Hadisler Perspektifinden Milliyetçilik

Kur’ân-ı Kerîm insanların farklı dillerde ve farklı renklerde yaratılmış olmasını Allah’ın kudretinin bir göstergesi sayar. Dillerin ve renklerin ve ırkların bu farklılığı herhangi bir üstünlük vesilesi olarak kabul edilemez.

Nimetullah AKIN

Prof. Dr., Çanakkale Onsekiz Mart Üni., İlahiyat Fak.

1.     Kavramsal Çerçeve ve Anlam Analizi

İnsanlar arasında birçok farklı bağdan söz etmek mümkündür. Aynı anne babadan doğanlar arasında kan kardeşliği, aynı anneden süt emenler arasında süt kardeşliği, aynı soya mensup olmaktan kaynaklı ırkdaşlık, aynı vatanda yaşamaktan kaynaklı vatandaşlık, aynı dine mensup olmaktan kaynaklı dindaşlık gibi. Bu bağlardan biri veya birkaçıyla topluluk oluşturan, topluluğu ayakta tutan ve bu bağları hâkim ideoloji haline getirmeye çalışan milliyetçilik, köken itibarıyla Arapça millet kelimesine dayanmaktadır. Ezberden yazdırmak, imla ettirmek anlamlarına gelen (أَمَلَّ) fiilinden türeyen millet kelimesi Kur’an ve hadislerde din ve fıtrat anlamında kullanılmıştır. Bakara Suresi’nde yer alan “Sen onların milletine uymadıkça ne Yahudiler ne de Hristiyanlar asla senden razı olmazlar” ayetinin tefsirinde Elmalı Hamdi Yazır özetle şu harika yorumu yapmaktadır:

“Millet: (…) Zemahşerî’nin “Esas”ta beyanına göre; (…)  “tutulup gidilen yol” demektir ki, eğri veya doğru olabilir. İşte bu anlamdan alınarak din ve şeriat mânâsında kullanılmıştır. (…) Ancak itibar edilen ve gözetilen mânâya göre, yine de her biri bir başka yönden diğerinden farklı bir anlam kazanır. [Bir dinin] İtikat ve iman bakımından [ifade edilmesine] din, amel ve tatbikat bakımından [ifade edilmesine] şeriat, sosyal bakımdan, yani sosyal realite bakımından [ifade edilmesine de] millet denilir. (…) Şu halde millet, bir cemiyetin etrafında toplandığı ve üzerinde yürüdüğü, diğer bir deyişle, ictimaî duygu ve telakkilerinin tabi olduğu ve kitlesinin bağlı bulunduğu hakim ilkeler ve takib edilen gidişattır. (…) millet, sosyal kurul dediğimiz toplumun kendisi değildir. Ona cemaat, kavim, ümmet veya ehl-i millet denilir. Mesela Yahudilik ve Hıristiyanlık birer millettir fakat Yahudiler ve Hristiyanlar ehl-i millet, sahib-i millettirler.”[1]

Kur’ân-ı Kerîm’de din kelimesi Allah’tan başka kimseye nispet edilmemişken millet kelimesi başta Hz. İbrahim olmak üzere birçok farklı kişiye nispet edilmiştir. Yine bu bağlamda Yahudi milleti, Hristiyan Milleti, İslam Milleti, küfür milleti gibi tamlamalar literatürde sıkça kullanılmaktadır. Hz. Peygamber’in ifadelerinde millet kelimesi din anlamı yanında fıtrat manasında da kullanıldığı görülmektedir. Bütün çocukların İslâm üzere doğduğunu, ancak daha sonra anne babaları yahut da çevreleri tarafından farklı dinlere göre yetiştirildiklerinden bahseden hadislerde bazen fıtrat[2] bazen de millet[3] kelimesi kullanılmıştır. Millet kelimesi yaygın olarak din (Millet-i İbrahim), ümmet (İslam milleti), ırk (Türk milleti) gibi anlamlarda kullanılmaktadır.

Modern dönemde Batı kaynaklı nation kelimesi, millet kavramının dini içeriğinin değişmesine etki etmiş ve artık günümüzde millet kavramı sosyal, kültürel ve bazen de ırksal birliktelikleri ifade için kullanılmaya başlanmıştır.[4] Millet kelimesinin modern dönemde seküler anlam kaymasına uğramasıyla birlikte nation kelimesinin karşılığı olarak kullanılan ulus kelimesi, İslami bir arka plana yaslı olan millet kavramıyla birlikte kullanılmaya başlandı. Milliyetçilik, bir başka ifade ile millet/ulus esasına dayalı devlet fikri özellikle Fransız ihtilali sonrasında Batı’da ortaya çıkan değişimlerle dünyanın birçok yerinde ilgi gördü, ilgi görmekle kalmayıp hâkim düşünce haline geldi. Özellikle İslam coğrafyasında ulus esasına dayalı devletler ortaya çıktı.

  • Hadislerde Olumlu Anlamda Millet ve Milliyetçilik

Milliyetçilik içinde barındırdığı millet formuna göre İslam dininde olumlu ya da olumsuz anlam kazanmıştır. Allah insanları bir erkek bir dişiden yaratmış sonra onları farklı soylara, bölgelere, renklere ve kültürlere ayırmıştır. Ancak bu farklılıklar İslam kardeşliği şemsiyesi altında güzel bir çeşitliliğe dönmüştür. Milliyetçilik bu bağlamda aynı dine mensup, aynı dili konuşan, ortak tarihi olan, aynı gelenekleri ve aynı kültürü olan, aynı ideale ve aynı vatana sahip olan kimse demektir. Bir insanın bulunduğu coğrafyayı sevmesi, içinde bulunduğu toplumda huzur bulması, vatandaşı bulunduğu devleti öncelemesi bir üstünlük fikri olmadığı müddetçe doğal bir durumdur. Milliyetçilik kavramı İslam’da tek bir düzlem üzerinde düşünülmez. İnsanların birbirlerine karşı sadece soyları, ırkları, renkleri statüleri üzerinden değer verip değer almaları söz konusu değildir. Allah katında en değerli kişi, ilişkisini Allah’ın emir ve yasaklarını dikkate alarak sürdürendir.1160F[5]

İslam nazarında bağların en değerlisi din kardeşliğidir. Müslümanlar arasında aidiyet ve velayet duygusuna, Yüce Allah’ın da merhametine vesile olan bu kardeşlik duygusu Kurʾân’da şu ifadelerle yer alır: “Müminler ancak kardeştirler. Öyleyse kardeşlerinizin arasını düzeltin. Allah’a karşı gelmekten sakının ki size merhamet edilsin.”1156F[6] “Mümin erkekler ve mümin kadınlar birbirlerinin dostlarıdır. İyiliği emreder, kötülükten alıkoyarlar. Namazı dosdoğru kılar, zekâtı verirler. Allah’a ve rasûlüne itaat ederler. İşte bunlara Allah merhamet edecektir.”1157F[7] Hz. Peygamber Efendimiz de: “Birini dost edinecek olsaydım, Ebû Bekr’i dost edinirdim, ancak İslam kardeşliği daha değerlidir.” buyurmuştur.1158[8]  

Müslümanın Müslüman kardeşi üzerinde hakları vardır. Hz. Peygamber Efendimiz (s.a.v.): “Müslüman, Müslümanın kardeşidir. Ona zulmetmez, onu zulme teslim etmez. Kim bir Müslüman kardeşinin ihtiyacını görürse Allah da onun ihtiyacını görür. Kim bir Müslümanın sıkıntısını giderirse Allah da onun kıyamette sıkıntısını giderir. Kim bu dünyada bir Müslümanın kusurunu örterse Allah da onun kıyamet günü bir kusurunu örter.” buyurmuştur.1159F[9] Müminler, birbirlerine karşı merhamet, sevgi ve şefkat konusunda, bir vücut gibidir. Vücudun bir organı rahatsız olduğunda diğer organlar da o acıyı hissederler. Yine Müslümanlar birbirlerine destek vermede de sırt sırta vermiş binalar gibidir.1162F[10] Birinin kolonunda veya taşıyıcısında oluşan hasar ve sıkıntı diğerlerini etkiler. Hz. Peygamber Efendimiz: “Canımı elinde tutana yemin olsun ki iman etmedikçe cennete giremezsiniz. Birbirinizi sevmedikçe (tam manasıyla) iman etmiş olmazsınız. Size, yaptığınızda birbirinizi seveceğiniz bir şey göstereyim mi? Aranızda selamı yayınız.” buyurmuştur.1163F[11] Müslümanın kardeşine sırtını dönmesi, kin duyması, öfkelenmesi, üç günden fazla küs durması, kıskançlık yapması, müşterisini çalması, satışı üstüne satış yapması helal değildir. Küsen iki Müslümandan en hayırlısı karşılaştıklarında ilk selamı verendir. Müslüman kardeşini aşağılaması, kardeşinin canına, malına, onur ve şerefine dokunması kişiye günah olarak yeter.1164F[12] Müslümanlar aralarındaki sıkıntı ve sorunları güzel bir şekilde gidermek, araları bozuk olan iki Müslümanın barıştırmak, aralarını düzeltmekle sorumludurlar.1165F[13]

Kişinin içinde yaşadığı toplumu, ait olduğu kökeni sevmesi ve bundan mutlu olması bağlamında milliyetçilik negatif anlam taşıyan ırkçılıktan farklı bir şeydir. Sahabeden Vâsıla b. Esḳâ Hz. Peygamber’e gelerek “Ey Allah’ın Elçisi, kişinin kavmini sevmesi asabiyet (ırkçılık) sayılır mı?” diye sormuş, Hz. Peygamber de cevaben “hayır sayılmaz. Asabiyet kişinin haksızlık yapan kavimdaşına arka çıkmasıdır” buyurmuştur.[14]  Hz. Peygamber (s.a.v.) “Ey Mekke! Zorla çıkarılmış olmasaydım, vallahi seni bırakmazdım[15] ve “Uhud bizi sever biz de onu[16] ifadeleri onun vatana ve yaşadığı topluma olan sevgi ve bağlılığının ifadesidir. Hatta bunun daha ötesinde Hz. Peygamber’in (s.a.v.) şu ifadesini görebiliriz: “Sizin en hayırlınız, günaha girmemek kaydıyla aşiretine arka çıkandır.”[17]

  • Hadislerde Olumsuzluk Anlamda Milliyetçilik (Asabiyet ve Irkçılık)

Arapçada “kök, damar, nesep,” gibi anlamlara gelen ırk (عِرْق) kelimesi[18] eski Araplarda “soy üstünlüğü ve asalet” anlamında kullanılsa da ırkçılık daha çok asabiyet kavramı ile ifade edilmiştir. Özellikle “Cahiliye döneminde baba tarafından kan bağı bulunan topluluğa “asabe”, bu topluluğun bütün fertlerini birbirine bağlayan topluluk arasındaki dayanışma duygusuna da “asabiyet” denilmekteydi. Cahiliye toplumunda bu duygunun kabile üyelerinin savunulmasına imkân sağlaması yanında kabileler arasında asalet çekişmelerine, zulüm ve haksızlıklara, savaşlara yol açtığı bilinmektedir.[19]

Cahiliye döneminde müşriklerin “Zalim de olsa mazlum da olsa kardeşine yardım et” sözü asabiyeti en güzel biçimde ifade etmektedir. Cahiliye dönemi Arapları asabiyet duygusu gereği bir savaş anında, bir mücadelede kardeşinin haklı ya da haksız olmasına bakmaksızın kabilesinin, soy bağının bulunduğu kimselerin yanında durup onlara destek verirdi. İslamiyet geldikten sonra da Hz. Peygamber sahabesine “Zalim de olsa mazlum da olsa kardeşine yardım et” tavsiyesinde bulununca sahabe “Ey Allah’ın Elçisi, mazlum kardeşimize yardım edelim, ama zalim olana nasıl destek oluruz” diye şaşkınlıklarını ifade etti. Bunun üzerine Hz. Peygamber (s.a.v.) “zalim kardeşinin zulmüne engel olarak ona yardım edebilirsin” cevabını vererek körü körüne ırkçılık ve kavimtaparlık yapılmasının doğru olmadığına işaret etmiştir.[20]

Kur’ân-ı Kerîm insanların farklı dillerde ve farklı renklerde yaratılmış olmasını Allah’ın kudretinin bir göstergesi sayar.[21] Dillerin ve renklerin ve ırkların bu farklılığı herhangi bir üstünlük vesilesi olarak kabul edilemez. Hâlâ içlerinde asabiyet hissi olduğu izlenimi veren bir grup insan Hz. Peygamber’e gelerek “İnsanların en değerlisi kimdir?” diye sormuş, Efendimiz (s.a.v.) de “İnsanların en değerlisi, işlerinde Yüce Allah’ı en çok dikkate alan ve kötülükten sakınanlardır.” cevabını vermiştir. Ama sordukları sorunun yanlış anlaşıldığını düşünen bu kimseler “biz sana onu sormuyoruz.” dediler. Hz. Peygamber tekrar “insanların (soy-sop açısından) en değerlisi, babası peygamber, dedesi peygamber, dedesinin babası Halilullah olan Allah’ın peygamberi Yusuf’tur” cevabını verdi. Aynı kişiler “biz sana onu da sormuyoruz” deyince Hz. Peygamber: “anladım siz bana Arap soylarını soruyorsunuz?” dedi. Soru sahipleri: “Evet” dediler. Bunun üzerine Hz. Peygamber “Sizin cahiliye döneminde hayırlı olanınız İslam’da da en hayırlınızdır” cevabıyla bu konudaki ölçüyü koymuştur.[22]

İnsanın kendi tercihi ile belirlemediği kökeninin ve soyunun bir övünç ya da aşağılama vesilesi yapılmasının doğru olmayacağı hadislerde sıkça vurgu yapılan bir husustur. Hz. Peygamber Efendimiz bu konuda “Toplumlar, ölüp gitmiş, cehennem yakıtı olmuş ataları ile övünmekten vazgeçmezlerse Allah katında, burnu ile pislik eşeleyen haşerattan daha değersiz olurlar. Allah sizden cahiliye kibrini ve atalarıyla övünme kötülüğünü gidermiştir. İnsan ya takva sahibi bir mümindir ya da eşkıya bir günahkârdır. (Bunun dışında) bütün insanlar Âdem’in oğullarıdır. Âdem de topraktan yaratılmıştır”[23] buyurmuştur.  Peygamber Efendimizin müezzini, İslam’ın bağrı yanık mümini Hz. Bilâl, Habeşî siyah tenli idi. Bir gün sahabeden Ebu Zer el-Gıfârî ile bir konuda yaptıkları bir tartışmanın ardından Hz. Ebû Zer Bilâl Habeşî’yi siyahi kadının oğlu diyerek annesi ile ayıplamıştı. Durum Hz. Peygamber’e aktarılınca Allah Rasûlü Ebû Zer’e “Onu annesinden dolayı mı ayıplıyorsun? Demek ki sen, hâlâ cahiliye zihniyetinden kurtulanmışsın” buyurarak insanı kökeninden dolayı ötekileştirmenin çirkin bir cahiliye âdeti olduğunu ifade etmiştir.[24]

Irkçılığı bir ideoloji haline getirmek İslam’ın son derece çirkin bulduğu bir husustur. Hz. Peygamber’in bu konudaki ifadeleri oldukça nettir.

“Asabiyet (ırkçılık, kavmiyetçilik) davası güden bizden değildir. Asabiyet davası uğrunda savaşan bizden değildir. Asabiyet davası uğruna ölen bizden değildir.” F[25]

“Asabiyet (ırkçılık, kavmiyetçilik) propagandası yapan veya asabiyete (ırkçılığa) destek veren sapkın bir topluluğun sancağı altında öldürülen kimsenin ölümü cahiliye âdeti üzere bir ölümüdür.”[26]

“İtaatten çıkan ve cemaatten ayrılan cahiliye ölümü üzerine ölmüştür. Körü körüne açılmış bir sancak altında savaşıp asabiyet (kavmi) için öfkelenen, asabiyete (ırkçılığa) davet eden ya da asabiyete (ırkçılığa) destek veren savaşçı öldürülse cahiliye üzerine öldürülmüştür. Ümmetime karşı silahlanıp iyisini ve kötüsünü vuran, mümin olanını ayırmayan ve üzerine aldığı sorumluluğu yerine getirmeyen benden değildir, ben de ondan değilim.”[27]

Yazıyı Hz. Peygamber’in Veda Hutbesindeki şu sözleri ile bitirmiş olalım. “Ey insanlar! Şunu iyi bilin ki, Rabbiniz birdir, atanız birdir. Arap’ın Arap olmayana, Arap olmayanın Arap’a, beyazın siyaha, siyahın beyaza üstünlüğü yoktur. Üstünlük ancak takvadadır.[28]

KAYNAKÇA

Ahmed b. Hanbel, Müsned (İstanbul: Çağrı Yayınları 1992).

Buḫârî, el-Câmiu’ṣ-ṣaḥîḥ, (İstanbul: Çağrı Yayınları 1992).

Dârimî, Abdullah b. Abdurrahman,Sünen, (İstanbul: Çağrı Yayınları 1992).

Ebû Davud, Süleyman b. Eşas, Sünen, (İstanbul: Çağrı Yayınları 1992).

İbn Mâce, Muhammed b. Yezîd, Sünen, (İstanbul: Çağrı Yayınları 1992).

İbn Manzûr, Celaluddîn, Lisanu’l-arab, (Beyrut: Dâru Sâdır 1414) 10:241.

Dârimî, Abdullah b. Abdurrahman,Sünen, (İstanbul: Çağrı Yayınları 1992).

Mâlik b. Enes, Muvaṭṭa, (İstanbul: Çağrı Yayınları 1992).

Müslim b. Ḥaccâc, el-Câmiu’ṣ-ṣaḥîḥ, (İstanbul: Çağrı Yayınları 1992)

Şentürk, Recep, “Millet” DİA (Diyanet İslam Ansiklopedisi), (Ankara: TDV Yayınları 2020), 30:64-66.

Şentürk, R., Canatan, K., “Irkçılık” DİA (Diyanet İslam Ansiklopedisi), (İstanbul: TDV Yayınları, 1999), 19: 125.

Tirmizî, Muhammed b. İsa, Sünen, (İstanbul: Çağrı Yayınları 1992)

Yazır, Elmalılı Hamdi, Hak Dini Kurân Dili, (İstanbul: Eser Neşriyat, 1971).


[1] Yazır, 1:483-484.

[2] Müslim, “Ḳader”, 23

[3] Tirmizî, “Ḳader”, 5

[4] Şentürk, “Millet”, 30:64.

[5] Hucurât 49/13.

[6] Hucurât 49/10.

[7] Tevbe 9/71.

[8] Dârimî, “Ferâiz”, 11.

[9] Tirmiẕî, “Ḥudûd”, 3.

[10] Buḫârî, “Edeb”, 36; Buḫârî, “Edeb”, 27.

[11] İbn Mâce, “Mukaddime”, 9.

[12] Müslim, “Birr ve Ṣıla”, 25, 32.

[13] Buḫârî, “Ṣulh”, 2; Muvaṭṭa, “Ḥusnü’l-ḫuluḳ”, 1.

[14] Ahmed b. Hanbel, Müsned, 28:195-197 (No. 16989).

[15] Tirmizî, “Menâkıb”, 68.

[16] Müslim, “Hac”, 462.

[17] Ebû Dâvûd, Edeb, 120.

[18] İbn Manzûr, 10:241.

[19] Şentürk, R., Canatan, K., “Irkçılık”, 19: 125.

[20] Buḫârî, “İkrâh”, 5.

[21] Rûm 30/22.

[22] Buḫârî, “Tefsîr (Yûsuf)”, 2.

[23] Tirmiẕî, “Menâḳıb”, 74.

[24] Buḫârî, “İmân”, 20.

[25] Ebû Dâvûd, “Edeb”, 120.

[26] Müslim, “İmâre”, 57.

[27] Müslim, “İmâre”, 53.

[28] Ahmed b. Hanbel, Müsned, 5:411 (hadis No: 22978)