Kültür ve Estetik: Türk-İslam ve Japon Mimari Anlayışları

Düzensizlik deyince pek çoğumuzun aklına karmaşa ve uyumsuzluk gelir. Ancak Japon estetiğinde doğadaki asimetri, her şeyin yerli yerinde olmasıyla birebir alakalıdır. Aslında bu anlayış aklımıza Merkez Efendi’nin her şeyi olduğu gibi bırakma anekdotunu akıllara getiriyor. Zira, aşırı müdahale ve kusursuzluk gerçekten de sanatı da sanat eserini de yapaylaştırmıyor mu?

Sevde ÖZTÜRK

İbn Haldun Üni., Sosyoloji Bölümü Doktora Öğrencisi

Todaiji

Mimari ve mekanı daha geniş bir çerçevede düşündüğümüzde, bizlere teknik anlamının dışında bir şehirde, ülkede ve evrende nasıl yaşayacağımız konusunda fikirler verdiğini görürüz. Her ne kadar somut olarak bir mekandan veya müesseselerden söz açsak da kendimizi çok daha aşkın ve soyut sorular sorarken buluruz. İnşa etmek için mi yaşıyoruz yoksa yaşamak için mi inşa ediyoruz ? Bu soruya vereceğimiz cevap bizim dünya ve insan, ve evren hakkındaki temel görüşlerimizi açığa çıkarır. Dünyayı nasıl görüyoruz, biz kimiz, mimarlarımızın bir eseri inşa bilinci nereden geliyor, mimari ve estetik zevkimiz neye göre şekilleniyor gibi pek çok soru mekanın ve imarın aslında insan ve toplumla ne kadar derin bağları olduğunu ortaya koyar. Bu yazıda estetik anlayışı ve mimari yapısıyla dünyada öne çıkan iki medeniyetin, Türk-İslam ve Japon, estetik ve mimari anlayışlarını mimari zevklerindeki benzerlik ve farklılıkları çerçevesinde ele alacağım.

Mimarinin önemi, onun kültürün ve değerlerin taşıyıcısı olmasından ileri gelir. Çünkü inşa edilen mekan sadece pratik fonksiyonunu yerine getirmekle kalmaz aynı zamanda bizim hayatımızı zenginleştirir. Bu yüzden bir medeniyetin eser veya yapılarını incelerken şehirdeki mekanı inşa eden temel unsurlar ve anlayışa bakmak gerekir. Örneğin, bir sanat eserinin hayatta kalma süresi ve bu hayatta kalma süresini hangi öğelerin belirlediği, dünya ile bizim aramızdaki bağlantıyı genişletir. Illinois Urbana-Champaign Üniversitesi Mimarlık bölümü profesörü ve Japon mimarisi uzmanı Botond Bognar’a göre mimari bu yüzden hem fonksiyonel hem de estetik arzu edilebilirlik taşır. Bir eser inşa ederken onun çevre ile olan ilişkisini gözetmek sanat eserinin kendi özünü, birliğini kaybetmeden kültürü aktarmasını ve amacını sürdürmesini sağlar.[1] Bugün sürdürülebilirlik olarak adlandırdığımız bu anlayış aslında daima gelecek için inşa etmeyi hedefler. Örneğin, Türk-İslam geleneğinin en ihtişamlı temsillerinden olan 1557 yılından bu yana 465 yaşını dolduran Süleymaniye Külliyesi, İstanbul’un kalbinde gelecek nesilleri ağırlamaya devam eder. Süleymaniye Camii, akustiği, kubbesi ve zemin dayanıklılığı ile yapısında türlü gizemleri barındırır. Diğer taraftan ilk inşası 8.yüzyıla kadar uzanan UNESCO dünya mirası listesinde bulunan ve dünyanın en eski ahşap mabedi olarak bilinen Japonya’daki Todai-ji (Büyük Doğu) tapınağı yüzyıllardır Budist geleneği yaşatır. Gelecek nesiller kendi özünü koruyan ve günümüze kadar ayakta kalan bu kadim eserler sayesinde geçmişleri hakkında bilgi edinir, kültür ve inançlarını sürdürmeye devam ederler.

Türk-İslam Mimarisi ve Estetiğinin Kuşatıcılığı

Türklerin İslam medeniyeti tecrübesi neticesinde ortaya koydukları Türk-İslam mimarisinde din ve ibadet merkezli bir mimari ve yaşam alanı inşası vardır. Bu nedenle inşa edilen mekanlarda, merkezde bir ibadethane düşünülerek çevre dizayn edilir. Rabbine kulluğunu hatırlayarak dünyadaki yaşamını sürdüren insan, inşa ederken de her iki dünyasını güzelleştirecek ilkeleri korur ve gözetir. Bu sebepledir ki, Türk-İslam mimarisinin ikinci bir özelliği de ölümle yaşamın bir aradalığıdır ki bu pek çok mezar ve anıtın sivil ve sosyal alana dâhil olması anlamına gelir. Kul bir yandan toprağın üstünü güzelleştirirken diğer taraftan da toprağın altındakilere bakıp diğer dünyasını süsleyecek ameller peşinde olacaktır. Üçüncü bir unsur ise İslam dininin temizliğe verdiği ehemmiyettir. Şehirlere döşenen su kanalları,  hamam ve çeşmeler, sarnıç ve köprüler hem temiz hem de sağlıklı bir yaşam alanı fikriyatının arka planını oluşturmuştur. Böylelikle, Türk-İslam medeniyetinde mimari, bir yandan insanın gündelik yaşamını kolaylaştıran bir yandan da bulunduğu mekanı sanatsal açıdan zengin kılan özgün bir anlayış ortaya çıkarmıştır.

Medeniyetimizde, mimari ve estetik deyince Mimar Sinan, Sedefkar Mehmet Ağa vd. gibi isimler ve eserleri gelir. Günümüze kadar gelen seyahatnameler, vakfiyeler, kitabeler, tarih kitapları ve resmi kayıtlar, ünlü mimarların eserleri ve Türk-İslam medeniyetinin mimarlık ve estetik anlayışına dair bilgiler barındırır. Diğer taraftan, Süheyl Ünver gibi ilim adamları gelecek nesillere Anadolu ve Osmanlı mirasını aktarmak için ilmi çalışmalar yapmıştır. Tıp tarihçisi ve hekim, ressam Süheyl Ünver’in çalışmalarında da Türk-İslam medeniyetinin mekan ve yaşam alanına verdiği ehemmiyeti görmek mümkündür. Ünver’in, Türk kültürünü muhafaza etmek ve nesillere aktarmak için Anadolu’daki şehirlerin pek çoğunu gezdiği bilinir. Süheyl Ünver, gittiği şehirlerdeki tarihi yerleşim yerlerini, eserleri ve mimariyi de inceleyip seyahat notlarına eklemiştir. Seyahat notlarında daima Türk-İslam eserlerinin estetik ve yaşamsal döngü açısından kıymetine dikkat çekmiştir.

En başta Türk-İslam eserlerinin en nadide örneklerini inşa eden Mimar Sinan’ın düşünce yapısını anlatan Ünver, bu fikriyatın İslam medeniyetindeki kültürel unsurlar ve değerlerinden ileri geldiğini dile getirmiştir.[2] Ünver’e göre bir cami inşa ederken sadece bir ibadet mekanı değil bir insanın, muhitin ve şehrin tüm kuşatıcılığı ile o eserle kuracağı ilişki düşünülmüştür. Mimarlarımızın her açıdan ince düşündükleri için kalıcı ve işlevsel eserler ürettiklerini şu sözlerle dile getirmiştir: “Görüyoruz ki ecdadımız yalnız cami inşasına himmet etmemişler, her şube-i sanatta pek çok eserler vücuda getirmişlerdir.”[3] Bu anlamda camiler bünyelerinde barındırdıkları, hamam, arasta, sıbyan mektebi, kütüphane, medrese ve kervansaray gibi medeni varlıklarla sadece bir ibadet mekanı değil bir yaşam alanını oluşturmuştur. Üstelik bu yaşam alanlarında, cami bahçelerinde, gökyüzüne uzanan ulu ağaçlara, bina duvarlarında kuşlara yuva olan kuş evlerine, mezarlık ve bahçelerde hayvanlar için su havuzlarına rastlarız. Böylesi bir mekanda insan, kainatla bütünleşerek bir taraftan günlük yaşamını idare ettirip temel ihtiyaçlarını giderirken bir yandan da estetik arzu ve ihtiyacının gereği olan güzeli temaşanın zevkine varabilecektir.

Kusurlu Güzellik ve Japon Estetiği

Dünyada pek çok araştırmacının ilgisini çeken Japon kültür ve mimarisi de mekanın kullanımı hususunda takdire şayan bir felsefeyi barındırır. Japon halkı binlerce yıl önceki eserleri, gelecek kuşaklara bırakmak istedikleri kültürel mirası muhafaza etmeyi başarmış bir millettir. Japon mimarisinin temelinde Japon kültür ve inancı yer aldığı için Japonya’da çok sayıda tapınak ve mabed görürüz. Donald Keene’ye göre Japon estetiğinin en temel unsurlarından biri sadeliktir.[4] “Wabi-sabi” olarak da ifade edilen bu anlayışa göre her kusurluluğun ve sadeliğin içinde bir güzellik vardır. Bu anlayışı Budist öğretilerden ilham alarak geliştiren Japonlar, mimari eserleri tıpkı doğanın kendisi gibi zahmetsiz ve gösterişten uzak yapmıştır. İkinci bir unsur ise Japon estetiğindeki düzensizlik anlayışıdır. Düzensizlik deyince pek çoğumuzun aklına karmaşa ve uyumsuzluk gelir. Ancak Japon estetiğinde doğadaki asimetri, her şeyin yerli yerinde olmasıyla birebir alakalıdır. Aslında bu anlayış aklımıza Merkez Efendi’nin her şeyi olduğu gibi bırakma anekdotunu akıllara getiriyor. Zira, aşırı müdahale ve kusursuzluk gerçekten de sanatı da sanat eserini de yapaylaştırmıyor mu?

Kinkakuji

Japon estetiğine göre bir şeyi eksik bırakmak onu ilginç ve cazip kılar. Eksik bırakmaktan kastedilen şey bir nesnenin veya yapının tamamının aynı formatta olmamasıdır. Bu nedenle, Japonların bahçelerini, resimlerini ve mimari yapılarını bir düzensizlik ve eksiklik felsefesine göre ortaya koydukları bilinir. Hatta öyle ki imparatorluk saraylarını inşa ederken dahi Japon mimarların yapının bir yerini yarım bıraktıkları aktarılır.[5] Örneğin, Çin mimarisi nesnelerin veya bahçe ve binaların paralel olmasını; İran sanatı resimlerde sağ ve soldaki nesnelerin birbirlerinin ayna görüntüsü olmasını önceler. Oysa Japon sanatı birbirinden bağımsız ve özgünlükte güzelliği görür. Bu görüş, geometrik yapılanma ve ölçüye önem veren Türk-İslam mimarisi ile de farklılık gösterir. Öte yandan Türk-İslam anlayışına benzer olarak Japonlar da suya ve temizliğe önem vermiş, banyo, kaplıca ve hamamlar inşa etmiştir. Bir mabede girdiğinizde içeride ağzınızı temizlemeniz için bir Japon çeşmesi görmeniz kaçınılmazdır. Böylelikle, tapınağa öylece girmek yerine günahlarınızdan manevi olarak arınarak girmeniz beklenir. Dördüncü ve belki de Japonların en ilginç anlayışlarından birisi, geçicilik olup bu anlayış sanat ve mimarlık alanını da etkilemiştir. Japonlar, Türk-İslam veya Batı mimarisi gibi kalıcılık ve uzun ömürlüğün yerine bozulabilirliği önemsemiştir. Bozulan kağıt kapılar ve pencereler, aşınan ve çürüyen ahşap evler Japonlar için son derece normaldir. Çünkü insanoğlu gibi nesneler de mevsimler de geçip gitmektedir. Bu anlayışta diğer estetik ilkeleri gibi Budizmin zamana karşı kayıtsız olma ve bozulabilirliği takdir etme felsefelerinden ileri gelmiştir.

Sonuç olarak, her iki medeniyet de kültür ve estetik anlayışlarını gelecek nesillere aktarmayı farklı felsefi zeminler üzerinden yürütse de mekan ve mimariye benzer bir şekilde aşkın bir pencereden bakmıştır. İki medeniyetin de dini anlayış çerçevesinde inşa ettikleri eserler güçlü bir insan, mekan ve evren ilişkisi üzerinden şekillendirilmiştir. Bu anlamda medeni varlıklarına, kendi din ve kültürlerindeki ahlak ve faziletleri yansıtan her iki medeniyet de sadece insanı değil tüm canlıların ve doğanın uyumlu olma gayesine mensup mekanlar bina etmişlerdir. Bu iki medeniyetin ortak anlayışı, günümüzde insanoğlunun özlemini çektiği sade ve doğallığı en iyi şekilde yansıttığı için halen takdir edilmekte ve örnek alınmaktadır. Öyleyse, mekan ve mimari sadece bir bina meydana çıkarma değil medeniyetin çekirdeğini toprağa atıp gelecek nesillere bir fidan büyütme işi olmalıdır.


[1] Juan David & Aaryaman, The UIUC Talkshow Podcast, Botond Bognar: Japanese Artitecture, Meaning Behind Buildings, and Modernism, Bölüm 26, 10 Aralık 2022.

[2] Serdar Kozan. “Süheyl Ünver’in Metinlerinde Mimar Sinan” Düşünen Şehir Dergisi 9 (2019): 176–181

[3] Serdar Kozan. “Süheyl Ünver’in Metinlerinde Mimar Sinan” Düşünen Şehir Dergisi 9 (2019): 176–181.

[4] Donald Keene, The Pleasure of The Japanese, Colombia Universty Press: Newyork, 1998.

[5] Donald Keene, The Pleasure of The Japanese, Colombia Universty Press: Newyork, 1998.