Fıkıh Penceresinden Sanal Âlemdeki Gerçekliğimiz

Çoğunlukla en mutlu anını ya da en melankolik halini paylaşarak her geçen gün takipçi sayısını artırmaya çalışan bir sosyal medya kullanıcısının zihnimizde ve duygu dünyamızda bıraktığı izler bizi nereye götürür?

Sevdegül ÇEKİÇ

Afyonkarahisar İl Müftü Yardımcısı

Bir tanıdık ya da arkadaşla görüşmek için kilometrelerce yol gidilen, yüklü telefon faturalarının ödendiği günlerden teknolojinin hızlı gelişimiyle ortaya çıkan anlık iletişim araçları vasıtasıyla haberleştiğimiz vakitlere şahitlik etmekteyiz. İletişim teknolojisinin bu denli hızlı ilerlemesinin, zaman israfının önüne geçilmesi ve ekonomik tasarrufun yanı sıra insanın duygusal hayatına da katkı sağladığı görülmektedir. Zira salgın döneminde sosyal hayattan koparak sevdiklerinden uzak kalan insan, henüz 21. yüzyılın başlarında tanıştığı sosyal ağlarla sanal sosyalleşmenin zirvesini yaşamaya başlamıştır. Söz konusu sanal sosyalleşme serüveninde bilgi, belge, ses ve görüntü paylaşımıyla fark edilmenin hazzı ile kendi özelini bilinçli olarak ya da olmayarak deşifre etme paradoksunu yaşayanların varlığı da bir yandan tartışılmaktadır. Kimi zaman sosyalleşme kimi zaman vakit geçirme bazen de gündemden haberdar olma çabalarıyla birçoğumuzun hayatında oldukça yer kaplayan sosyal ağlar ve sosyal medya platformları, fıkhın da gündemine girmektedir.

İslâm’ın bireysel ve toplumsal hayata dair amelî hükümlerini inceleyen fıkıh ilminin, sosyal medya kullanıcılarının davranışları ile alakadar olması ve hükümler ortaya koyması gayet tabii bir durumdur. Facebook’ta mekân bildirimi yapan, Instagram’da görsellerini paylaşan, Twitter’da gündemin akışına dahil olan kullanıcıların, bu ve benzeri platformları kullanırken sınırlılıkları ve kurallarını belirleyecek bir merciye ihtiyacı olduğu kesindir.

Fıkıh ilminde, “eşyada aslolan ibahadır.” ilkesi “aksine bir delil bulunmadıkça bir şeyden faydalanmanın veya bir davranışta bulunmanın mubah olduğuna hükmedilmesi” demektir. İslam âlimlerinin çoğunluğu tarafından kabul edilen bu ilkeye göre yasaklığı yönünde dini bir bildirim olmadıkça bir şeyden yararlanma izninin asıl olması esastır. Dolayısıyla, yeme içme konusunda, canlı cansız eşyadan vb. faydalanma hususunda yasaklayıcı ve sınırlandırıcı bir delil bulunmadıkça ondan yararlanmak mubahtır. Günümüz dünyasının sanal gerçekliği olan sosyal medya platformlarının, insanın hayatını kolaylaştıran ve faydasına olan yönleri bu çerçevede değerlendirilebilir.

İlk zamanlarda lise arkadaşlarını bulmak amacıyla sanal âlemde sosyalleşme çabası içerisinde olan sosyal medya kullanıcısı, herhangi bir konuda bilgi edinmek istediğinde güvenilir kurum ya da kuruluşların sosyal medya hesaplarında saat mefhumu olmaksızın aradığı bilgiye ulaşma şansına sahipti. Bunun yanında salgının seyrine göre eve kapanmaların zorunlu olduğu günlerde kalabalık sahur ve iftar sofralarında buluşamayan aileler, sosyal medya platformları üzerinden görüntülü görüşme imkânını daha çok kullanmaya başlamıştır.

İnsanlığın maruz kaldığı salgın sürecinde yaşanan en büyük sıkıntılardan biri, normal zamanlarda yapılan birçok aktivitenin bu süreçte imkânsız hale gelmesidir. Eğitim öğretimden sanata, spordan sosyal kültürel faaliyetlere engel olan bu durum, yeni arayışları gündeme getirmiştir. Söz konusu bu arayışlar sonunda bulunan çözümlerden bir tanesi özellikle bazı sosyal medya platformları üzerinden canlı yayınlar ve grup oturumları yöntemiyle gerçekleştirilen eğitim ve etkinliklerdir.  Mensubu olduğum kurum olması hasebiyle Diyanet İşleri Başkanlığının bu konudaki çalışmalarından kısaca söz etmek yerinde olacaktır. Toplumu dini konularda aydınlatma görevi kapsamında Başkanlığımız, salgın döneminde de bu görevini yerine getirebilmek adına çok hızlı çözümler üretme pratikliğini gösterebilmiştir. Söz gelimi, ülke genelinde müftülüklere bağlı olarak hizmet sunan Aile ve Dini Rehberlik Büro/Merkezleri, sosyal medya hesapları üzerinden canlı yayınlar gerçekleştirerek halkımıza, aileye ve sosyal hayata dair birbirinden önemli konuları alanında uzman kişilerden dinleme ve böylece doğru bilgiye güvenilir kanallardan ulaşma imkânı sunmuştur. Ayrıca kapanma döneminde Başkanlığımız tarafından “Haydi Türkiye Evden Kur’an Öğrenmeye” sloganıyla harekete geçirilen çevrimiçi yaygın din eğitimi faaliyetleri de bu hususta örnek gösterilecek hizmetler arasında zikredilebilir.

Peki… İnsanların sosyal hayatını bu denli kolaylaştırma imkânına sahip bu platformların yine insan hayatını olumsuz etkileyen hatta bireysel ve toplumsal ahlâkı zedeleyen yönleri var mıdır? Konu buraya gelmişken İslâm hukukundaki “sedd-i zerâi‘ ” kavramını hatırlamaya ihtiyaç hâsıl olmuştur. Özet bir anlatımla “kötülüğe ve zarara giden yolların kapatılması” şeklinde ifade edebileceğimiz bu kavram, aslında mubah olan bir fiilin işlenmesi halinde şer’î açıdan sakıncalı sonuçlara götürmesi kesin veya kuvvetle muhtemel olması nedeniyle yasaklanmasıdır.

Sosyal medyanın aktif kullanılması postmodern dünyanın çoğu zaman bir gerekliliği gibi görünürken, sözü edilen bu mecrada bir veya birkaç hesaba sahip olunması son derece tabii bir durum olarak karşılanmaktadır. Ancak bu tabii durumun ötesinde insanları yanıltmak/kandırmak veya dolandırmak amacıyla sahte hesap açmak sedd-i zerâi‘ ilkesi kapsamında değerlendirilmelidir. Buna göre sosyal medya hesabı açmak, bir profil resmi belirleyerek sanal alemde var olmak, ihtiyaç dahilinde mubah bir eylem iken açılan bu hesap üzerinden insanları kandırıp onları maddi-manevi zarara uğratmak sedd-i zerâi‘ kapsamında ele alınarak birtakım hukuki yaptırımlarla engellenebilecek bir fiildir.

Sosyal medya platformlarına dair her gün yeni gündemler oluşmakla birlikte bir meselenin daha varlığını zikretmek yerinde olur kanaatindeyim. Söz gelimi bir sosyal medya kullanıcısının gerçek hayattaki görüntüsü, duygu durumu, yaşam biçimi ile sosyal medya hesabında takipçilerine yansıttığı hali birbirinden farklı olduğunda bu durum İslâm hukuku bağlamında nasıl ele alınmalıdır? Çoğunlukla en mutlu anını ya da en melankolik halini paylaşarak her geçen gün takipçi sayısını artırmaya çalışan bir sosyal medya kullanıcısının zihnimizde ve duygu dünyamızda bıraktığı izler bizi nereye götürür?

“Biliyor musun takip ettiğim A kişisine çok özeniyorum. Instagram hesabında her gün paylaştığı şeyleri bir görsen… Ben de onun gibi sürekli mutlu olmak istiyorum, benim hayatım ne kadar zor…” “Evet ben de onun gibi olmak istiyorum, bir insanların yaşadığı hayata bak bir de benim yaşadığıma…!” şeklindeki bu ve benzeri serzenişleri pek de az duymuyoruz artık çevremizde? Buradan hareketle sosyal medya ortamında “mükemmel!” görünen hayatlar, bazı takipçilerin şükür ve kanaat gibi ahlâkî değerlerle olan ilişkisini olumsuz etkilemektedir diyebiliriz. Zira nebevi öğütlerde çokça yerini bulan bu iki kavrama günümüz dünyasında hat safhada ihtiyaç olduğu aşikâr. Elinde olanın mutluluğunu yaşamak yerine başkasında görünenin özlemini çekenlerin kulağına küpe niteliğindedir o nebevi öğütler: “İslâm’ın dosdoğru yoluna ulaştırılan ve geçimi yeterli olup da buna kanaat eden kimse, ne kadar mutludur!” (Tirmizî, Zühd , 35) sözünün sahibi olan Allah Resulünü kendimize rehber edinmeye her zamankinden daha fazla ihtiyaç var belki de.

O halde kendisine, ailesine ve topluma karşı sorumluluklarını üzerinde bir yük olarak görüp huzuru sanal âlemde bulmaya çalışanların varlığını tahayyül ederek başlayalım tefekkür etmeye. Gerçek şu ki aradığı o huzurun güncel tabiriyle kendine dönmek, kendisiyle barışık olmak yani aslında yaratılış amacını bilmekle bağlantılı olduğunu hatırlamak gerekmektedir. “Ben cinleri ve insanları, ancak bana kulluk etsinler diye yarattım.” (Zâriyât, 51/56) buyuran ve insanı yarattıklarının en şereflisi kılan Rahman’ın biz kullarına verdiği değer, sosyal medyada aldığımız beğeni sayısı ile mukayese edilemeyecek kadar büyüktür ve kıymetlidir. 

Doğruluğundan emin olunmayan ya da asılsız olduğu kesin olan bazı bilgilerle Twitter gibi mecralarda bir anda gerçekleşen linç girişimleri de sosyal medya ortamındaki bir başka tehlike olarak karşımıza çıkmaktadır. Kişileri maddi-manevi her açıdan zarara uğratıp onurunu zedeleyebilecek bu tür vakalar son yıllarda sıkça gündemimizi meşgul etmektedir. Ey iman edenler! Size bir fasık bir haber getirirse, bilmeden bir topluluğa zarar verip yaptığınıza pişman olmamak için o haberin doğruluğunu araştırın.” (Hucurât, 49/6) ayet-i kerimesinde yer verilen bu ilke hayatın her alanında bize ışık tutmalıdır. Tam da burada unutulmaması gereken husus, gerçek hayattaki kırmızı çizgilerimizin sanal âlemde flulaşmamasıdır.

Başkasının haklarını kendi hakkını koruduğu gibi korumaya çalışan insan, birbirinde tükenmeyen aksine ötekinin varlığıyla huzur bulan insandır. “Muhammed, Allah’ın Resulüdür. Onunla beraber olanlar, inkârcılara karşı çetin, birbirlerine karşı da merhametlidirler…” (Fetih, 48/29). “Müslüman Müslüman’ın kardeşidir. Ona zulmetmez. Onu düşman eline vermez (himaye eder) …Her kim dünyada, bir Müslüman’ın (ayıbını) örterse Allah da kıyamet günü onun (ayıbını) örter.” (Müslim, Birr, 58; Tirmizî, Hudûd, 3). Öyleyse güneşin ısıttığı gibi merhametle ısıtmalıdır birbirini. Yüklü başaklar gibi eğilmelidir başlar, kusurları örtmede gece gibi olunmalıdır. Dolayısıyla kul hakkı konusundaki hassasiyetimiz her platformda yerini bulmalıdır.

Bir başka konu ise “Mahremiyet mahrumiyet midir?” sorusuna cevap aramaktır. Sosyal medya platformları kişinin kendine özel kalması gereken bazı hallerinin herkesin görüş alanına açılabilmesine imkân sağlayan bir ortamdır. Dolayısıyla sanal âlemde var olmanın heyecanını yaşarken insan, çoğu zaman kaybettiği mahremiyetinin farkına dahi varamamaktadır.

Mahremiyet, mükerrem (saygıdeğer) kılınan insanın vazgeçilmez en temel hakkıdır. Mahremiyet ile haram kelimesi aynı kökten türetilmiştir. Haram denildiğinde bir yasak olma hali söz konusudur. Nefse ağır gelen bu yasaklılık halinin yanı sıra yine mahremiyetin kökü olan hürmet kavramına da değinmek yerinde olacaktır. Hürmeten yani saygıdan dolayı riayet edilmesi gereken mahremiyet alanları, göz ardı edilmemesi gereken temel prensiplerdendir. Aile mahremiyeti bunlardan birisidir. Aile fertleriyle birlikte geçirdiği en özel anların mutluluğunu -aile mahremiyetini hesaba katmadan- sosyal medya hesabında paylaştığında alacağı beğenilerle yaşayanların azımsanmayacak kadar çok oluşu bu hususa örnektir. Yaratıcının emaneti olan çocukların, en sevimli hallerinin ebeveynleri tarafından sosyal medya ortamına servis edilmesi ise mahremiyet ihlallerinin bir başka boyutu olarak karşımıza çıkmaktadır. Öyleyse gözümüzden sakındığımız göz aydınlığı evlatlarımıza dair hassasiyetlerimiz sosyal medya ortamında da önceliğimiz olmalıdır.

Başkalarının mahremiyetlerini araştırmama, onları gözetlememe hassasiyeti ve erdemi, sanal âlem ya da gerçek hayat fark etmeksizin hayatın her alanına mahremiyet şemsiyesiyle yaklaşılmasına çok büyük katkı sağlayacaktır. Sosyal medya platformlarının sunduğu imkânlarla birilerinin ne zaman, nerede, ne yaptığını sürekli merak eden, inceleyen ve vaktinin büyük kısmını bununla tüketen bir anlayıştan/alışkanlıktan uzak durarak malayani işlerle meşgul olmamak gerekir. “…Birbirinizin kusurlarını ve mahremiyetlerini araştırmayın…” (Hucurât, 49/12) ilahi buyruğu ile İslâm hukukunda makāsıdü’ş-şerîa kapsamında değerlendirilen canı, malı, aklı, dini ve nesli koruma ilkeleri bu husustaki görüş açımızı belirginleştirecektir.

Mahremiyet güvendir. İnsanın kendini güvende hissetmesini sağlayan, doğru ve yerinde hareket etme imkânı sunan bu kavram son derece hayati bir ihtiyaçtır. Sosyal medya hesaplarında bilgi, belge, ses ya da görsellerini, mahremiyet süzgecinden geçirmeden paylaşan kişi, bir çeşit gönüllü ifşa gerçekleştirmiş ve böylece kendi rızasıyla güvensizlik ortamına sebep olmuştur. Buna karşın bilinçli sosyal medya kullanıcısı neyi, ne zaman ve nasıl paylaşacağına karar verebilendir. Gerçek hayatındaki hassasiyetlerini sosyal medya profiline yansıtabilendir.

“Bir kimse kapısı açık bırakılmış (veya giriş kısmında perde olmayan) bir eve uğrar da (içeriye) bakarsa kabahat onda değil, ev sahibindedir.” (Tirmizî, İsti’zân, 16) nebevi uyarısı kullanıcıların, sosyal medya platformlarındaki paylaşımları esnasında kontrolünü kaybetmeme noktasında farkındalığını artırmalıdır. Dolayısıyla irade eğitiminin hayatımızın birçok alanında olduğu gibi sosyal ağlarda da ne kadar gerekli olduğunu ifade edebiliriz.

Tüm bunlardan hareketle;

  • Sosyal medya platformlarının sağladığı kolaylıklardan istifade etmenin İslâmî referanslara da uygun bir davranış olduğu bilinmelidir.
  • Fertlerin bizzat kendisine düşen görevin gerçek hayattaki tüm hassasiyetlerini İslâm hukuk kuralları ile ahlâkî ilkeler ışığında gözden geçirerek sanal âleme de taşımasının gerekli olduğunun bilinmesidir. Zira her bir ferdin takınacağı tavır toplumun ahlâkını etkiler niteliktedir.
  • Fıkıh literatüründeki sedd-i zerâi ilkesi kapsamında, hayatımızın bütün alanlarında olduğu gibi sanal âlemde de kullanıcılar kendisini ya da dolaylı yönden de olsa toplumun diğer fertlerini olumsuz etkileyecek, zarara sebep olacak her türlü fiilden uzak durmalıdır.
  • Sosyal medyanın bazı durumlarda özenti kültürünü tetiklediğini akıldan çıkarmamalıdır. Bu platformlarda da kadim medeniyetimizin sosyo-kültürel özellikleri ve ahlâkî esasları arasında olan sevgi, saygı, adalet, hoşgörü, diğerkâmlık gibi değerleri görünür kılarak özgün bir profil sergilemeye özen göstermelidir.
  • Sosyal medya paylaşımlarında ölçümüz, “İki düşün bir paylaş” düşüncesi olmalıdır.
  • Sosyal medya platformlarındaki tutum ve davranışlarımız konusunda her türlü hukuki yaptırımın ötesinde kişinin kendi vicdani süzgecinin çok önemli olduğu unutulmamalıdır.
  • Kullanıcılar, sosyal hayattaki kuralların sanal âlemde geçerliliğinin olmadığı vehmine kapılmamalıdır.
  • Sosyal medyada geçirilen vakitlerin malayani fiiller kapsamında olmamasına dikkat edilmelidir.
  • Hayatın her alanında mahremiyetin güvenli limanına sığınılarak sanal âlemde de savunmasız kalınmamalıdır.
  • Günümüzün gerçekliği olan sosyal medyanın doğru kullanımına dair bir sosyal medya ilmihali oluşturulmalıdır.
  • İlgili kamu kurum ve kuruluşları, üzerlerine düşen görevleri yeniden gözden geçirerek yazılı ve görsel basın başta olmak üzere bilinçli sosyal medya kullanımı konusunda kamu spotları hazırlamalıdır. Bu hususa, toplumsal farkındalığın artmasına katkı sağlaması bakımından önemli olduğunu düşündüğüm, Kişisel Verileri Koruma Kurumu tarafından hazırlanan “Mahremiyetimiz önceliğimizdir.” mesajının verildiği kamu spotu örnek verilebilir.

Hâsılı, insan her iki cihanda aradığı huzura erebilmek için iradesini hem gerçek hayatta hem de sanal âlemde kaybetmemelidir.