvere’de okudu. Kendisi hocamızdır, onu iyi tanıyın” dedi. Bunu söylemekle Mehmet Zahit Kotku Hocafendi, âlime verdiği değeri bizzat göstermiş oluyor, cemaatinden de ulemaya önem vermelerini ve onlara tabi olmalarını istiyordu.

Bir muallim ve mürebbi olarak Hocaefendi, yediden yetmişe herkesin yetişmesine büyük gayret göstermiştir. Öyle ki çocukluğumuzda yazları İstanbul’a gidip kendilerini ziyaret ettiğimizde, çocukluk dersi olarak yatmadan önce üç kere “Allahu rabbî, Allahu maî, Allahu şâhidî” (Allah rabbimdir, Allah benimledir, Allah şâhidimdir) dememizi bizlere öğretmiş ve yaşımız ilerledikçe bu zikrin sayısını yedi, dokuz, on bir, en son yirmi bire kadar çıkarmıştır. Kendisini her ziyaret edişimizde de “Dersleriniz nasıl, yapıyor musunuz?” diye sorup takip ederek, bizleri zikir ve tesbîhata alıştırmaya gayret etmiştir.

Mehmet Zahit Kotku Hocaefendi’nin, memleketin dört bir yanından yüksek tahsil yapmak üzere İstanbul’a gelen üniversite öğrencilerine sahip çıkması, barınmaları için yurt imkânları oluşturması, hatta vazife yaptığı İskenderpaşa Camii’nin müştemilatını buna göre yenileme ve imar gayretinde olması, ileride ülkemize büyük hizmetleri olacak pek çok öğrencinin yetişmesine büyük katkı sağlamış ve vefatından sonra da bu hizmetler büyüyerek devam etmiştir. Onun zamanında İskenderpaşa Camii, müştemilatında kalan üniversite talebeleriyle bir mektep olma özelliği gösteriyordu. Kendisi, bu farklı fakültelerde okuyan öğrencilerle bizzat ilgileniyor, onların karakterli, şahsiyetli birer fert olarak kendi alanlarında yetişmeleri için gayret sarf ediyordu. Tıpkı Asr-ı Saâdet’te Ashâb-ı Suffe gibi. Üzerinden yıllar geçse de onun terbiyesine nail olanlar, her zaman o günleri büyük bir hasret ve muhabbetle yâd etmiş, hayatlarına istikamet kazandıran Hocaefendi’yi asla unutmamışlardır.

Burada Mehmet Zahit Kotku Hazretleri’nin İskenderpaşa Camii’nde pazar günleri ikindi namazından sonra okuttuğu Ramuz dersleri zikredilmelidir. Gümüşhânevi Tekkisi’nde bir gelenek halini almış olan bu hadis dersleri, Hocaefendi’nin muallimliğini yansıtan mühim bir veçhe olarak hatırlamakta fayda var. Türkiye’nin, hatta dünyanın dört bir yanından gelen gönül dostlarının buluşma yeri olan İskenderpaşa Camii, her hafta ikindileri yüzlerce kişinin bir araya gelip kaynaştığı, halleştiği yer olarak uzun yıllar fonksiyonunu sürdürmüştür. Bu yönüyle de Hocaefendi’nin, talebelerini hadis ve sünnetin etrafında toplamayı ve onları Peygamber (s.a.v.) Efendimizin ahlâkıyla ahlâklandırmayı, edebiyle edeplendirmeyi başardığını görüyoruz. Bu da Müslüman bir liderin, yerine getirmesi gereken bir sorumluluk olarak durmaktadır.

Hocaefendi’nin seksen üç yıllık ömrüne baktığımızda, yaşayarak örnek olma gayreti önemli bir sünneti hayatında bizzat uyguladığını gösteriyor. Onun için zaman zaman çevresinde bulunan bazı hocalardan istifade etmeyi, onlara danışmayı ihmal etmemiştir. Onlardan biri de merhum Ali Yakub Cenkçiler Hocaefendi’dir. O zamanlar Fatih, Fevzipaşa Caddesi’nde oturan Ali Yakub Efendi, Mehmet Efendi Hazretleri’nin vazife yaptığı İskenderpaşa Camii’ne gelir ve Hocaefendi’yi sık sık evinde ziyaret edermiş. 1985 yılıydı, Ali Yakub Efendi bana şöyle bir anısını anlattı: “Bir gün evinde kendisini ziyaret etmiştim. Yanında talebeleri vardı. Ben içeri girince ‘Hocam gelmiş’ diyerek ayağa kalkıp beni büyük bir heyecanla karşıladı ve yanına oturttu. Sonra bana bir sopa uzattı ve ‘Hocaefendi! Bu sopayı al, beni okut, yanlış yaptığımda da bununla bana vur!’ dedi. Ben de ‘Estağfirullah efendim, öyle şey olur mu?’ dedim. Biz, yanında nasıl dururuz diye düşünür, bir saygısızlık yapmayalım diye dikkatli hareket ederken, o bana bir sopa uzatıyor ve böyle diyor. O büyük bir zât olmasaydı, talebelerinin yanında böyle bir şey yapmazdı.” Ali Yakub Hocamın anlattığı bu hatıra, aslında Hocaefendi’nin yanında bulunan talebelerine bir mesajı olarak anlaşılmalıdır. O, ilme ve âlime verdiği değeri, ona hürmet ederek bizzat kendi üzerinde göstermek istemiştir. 

Hat sanatında icazet aldığım, merhum Ali Rüştü Oran hocamdan duyduğum şu hatırayı da anlatmadan geçemeyeceğim: “1985 yılıydı, bir pazar günü İskenderpaşa Camii’nde Ali Rüştü Bey, sol yanı üzerine mindere oturmuş, diktiği sağ dizini kendine rahle yapmış, öğrencilerinin meşklerini kontrol ediyor. Bir yandan da çok sevdiği Hocaefendi’den bahsediyor. ‘Beni öyle tek gözle görmeyin. Bana ne bakanlar ne milletvekilleri ayağa kalkmıştır’ diyerek espri yapıyor ve ardından da ‘Hocaefendi’nin yanına girdiğimde bana ayağa kalkardı, o kalkınca yanında bulunan parlamenterler de ayağa kalkarlardı’ sözleriyle sebebini açıklıyordu. Sonra şunu anlattı: Yine bir gün evinde kendisine ders vermek üzere gittiğimde ayağa kalktı ve ben de ‘Efendim, şayet bana bir daha böyle ayağa kalkacak olursanız bundan böyle size derse gelemeyeceğim’ dedim. Şöyle bir durakladı, bendeki kararlılığı görünce ‘Peki, hocanın sözü dinlenir’ dedi.”

Anlatıldığına göre bir gün Hocaefendi: “Hüsn-i Hat öğrenmek istiyorum, bana bir hattat bulabilir misiniz?” demiş. Bunun üzerine, o dönem hat sanatıyla meşgul olan hattatları camiye getirip Hocaefendi ile buluşturmuşlar. Öyle ki Hattat Hamit Aytaç merhum bile gelmiş. Halazadem Süleyman Zeki Bağlan Bey anlatıyor: “Hocaefendi, Hamit Bey’i evinden caminin avlusuna kadar çıkartıp kapıya kadar geçirdi. Hocaefendi’nin başında sarık, Hamit hocanın başında fötr şapka vardı. Ayrılırken Hocaefendi Hamit Bey’in elini öpmek için eğildi o da Hocaefendi’nin elini öpmek üzere eğildi ki o anda sarıkla fötr şapka bir araya gelmiş oldu. Tam fotoğraflık bir andı.” Ali Rüştü hocam şöyle demişti: “Ben de Hocaefendi’ye getirilen hattatlardan biriydim. ‘Bu olsun’ demişler. Böylece Hocaefendi’ye hat dersi vermeye başladım.” Duyduğumuza göre ömrünün son zamanlarında hat ile ilgilenmesinin sebebini, “Sekseninden sonra hattat olacak halimiz yoktu. Gençlere örnek olalım istedik. Ama gençler de kof çıktı” diyerek üzüntüyle dile getirmişler. Ancak telif ettikleri bazı eserlerde yer alan âyet ve hadisleri bizzat hüsn-i hatla yazmış olmaları, bu işi ne kadar ciddiye aldıklarını, nasıl bir estetik ve zarafete sahip olduklarını göstermektedir.

Mehmet Efendi Hazretleri görüldüğünde muhatabında saygı uyandıran bir görüntü ve heybete sahipti. Hayatını o kadar çok sünnete bağlı yaşardı ki kendisiyle oturduğunuzda her haliyle Peygamber (s.a.v.) Efendimizi hatırlatırdı. Adeta o “yeryüzünde yürüyen sünnet” vasfına layık bir mürşid-i kâmil olmayı başarmış, samimi bir mümin olma makamına ulaşmıştı. Çünkü Hocaefendi, yegâne mürşidimiz ve mürebbimiz olan Peygamber (s.a.v.) Efendimizin hayatını kendine örnek almış bir mümin hassasiyeti ile bir ömür insanları mükemmel bir şekilde irşad ve terbiye etmiştir. Resûlullah (s.a.v.) Efendimizin sünnetine uyulması halinde, bir Müslümanın ulaşabileceği noktayı göstermesi açısından onun hayatı büyük bir öneme sahiptir.

Mesela o, evinde kendisini ziyarete gelen kişilere tatlı dil, güler yüz gösterir, onları sabırla dinler, sözlerini kesmez, yanlışlarını yüzlerine vurmaz, hataları genele konuşarak düzeltme yoluna giderdi. Dolayısıyla Hocaefendi’nin talim ve terbiye hayatında Hz. Peygamber’in sünnetinin mühim bir yeri olduğu görülmekteydi. Sünnet onun hayatını şekillendirmiş, biçimlendirmiş ve verimli hâle getirmiştir. Bir Müslüman için de hayat ancak bu şekilde, sünnet ile gerçek anlamını bulmuş olmaktadır.               

Elbette Mehmet Zahit Kotku Hazretleri’nin örnek alınması gereken, daha geniş çalışmalara konu teşkil edecek mahiyette pek çok özelliği bulunmaktadır. Dolayısıyla onun örnek hayatı tekrar tekrar gözden geçirildiği takdirde, fert ve cemiyet olarak halihazırda karşılaştığımız problemlere çözüm bulunabileceğine inanıyorum. Çünkü onun bereketli hayatı, ömrünü bir muallim, bir mürebbi ve bir mürşid olarak dolu dolu yaşamayı başardığını göstermektedir. O, geçen asrın örnek Allah dostlarından biri olmakla gönül dünyamızda her zaman tazeliğini korumaya devam edecek, ışığıyla nice karanlığı aydınlığa kavuşturmayı sürdürecektir.