Sanırım büyük bir çoğunluğumuzun gelecek planlamasında kültürel, sosyal içerik mevcut değil. Zaman akıp giderken. Yaratılış gayemize uygun nasıl bir gayretimiz var?
Derviş Çelebi

Dergimizin bu sayısına hükümetin yeni açıkladığı Türkiye’nin yeni yüzyılı çerçevesinde, ülkemizin kalkınma stratejisine naçizane bir katkımız olsun babından bir yazı kaleme alayım, dedim. Bizim Köroğlu attığım başlığa şöyle göz ucuyla bakıp, “Bey sen ne anlarsın kalkınma stratejilerinden, bir de bunun küresel olanına niyet etmişsin, Allah akıl fikir vere!” deyince… Şöyle bir durdum. Yahu hanım, sen ki bunca yılın aşçısısın, masterchef yarışmasına girsen oradaki şefler, “Gurban olim teyzem şu sarmanın tarifine ver deyü sıraya girer mi girmez mi?” deyince gözlerinin içi güldü, hemen gevşedi, “O başka, bu başka”.
Böyledir, insanoğlu takdir görmek ister, iltifattan hoşlanır. En küçükten en büyüğüne. En akıllısında en safına iltifatı sever. Şimdi bizim hanıma gaz verdim ya oradan yol bulur muyum? Mümkün değil. Bunca yıllık Köroğlu, hatır için değil çiğ tavuk, pişmişini bile yemez. Klasik stratejiler asla işlemez, daha sofistike bir yol bulmam lazım. Şimdi diyeceksiniz ki: “Birader amma uzattın, şart mıdır yenge hanımı uzman olduğuna ikna etmen? Hem bu mevzuda kalem oynatanların kaçı kalemin hakkını veriyor ki? De, ne diyeceksen.”
Olmaz kardeş! Bu da benim takıntım işte, ne zaman yengenizin hilafına bir iş yapsam Cenab-ı Allah o dakika kulağımı çekiyor. Misal geçen hafta Karadeniz seferine çıkmış idik, Fatsa sahilinde bir lokanta beğenmiş. “Yahu Hanım ne gerek var, bu mekân bize iki numara büyük gibi, gidelim kayınpederin kavurması nemize yetmiyor” dedim. Demez olaydım, iki saat geçti geçmedi telefonum çaldı; o civarlarda zuhur ettiğimizi duyan bir dostumuz bizi akşam o lokantaya yemeğe davet etmez mi!
Gelelim tekrardan meselemize, dedim ki: “Hanım, senin kocan çok şükür bunca mühendislik ilmi tahsil etmiş, o da yetmemiş bilim felsefesi tedris etmiş, nice alimlerden vaaz-nasihat dinlemiş; epistemoloji makalelerini dosyalamış, farmakoloji kitabını pencere pervazına dayamış bir molla. Sofilik tarafına hiç girmeyelim, malum yaz mevsimi ortalık yangın yeri, harmanı zayi etmeyelim…”
“Strateji dediğin biraz öngörü, çokça planlama” dediğimde ise, “Sanki bir bildiğin var gibi, yap stratejini, lakin uçmayasın konması müşkül olur” diyerek gülümsedi. Bak, yol açarken bile laf sokuyor. Böyledir, Allah eksikliğini göstermesin.
Sevgili dostlar, yine her zaman ki gibi peşrev faslını uzun tutuğumun farkındayım. Lakin çaldığımız zurna değil. O sebepten çoklukla yazının peşrevi, asıl gibidir Derviş Çelebi yazılarında, bunu kadim okurlarım gayet iyi bilirler.
Kalkınma stratejileri deyince ilk elde sanayi ya da bilişim alanındaki yatırımlar, planlamalar gelecektir bir çoğunuzun aklına. Milli görüş çizgisine yakın politika yapan siyasetçiler üzerinden bir okuma yapacak olursak; kalkınma bağlamında Erbakan Hoca sıkça ağır sanayi hamlesine vurgu yapardı konuşmalarında. Turgut Özal’ın odaklandığı alan, daha çok Türk ekonomisini dışarıya açmak şeklinde özetlenebilir. Mevcut Cumhurbaşkanımız Tayyip Bey, bu kavramı daha soyutlaştırarak, taş üstüne taş koyanın yanındayız, şeklinde formüle ediyor kalkınma hamlesini; “milli ve yerli” kavramları üzerine bina ediyor.
Bu üç siyasetçinin de birbirini tamamlayan düşünceler ifade ettikleri ve doğru şeyler söyledikleri konusunda anlaşabiliriz. Ancak dostlar, küresel ölçekte bir kalkınma stratejisi dediğimiz zaman; bunun ancak bağımsızlıkla mümkün olabileceğini ve bağımsızlığın, sadece sanayi üzerinden, ekonomi üzerinden yürütülemeyeceği, bunun güçlü bir ideolojik ve kültürel zemine, “bir medeniyet tasavvuruna” yaslanması gerektiği açık değil mi? Kalkınmayı salt maddi varlıkların artması, refah seviyesinin artması üzerinden (misal kişi başına düşen gelir; kaldı ki bu da, adil bir gelir dağılımı olmadığında anlamsız bir ölçüt. Kişi başına tüketilen enerji vs.) ölçmek eksik bir değerlendirme olacaktır.
Peki sevgili dostlar, “kalkınma” kavramına bu açıdan baktığımız zaman, hangi hükümet bu çerçevede tutarlı bir kültür politikası izlemiştir, sorarım size?
Hükümeti geçelim, çünkü konuyu siyasete havale edip kendimizi temize çıkarmak; çocuklarımızın ahlakını, dini eğitimini özel kolejlere havale etmek gibi sık yaptığımız sorumluluğumuzu delege etme yöntemi, kolaycılıktır. Aynaya bakalım, biz bize düşeni ne kadar yaptık, yapıyoruz?
Öyle yağma yok sevgili okuyucu!
Siyaseti topa tutarak, eğitim sistemine, kültür politikasına ver yansın ederek, ancak kendimizi kandırırız. O zaman gelin ülkeye nizamat vermezden önce kendi kişisel kalkınma stratejimize bir göz atalım. Gelecekte kendimizi görmek istediğimiz yer neresidir? İyi bir kariyer, bir kışlık bir yazlık, iyi bir emekli maaşı, bankalarda kabarık bir kefen parası…?
Sanırım büyük bir çoğunluğumuzun gelecek planlamasında kültürel, sosyal içerik mevcut değil. Zaman akıp giderken. Yaratılış gayemize uygun nasıl bir gayretimiz var?
Eşimize, çocuklarımıza ne kadar nitelikli zaman ayırıyoruz?
Akraba, komşu ziyaretlerinde durumumuz nedir?
Radyomuzda çalan müzik, hangi fasıldan?
Altın ve kur fiyatları, borsa haberleri maşallah her daim ekranımızda, peki sadaka ve infaktan ne haber?
Sanat? Klasik hat, tezhip dışında, ki o da yetersiz, içerik üretmeye çalışan genç yeteneklere neden arka çıkmazsınız? Destek deyince aklınıza neden hemen gıda kolileri geliyor? Bize ait bir kültür üretmek için çabalayan sanatçılara neden el uzatmayız, anlamış değilim.
Ömer Karaoğlu’nun kasetini Allah rızası için korsan çoğaltıp dağıtan adam gördü kardeşim bu gözler, daha ne diyeyim!
Ez cümle, tencere dibin kara hikayesi. Başta siyaset olmak üzer vur abalıya, kendini temize çıkar hikayesi. Çok sevdiğim bir atasözü var. “Karanlıktan şikâyet etme, bir mum yak!”
Gelin her birimizin kişiselleştirilmiş bir kalkınma stratejisi olsun. Elbette ekonomiden bağımsız olmayacak ama bu zaten bildiğimiz ve kantarın topuzunu kaçırdığımız bir alan. Kadim sese kulak verelim dostlar.
Yaşamın ritmini kaybettik sanki. Şehrin ışıkları o kadar güçlü ki yıldızlarla irtibatımız kesildi. Kutup yıldızını görmeyeli hayli zaman oldu. Pusulaların kuzeyi gösterdiğinden bu kadar emin olmak akla uygun, lakin kalbe ziyan. Vesselam.