Sağlıklı Eşler Mutlu Aileler

Aileyi oluşturan bireylerin yaşamlarında farklı problemlerle karşılaşıp, bunların karşısında sorunlara çözüm odaklı yaklaşarak farkındalık geliştirmeleri ve birbirlerine yardımcı olmaları aileyi bir arada tutan bağdır.

Tuğba ÖNCÜ

Psikolog ve Uzm. Aile Danışmanı

«Evlilik hayatı, en büyük okul demektir. Toplumdaki tüm kötülükler burada yok edilir. Tüm zararlı alışkanlıklar burada temizlenir.» (Madame Roland)

Kişinin hem bireysel hem de sosyal yönünün gelişiminde etkisi olan, bireyin doğumundan ölümüne uzanan süreç içerisinde toplumun temel yapısını oluşturan aile kavramına değinmeden önce, aile kurumunda mutluluğu amaçlayan kadın ve erkek arasındaki ilişki ve iletişimin niteliğine değinmek öncelikli olacaktır.

Senai Demirci’nin deyimiyle; evliliği birlikte bir çorba pişirmeye benzetebiliriz. Evliliğe elimizde boş bir kâse ile başlarız. Elimizdeki boş kâse, evlilik niyetimizin en başında bulduğumuz aşk ve güven, sevgi ve saygıdır. Bu kâse elde olduktan sonra, kâseye dolduracağımız çorbanın tuzunu, suyunu, acısını, kıvamını, baharatını birlikte belirleriz. Yeter ki elimizde kasemiz olsun.

İnsanlık ailesinin tohumu çocuklarla atılır. Çocuklarımız toplumumuzun mihenk taşı olduğundan onların yetiştirilişinde sadece çocuğun içinde büyüdüğü çekirdek ailesi değil aynı zamanda çocuğun sosyalleştiği alanların da etkisinin olduğu oldukça dikkat çekicidir. Yapının sağlamlığı temelin sağlam olması ile alakalıdır. Bunun için çocuğu yetiştiren ebeveynlere büyük bir görev düşer.

Tarhan (2018: 124) “Son Sığınak Aile” adlı kitabında, yazar Mark Twaın’in “Aile toplumun özüdür. Onu tahribe yönelen her şey toplumun tahribine yönelmiş demektir” sözünden bahsetmesi ailenin toplum nazarında ne kadar önemli bir yere sahip olduğunu belirtmektedir.

Bir tohum toprağa atılıp tabiatına uygun gerekli şartlar bularak filizlenip büyüdüğünde, tohumunda olan zengin içeriğini ortaya çıkarır. İnsanın da şahsiyet olması tüm bu süreçlerden geçerek aslını gerçekleştirmesiyle olur. Aslını gerçekleştirmenin en güzel yolu, çocuğun doğup büyüdüğü, hayatı tanıdığı ve aynı zamanda toplumsal yönü de bulunan bir aileye sahip olmasından geçer. Ailede çocuğun her tür ihtiyacı yerinde ve zamanında karşılandığında şahsiyetinin sağlam temellerini burada atacaktır. Ebeveyn olarak çocuğun karşısında ne kadar sağlam, tutarlı ve olumlu bir aile varsa çocuk da ebeveynini o kadar iyi örnek edinecektir.

Milton Greenblatt’ın dediği gibi: “İlk başta anne ve babalarımızın çocukları sonra çocuklarımızın anne ve babası oluruz. Daha sonra anne ve babamızın anne ve babası, en sonunda da çocuklarımızın çocukları oluruz” (Dodurgalı, 2010: 410).

Çocuk yetiştirmek, kitaptan bakarak yemek pişirmeye benzemez. Kitabı okuyan herkes mutlaka ortaya bir yemek sunacaktır. Ancak ortaya kaliteli bir ürün çıkarmak ustalık gerektiren bir durumdur. Ebeveynler de kendilerine emanet olarak verilmiş çocuklarını işlerken adeta bir nakkaş ustası gibi hareket etmeleri uygun olur. Bunun için de öncelikle ebeveynlerin kendi ruh dünyalarını ve maneviyatlarını gözden geçirip iç dinamiklerini sağlamlaştırması, akabinde de çocuklarını yetiştirirken sergiledikleri tutum ve davranışları gözden geçirmeleri gerekir. 

Aileyi oluşturan bireylerin yaşamlarında farklı problemlerle karşılaşıp, bunların karşısında sorunlara çözüm odaklı yaklaşarak farkındalık geliştirmeleri ve birbirlerine yardımcı olmaları aileyi bir arada tutan bağdır.

Solmuş (2011: 39) kitabında aile içi ilişkilerin üç ayağından söz etmektedir: Birincisi; anne ve çocuk arasındaki ilişkinin çocuğun davranışları üzerindeki yansımasıdır. İkincisi; eşler arasındaki ilişkinin ebeveyn ve çocuk arasındaki ilişkiye yansımasıdır. Üçüncüsü ise çocuğun çevresindekileri gözlemleme aracılığıyla davranış edinmesidir. Buradan da yola çıkılarak çocuk kendi davranışlarını oluştururken ebeveynini rol model alacaktır.

Her insanın yaşadığı çocukluk evresinde, anne babasıyla içselleştirdiği duygu ve düşünce kalıpları vardır. Kişi bunları kendi çekirdek ailesinde yaşarken bilinçdışı olarak tepkide bulunur. Eğer kişi kendini yeterince gözlemliyorsa gelecekteki hayat tecrübesini yeniden sahneleyebilir (Tarhan, 2010: 16). Çocuğun kişilik gelişiminde; ebeveynlerin kişilik özellikleri, talepleri, başarıları kadar kendi çocukluk döneminde edindiği tutum ve davranış biçimleri de etkisini göstermiştir. Çünkü bir çocuğu tanımak istiyorsanız onun ebeveynini hatta daha da ötesine geçip ebeveynin de kendi içinde doğup büyüdüğü ortamı iyi bilmek gerekir.

İnsanın temel ihtiyaçlarından biri olan sevgi, ailenin birlikteliğini sağlama durumunda varoluş ile anlam kazanır. Sevgi yoksunluğu hem ebeveynin hem de çocukların sağlıksız gelişimine neden olmaktadır. Günümüzde 0-6 yaş arasında güvenli bağlanmayı oluşturamamış, yeterince talepleri karşılanmamış ve sevgi yoksunluğu oluşmuş kişilerin yaptığı evliliklerde, eşine bağlanamama ve kendi ailesini kuramama gibi olgular eksik kalmıştır. Hatta kişi kendi sevgi ve değer görme ihtiyacını doldurmak için anneye bağımlı bir kişilik dahi geliştirebilir. Bu da eşlerin evlilik hayatını olumsuz anlamda etkileyici problemlere yol açmaktadır.

Evliliklerde yaşanılması kaçınılmaz olan üç aşama vardır:

Romantik Aşk

Bu basamakta çiftler kendilerini bulutların üstünde hisseder, her şeyin mükemmel olduğunu ve böyle devam edeceğini düşünürler. Olumsuz özellikler zamanla su yüzüne çıkar. Aslında onlar hep oradadır ama bireyler ilişkilerindeki ve eşlerindeki olumsuz özellikleri ya göremezler ya da görmezden gelirler.

Güç Mücadelesi

Bu bilinçaltının bir ürünü olan basamağın tam olarak ne zaman başladığı belirli değildir.

Hendrix (2001) göre güç mücadelesi, daha sağlıklı, bilinçli ve gerçek aşka dayanan bir ilişki için çiftlere bir şans veren normal süreçtir. Her ne kadar çiftlerin romantik aşklarındaki illüzyonun sona ermesi gibi olsa da güç mücadelesi eşlerin iyileşmeleri ve gelişmeleri yönünde önemli bir adımdır. Hendrix, çocukluk döneminde birincil ihtiyaçları karşılanmayan bireylerin ileride sabit bir ilişki kurmada zorlanacaklarını söyler ama yine de evlilik onlar için bir iyileşme süreci de olabilir olduğunu savunmaktadır. Çünkü insanlar, doğaları gereği bütün olmaya ve iyileşmeye doğru bir hareket içerisindedir.

Romantik aşk basamağından sonra bireyler evlilikte ilk şoku yaşar.

“Ben nasıl böyle biriyle evlendim ya da evlendiğim kişi bu olamaz” cümleleri bu şokun sebebidir. Bu aşamada sonra güç mücadelesi başlar, birbirlerini eleştirir, mutsuzluklarından dolayı birbirlerini suçlarlar. Ama bu mücadele umutsuzca yapılan bir mücadeledir. Bu şoktan sonra, bireyler endişe, öfke ve hayal kırıklığınınhüküm sürdüğü ikinci basamağa, inkâr sürecine geçer.

İlk başta eşinin olumsuz özelliklerini görmezden gelmeye çalışan ve inkâr eden birey artık gerçeklere teslim olur. Sevdiğiniz kişinin romantik aşk sürecindeki kişi olmadığını ve onun sizi kandırdığını hissedersiniz. Çiftler kendilerini kandırılmış, incinmiş hisseder. Bu aşamada bireyler kendilerine ‘Bize, (bana ya da ona) ne oldu?’ sorusunu sorar. Kaybetme ve aldatılma hissi en yoğun yaşanılan duygulardır (Hendrix, 1990).

Güç mücadelesinin en son basamağı ise umutsuzluktur. Bireyler artık yaralarının sarılmayacağını ve asla mutlu olamayacaklarının kararına varırlar ve umutları tükenir.

Bu aşamada bazı çiftler evliliklerine son vermeye karar verebilirler ama bundan sonraki ilişkilerinde çocukluk yaraları hâlâ çözümlenmediği için tekrar böyle bir döngünün içinde kendilerini bulabilirler.

Eşler yaşadıkları olayları sahip oldukları olguya göre değil, algıya göre hareket ettikleri için iletişim kazaları olur.

Diğer tarafta; küçük bir kısmı da güç mücadelesi kısmını başarıyla atlatarak gerçek, bilinçli ve sağlıklı bir ilişkiye ulaşabilirler (Hendrix 2006).

Gerçek Aşk

Bu aşamada bireyler, bir çift olarak bütünlüklerini kaybetmeden birbirlerinin bireyselliklerine, farklılıklarına saygı duyarlar.

Romantik aşk safhasında idealize ettiğiniz ve sizi tedavi edecek kahramanınız olarak gördüğünüz eşinizin sizin gibi tedavi edilmeye ihtiyaç duyan yaralı bir birey olduğunu anlarsınız.

Bireyler kendi doğasını ve eşinin doğasını görür, kabullenir ve birbirlerini tedavi edip geliştirmeye çalışır.

«Aynı dili konuşanlar değil, aynı duyguyu paylaşanlar anlaşır.»

                                                                                                          (M.Celaleddin Rumi)

Teknolojinin modern dünyada aile içi ilişkilerdeki bağları zayıflatan, bireylerin birbirlerini anlamalarını engelleyen ve iletişimin unsurlarından biri olan dinleme becerisini de gittikçe azalttığı bir gerçektir. Aile bağlarının azaldığı durumda kendini bir yere ait hissetmeyen ailenin üyeleri, kendini kabullenen yakın bir arkadaş grubuna mensubiyet hissederek içindeki boşluğu doldurmaya çalışması da bu sorunlardan biridir. Çocukta aidiyet duygusunun sağlıklı gelişebilmesinin en temel faktörü, kendini aile içerisinde değerli ve dikkate değer biri olarak hissetmesinden geçer. Bu gerçekleşmediği takdirde kişi ailesinden koparak farklı gruplardan kabul alma yoluna geçebilir.

Modernleşmenin getirdiği kaosla birlikte belirginleşen bireyselleşme, ailenin sahip olduğu inanç ve değerlerin çöküşü, mahremiyetin kaybolması, aileyi oluşturan fertler arasındaki iletişimin kopuklaşması ve zamanla ortadan kalkışı, ailedeki rollerin değişime uğraması, ailenin ihtiyaç odaklı değil de daha çok tüketim odaklı yaşamaya başlamasıyla birlikte ortaya birçok olumsuz durumlar çıkmıştır. Buna ilaveten modernleşmenin getirmiş olduğu olumsuz etkilerden ve yok oluşlardan en önemlisi de ailelerin parçalanması, boşanma oranlarının artışı, dinin ailede pasif hale getirilmesi gündem oluşturmaktadır (Göcen, 2014: 214–215).

Modern dünyada ailenin olumlu ve olumsuz anlamda değişiminin birçok sebepten kaynaklandığı göz önünde bulundurularak aile ile ilgili araştırmaların yapılması büyük önem arz etmektedir. Psikolojik, manevi ve toplumsal açıdan insanı düşündüğümüzde manevi değerlerin aile içerisinde etkisinin giderek kaybolması ile ailenin işlevselliğinin yitirildiği görülmektedir (Ergeshkyzy, 2012: 67).

Yapıcı (2018: 79)’nın 37 kişi üzerinde yaptığı araştırmasından çıkan üç sonuçtan birincisi; eşler arası anlaşmazlıkları çözüme ulaştırmada maneviyatın önemli bir yere sahip olduğudur. İkinci sonuçta ise, maneviyatın bu anlaşmazlıkları çözme noktasında bağlamsal ve durumsal şeklinde devreye girmesidir. Son olarak ise maneviyatın kişiler nezdinde etkisini yitirerek dünyevi hazların devreye girmesi ile etkisini yitirmeye başladığı görülmüştür.

Sağlıklı aileler kurmanın yolunun sağlıklı ilişkiler kurmaktan geçtiğini unutmamak gerekir. Bunun için hayat arkadaşımız olan eşimizle aynı yöne bakan ve aynı yolda ilerleyen, birbirimize eşit olmak yerine, tıpkı bir ayakkabının sağ ve solunun birbirinin yerini tutmayıp birbirine denk olan eşler olduğunu göz önünde bulundurmamız umudu ile…

  • Rabbim, evlerimiz cennetin dünyadaki şubelerinden bir şube kılsın.
  • Yüzünde göz izi, gözünde yüz izi eşlerden olabilme duası ile…

Kaynakça

  1. Dodurgalı, A. (2010). Ailede Din Eğitimi (3. bs.). İstanbul: Timaş Yayınları.
  2. Ergeshkyzy, A. (2012). Aile içi roller ve manevi yaklaşım. (Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi). Ankara Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Ankara.
  3. Göcen, G. (2014). Şükür Pozitif Psikolojiden Din Psikolojisine Köprü. istanbul: Değerler Eğitim Merkezi Yayınları.
  4. Solmuş, T. (2011). Çift, Evlilik ve Aile Terapisi. istanbul: Doruk Yayınları.
  5. Tarhan, N. (2010). Aile Okulu. İstanbul: Timaş Yayınları.
  6. Tarhan, N. (2018). Son Sığınak Aile. İstanbul: Nesil Yayınları.