Bireylerin mekân düzeyindeki temsili, konutlardır. Dolayısıyla şehirler de toplumları temsil eder. Şehir; boşluk, mekân ve canlılardan meydana gelen heterojen bir kavramdır. Onu oluşturan elementler var oldukça değişmeye devam eden, toplumsal hayatın fiziki temsilidir.
Zehra Betül SUNER
Mimar

Boşluk, kapsayıcı ve uçsuz bucaksızdır; tanımlayabileceğimiz bir niceliği bulunmaz. “Boşluğun tam ortası”, “boşluğun arkası” bir tanım değildir. Boşluğu tanımlayabilmek için bir referans noktasına ihtiyacımız vardır.
Boşlukta bir küp düşünelim. Artık bu boşluk, küpün varlığıyla tanımlanabilir hale gelir. Küpün arkası, küpün önü, küpün altı, küpün üstü, küpün içi… Uzaklık, yükseklik, ölçek gibi kavramlar artık anlam kazanır. Böylece boşluk; küpün varlığıyla tanımlanmış, sınırlandırılmış ve özelleştirilmiş olur. Bu özelleşmiş boşluk ise mekandır[1]. Farklı işlevlere sahip mekanlar arasından en öznel olanı evdir.
Ev kavramı, insanın aitlik hissini temsil eder. Dolayısıyla özüyle bağlantılıdır. İnsan, varlığından bu yana biriktirmekte olduğu belleğinin yansımalarını gördüğü yerleri benimser. Kimliğinin parçası olan bu yansımalar, insan hayatı boyunca birçok forma bürünür: Bazen bir insan, bazen bir düş, bazen bir şehir, bazen bir müzik, bazen bir koku, bazen ise bir konuttur.
Konut ile kullanıcısı olan insan arasında iki türlü ilişki vardır. Biri, kullanıcının konut sınırlarını şekillendirdiği ilişki, diğeri ise konut sınırlarının kullanıcıyı şekillendirdiği ilişkidir. “Türk evi” diye adlandırılan konutlar ve modern yaşamın fiziki yansıması olan apartman daireleri bunlara örnektir. Türk evi; kullanıcısı olan ev halkının sayısı, ev halkının günlük eylemleri, dış dünyayla ilişkisi üzerine kurgulanan bir konut türü olarak karşımıza çıkarken, apartman daireleri barınma ihtiyacını standartlar üzerinden karşılayan, sadeleştirilmiş konut türleri olarak karşımıza çıkar.
Bireylerin mekân düzeyindeki temsili, konutlardır. Dolayısıyla şehirler de toplumları temsil eder. Şehir; boşluk, mekân ve canlılardan meydana gelen heterojen bir kavramdır. Onu oluşturan elementler var oldukça değişmeye devam eden, toplumsal hayatın fiziki temsilidir. Coğrafya, gelenek, toplumsal olaylar, tarihi anıtlar gibi nitelikleriyle özelleşir. İçinde barındırdığı toplumla birlikte sürekli bir değişim süreci halindedir.
Konutların türü, yapısı, özellikleri; içinde yaşayan bireylerin yaşam tarzı hakkında fikir verir. Örneğin gecekondular genellikle kendi sınırları içerisinde, sokağa bakan bir küçük ön bahçeye sahiptir. Birkaç katlı binaya hem giriş kattan hem de dışarıda bırakılmış merdivenden çıkılarak üst kattan sağlanır. Konut çoğunlukla beton-ahşap karma malzemeler kullanılarak yapılır. Bakıldığında bu yapım tekniğinin kırsal alanlardaki konut tekniğinden esinlendiği görülür. Çünkü gecekondular çoğunlukla kırsal alanlardan daha iyi iş imkanları için şehre gelen ailelerin, geldikleri bölgedeki gibi bir teknikle ancak çok daha kısıtlı imkanlarla, bulabildikleri malzemelerle kendi başlarına inşa ettikleri bir senaryo sonucu oluşur.
Bunun en tanıdık örneği Fikirtepe’dir. İstanbul, Kadıköy’de bulunan Fikirtepe semti, 1950’li yıllara kadar adından da anlaşıldığı gibi çoğunlukla fikir insanlarının çıkıp ilham almak üzere gezdikleri, neredeyse hiç yapılaşma söz konusu olmayan tepe olma özelliğini korumuştur. Ancak 1950’lerden sonra sanayileşmenin etkisiyle çok sayıda göç almaya başlar. Kırsaldan şehre yönelen çok fazla insan, “ev” ihtiyaçlarını, kırsalda gerçekleştirdiklerine benzer bir yapım tekniğiyle ancak bu sefer bulabildikleri kısıtlı malzemelerle karşılamaya çalışırlar. Bu şekilde şehrin yapısına ters ve düzensiz bir yapılaşma türü ortaya çıkar. İstanbul’un yeşilliklerle dolu bir mesire yeri olma işlevini kısa sürede kaybeden tepe, günümüzde gecekondulaşmanın ve çarpık kentleşmenin İstanbul’daki belirgin noktalarından biri haline gelir.
2010’lu yılların başında “kentsel dönüşüm” adı altında semt için imar planları hazırlanmaya başlanır. Semt ölçeğinde kurgulanıp, uygulanması gereken bu dönüşüm, günümüzde ancak semtin ayrıldığı adalar ölçeğinde, yapısal bir dönüşüm olarak kalır. Dönüşüm uygulaması altında semtlilerin boşaltılan konutlarının bir kısmı yıkılıp cilalı gökdelenlere dönüşmüş, bir kısmı gerçekleştirilemeyen dönüşüm sonucu boş kalarak gelen mültecilere ev sahipliği yapmıştır. 1950’lerden sonra yerleşip burayı kendilerine yaşanılacak bir “ev” haline getiren semtlilerin çoğu ise dönüş/ülemey/en gökdelenlerin yaşam koşullarına uyum sağlayamayarak semti terk etmiştir.
Semt, değişen kullanıcı profilinin ve uygulanan dönüşümün etkisiyle yeniden işlev değiştirmiş; mesire alanından gecekondu mahallesine, gecekondu mahallesinden arada alana yapay bir şekilde evrilmiştir.
Fikirtepe örneği, ev-konut kavramlarını ve bu kavramların şehirle ilişkisini anlamak açısından önemli bir örnektir. Semt, sosyolojik bir durum sonucunda, onu oluşturan önemli elementlerden biri olan kullanıcı ölçeğinde ciddi bir değişim geçirmiştir. Bu yeni kullanıcı profili, semti süregeldiği işlevinden farklı olacak şekilde, barınma odaklı bir işlevle kullanmaya başlamıştır. Böylece kullanıcı, bulunduğu fiziki mekânı kendine ait kılmak üzere, kimliğinin ve belleğinin yansımalarını görebileceği, kendine “ev” olacak bir semt inşa etmiştir. Semtlilerin 1950’li yıllardan sonra böyle bir içgüdü halinde inşa ettikleri gecekondular, çarpık kentleşmeye müdahale etmek amacıyla yeni bir değişim geçirmiş; kullanıcısı olduğunu belirttiği profilin gündelik alışkanlıklarından uzak, endüstrileştirilmiş konutlarla, mevcut konutların yeniden değişmiş kullanıcı profiline ev sahipliği yapmaktadır.
Fikirtepe, birey ve mekân ilişkisinin iki farklı yüzünü farklı dönemlerde deneyimleyerek bünyesinde bulundurur. Şehrin en küçük ancak en ciddi yapıtaşı olan birey değişime uğradıkça onu temsil eden mekanlar, bireylerin gündelik yaşamlarının ana sahnesi olan mekânlar değiştikçe de bireyler değişir. Bu sebeple içinde var olduğumuz, rastladığımız, karşılaştığımız şehirleri, onları oluşturan mekânları ve bireyselliğimizi temsil eden konutları korumak, yalnızca öznel bir bakışla değil; toplumsal bir yankı uyandıracağının bilinciyle muhafaza etmek ve yönlendirmek çok değerlidir. Çünkü mekânlar, toplumların izleridir.
[1] Kuban, Doğan, Mimarlık Kavramları, İstanbul, 1974