Ancak itiraz eden, üzerinde, evinde, iş yerinde Kur’an ve İslam’ı objeye rastlanan, Çince konuşmayı reddeden, alkol almayan, börtü-böcek yemeyen, kadınlardan inancından dolayı örtülü olanlar, etek boylarının diz kapakları hizasında olanlar, camiye gittiği tespit edilenler, gece vakti evine kalmak için gelen Çinlileri evine almama gibi uydurma suçları(!) işleyenler ise doğrudan çöldeki ölüm kamplarına götürülüyor.
Aslan BALCI
Gazeteci-Yazar

Kadim İslam beldelerinden Doğu Türkistan ve Müslüman Uygur halkı 1949 yılından beri Komünist Çin’in işgali altında etnik soykırım ve asimilasyona karşı direniyor. Siyonist İsrail’in Gazze’de yaptığı gibi Pekin rejimi de bölgeyi abluka altına alarak kentleri adeta açık cezaevine çevirdi. Şi Cinping idaresi, bölgedeki Müslüman Uygur Türklerinin Çinlileşmesi için her türlü gayrihukuki yolları deniyor. İnsan hak ve hürriyetlerini ayaklar altına alan Pekin rejimi, Doğu Türkistan bölgesindeki halka yönelik baskıyı, zulmü, sinsice ve sistematik bir şekilde yürütüyor.
Bölgenin asıl sahipleri Türk asıllı Müslüman Uygur, Özbek, Kazak ve Kırgızlardır. Çinli yerleşimciler diktatör Mao Zedong’un işgalinden sonra bölgeye yerleştirildi. Ekonomik koridorun bu güzergâhtan geçmesi, bölgenin önemini daha da artırdı. Halk her geçen gün dinini, dilini, kültürünü, mülkünü ve aile yapısını kaybediyor. Onlarca tarihi cami yıkıldı, bir kısmı yerleşimci Çinliler tarafından bar ve gece kulübü olarak kullanılıyor. Açık olan birkaç camiye ancak yaşlı ve işkence sonucu sakat kalanlar gidebiliyor.
İmamların dahi Çin Komünist Parti (ÇKP) üyesi yapılmak zorunda bırakıldığı Doğu Türkistan’da İslam dini yasaklandı. İslam’ı ve Müslümanlığı çağrıştıran her nesne yasak listesine alınarak aksini yapanlar anında ölüm kamplarına götürülüp yıllarca işkence ediliyor. Hocaların İslam dinini anlatması, vaaz etmesi, dışarıya dönük ezan okuması, bayramlaşma, oruç tutmak ve çalışan işçi ve memurların camilere girmeleri gibi onlarca hukuk dışı yasaklama var. Doğu Türkistan Müslümanları, Çinlileşmemek, dinsiz ve kimliksiz bir toplum haline gelmemek için verdikleri mücadelede tüm dünyadan yardım bekliyor.
“Şehirleşme” bahanesiyle Uygur Türkleri topraklarından uzaklaştırılıyor. Tarihi ve korunması gereken yapılar yıkılıp yok ediliyor. Mezarlıklar, tarihi camiler yıkılırken yerlerine yenileri yapılmıyor. Semt ve şehirlerin isimleri Çinlileştiriliyor. Türklere ve Müslümanlara ait hiçbir figür bırakılmayarak kültürel soykırım suçu işleyen Çin, hukuksuzluğa var gücüyle devam ediyor. Türkiye yapılan hukuk dışı eylemlere sesini her zaman yükseltti ve yapılanların kabul edilemez olduğunu yüzlerine söyleyince Pekin rejimi hemen algı, manipülasyon ve yalan diplomasisini devreye sokuyor. Uygur Türklerinden zorla alınan sahte beyanlarla gerçeğin üzerini örten Çin, BM başta olmak üzere bütün dünyayı yalanlarıyla kandırıyor.
ABD’de emperyalistlerin kurguladığı 2001’deki 11 Eylül terör eylemleri nedeniyle küresel ölçekte Müslüman düşmanlığı başlatıldı. Bu argümana sarılan Çin, Uygurlu Müslümanlara yönelik soykırıma varan devlet terörü uyguluyor. Hukuksuzluğunu ise “Radikal İslamcılarla mücadele ediyorum” beyanıyla bertaraf ediyor. Çin, birkaç Uygurlunun Guantanamo’da tutulmasını öne sürerek normal halkla değil “terörist unsurlarla mücadele ediyorum” yalanıyla Siyonist çizgideki ülkeleri yanına çekerek destek buluyor. BM, AB ve ABD gibi devletler, Çin’in Tibet’te ve Hong Kong’da giriştiği kıyımı kınarken Doğu Türkistan meselesine gelince genelde sessiz kalıyorlar. Zaten Müslüman Türklerin de onlardan bir beklentisi yok.
Çinli Hui Müslümanlarının Güvenlik Sorunu
Rejim, Doğu Türkistan’da adı konulmamış etnik soykırım suçu işlemektedir. Çin ayni soykırım ve zulüm politikalarını Budist inancına sahip Tibet halkına karşı da yürütmektedir. Kanaat önderi olarak kabul edilen Dalai Lama davasını satarak daha çok medyatik ve cinsel skandallarla anılmayı tercih ettiğinden Tibet olayları gündemden düşürüldü. “Tibet kasabı” olarak anılan ve arkasında büyük katliamlar bırakan eski Tibet ÇKP Genel Sekreteri Chen Quanguo gerçek anlamda bir canidir. Çin bu soykırımcıyı Tibet’ten Doğu Türkistan’a gönderdikten sonra zulüm ve katliamlar artmaya başladı.
Çin’in büyük önem verdiği “Bir yol bir kuşak” projesi Yunnan eyaletinden başlayıp Doğu Türkistan topraklarını boydan boya geçerek Pakistan üzerinden Hint Okyanusu’na bağlanacak. Bu hat üzerinde kendine sıkıntı çıkarabilecek tüm “yabancı” unsurları yok etmek istiyor. Esas problem söz konusu unsurların Türk asıllı veya başka milliyetten olmasından ziyade kendi ideolojisine aykırı gördüğü herkesi “düşman” olarak algılamasıdır. Bu mantıkla hareket eden rejim, Yunnan eyaletinde yaşayan yerli Çinli Han Müslümanları Hui, Tunganler de rejimin hedefi haline geldi.
Çinli Hui Müslümanların önemli dini merkezlerinden biri olan Yunnan eyaletine bağlı Nagu kentinde yer alan Najiaying Camii’si uydurma bahanelerle yıkılmak istendi. Şiddetli protestolar nedeniyle yıkım şimdilik durduruldu. Yıllar önce ziyaret ettiğim Najiaying Camii’sinin yanında Kur’an kursu ve bir de medrese var. Buradan kaliteli Müslüman öğrenciler yetişiyor. Ayrıca Najiaying Camii’si buradaki Müslümanların adeta nişanesi ve tapusudur. 13. yüzyıldan kalma tarihi caminin yıkılmak istenmesinin arkasındaki sebep, ekonomik koridorun başlayacağı yerde Müslümanların olmaması, ayrıca yerli Müslümanların tarihinin eskiye dayanmasının önüne geçilmek istenmesidir.
Küresel emperyalizmin merkezi haline gelen Çin, Hindistan gibi, İslam ve Müslüman düşmanlığını devlet eliyle yürütüyor. Çin, Doğu Türkistanlı ve Hanlı Huilerle birlikte ülkedeki tüm Müslümanların varlığını yok etmeye çalışıyor. Ancak Doğu Türkistanlı Müslümanları imha politikasının ardında İslam karşıtlığının yanında, bölge halkının Türk asıllı milliyetlerden olması, bölgenin ekonomik değeri ve İpek Yolu projesinin buradan geçiyor olmasıdır.
Yapay zekâ ile masumlar ölüm kamplarına tıkılıyor
Doğu Türkistan bölgesindeki milyonlarca halk “yapay zekâ” ile kontrol ediliyor. Yazılımını Çinlilerin yaptığı “makul vatandaş” profiline uymayan herkes derdest edilerek bilinmeyen toplama kamplarına götürülüyor. Keyfi tutuklamalara itiraz eden, gözaltına alınan, eşini, kızını, oğlunu veya babasının durumunu arayıp soranlarda ayni akıbete uğrayıp çölde inşa edilen yüzlerce ölüm kampına götürülüyor. Söz konusu ölüm kamplarına götürülen Müslümanların geneline yakını, türlü “Çin işkencesiyle” katlediyor. Öldürülenler yakılarak yok edilirken bir kısmı da işkence sonucu sakat kalıyor veya aklını yitiriyor. Bazıları da Çin’in ajanı olarak ölüm kamplarından dışarı çıkabiliyor.
Pekin rejimi ölüm kamplarının varlığını inkâr ederek söz konusu hapishanelerin “gönüllü eğitim kampları” olduğunu iddia ediyor. Yapay zekâ ve Çinli idarecilerin “ikna edilebilir” diye fişlediği kişiler merkezlere yakın “beyin yıkama ve Çinlileştirme” kamplarına alınıyor. Ancak itiraz eden, üzerinde, evinde, iş yerinde Kur’an ve İslam’ı objeye rastlanan, Çince konuşmayı reddeden, alkol almayan, börtü-böcek yemeyen, kadınlardan inancından dolayı örtülü olanlar, etek boylarının diz kapakları hizasında olanlar, camiye gittiği tespit edilenler, gece vakti evine kalmak için gelen Çinlileri evine almama gibi uydurma suçları(!) işleyenler ise doğrudan çöldeki ölüm kamplarına götürülüyor.
Etnik soykırım ve işkenceci Çin, bazen kendine yakın basın mensuplarını bölgeye götürüp iddiaların yalan(!) olduğunu ispat etmeye çalışıyor. Gezilecek çarşı ve pazarlardaki esnaf ve müşteriler rejim için çalışan muhbir ve ajanlardan oluşur. Bölgede yaşananlar, gerçekleri anlatabilecek olanlar ise o gün evinde tutulur. Davetliler çarşı-pazar ziyaretinden sonra kamplara gidilir. Burada da ayni uygulama yapılır. Tutuklular idarecilerin yanında “gönüllü” olarak burada bulunduğunu ifade etmek zorundadır. Gezide bulunan gazeteci ve gözlemciler yazdıkları raporlarda her şeyin yolunda olduğu, söylenenlerin gerçeği yansıtmadığı ve insanların kamplara kendi rızasıyla gittiği belirtiliyor.
Hapishaneleri “kamp” olarak lanse eden Çin, burada tutsak ettiği Doğu Türkistanlılara eğitim (!) adı altında kendi Çin kültürünü dayatıyor. Hapishanelerde dans etmek, alkol tüketmek, dekolte giyinmek, Çince konuşmak, karma banyo ve tuvalet kullanmak, temizlenmemek, dini inancını terk etmek, kısaca Çinlileşmeyi modernleşmek gibi gösteriyorlar. İslam inancını yasaklayan Sosyalist rejim her sabah tutukluların Çin Devlet Başkanı Şi Cinping’in heykeli karşısına geçerek tapınma ve ona bağlılıklarını belirterek “iyi bir Çinli” olduğunu ispat etmeye çalışıyorlar.
Çinliler bölgeye yerleşerek demografik yapı değiştiriliyor
Çin, Doğu Türkistan’ı elinde tutmak ve yerli halkı ata yadigarı olan topraklardan sürmek için demografik yapıyı değiştirmeye çalışıyor. Han Çinlilerinin bölgeye gelmesi için bedava arazi ve kredi verilerek teşvik edilirken Türk asıllı Müslümanlar ise Çin’in iç kesimlerine iskân ettirilmeye zorlanıyor. İtiraz edenler de toplama kamplarına alınıyor. Bölgeye getirilen Çinlilere devlet tarafından el konulan Uygurluların verimli toprakları veriliyor. “Teröre karıştı” bahanesiyle öldürülen veya ortadan kaybedilen kişilerin arazileri devlete intikal ettiriliyor. Devlet de bu arazileri gelen yerleşimcilere peşkeş çekiyor.
Milenyumun başlangıcından beri Çin “İşgücü fazlasını iç bölgelere yönlendirme” politikasıyla Doğu Türkistanlı yaşları 15 ila 25 arasındaki gençleri özellikle de kızları zorla alarak Çin’in en uç sınır bölgelerine istihdam ettirmeye başladı. Buralardaki “hapishane fabrikalarında” zorla “köle işçi” olarak çalıştırılan Uygurlu gençlere normal Çinli bir işçinin maaşının yarısından azı ödeniyor. Ayrıca Uygurlu gençlerin kent merkezlerine girişi yasak olduğundan fabrikalardaki kilitli koğuşlarda kalmaları sağlanıyor. Karma koğuşlarda bazı Müslüman kızlar, Çinlilerin taciz ve tecavüzlerine maruz kaldıklarından dolayı bu çirkefliğe dayanamayarak intihar etmişlerdir.
Fabrikalarda iş başı yapan Doğu Türkistanlılara her sabah bir miktar alkol aldırıp, yemeklerde helal olmayan yiyecek yemeye mecbur bırakılıyorlar. Bunları yapmayanlar ise “aşırı dinci” yaftalamasıyla ölüm kamplarına alınıyor. Söz konusu uygulamayla Doğu Türkistan’da gittikçe azalan genç nüfusla birlikte hamile kadınlara da zorla kürtaj yaptırılıyor. Bölgeye yerleştirilen Çinlilere ise çocuk yapmaları için prim veriliyor. ÇKP bölgedeki genç erkek ve kızlardan en az birer milyonu alarak Çinli fabrikalarda istihdam edilmesi hedef olarak belirledi.
Toplama veya “eğitim” kamplarına alınanların bebekleri varsa annelerinden zorla alınarak devlet kontrolünde bir Çinli gibi yetiştiriliyor. O çocuklar bir daha gerçek ailesinin kim olduğunu öğrenemeden, Chen Quanguo gibi, Çin’in pis ve kirli işlerini yapmak zorunda bırakılıyor. Zaten bölgeye gönderilen bazı ajan ve askerlerin şekline bakıldığında Uygur veya Özbek oldukları belli oluyor. Ancak inançları, isimleri, dilleri ve eğitimleri Çinli gibi olduğundan söz konusu kişiler diğer memurlara göre daha zalim ve yağmacı olduğu gözlemleniyor.
Sadece kentlerde değil yaylalar bile talan edilerek bölgedeki Türk izleri yok ediliyor. Dünyaca ünlü ve bilinen Pamir yaylası tarihten beri Türklerin önemli yaylalarından biridir. Buradaki köylülerin hayvanları ellerinden alınarak hayvancılıktan başka bir iş yapmayan halk şehirlere sürülmüştür. Böylece Uygur ve bölgedeki diğer Türklerin gelenek ve görenekleriyle kültürleri yok ediliyor. Yaylalarda yaşayan Türk boyları çok harika halı, kilim, deri elbise, kürk ve onlarca el işi ve güzel eserler yapardı. Çinliler yaylaları ele geçirerek bu tarihi el sanat ve zanaatları da yok etti. Huncarap yaylalarında yaşayan Kazak ve Kırgız Türklerinin bölgeye özgü yüzlerce hayvanı vardı. Hayvanların sütünden yapılan yağ, peynir, süzme yoğurt ve derilerden imal edilmiş onlarca aksesuar yerli tüccarlar tarafından satın alınarak ülkenin dört bir yanına satılırdı. Yöre halkının eline az da olsa bir miktar para geçerdi.
Büyük vergiler konularak Kazak ve Kırgızlarda yaşadıkları yaylalardan kovularak çadırlarına el konuldu. Huncarap, Pamir ve diğer bölgelerdeki yaylaların hemen hepsi Çinliler tarafından ele geçirilerek “Bir Yol Bir Kuşak” koridorunun geçeceği güzergâh sözde “düşman” unsurlardan temizlemiş oldular. Hayvancılıkla geçinen halkın şehirlerde kalacak mülkleri, paraları ve hayatlarını ikame ettirebilecekleri meslekleri yoktur. Yaylalarını terk etmek istemeyenler ise hayvan otlattığı dağlarda katledildi. Gençler ailelerinden zorla alınıp bilinmeyen devlet yurtlarına, diğerleri ise aç, sefil kalmaları için kent merkezlerine sürüldü.
5 Temmuz’daki “Urumçi soykırımı” telin edildi
Zengin yer altı ve yer üstü kaynaklara sahip Doğu Türkistan’da Türk asıllıların sayısı 20 milyondan yaklaşık 12 milyona kadar geriledi. Son 20 yılda yaklaşık 3 milyon kişi kayıp veya öldürüldü, 2 buçuk milyon kadarı toplama kamplarında, anavatana bir daha dönemeyecek olan yaklaşık 1,5-2 milyon genç de mecburi olarak Çin’deki fabrikalarda köle gibi çalıştırılıyor. Fırsatını bulan yaklaşık 3 milyon yurt dışına kaçtı. Bölgede yeterince fabrika olmadığı için halk işsiz. Olan fabrikalara da yerli halk değil, iskân ettirilen Çinliler işe alınıyor. Bölgenin kaynaklarına ulaşamayan, kendi dilinde eğitim almaları ve dini vecibelerini yerine getirmesi yasaklanan Doğu Türkistanlılar göç etmek mecburiyetinde bırakılırken direnenler katlediliyor.
Bu vesileyle “Urumçi Soykırımı” olarak anılan katliamda hayatlarını kaybedenleri rahmetle anıyorum. Çin’in Guangdong eyaletinin Shaoguan şehrinde 26 Haziran 2009 tarihinde 5 bin Çinli zorla çalıştırılan 300 Uygurlu’ya saldırdı. Yaklaşık 270’inin katledilmesinin ardından aileler naaşları almak ve sorumluların cezalandırılmasını istedi. Pekin rejimi olayın üzerini kapatmaya çalışması üzerine kurbanların aileleri ve dostları kendiliğinden toplanarak 2009’de Urumçi’de olayları protesto etmeye niyetlendi. ÇKP yetkilileri ve güvenlik birimleri yürüyüşün başlamasıyla halkın üzerine ateş açtı ve kortejdeki 3 kişi infaz edildi. Akabinde sokak ve caddelere dağılanlara yönelik bir nevi sürek avı başlatıldı.
Bölgedeki Çinli yerleşimciler ellerine geçirdikleri delici ve kesici aletlerle yerli halka saldırırken güvenlik birimleri infazlara devam etti. Bütün ev ve iş yerleri arandı. 15 ila 60 yaş arasındaki masum siviller katledilerek bir kısmı da ölüm kamplarına götürüldü. Gün boyu ve akabindeki günlerde gerçekleşen katliamlarda yaklaşık 5 bin masum sivil hunharca katledildi, 30 bin kişi yaralandı ve 60 bin civarında kişi de tutuklandı. Bu yıl olduğu gibi her yıl Urumçi Soykırımı ve Çin’in işlemiş olduğu katliamlar dünya kamuoyuyla paylaşılarak telin edilir.
Bölgede işlenen cinayet ve baskılara karşı Pekin rejimi, Panda politikasıyla, Türk ve Müslüman ülkelerle ekonomik iş birliği yapmaya devam ediyor. Çünkü, Çin dış politikasını “Uzaktakine cilve yap, yanındakine ise saldır” gibi garip bir felsefe üzerine bina ettiği için bir taraftan Türkiye ile iyi ilişkileri geliştirirken bir yandan da Doğu Türkistan’daki kardeşlerimize etnik soykırım yapıyor.
Yıllarca Müslüman Uygurlar, Çin işgaline ve zulmüne göğüs gererek bölgede Türklerin ortak değerlerini canları pahasına korudu. Ancak Pekin rejimi arkasına küresel emperyalistleri de alarak topyekûn mazlum Doğu Türkistanlıları yok etmeye çalışıyor. Artık Çin emperyalizmine, iş birlikçilerine ekonomide, turizmde, siyasi arenada ve beynelmilel camiada dur demenin zamanı geldi. Doğu Türkistan davası sadece bölge halkının değil ümmetin meselesi olduğu hatırdan çıkarılmamalıdır.