Ulu Camii kürsüsünden bile dile getirilebilen o günün en tehlikeli dini akımlarından biri olan Mesihilik hareketine karşı Peygamber Efendimizin önemini ve dindeki yerini, halkın anlayabileceği bir dille şiirleştiren Bilge İmam Süleyman Çelebi na’tına, “Kurtuluş Vesilesi” anlamına gelen Vesîletü’n-Necât ismini vermiş.
Mülayim Sadık Kul

İnsicam dergisi bu sayısında Süleyman Çelebi Hazretleri’ne bir dosya tahsis etmiş. Bu haberi aldığımda aklıma ilk gelen soru: “Neden Süleyman Çelebi?” oldu. Gençlik yıllarımızda bidat olduğunu söyleyerek okunmasına karşı çıktığımız bir şiirin/na’tın yazarı, neden İnsicam gibi bir derginin ana konusu olmuştu? Zannediyorum buna verilecek cevap ve bu konuda yapılacak tahliller, bizim kuşak hakkında ve nereden nereye geldiğimizi idrak noktasında önemli ipuçlarına sahiptir.
Elbette bu yazıda konuyu bizim kuşak bağlamında ele almak niyetinde değilim. Buna rağmen bizim kuşağın din algısının nasıl şekillendiği ve değiştiği, genel itibariyle geniş bir perspektifle ve tüm boyutlarıyla ele alınması gereken en önemli güncel meselelerden birisidir. Bu yazının sahibi, bu konunun ana parametrelerini tespit ve tahlil işini, kapsayıcı bir değerlendirmeyi ehline bırakmakla birlikte kendi şahsi tecrübesine işaret edecektir. Diğer bir ifadeyle küçük çaplı bir otokritik/muhasebe diyebiliriz.
Evet, bu konu hakkında yazabileceğimi Mustafa Özel Hocamla konuştuğumuzda Bursa’ya yolumun düşeceği ve bu konunun orada da tekrar gündeme geleceği, bu fakirin bilgi sınırlarını aşmaktaydı. Güzel, güneşli bir günde Bursa ziyareti vesilesiyle M. Bayraktar abime misafir olmuş, Mülayimce Bir Ömür kitabını artık Rabbimin vasi rahmetine tevdi ettiğimiz Akif Babalı ve Bahattin abi gibi tüm güzel abilerimizi hayırla yâd ederek takdim ettiğimde o günün programı da belli olmuştu.
Hayrettin Karaman Hocamı ziyaretten önce Birlik Vakfı’nda Özbekistan’dan gelen İmam Buhari Uluslararası Araştırma Merkezi araştırmacıları karşılanacaktı. Bu kadarı belli olmakla birlikte karşılamanın içeriği hakkında ne Mustafa abi bir şey söylemiş ne de ben bir şey sorma ihtiyacı duymuştum. Meğerse konu tarihi perspektif içerisinde Bursa’yı Bursa yapan değerler ve bunun manevi mimarları olacakmış. Bunların arasında da elbette Molla Fenari, Emir Sultan, Eşref Rumi yanında Ulu Camii’nin ilk İmamı Süleyman Çelebi Hazretleri de vardı.
Bünyamin Erul Hoca’nın mihmandarlığında teşrif eden misafirlere bu konunun en önde gelen uzmanlarından Bilal Kemikli Hoca genel bir Bursa değerlendirmesi yaptıktan sonra özellikle de Süleyman Çelebi ve onun halkın dilinde kısaca Mevlid-i Şerif olarak bilinen Vesîletü’n-Necât adlı Peygamber Efendimizi anlatan eserinden bahsetti. Bizlerin uzun yıllar radikal damarımızla bidat diye karşı çıktığımız bu eserin hangi şartlarda ve ne maksatla kaleme alındığını dile getirdi.
Ulu Camii kürsüsünden bile dile getirilebilen o günün en tehlikeli dini akımlarından biri olan Mesihilik hareketine karşı Peygamber Efendimizin önemini ve dindeki yerini, halkın anlayabileceği bir dille şiirleştiren Bilge İmam Süleyman Çelebi na’tına, “Kurtuluş Vesilesi” anlamına gelen Vesîletü’n-Necât ismini vermiş. Birilerinin, Hıristiyanlığın tanrılaştırdığı Hz. İsa’nın Peygamber Efendimiz’den daha önemli ve derece olarak Allah katında da daha üstün olduklarını müslüman halk arasında yaymaya çalıştıkları bir fitne ortamında bu na’t, bunun doğrusunu ehl-i sünnet ölçüsünde en güzel şekilde ifade etmiştir. Bu halk arasında o kadar rağbet görmüş ki zamanla biraz da işin dozu kaçırılarak her vesileyle okunur hale gelmiştir. Anadolu’muzda olduğu gibi özellikle Balkanlarda halk arasında dindarlığın en önemli uygulamalarından/ritüellerinden birisi, bu na’tın değişik vesilelerle okunması olmuştur. Bunu okuyanlar da halk arasında itibar edilen önemli bir mevki elde etmişler. Bu durum, büyük ölçüde Anadolu ve Balkan müslümanları arasında hala geçerlidir diyebiliriz. Hatta bu coğrafyalarda neredeyse iyi/büyük hoca olmanın bir şartının da, güzel mevlid okumaktan geçtiği söylenebilir. Bunun için de sadece bilgili olmak yetmez elbette sesin ve makamın da ayrı bir yeri vardır. Bu sebeple de bu fakir gibi hafız olmasına rağmen birçok ehli Kur’an’ın, böyle ayrıcalıklı bir statü kazanması pek kolay değildir halk arasında.
Elbette şehirleşme ve modernleşme faktörü birçok konuda olduğu gibi bu geleneğin de belli ölçüde değişmesine sebebiyet verse de camii panolarındaki mevlid ilanları, bu uygulamanın halk arasında ne kadar yaygın olduğunun en önemli göstergelerinden birisidir. Elbette mevlid oku(t)ma sadece halk tarafından talep edilen dini bir uygulama olmayıp aynı zamanda resmi din anlayışını temsil makamında olan Diyanet’in de en önemli faaliyet ve hizmet alanlarından birini oluşturmaktadır.
Elbette mevlidin bu derecede dini bir ibadet olarak algılanması ve uygulanması, eleştirilmeyi hak etse de konuyu tarihsel ve toplumsal boyutlarından soyutlayarak ele almak, doğru bir sonuca götürmez. Özellikle de Balkanlar’da ve Anadolu insanının gönlünde ayrı bir yeri olan mevlid, aynı zamanda İslam dinini yozlaştırmaya çalışan ve Peygamber misyonunu gölgeleme/sulandırma veya Peygambersiz bir İslam sevdasında olanlara verilen tarihteki en net cevaplardan birini teşkil etmektedir.
Din, toplumun anlayış ve uygulamalarından soyutlanarak sadece kelâmî ve fıkhî tartışmalara indirgenemez. Mecelle’de de ifadesini bulduğu gibi İslam’ın özüne ters düşmeyen örf ve âdetin de dinde yeri tartışılmaz. Mesele bu bağlamda ele alınarak elbette din açısından sakıncalı olan yönler eleştirilerek sahih İslam anlayışının gereği yerine getirilmelidir. Ama bu yapılırken sapla saman karıştırılmayarak tarih boyunca ilim ve irfan dengesini Anadolu kıvamında korumuş olan hikmet çizgisi esas alınmalıdır. Bunu da tespit etmek, elbette bu işe gönül vermiş, mürekkep yalamış zevatın fildişi kulelerinden inerek halkın arasına karışıp onların din anlayışını ve uygulamasını doğru anlamasıyla mümkündür.
Dolayısıyla Mevlid-i Şerif bizim halkımız tarafından uygulanan şeklinin dışında daha derin ve kapsamlı bir anlama sahiptir. Tarih içinde billurlaşan İslam anlayışının, Anadolu irfanı olarak ete kemiğe şiir olarak bürünmesidir. İçerisinde tespit edilmesi isnad ve hadis kritiği yönünden sahih yollarla imkân bulamadığımız ifadeler/bilgiler olmakla birlikte özü itibariyle ehl-i sünnet İslam anlayışına temelde ters düşecek bir durum da söz konusu değildir. Halkın dine ve Peygambere olan sevgileri bu yolla korunabilmiş ve günümüze kadar da taşınabilmiştir.
Peygamber ve ehli beyt sevgisi, özellikle Anadolu İslam anlayışının en temel unsurlarından birisidir. Kısaca Anadolu irfanı ile kavramsallaştırılan bu anlayış hassaten Buhara-Semerkant havzasıyla Bursa-Anadolu hattı üzerinden Bosna-Balkan coğrafyasında hâkim olan şeriat ve tasavvuf anlayışının birleştiği ortak noktadır. Ahmed Yesevi çizgisini devam ettiren Mevlana Celalettin Rumî ve Yunus Emre, şeriat temelli Peygamber sevgisi üzerine kurulmuş tasavvuf anlayışının en önemli temsilcilerindendir.
Balkanlar’da ve Anadolu’da Kalenderilik, Bektaşilik ve Melametilik üzerinden bu dengeli İslam anlayışı bazen tehlikeli uç noktalara taşınmışsa da halk arasında Peygamber sevgisi, din algısının en temel ögesi olmuştur. Süleyman Çelebi Hazretleri’nin yaşadığı dönemde olduğu gibi bu çizgiyi bozma girişimleri hiç bir zaman başarıya ulaşamamıştır. Ya ifrat veya tefrit içeren gayretler Maveraünnehir, Anadolu ve Rumeli irfanı olarak ifade edebileceğimiz bu anlayışı değiştirememiştir.
Son Bosna ziyaretimde bir araya gelme fırsatım olan en yetkili dinî makam sahipleri de bu anlamda Selefilik adına yapılanların Bosna’da karşılık bulamayışının, bu ortak irfan anlayışının bu coğrafyalarda ne kadar köklü olduğuna işaret ettiğini bildirmişlerdi.
Buhara, Bursa ve Bosna ekseninde neşv ü nemâ bulan Peygamber sevgisi merkezli İslam anlayışı, Süleyman Çelebi’nin Vesîletü’n-Necât adlı na’tıyla da şiir kıvamında Anadolu ve Rumeli halkına yeni bir ruh üflemiştir. Temelinde Peygamber sevgisi ve merhamet olan bir din anlayışının halk arasında yaygınlaşmasına ve kökleşmesine vesile olmuştur.
Duamız o dur ki, her zamandan daha çok ihtiyacımız olan bu sevgi, merhamet ve kardeşlik duygusunun tüm ümmet arasında yeniden ihya ve inşasına bizleri vesile kılması, bu ruhla “ve teâvenû alel-birri vet-taqvâ, velâ teâvenû alel-ismi ve’l-udvân” kıstası etrafında halka halka cem olmamızdır.