Taraf olmak niyet etmektir. Sadrına bir sevda, aklına bir dava düşürmektir.
Kemal MANSUR

“Ey iman edenler! Allah’a karşı gelmekten sakının ve doğrularla beraber olun.” (Tevbe 119)
Taraf belirlemek, tarif etmekle başlayan bir süreçtir. Tarifsiz yola çıkanların bulacakları değil, düşecekleri bir taraf olur ancak. Neyi nasıl tarif ettiğiniz ise değerler dünyanızla derinden ilintili bir durumdur. Değer verdiğiniz ve değerlendirdiğiniz şeyleriniz yoksa taraf belirleyecek bir bilince de çabaya da sahip değilsiniz demektir. Taraf olmak sizin için boşuna çabadır. Siz rahatınıza bakın, kim hangi taraftan olursa olsun!
Taraf olmak öncelikle konum belirleme kriterlerini koymaktır. Nerede, niçin konuşlanacağınızla alakalı bir tespitte bulunmalısınız. Durduğunuz sosyal, siyasal, psikolojik koordinatların tarif ettiğiniz değerler sisteminin izdüşümünde olup olmadığı önemlidir. Bu tespitin tanımlı bir kaynaktan gelen objektif kriterleri olmalıdır. Yorumlamanın, pratiğin göz içine bakarak ürettiği gerekçelendirmelerin oyuncağı kriterimsilerle olmaz bu iş.
Taraf olmak sınır çizmek aynı zamanda sınır koymak demektir. Bir taraf edinmişseniz kendinize sınırlar koymayı peşinen göze almış olmalısınız. Geniş imkânlar, fırsatlar aleminde avcunuzun içine geleceklerle elinizin tersine çarpacaklar borsa gibi saatlik olarak değişmemeli. Dışardan bakıldığında da vicdanınızdan bakıldığında da deklare ettiğiniz değerler muvacehesinde saygın, meşru bir hareket kümesi görülmelidir.
Taraf olmak niyet etmektir. Sadrına bir sevda, aklına bir dava düşürmektir. Attığın adımları o niyet ile anlamlandırmak, bilinçli bir yolculuğa çıkmak demektir. Kalbinde asil bir niyete yer açamamışsan, konjonktürün alımlı yapay niyetimsileri ile kendini kandırmak ve her dem bir yana savrulmak zorunda kalırsın.
Namazın şartlarından biri de yöneleceğin tarafı, kıbleni belirlemektir. Bir taraf olmanın olmazsa olmaz şartlarından biridir bu. Müşahhas, sabit, yol çizici, yol gösterici bir kıblen olmalı. Savruluşlarını hemencecik haber verecek, seni yeniden yörüngesine sokacak, seninle birlikte kaymayacak bir kıblen olmalı.
Demem o ki, savaşı verebilmenin kaçınılmaz öncüllerindendir tarafını belirleme…
Cephelerle, hatlarla örülü bir hayat yaşıyoruz. Hayatın tarih içerisinden süzüle gelen dinamiğidir bu aslında. Peygamberler ve muarızlarının tutuştuğu yaman savaşımlardan biliyoruz bu gerçeği. Kutlu elçilerin her birinde taraf olmanın latif örnekleri vardır. Mücahede azim ve cesaretini taşımayanlar için hayat zaten bulduğunu tüketmekten ibarettir ve taraf olmak gibi lükse ihtiyaçları yoktur.
Sınanmayanın tarafı olamaz. Sınanmayı göze alamayanın tarafı olamaz…
Uygun, külfetsiz, stabil şeraitte bir iddiayı afişe etmek değildir taraf olmak. Âdem oğullarının kahir ekseriyeti bu baptan bakıldığında bir taraf almış gibi görünür. Lakin hayat orta yere bir fatura sürdüğünde gör sen onları!
Taraf olmak keyfiyeti, özellikle siyasi popüler taraftarlık kültürüyle karıştırılır oldu. Daha çok pragmatik saiklerin ördüğü bir gerekçe haritası etrafında şekillenen tavır alışlar maalesef son tahlilde kişiyi ‘piyasa’ için tam da aranan figür kıvamına getirmektedir. Bu yanılsama, bu muşamba dekor modern zamanlar sahnesini neredeyse ele geçirmiş durumda. Bu vasatta gerçek tavır/taraf alışlar mahkûm edilmekte, bozgunculuk olarak değerlendirilmekte.
Bu sahnenin derinleşmesinde kemiyet denen şeytani illüzyon kritik roller üstlenmektedir. Derine dalmaya yerimiz müsait değil. Kemiyet tarafı ile keyfiyet tarafı arasında salınıyor alem-i fena…
Sözün burasında şu aforizmik cümleyi kurmak şart: Taraf olmak ile taraftar olmayı birbirine karıştırmamak lazım!
Taraf olmak, fert olma keyfiyetimizi ortak toplumsal/cemai hedefler doğrultusunda tavzif etmektir. Varlığımızı/kişiliğimizi durma kararlılığında olduğumuz tarafın hükmi varlığına armağan etmeksizin, ortak değerlerin çizdiği sosyal ve ahlaki ilkeler muvacehesinde intibak sağlamak mesuliyetimiz var.
Taraf olmanın en muhteşem tablosu, Müslümanların cemaatle kıldığı namazdır. Cemaatle kılınan namaz tanımlı bir birlikteliktir. Grupta/cemaatte bulunan her bireyi aşan ortak kabul görmüş kaideler ve davranış kuralları vardır. Herkes eylemin/namaz anlam ve kuralları konusunda vüsati ölçüsünce bilgi ve bilinç sahibidir. İmamın, namazın farzlarından herhangi biriyle çelişen hareketi cemaat tarafından anında uyarılır. Namazın ifsat olmaması için bu uyarı elzemdir. Bağlılık ve ittiba birinci derecede kişilere değil ilke ve kurallaradır.
İnsanlar farklı karakter yapılarında yaratılmıştır. Herhangi bir olaya kişilerin verdiği tepki karakter yapısına göre değişebilmektedir dolayısıyla. Karakter yapılarındaki farklılıklar tabii olarak ortak/cemai faaliyetlere de bir şekilde yansımaktadır. Aynı hedef ve eylem kümesi içerisindeki fertlerin eylemlerinde askeri bir düzen beklentisi içerisinde olmak herkese haksızlık olur. Bu anlamda, temel ilkelerin dışına taşmayan durumlarda farklılıkların tolere edilmesi esas olmalıdır.
Taraf olmak adil olmaya engeli midir? Taraf olmak (bir tarafa düşmek değil!) iradi ve vicdani bir karar olduğundan adil hareket etmeye mâni olmadığını net biçimde söylememiz gerekir. Hatta bu tür taraf oluşlar tüm tarafların hukukunun korunmasının garantisidir.
Sözün burasına gelmişken tarafsızlık söylemine ilişkin de bir şeyler söylemek icab eder. Tarafsızlık insan kerametiyle, saygınlığıyla çelişen bir olgudur. Bu süslü bir liberal yanılsamadır ve yergiye layıktır. Gamsızlık, duyarsızlık, enaniyet ve korkaklığın adını tarafsızlık koymuşlar zahir… Tarafsızlık övünülecek bir şey değildir. Asıl övünülecek olan, ne tarafta olursanız olun adil olmaktır.
Zıtlıkların ördüğü bir hayatta tarafsızlık nifaktır.
Tarafsızlık söylemi aslında her tarafın adamı olmayı şiar edinmiş laçka bir kavramdır. Postmodern görelilik postuna bürünerek kendisine felsefi bir sığınak bulmuş bugünlerde. Tarafsızları tarafınıza yaklaştırmayın…
Bir duruşu olmalı insanın;
Bir bakışı,
Bir anlayışı,
Bir aşkı,
Bir davası olmalı… (Cahit Zarifoğlu)