Belgelerle Osmanlı Döneminde Mekke ve Medine: Kabe Örtüsünün Yenilenmesi

Mekke’nin fethinden iki sene sonra Peygamber Efendimiz 632 yılında vefat etti. Mescide bitişik evinde defnedildi. Bugünkü yeşil kubbe altında bulunan kabr-i şerifi Ravza-i Mutahhara olarak isimlendirildi. Medine şehri bir peygamber şehri idi. Mekke nasıl harem ise Medine de harem idi. Bu iki mübarek şehir haremeyn-i şerifeyn olarak hep hürmete layık oldu.

Mustafa ÖZSARAY

Dr., FSMVÜ İslami İlimler Fak.

(Nâme-i Hümâyûn Sûretinin Defter Kaydı)

Allah, Mekke’yi şehirlerin anası olarak yüceltmiş,[1] Kâbe-i Muazzama’nın bulunduğu bu mukaddes şehri emin belde kılıp ona yemin etmiştir.[2] Kâbe, Allah’a kulluk için yaratılan insan[3] için yeryüzünde yapılan ilk evdir. Bundan dolayı bu ev Beytullah olarak da isimlendirilmiştir. Allah Kâbe’nin ilk ev olması hakkında şöyle buyurmuştur: “Kuşkusuz, insanlar için vazolunan ilk ev, Mekke’deki bereket ve âlemlere hidayet kaynağı olan evdir.”[4]

İbrahim (a.s.) ve oğlu İsmail (a.s.) eskiden beri var olan, ancak sadece temelleri kalan evi Allah’ın emir ve yerini işaretiyle eski temeller üzerinde yeniden inşa ettiler. Evin temellerini yükseltirken ibadetlerinin kabul edilmesi, Mekke’nin emin bir şehir olması ve halkından Allah’a ve ahiret gününe inananların çeşitli meyvelerle rızıklandırılması için dua ettiler.[5] Allah, Hz. İbrahim’e, şirk koşmamayı, tavaf eden, kıyamda duran, rükû ve secde edenler için evi temiz tutmasını,[6] hac ibadetini ilan etmesini, müminlerin kurban kesmelerini ve Kâbe’yi tavaf etmelerini emretti.[7]

Hz. İbrahim’den sonra Mekke peygamberlerin tevhid inancına uyan müminlerin en çok değer verdiği şehir oldu. Fakat zaman içerisinde şirk inancının yayılması sonucunda Kâbe putların doldurulduğu bir ev haline dönüştü. Peygamber Efendimiz’in Mekke’de İslam’ı tebliğ etmeğe başladığı sıralarda da insanlar hac ibadetini yapıyordu. Ancak insanlar bu ibadeti yaparken Kâbe’ye doldurdukları putlardan medet bekledikleri için şirke düşmüş oluyorlardı. Müşrikler putperestliğin hâkim olması sebebiyle Allah Teâlâ’nın özellikle şirke düşülmemesi konusunda İbrahim (a.s.)’a yaptığı uyarıya kulak vermiyorlardı. Hz. İbrahim’in dinine tabi olarak ibadetini sürdürenler ise çok az sayıda idiler. Onlara hanifler deniliyordu. Peygamber Efendimiz de (s.a.v.) haniflerden idi. O, peygamber olmadan önce de hiç biz zaman şirke düşmemişti. Nihayet 630 yılında Mekke’nin fethinde Kâbe putlardan arındırıldı ve hac ibadetine karışan şirk unsurları tamamen temizlendi. Peygamber Efendimiz fetih sırasında Kâbe’nin içinde iki rekât namaz kıldı ve Bilal-i Habeşî’ye Kâbe’nin damında ezan okumasını emretti.[8] Kâbe’yi tavaf ettikten sonra yaptığı konuşmada Mekke’nin harem olduğunu bildirip umumi af ilan etti. Artık bu aşamadan sonra Mekke’nin idaresi ve Kâbe ile ilgili işler Peygamber Efendimiz’in belirlediği şekilde yürütülmeye başlandı. Fetihten sonra Peygamber Efendimiz tekrar Medine’ye döndü.

622 yılında gerçekleşen hicret ile birlikte Yesrib şehrinin ismi Medine oldu. Orada ilk olarak mescid inşa edildi. Bu mescid Peygamber Efendimiz’e nispet edilerek Mescid-i Nebevî ismiyle anıldı. Peygamber Efendimiz’in inşa ettiği mescid merkezinde teşkilatlanan İslam Devleti, Mekke’nin fethiyle beraber iki önemli kutsal şehirle her geçen gün hâkimiyetini çevre topraklarda perçinlemeye başladı. Peygamber Efendimiz o zamanda hükümran olan devlet liderlerine diplomatik teamüllere göre İslam’a davet mektupları gönderdi. Peygamber Efendimiz döneminde yapılan diğer fetihler sebebiyle de İslam dini çevrede iyice etkisini artırdı. Fetihten sonra Mekke Hz. İbrahim’den kalan hac ve umre ibadetiyle özdeşleşen bir kutsal şehir olarak Müslümanlar nezdinde hep saygınlığını sürdürdü. Hac ve umre ibadetini ifa etmek ve bu vesileyle mübarek ve emin beldedeki Kâbe’yi tavaf edip dua etmek bu dünyada Müslümanların en büyük arzusu oldu. Mekke’nin fethinden iki sene sonra Peygamber Efendimiz 632 yılında vefat etti. Mescide bitişik evinde defnedildi. Bugünkü yeşil kubbe altında bulunan kabr-i şerifi Ravza-i Mutahhara olarak isimlendirildi. Medine şehri bir peygamber şehri idi. Mekke nasıl harem ise Medine de harem idi. Bu iki mübarek şehir haremeyn-i şerifeyn olarak hep hürmete layık oldu. Müslümanlar Peygamber Efendimiz’i görmek için sağlığında ziyaret ediyorlar ve mescidinde namaz kılıyorlardı. Medine Peygamber Efendimiz’in vefatından sonra onu sağlığında göremeyen Müslümanların hac ve umre yolculukları sırasında ziyaret ettikleri mübarek belde olarak kalmaya devam etti.

Tarih boyunca Müslümanlar nezdinde haremeyn-i şerifeyn olarak hürmet edilen ve en çok ziyaret edilmek istenen Mekke ve Medine’nin idaresi ile Mescid-i Haram ve Mescid-i Nebevî’nin bakım işleri Osmanlı Devleti zamanında üzerinde en çok ihtimam edilen işlerden olmuştur. Yavuz Sultan Selim zamanında Osmanlı idaresine geçen bu iki harem bölgesi için o tarihten itibaren padişahlar hâdimü’l-haremeyn unvanını kullanmışlardır.

Osmanlı Arşivi’nde Mekke ve Medine ile ilgili çok miktarda belge mevcuttur. Belgelerde devletin bu iki şehre hizmet hassasiyeti açıkça görülmektedir. Kâbe’nin tamir ve tadilatı bu önemli hizmetlerden biridir. Kâbe örtüsünün bakımı işine özellikle çok özen gösterilmiştir. 10 Cemaziyelahir 1112/22 Kasım 1700 tarihli name-i hümayun suretinde Kâbe-i Muazzama’nın örtüsünün eskimesi sebebiyle Mısır’da imal ettirilen yeni örtünün gönderildiği, örtünün adabınca Kâbe’ye örtülmesi ve eski örtünün İstanbul’a gönderilmesi emredilmektedir. Mektubun baş kısmında “Kuşkusuz insanlar için kurulan ilk ev…” olan Kâbe’nin kisvesinin yenilenmeye muhtaç olduğu keşfedildiğinden Mısır’da en iyisinin işlettirilip Mekke’ye zamanında gönderilmesi hususunda vezir Mehmed Paşa’ya emr-i şerif gönderildiği bildirilmektedir. Örtü geldiğinde mutad olduğu üzere son derece saygı içinde Kâbe’ye giydirilmesi emredilmektedir. Yine eski Kâbe örtüsüne çok değer verildiği için teberrük ve teyemmün için onun hazine-i amirede saklanması murad edildiği beyan edilerek İstanbul’a gönderilmek üzere Mısır valisine irsali ferman buyrulmaktadır.[9]

Nâme-i Hümâyûn Sûretinin Çeviriyazısı:

“Emîr-i Mekke-i Mükerreme Şerîf Sa’de nâme-i hümâyûn sûretidir. Mütelebbis-i libâs-ı nûr-iktibâs / İnne evvele beytin vudıʻa li’n-nâs olan beyt-i rahmet-esâs-ı meymenet-istînâsın kisve-i celîle-i dâhiliyyesi tecdîde muhtâc olduğu keşf u hüccet olmakla mahrûse-i Mısır’da ziyâde aʻlâ ve asfâsından olmak üzere kisve-i cedîde işlettirilip ol makām-ı saʻîde vakt ü zamanile irsâl olunmak üzere Mısır vâlisi vezîrim Mehmed Paşa edâmallahü teâlâ iclâlehûya emr-i şerîfimle tenbîh olunmakla inşâallâhü teâlâ mahrûse-i Mısır’da müceddeden nesîc-diffe-i ihtimâm olan kisve-i nezâfet fercâm-ı şerâfet-irtisâm itmâm u ikmâl ve vezîr-i müşârun ileyh tarafından mahalline irsâl ü îsâl olundukda muʻtâd üzere kemâl-i iʻzâm u iclâl ile mevkiʻine iksâ vü ilbâs olunduktan sonra hülle-i atîka-i meymenet-iştimâlin teberrüken ve teyemmünen hazîne-i âmiremizde hıfzı murâd-ı hümâyûnumuz olmakla nâme-i hümâyûn-ı mulâtafet-makrûnumuz şeref-yâfte-i sudûr olmuştur. Lede’l-vüsûl vech-i meşrûh üzere inşâallâhü teâlâ kisve-i cedîde-i şeref-intimâ ol makām-ı rahmet-ihtivâya ilbâs ü iksâ olundukda kisve-i şerîfe-i atîkayı teberrüken ve teyemmünen hazîne-i hümâyûnumuzda hıfz olunmak için Mısır cânibine irsâl ve vezîr-i müşârun ileyhe îsâle sarf-ı himmet eyleyesiz, şöyle bilesiz. Evâil-i Cemâziyelâhir sene 1112.”


[1] En’am, 92.

[2] Beled,1; Tin, 3.

[3] Zariyat, 56.

[4] Al-i İmran, 96.

[5] Bakara, 125-127.

[6] Hac, 26.

[7] Hac, 27-29.

[8] Buhârî, Salât, 30.

[9] BOA, A.DVNSNMH.d., 5/187.