Ontolojik Olarak Seküler Müslümanlık Mümkün mü?

Din, sadece akıl ile tecrübe edilemez. Herkesin kendi aklını tanrısallaştırdığı seküler dünyada çatışma üstüne çatışma doğması şaşırtıcı değil. Seküler dünyanın hastalıkları günden güne artarken hayatın içinde dinamik kalması zorunlu olan İslam anlayışını yeni bir durummuş gibi lanse etmek onu hafızasızlaştırmaktır.

Gözde ÇİMEN

İnkâr Etmek Yerine Etkisiz Kılmak

İnsanın anlam arayışında felsefi akımlar, düşünceler hayatımızın bir parçası. Bu çaba mutlaka olacak ve olmalıdır da. Hepimiz kendimize illa ki bir yol seçeceğiz ve bu yollar, kimi için hazzın peşinden koşarak istikbalini çizdiği, kimi için de kendini ve yaratıcısını tanımak için bir sebep olacak. Sekülerizm bu yollar içerisinde modern dünya için en önemlisi. Kamusal alanın dini olan her şeyden arındırılıp “la dini” hale gelmesi, bağımsızlaşması ve hayatın dünyevileşmesi. İnsan aklının ürünü olan bu felsefe yaratıcıyı yok saymaz, hatta diğer tüm dinlere saygısı ve yaşam hakkı tanıma noktasında bir sorunu da yoktur ancak burada yok saymak yerine yaratıcı ile kendisi arasına mesafe koyup kendi aklını merkeze alıp bağımsızlaşma isteği var. Düşünce olarak hem kilisenin hem kendisinin hakkını verip, varlığı inkâr etmek yerine hayat içinde etkisini kırma çabası mevcut.

Yaratıcının Hayata Müdahalesini İstememek

Avrupa’da din savaşlarını bitirme isteği, Katolik kiliselerin bilim karşıtlığı ve kilise-yönetici sınıfı çatışması bir noktada dünyada bu felsefenin ortaya çıkmasına sebep oldu. İslam ise bütün bunların hiçbirini kendi değerleri içerisinde yaşamadı, ontolojik olarak zaten yaşayamazdı. Tarihinde akıl ve bilimi reddettiği dönemi bulunmayan İslam dini ayrıca hayatın içinde tüm bileşenleri koruyan yapıya zaten mevcut. Batının sekülerizmi dünyaya pazarlamaya çalıştığı çoğulculuk ve hatta çok hukukluluk İslam’ın özü içerisinde hayat bulan kavramalardan. Medine site devleti örneğinde olduğu gibi dileyenin iman edip dileyenin etmediği vasatta, müşriklerin ve Yahudilerin yargı ve hukuk konusunda serbest bırakılıp ortak hayat savunması ve ticarete katkı söz konusu olduğunda ortak savunma göstermeleri gerektiği bu yönetim şekli dikkate değer.  Tam bu noktada günümüz için bir şeyler söylemek isterim. Sekülerizmin bugün dünyada yol açma görevi olduğunu düşünüyorum. Yaradanın etki ve yetkisini hatta karşıtlığı ile beraber dini olan her şeyi dışlayan sekülerizmin açtığı yollara bir zaman sonra ateizmin, deizmin hatta hedonizmin girdiğini görüyoruz. Hatta diğer dinler dünyada bir renk ve kültür olarak kaldı. Onun siyasi ideolojisi olan din ve devlet işlerinin ayrılma noktası laiklik ise tamamen İslam karşıtlığına dönüşmüş durumda. Tıpkı ideolojik sekülerlerde olduğu gibi.

İslam ve Sekülerizm

İslam, sekülerizmin anti tezidir. Hayatın tüm alanına reçete sunan bu din, toplum hayatına iyi geliyor. Sekülerizm engeli ile mücadele etmeye çalışan İslam dünyasına Batı bugün “benim karşıma din ile gelme çünkü ben ona dair ne varsa yok sayma, görmezden gelme eğilimindeyim” diyor. Batı için din insanları birbirine düşüren, ilerlemesini engelleyen tarihsel bir şablon olduğu için aynı şablonu İslam için de uyguluyor ve onun çözümlerini hiç denemiyor. Sekülerizm, iktisat, siyaset, aile hayatı noktasında İslam’ı frenlemeye çalıştığı bu dönemde renk olarak otoriter ve faşist bir tutum içinde. Diğer dinler tehdit değil, çünkü onları pasifize ederek hayattan dışladı. Özellikle İslam, Batı’da görünür olmaya başladıkça tutum olarak daha da katılaşıyor. Sekülerizmin içinde yaratıcaya karşı haşa bir başkaldırı, hayata karışmasını, müdahalesini engellemek var. Temel felsefe, yaradanın varlığı ve yokluğu değil, hayat içinde O’nun önünü kesme çabası. Bu düşünce imanla taban tabana zıttır.

Avrupa’nın sekülerizmi ortaya çıkardığı vasatı anlamak ve değerlendirmek zorundayız. Roma’ya karşı Hristiyanlığın ıslah hareketi olarak çıkması ve akabinde görülen işkenceler sonucunda manastır hayatı ortaya çıktı. Manastır da kendini kilise olarak form ve teşkilat haline getirince onun karşısına Batı sekülerizmi konumlandırdı. İnsanlığın tamamına ait olmayan bu çözüm, varlıkla girilen ilişkiye zarar verdi. Avrupa sadece kendi kültürünü değil, sorun ve çözümlerini de evrenselleştiren bir zihniyet.  Doğa ve tabiatın ilahi olandan koparılması, siyasetin bütünüyle din-ahlak ile ilişkiye girmesinin engellenip arındırılması ve değerlerin kutsanmasına son verilme isteği, günün sonunda Batı’da mutsuz ve yalnız bir toplum oluşmasına sebebiyet verdi. Halbuki yaratıcı her şeyi bir ölçü, insan ve eşyanın tabiatına uygun yarattı. Vahiy, dünya için gelmiştir, Müslüman dünya içinde zaten dinamik olmak mecburiyetindedir. Ahiret öncesi tecrübe olan dünya hayatı Allah’tan arındırılmış, steril bir yaşam olarak düşünülemez. Bu yüzden de ontolojik olarak manastırvari seküler hayat, Müslüman için mümkün olmayıp, sonucu açısından son derece tehlikelidir.

Din, sadece akıl ile tecrübe edilemez. Herkesin kendi aklını tanrısallaştırdığı seküler dünyada çatışma üstüne çatışma doğması şaşırtıcı değil. Seküler dünyanın hastalıkları günden güne artarken hayatın içinde dinamik kalması zorunlu olan İslam anlayışını yeni bir durummuş gibi lanse etmek onu hafızasızlaştırmaktır. Biz bu dünyanın ve sorunların dışında ayrı paralel yaşam süren insanlar değiliz, tam tersine insanlık kümesinin merkezindeyiz, olmak zorundayız. Örneğin, bir Müslüman dünya hayatında sahip olduğu işini en iyi şekilde yapmaya çalışıyorsa bu onun dünyevileştiği anlamına gelmez, zaten Müslüman işini elinden geldiğince en iyi şekilde yapandır. Bunun tam tersi durum, kişi dünyada bazı kötü alışkanlıklara sahipse de bu onu seküler değil sadece günahkâr yapar. Sekülerizmi düşünce olarak benimseyip yaratıcının etkisini kırma yolunda tavır alındığı takdirde işin rengi o zaman değişir. Satırlarımın en başına dönecek olursam, resmin tamamına belirli bir mesafeden, karşıdan baktığımızda, karşımıza çıkan tablo şunu söyler; hayatın merkezinde dünyada olup biten her türlü sorun ve karışıklığın çözümü yine bizim ellerimizde vesselam…