Elbistan Depremi Üzerine

Saat 13.30 sıraları… Elbistan, Ekinözü merkezli ikinci bir depremle adeta yok oldu. O sırada içinde bulunduğum evdeki odada bulunan yatağa uzanarak İstanbul’dan bir arkadaşımın aramasına cevap verdim. Konuşmanın ortasında çok şiddetli bir gürültü ile sarsılmaya ve sağa sola savurulmaya başladım.

Ömer Tayyar ASLAN

Çocukken büyüklerimiz bize dünyanın hallerinden bahsederlerdi. Bu dünya yalandır, aldatıcıdır, insanı kandırır derlerdi. Bu konuşmalar, daha çok dünyanın insan için ifade ettiği yaşanmış tecrübelerin soyut iz düşümleriydi. Çünkü çok az insan, köyünü dahi yukarıdan kuşbakışı olarak çok az seyretmiştir. İnsanlar buralarda, tavşan misali, doğdukları yerde bu hayata veda ederlerdi. Eğer memleket dışına çıkan olursa itibarlı olur, onun anlattıkları yüzde yüz doğru sayılır ve dış dünya bunun üzerinden tahayyül edilirdi.

Bu böyleyken dış dünyadan korkulur ve insanın anca kendi memleketinde hür ve mutlu olacağına inanılırdı. İnsanlar zaten tarihte de savaş, kıtlık ve kan davası gibi sebeplerle göç etmişler, yeni yurt tutmuşlar ve ana vatanlarını terk etmek zorunda kalmışlardır. Yaşadıkları toprakların nasıl bir yapıya sahip olduğunu çok fazla irdelememişler, barınak ve yaşam açısından uygun olup olmadığına bakmışlardır. Zaman zaman yer sallanınca “ne oluyor bu yere” deyip hayret etmişler,  kendilerinden sonra gelenlere, bu depremleri hikâye etmişlerdir.

Bu insanlar evler ve barınak inşa ederek yaşamlarını sürdürmüşlerdir. Bu barınaklar hem insanlar için hem hayvanlar için düşünülmüş “kom” adıyla bilinmiştir. Daha sonra alt katı ahır, üst katı insanların barınağı olan yığma iki katlı “çardak” adlı evler yapılmıştır. Bu evlerin temeli taştan, üzeri ise ahşap ve kerpiçtendir. Meydana gelen depremlerde bu evler sarsılmış, yıpranmış ancak ölüme sebebiyet verecek yıkım ve yığılmalara mahal vermemiştir. Evler tekrar tamir edilerek eski haline getirilmiş, hatta daha sağlam hale getirilmiştir. Bu durum, evlerin yenilenmesine de vesile olmuştur.

O dönemlerde bu bölgelerde yaşayan bilgeler vardır. Bunlardan biri, dedem Hacı Osman Ömer’in şeyhi Hacı Mustafa efendidir. Hacı Mustafa Efendi, hâlâ bölgede sevilen, sayılan, ailesine itibar edilen bir şahsiyettir. Ailesi, siyasette ve iş anlamında ilerlemiş, Elbistan’ın bilinen şahsiyetleri olarak hayatlarına devam etmektedirler. Bu şeyh efendi, müntesiplerini ara ara toplar sohbetler edermiş. Ve gelecekten, Yüce Elçi’nin hadisleri ışığında bahsedermiş. Bu sohbetlerde bahsedilen meselelerden biri de Elbistan’ın altının hem linyit yatağı hem balçık olduğu ve bir gün zelzele olursa ters düz olacağı meselesidir. Şeyh efendi “bir gün gelir bu Elbistan alt üst olur, alan alır satan satar, giden gider amma bir de buraya dönmesi vardır” demiştir. Bu söz bizlere kadar gelmiş, Elbistan’ın altının derya olduğu ve yerleşime müsait olmadığı çıkarımına sebep olmuştur. Hemen herkes Elbistan’da bunun böyle olduğunu bilir, bunu anlatır. Ayrıca çok hassas olduğundan “Cıncık” diye adlandırılan bölgenin aydın ve Behlüllerinden[1] Cıncık[2] Ali Efendi bir ağacın altına oturur, elinde çuvaldız iğnesiyle çarığını onarır imiş. Kendisine, “Nasılsın?” diye soranlara, “Çok işim var çok, işimden canım çıkıyor beni oyalamayın!” dermiş. Cıncık Ali Efendi de aynı şekilde bölgenin, gün gelip alt üst olacağını ve şehrin altının derya deniz olduğunu gâh vecdle gâh cezbe ile ifade edermiş. Bu da bize kadar ulaşan tevatür bilgilerden. Bunlar gibi onlarca hikâye vardır ancak bilinenler bunlardan ibarettir.

Bu anlatılar korku oluşturmuş. Ancak bir süre sonra unutulur, anlatı hâlinde tekrar edilirmiş. Özellikle 1950’li yıllardan itibaren Elbistan’a yeni ve çok katlı binalar yapılmıştır. Bu binalar, bölgenin ileri gelen ailelerinin durumu iyi olan müteahhitleri tarafından inşa edilmiştir. Elbistan’ın dağ tarafları ise kurt gelir, soğuk olur diye ötelenmiştir. Bu durum, 2000’li yıllara kadar devam etmiş ve 2000’li yıllardan sonra bu dağ bölgelerine doğru, bölgeye hiç uymayacak şekilde on katlı, on beş katlı, içine bir kasabanın sığabileceği büyük siteler inşa edilmiştir. Şehir hızla bu dağ bölgesine doğru yığılırken zemini bataklık ve linyit yatağı olan eski Elbistan’da da inşaatlar devam etmiş, buralara da apartman ve siteler inşa edilmiştir. Eski Elbistan denilen bölge, ovalık ve düz olup ana çarşının bulunduğu, ticaretin ve sanayinin kalbî olan yerdir. Bütün bunlar olurken çılgınca inşaatlar yapılmış ve hemen her imkânı olan müteahhitliğe soyunarak inşaat yapıp kar elde etmek istemiştir. Ne yazık ki bu insanların çoğu zarar ederek iflas etmiş ve gelenek olduğu üzere Antalya’ya doğru yol almışlardır. Genellikle bölgede iflas edenler, Antalya’ya yerleşir. Bunun sebebini de anlayabilmiş değiliz.

Yıllar geçti ve günümüze değin bu çılgınlık devam etti. Ev fiyatları, İstanbul ile yarışır hale geldi. İnsanlar müstakil bahçeli evlerini terk ederek baykuş yuvası apartmanlara akın ettiler ve her terk edilen müstakil ev, onlarca daireye dönüştü insafsız müteahhitlerin elinde. Son yıllarda yapılan binalardaki denetimsizlik ve eski binalara getirilen emlak affı da şehirde yığılmaya sebep oldu. Köylerdeki insanlar da şehirlerden daireler almaya başladılar.

6 Şubat 2023 saat 04.17’de Elbistan, Pazarcık merkezli şiddetli bir depremle sarsıldı. Ben köyde tek katlı bir evde yakalandım depreme. Gece vakti uykumuzun en derin noktasında, daha önce hiç tecrübe etmediğim heyecan verici, korkutucu, bir sarsıntı ve sarı bir ışığın her yeri kapladığı, yerin homurdandığı, dağların adeta birbirine sürtündüğü o garip olay, yani deprem bizi uykuda yakaladı.  Ayağa kalkıp balkon kapısını açarak karlı havada dışarıyı gözlemledim. Eğer evde bir kırılma olsa odada bulunan yeğenimi, oldukça engin olan balkondan dışarı fırlatacaktım. Ancak deprem sona erdi ve biz TV’lerden ne olduğunu anlamaya çalıştık. İlk depremde Elbistan’da 5 ile 10 arası ev çökmüştü. Kahramanmaraş’ta ise müftülük binasının da olduğu bölgede çökme olmuş, ağır hasar oluşmuştu. Burada bulunan hafızlık kursu yurdunda kalan ve eğitim alan 12 ve 13 yaşlarındaki iki yeğenimiz de çöken müftülük yurt binasında şehit olmuşlardır. Bu arada biz sabaha karşı biraz dinlenmek amacıyla evde uykuya daldık. Saat 10 gibi uyanarak kahvaltı yaptık. Ben ve yeğenim daha aşağıda Kandil barajı kenarında bulunan çardak evimize geçtik. Sobayı yaktık, üzerine çay koyduk. Yeğenimi yukarı eve bazı malzemeler alması için gönderdim.

Saat 13.30 sıraları… Elbistan, Ekinözü merkezli ikinci bir depremle adeta yok oldu. O sırada içinde bulunduğum evdeki odada bulunan yatağa uzanarak İstanbul’dan bir arkadaşımın aramasına cevap verdim. Konuşmanın ortasında çok şiddetli bir gürültü ile sarsılmaya ve sağa sola savurulmaya başladım. O anda tekbir getirerek arkadaşa deprem olduğunu söyledim ve telefonu kapatamadan yakın olduğum pencereden aşağı kendimi boşluğa bıraktım. Yere düştüğümde ileride bulunan evlerde çığlıklar ve bağrışmalar olduğunu, karşımda bulunan dağın ırgalanarak önündeki barajı köye doğru savurduğunu fark ettim. Bunun üzerine evin arkasında bulunan tepelere doğru koşmaya başladım ve bir direğe tutunarak ayakta kalan yeğenime ulaştım. Olanları görmemesi için gözlerini kapattım. Çünkü bu aklı oynatacak kadar dehşetli bir olaydı. Öyle ki diz çökerek ancak durabiliyorduk ve gayri ihtiyari “Ne oluyor, bu nasıl bir şey?” diyerek tekbir getiriyorduk.  Tüm bunlar bir dakika içinde gerçekleşmişti. Nihayet deprem durdu ve bundan sonrasını zaten bütün Türkiye canlı olarak müşahede etti. Asıl zorluk ve dehşet, Elbistan merkezine ulaştığımızda ortaya çıkacaktı…

Maalesef kar yarım metreye ulaşmış, yollar kapanmıştı. Elbistan’ın merkezi yıkıldığı gibi yüzlerce dağ ve çevre köyleri de kaderine terk edilmişti. İlk depremden ve ikinci depremden sonra evlerinden hiçbir şey almadan kaçışan insanlar köylere gelmiş, boş buldukları eski evlere, ahırlara samanlıklara sığınmışlardı. Arabaları kara saplanmış, yakıt alacak ne imkân ne de yer kalmıştı.

Elbistan merkez tamamen yıkılmış durumdaydı. İlk üç gün ihmal edilen şehre dördüncü gün yardımlar ve AFAD ekipleri yağdı adeta. Ancak birçok kayıp ilk üç günde meydana geldi. Bu saatten itibaren işler bürokrasi ve STK’lar üzerinden işlemeye ve normale dönmeye başladı. Bir Elbistanlı olarak şehrimi terk edemedim ve burada 23 gün geçirdim. Arkadaşlarla ayakta kalanlara destek olmaya çalıştık. Devlet ve millet iç içe yaralarını sarıyordu. Bürokrasi, her zamanki hantallığında. Siyaset, her zamanki fırsatçılık ve gösterişçiliğinde. Yıkılan şehir ve kaybolan hayatlar hariç, değişen bir şey yok. İnsanları uyaran din adamları, daha önceden siyasetçileri ve müteahhitleri uyarsaydı daha az kayıp olabilirdi. Bağış almak ve siyasi kadro elde etmek adına korunaksız ve köksüz şehirler kuran insanoğluna kim dur diyebilirdi ki! Elbette Yüce Yaradan “Dur!” demişti. Kim dinlerdi ki! Çok az kısmı hariç, kimse dinlemedi. Kim enkazda kaldı? Dinlemeyenleri dinleyenler ve masumlar.

Hülasa insanların başına ne geldiğini anlamaları ve bunu sonraki nesillere doğru şekilde aktararak bir daha bu ve benzeri felaketlerin yaşanmasına engel olmaları gerekmektedir; kadim bilgelikleri küçük görmeden, bunun tarihten süzülen haberler olduğunu göz ardı etmeden.


[1] Bölgede saf ve temiz insanlara Behlül Dana hazretlerine nispetle “Pehlül” denilir. Bu insanların söylediğine itibar edilmez ancak söyledikleri yabana da atılmaz.

[2] Cam ya da cam nevi malzemelerin geneline verilen ad.