Hatıralar ve İdealler Arasında Bir Yol Açıcı İmge: Sezai Karakoç Şiirinin Kaynaklarından Çocukluk -1-

Hemen belirtmek gerekir ki çocukluk, Karakoç şiirinde zengin bir imgesel depoyu işaret etmektedir. Bu yazıda ele almak istediğimiz çocukluk, Sezai Karakoç’ta bireysel bir inşa ile kültürel bir tasavvurun kaynaştırıcı dinamiği durumundadır.

Yılmaz DAŞÇIOĞLU

Prof. Dr., Sakarya Üni. Fen Edebiyat Fak.

“Kaynar o yaz akreplerinin izi

Kelimelerime ve şiirime hep o

Çocukluğun zehri

Kurtaran zehir karışır

Tutkal gibi yapışır”

Sezai Karakoç

Sezai Karakoç’un edebiyatımızdaki düşünür-şair, mütefekkir-şair sıfatı taşıyan son örneklerinden birisi olduğunu söyleyebiliriz. Klasik Türk şiiri Yunus’ta, Fuzûlî’de, Bâkî’de, Şeyh Galip’te ve başka birçok örnekte düşüncenin şiir formunda dile getirilişine tanık olduğu gibi; Şinasi ile başlayan yeni dönemde de Namık Kemal, Tevfik Fikret, Mehmet Âkif, Yahya Kemal, Nazım Hikmet, Necip Fazıl gibi şairler başta olmak üzere pek çok şair de farklı niteliklerde olsa bile fikir unsurunun şairane hissedişle kaynaşarak sürdüğünü söylemek mümkündür. Elbette zaman zaman düşünce ve duygu bağıntısının doğuracağı gerilimin şiir estetiği bakımından değeri tartışılmıştır. Gerçekten de arkasında kavramsal bir zeminin gücü olmayan imge düzlemi, şiir için sentetik, yapay bir oyuna dönüşme tehlikesi doğurabileceği gibi rasyonel düşünmenin temel aracı olan kavramın imgeye dönüşmeden şiire girişi ise metnin estetik dokusunu zorlayan hatta bozan bir nobranlık oluşturabilir. İmge ve kavram ilişkisinin optimum dengesi şiirin gücünü oluşturan veya artıran faktörlerin başında gelir.  

Çok yönlü bir imge olarak çocuk ve çocukluğa ait işaretlerin, şiirlerde yer alması poetik kalite meselesi olduğu kadar bir duyuş ve düşünüş meselesi olarak da ele alınması gerekir. Böyle bakıldığında, yukarıda anılan şairlerden başka isimlerde de çocukluk imgesinin çeşitli biçimlerde şiirlere yansıdığı ve Çağdaş Türk Şiiri’nin ana imgelerinden birisi olduğu açıkça görülebilir. Bu büyük toplam içerisinde çocuk ve çocukluğa dair imgelerin, bir yandan şiirsel öznenin geçmişe ait kişisel algılarıyla şimdi arasındaki karşıtlık yahut masum geçmiş-kirlenmiş şimdi denklemi üzerine kurulan bireysel inşa ekseni ile öte yandan masalsı geçmişin ideal geleceği kuracağına temel oluşturan daha ziyade ideolojik, idealist bir eksen üzerine oturduğu söylenebilir. Bu ana eksenlerin genel bir açıklama imkânı sağlaması, her şairin şiirinde adı geçen imgenin tuttuğu özel yeri incelemeye de zemin hazırlar. Başka özellikler bakımından olduğu gibi çocuk ve çocukluk imge ve kavramlarının, şiir metinlerinde tuttuğu yer bakımından da Sezai Karakoç şiiri kendine özgü birçok özellik taşımaktadır.

Öncelikle onun şiirinin güçlü yönlerinin başında, kavram ve imge ilişkisindeki dengenin geldiği söylenebilir. Şüphesiz onun şiirinin kaynaklarını sıralamak gerekirse çok geniş bir yelpazeden söz etmek icap edecektir. Başta Kur’an-ı Kerim, hadisler, siyer ve peygamberler tarihi olmak üzere geleneksel kültürün temel referansları arasında bulunan tasavvufi metinler, Türk ve Doğu edebiyatlarının temsilcileri ve Batı edebiyatından seçilmiş metinleri bunlar arasında sayılmalıdır. Buna karşılık Sezai Karakoç şiiri, gücünü yalnızca yazılı kültürel kaynaklardan almıyor. Aynı zamanda şairin yaşarken edindiği izlenimler, hayatın içinden gelen durum, kişi ve başka motifler de onun şiirini oluşturan temel unsurlar arasındadır. Belki birçok başka şair için de söz konusu edilebilecek olan hayata dair izlerin şiire geçmesi Karakoç’ta özellikle bireyselle sosyal arasında, kişisel algı ile ideale yön verecek tez arasında ilişkiler kuran bir dönüşümden geçerek poetik materyal haline gelir. Yine başka birçok şairde farklı biçimlerde zengin poetik kaynak işlevi gören çocukluk yıllarına ait hatıralar, Karakoç için de şiiri oluşturan temel taşların başında gelmektedir. Hemen belirtmek gerekir ki çocukluk, Karakoç şiirinde zengin bir imgesel depoyu işaret etmektedir. Bu yazıda ele almak istediğimiz çocukluk, Sezai Karakoç’ta bireysel bir inşa ile kültürel bir tasavvurun kaynaştırıcı dinamiği durumundadır. Bu bakımdan imge-kavram ilişkisine dayanak oluşturması kadar, bir dünya kavrayışının da temelini teşkil eder.

Sezai Karakoç’un metnin içerisinde çocuk imgesinin merkezi bir yer tuttuğu şiirlerinin başında “Anneler ve Çocuklar”[1], “Büyüyüp de Çocuk Kalmak”[2], “Çocukluğumuz”[3], “Bahçe Görmüş Çocukların Şiiri”[4] gibi adlarında çocuk sözcüğünün kullanıldığı metinler gelir. Bunların dışında da birçok farklı şiirde toplamda yüzlerle ifade edilebilecek “çocuk” ve türevi sözcüğün kullanıldığı, sözcük kullanılmaksızın çocuk imgesini veya çocukluk kavramını işaret ve ima eden tasarruflarda bulunulduğu, “Ötesini Söylemeyeceğim”[5] gibi şiirlerinde anlatımın çocuk ağzı veya gözü ile kurulduğu görülmektedir. Bu göstergeler, şairin şiirlerinde çocuk ve bağlı imgelerle ilişkisinin yoğunluğunu göstermektedir. Bu çerçevede çocuk imgesinin şiirlerdeki yerine bakıldığında, şu ögelerin öne çıktığı dikkati çekmektedir:

Sezai Karakoç’un şiirlerinde anne-çocuk imgelerinin sıkı bir bağ ile yer aldığı, şair öznenin çocukluğuna gönderme yapan hatıra izi olarak işlendiği, çocuğun sık sık masumiyet göstergesi veya saf insan temsili biçiminde şiirlere yansıdığı, bir yabancılaştırma tekniği olarak çocuk bakışının eleştirel amaçla kullanıldığı dikkati çekiyor. Hem nicelik bakımından hem de çocuk imgesinin ve çocukluk kavramının şiirlerde yer alma nitelikleri açısından Karakoç şiirinin kurucu ögelerinden birisiyle karşı karşıyayız.

Şairin genel bir bakışla bakıldığında şiirinde çocuk ve anne imgeleri, birbirini tamamlayan ve ayrılamaz bir bütünlük içerisinde görülür. Daha doğrusu bu ayrılamaz ikilinin bozulduğu yerde, ahengin yaralandığı yerde, çocuktan anneye, anneden çocuğa yöneltilen dramatik bakış dikkati çeker. Bu bağlamda kuşkusuz hemen “Balkon”[6], yukarıda anılan “Anneler ve Çocuklar”, “Çocukluğumuz” gibi şiirler akla gelecektir. Bu şiirler yapısal olarak anne-çocuk simetrisi üzerine kurulmuş ve özellikle ilk ikisi bu simetrinin bozulduğu yerdeki sarsıntıyı söze dönüştürmüştür. Bu simetrinin yalnızca burada adlarını andığımız şiirlerde kurulduğunu düşünmemek gerekir, neredeyse Sezai Karakoç şiirinin tamamına yayılmış bir simetrik yapıdan söz ediyoruz dersek abartılı bir iddiada bulunmuş olmayız. Hemen hemen “anne” sözcüğünün kullanıldığı her yerde “çocuk” sözcüğünün de bulunduğunu yahut “çocuk” kelimesinin adeta doğal bir çağrışımla “anne” kelimesini şiire getirdiğini görmek zor değildir. Buna birkaç örnek vermek yeterli olacaktır. Meselâ “Çatı” şiirindeki şu bent, anne-çocuk bütünlüğünün göstergelerinden birisidir:

“Atılmış kömür toplar

Annelerinin zoruyla çocuklar

– Başka çaresi ne annenin –

Çocuklarıyla yere çarpılan”[7]

“Av Edebiyatı” adlı çevreci bakış açısıyla yorumlanabilecek şiirinde, avlanma eylemini ve avcı tipini olumsuz bir tablo ile sunarken psikanalitik izahlara imkân veren bir anne-çocuk ilişkisi kurar. Avcılığın, anne sözünü dinlememekle anne kaybı arasından doğan bir unutma isteğine dayandığı işareti ilgi çekicidir:

 

“Avcılar ilkin annelerinin mi sözünü dinlemezler

Bütün dayandıkları annelerinin ölümü mü

Hep çocuklar ondan mı belki

Arada bir unutmak için mi yaparlar bu işi

Neyi unutmak”[8]

Son iki dizedeki unutmak vurgusu dikkat çekicidir. Özellikle “neyi” soru kipinin yarattığı boşluk, belirsizlik anne-çocuk ilişkisindeki düzenin bozulmasından doğan sarsıntıyı imleyen bir gösterge durumundadır. Benzer bir durum “Reklâmlarda Yaşama” şiirinde de görülür. Adeta imge kavramının bir izahı olarak da nitelenebilecek olan bu metinde bir reklâm afişindeki çocuğun bir anlık imgesi, çocukluk kavramının temsili olur ve annelerin anne olmaları için o anlık görüntü yeterlidir:

               “Hep çocuk kalacak o

                   Elinde ekmek gülen çocuk

                   Bu çocuğun ilerisi yok

                   Bu çocuk ne iyi ne neşeli

                   Bir işi yapmak için geldi

                   Bütün çocukların bir anı onda

                   O anı yakalamak için

                   Anneler anne olurlar”[9]

Anne ve çocuk ilişkisinin doğal ve zorunlu bir varoluş cevheri olduğunu gösteren bir başka çarpıcı örnekle, “Köpük” şiirindeki ünlü dizelerle sözün bu bağlamdaki akışını noktalamak istiyorum:

              

               “Bir kadını al onu yont yont anne olsun

                   Her kadın acıma anıtı bir anne olsun

                   Çocuklara açılan mavi kırmızı pencere anne

                   Sen bu şehrin sokaklarından geç sonsuz pencerelerle

                   Bir insanı al onu çöz çöz çocuk olsun”[10]

Sezai Karakoç bu doğal ve zorunlu varoluş durumunu kültürel kodlara dönüştürmekte de ustadır:

               “Akşam kente bir Meryem gibi girer

                   Bir çocuk kutsal bir çocuk doğurur gibi”[11]

Dizelerinde doğal durumun nasıl kimlik üreten kültürel işaretlere dönüştüğünü görüyoruz. Bu dönüşümün kutsal anne olarak Meryem imgesi ile Karakoç şiirlerinde farklı biçimlerde tekrarlandığını da belirtelim. Aynı zamanda şiirsel öznenin hatıralarıyla, geçmişe dair izlenimleriyle kaynaşarak soyutlanan ve kimlik yapıcı kodlarla sunulan örnekleri de bulunmaktadır. Meselâ “Çocukluğumuz” adlı şu dizelerde doğa ve kültür ilişkisinde kimlik yapıcı rolüyle annenin işlevi, anılardan[12] süzülüp gelen bir imge olarak sunulur:

                   “Annemin bana öğrettiği ilk kelime

                   Allah, şahdamarımdan yakın bana benim içimde

                   Annem bana gülü şöyle öğretti

                   Gül, O’nun, O sonsuz iyilik güneşinin teriydi

                   Annem gizli gizli ağlardı dilinde Yunus

                   Ağaçlar ağlardı, gök koyulaşırdı, güneş ve ay mahpus”[13]

Yazının konusu olmadığı için burada ayrıntılandırmadığımız baba figürünün de şiirin devamında yapıcı, kurucu bir rolle metne dahil olacağına işaret etmek gerekiyor. Karakoç şiirinde çocuk gözünden anne-baba çatışmasının bulunmadığını, anne-çocuk ilişkisinin yoğun bir bağıntı ile babanın ise bunları tamamlayıcı bir imge olarak yer aldığı söylenebilir. Buraya kadar gösterilen örneklerden de anlaşıldığı gibi Seza Karakoç’un şiirinde çocuk imgesi, masumiyet kavramına işaret eden ve anne imgesi ile ayrılmaz bir bütün oluşturarak soyut ve doğal varlığın kültürel kodlara bürünmesini sağlayan bir temel gösterge olarak yer almıştır.

Karakoç’un şiirlerindeki çocukluk imgesinin güçlü bir damarla kendi çocukluk anılarına bağlandığı, yazının başına aldığımız dizelerde de açıkça görülmektedir. O dizelerde yer alan “akrep” imgesi ile hatıralarında anlattığı şu olaylar arasında ilişki kurulabilir: “Bir yaz günü de, sabah vakti, biz damda yatarken, tavanda direklerin arasında süzülen bir yılan görüp onu da tüfekle öldürmüşler. Yazları o bölgede genellikle topraktan yapılma damlarda yatardık. Damdan baktığımızda yılanı avlunun ortasında ölü olarak uzanmış yatıyor gördük. Bir başka gün de iri akrepler öldürmüşlerdi; ölüleri avlunun ortasında duruyordu. Dokuz boğumlu olur bu akrepler diyorlardı. En zehirli akrepler bunlarmış; böyle bir akrep insanı sokarsa öldürürmüş.”[14]Burada anlatılan imgenin, şiire ve kelimelere karışan bir çocukluk ögesi olarak nitelendirilmesi ilgi çekicidir. Akrebin izi, çocukluğun zehri ama kurtaran zehir (panzehir) olarak şiire “tutkal gibi yapışır”. Bu anlatımdaki paradoks, yani kurtulmak istenildiği halde, kaçılamaz, kurtulunamaz olan zehrin aynı zamanda kurtarıcı olması Sezai Karakoç şiirinde azımsanmayacak sayıda karşımıza çıkar. Çocukluk anılarının zor sosyal ve ekonomik koşulları, kendisinden kurtulunması gereken bir imge deposu iken aynı zamanda erişkinlik döneminde de duygusal bir pusula niteliği taşır; hem besleyici ve kendisine istikamet veren bir güven kaynağı hem de öznenin erişkinliğe kavuşmasıyla geride bırakması gereken dönem. Bu paradoks ancak imge kavram dengesinin kurulmasıyla aşılabilir. Bunun için yollar vardır.

Bunların en başında da çocukluk anılarının şair için kurucu olduğu ve buradan yeni dünya görüşüne yöneleceği hususudur. Bu yeni bakış, gücünü çocukluktan alan yeni bir mantığın, keramet kavramıyla temsil edilebilecek olan gerçeküstü bir akıl yürütmenin ürünü olacaktır:

               “Bir kere elime aldım mı çocukluğumu

                   Üstüne kerametler yazılı derilerde

                   Geleceği bildiren derilerde

                   Başlar yeni bir mantığın bağbozumu”[15]

Seza Karakoç şiirlerinde hatıralarından gelen ve geleceğin kurucusu olan çocuk imgesi, yazının başından beri işaret etmeye çalıştığımız üzere onun poetikasının temel dinamiklerinden birisidir. Hatta Hızır’a ve Taha’ya uzanacak yolun başlangıcı burasıdır denilebilir. Bu meselenin farklı açılardan ve metinlere dayanılarak incelenmesi başka yazıların konusu olacaktır.


[1] Sezai Karakoç, Gün Doğmadan, Şiirler, Diriliş y., İstanbul 2000, s.91. Şairin şiirleri için nundan sonraki atıflar da bu baskıya yapılacaktır.

[2] Karakoç, Age, s.96

[3] Karakoç, Age, s.97

[4] Karakoç, Age, s.150

[5] Karakoç, Age, s.46

[6] Karakoç, Age, s.81

[7] Karakoç, Age, s.109

[8] Karakoç, Age, s.111

[9] Karakoç, Age, s.115

[10] Karakoç, Age, s.129

[11] Karakoç, Age, s.132

[12] Bu dizelerdeki motiflerin şairin çocukluk hatıralarından geldiği, yayımladığı “Hatıralar” dizi yazısının (mesela XXV. bölümünde) başka birçok yerinde görülebilir.

[13] Karakoç, Age, s.97

[14] Karakoç, “Hatıralar XXIV”, Diriliş, 2 Ocak 1989, Yıl:30, Dönem:7, Sayı:24, s.10

[15] Karakoç, Age, s.150