Türkistan coğrafyası bizim yüreğimizi kanatan ve elimizi kolumuzu bağlayan bir mesele. Elimizden bir şey gelmiyor diyebilir miyiz peki? Tabii ki hayır. Elimiz varsa bir taş atabiliriz, dilimiz varsa zulmü haykırabiliriz, kalbimiz varsa buğzedebiliriz. Edebiyat bizim buğzumuza aracı olabilir.
Burak ÇETİK

Doğu Türkistan denilince boğazımızda bir düğüm oluşuyor. Yiyeceğimiz yemek yenilmez, içeceğimiz su içilmez oluyor. Elimizden bir şeyin gelmemesi en acısı. Aslında elimizden gelen bir şeyler var. Zulmü duyurmak. Peki bu zulmü nasıl duyuracağız? Doğu Türkistan’da soykırım var diye dört bir yanda bağırsak da zulme engel olamayacağız belki. Bu söylediğim ses çıkarmayalım demek değil. Karşı olduğum şey, konformist yaklaşım.
Konformist yaklaşım derken arada bir toplanarak bağırıp dağılmaktan bahsetmiyorum. Dağıldıktan sonra gelen vicdan rahatlığı ve bir şeyler yapmayı bırakmaktan bahsediyorum. Müslümanlar olarak öfkemizi bu tarz toplanmalarla kusacağız kafirlere. Fakat sonrasında oturup bir şeyler yapacağız. Ne yapabiliriz ki, diye bir soru hepimizin kafasından geçmiştir muhakkak. Bu dosya ve yazılan yazılar biraz da bu sorunun cevabı için hazırlandı.
Türkistan için elimizden gelen yazmaksa yazacağız. Tiyatro oynamaksa tiyatro oynayacağız. Şarkı söylemekse şarkı söyleyeceğiz. Neden yazı, tiyatro ve şarkı diyorum çünkü bu yazıda Türkistan ile alakalı Türkiye’de belki de yayınlanan ilk edebi eserlerden birini ve kitaptan hazırlanan kurguyla meydana çıkan bant tiyatrosundan bahsedeceğiz.
Türkistan Geceleri
Türkistan Geceleri romanının yazarı Necip el-Kıylani, 1931 yılında Mısır’da dünyaya geldi. 1960 yılında tıp fakültesini bitirdi. Fakültenin yanında edebi eserler ortaya koyan Kıylani, İslâm ülkelerine dair metinler kaleme aldı. Bu süreçte İhvan-ı Müslimin’e üye oldu. İhvan’a üye olması ona ümmet bilinci kazandırdı.
Hacca gittiğinde tanıştığı Mustafa Hazret’ten dinlediği hikâyeyi kaleme alan Kıylani, tüm dünyaya Doğu Türkistan’daki kıyamı ve Çin zulmünü duyurdu. Kitap birçok dile çevrildi. Türkçe olarak ilk olarak 1982 yılında Bürde Yayınlarından çıktı. Daha sonra Petek ve Özgün Yayınları yeni baskılarını yaptı.
Kabe’den kaldıkları eve dönerken tespih, seccade gibi malzemeler satan bir dükkâna giriyor Kıylani. Gerisini ondan dinleyelim: “Dükkân sahibinin yüzüne dikkatlice bakıldığında dış hatlarından yetmiş yaşlarında olduğu, renginden ve konuşmasındaki tutukluktan da Arap olmadığı ilk anda anlaşılıyordu. Bir yandan tespihlere bakayım, öte yandan konuşuvereyim dedim, sordum: ‘Nerelisiniz?’ Hüzünle şöyle bir baktıktan sonra, ‘Allah’ın geniş ülkelerinden’ dedi.” (Türkistan Geceleri-8)
Necip el-Kıylani bu cevap üzerine biraz daha ısrar edince Mustafa Hazret Türkistanlı olduğunu söylüyor. Daha önce Türkistan diye bir ülke duymamış olan Kıylani, bu ülkenin Türkiye’ye mi bağlı olduğunu sorunca, Mustafa Hazret hüzün dolu gözlerle bakıp “Müslümanlar daha ülkesini tanımıyor” diyor.
Necip El Kıylani’nin doktor olduğunu duyunca Mustafa Hazret şu soruyu soruyor: “İmam Buhari’yi, İbn Sina’yı, Farabi’yi ve Biruni’yi tanıyor musun?” Kıylani’den evet cevabını alınca, “işte ben onların memleketindenim” şeklinde cevap veriyor. Sonrasında Kıylani’ye bir çay ısmarlayarak başlıyor hikâyesini anlatmaya. Doğu Türkistan’da Müslümanların kültürünü ve dinini yok etmeye yönelik Çinlilerin faaliyetlerini kısaca anlattıktan sonra “Ben Doğu Türkistanlıyım bu anlatacaklarımın ilkidir” diyerek yaşanan zulmün ve soykırımın ne denli ağır olduğunun haberini veriyordu.
Bant Tiyatrosu
Ahmet Mercan ve Ömer Karaoğlu gibi isimlerin öncülüğünde başlayan bant tiyatroları; çeşitli olayları sesli tiyatro olarak anlatan kasetlere deniyordu. Kurgular yapıldıktan sonra seslendirmeleri yapılıyor ve uygun müziklerle tarifsiz bir anlatım sunuluyordu.
İmamın Öldürülüşü, Alim ve Tağut, Mute Savaşı, Hz. Hubeyb, Musab bin Umeyr ve Türkistan Geceleri gibi bant tiyatrolarıyla Müslümanların bu olayları bilmesi ve şuur kazanması hedefleniyordu. Şu anda kaset olarak bulmak zor olsa da youtube aracılığıyla bant tiyatrolarını dinlemek mümkün.
Türkistan Geceleri’nde “Güzel Türkistan” şarkısının müziği fon olarak kullanılmış. Metin kurgusu Ahmet Mercan tarafından kitaba sadık kalarak hazırlanmış. Seslendirmeler ise mükemmel diyebilirim. Kitabı okuyanlara o anları tekrardan yaşatırken, okumayanlara da “ben bu kitabı mutlaka okumalıyım” dedirtiyor.
Doğu Türkistan’da Neler Oldu?
Mısırlı yazar Necip el-Kıylani, hacda tanıştığı Mustafa Hazret’in anlattığı hikâyeyi yazmaya karar verdi. Mustafa Hazret, Türkistanlı bir Müslümandı. 1931-1951 yılında Türkistan’da yaşanan direnişi Mustafa Hazret’ten dinleyen Necip el-Kıylani, bu meseleyi tüm dünyaya duyurmak istiyordu. Bunun için bir eser yazmaya karar verdi. Kendisi tarihçi olmadığı için meseleyi hikâyeleştirerek tüm dünyaya duyurmak istiyordu. Peki o tarihte Türkistan’da neler olmuştu?
Türkistan, kuzeyin uzak ülkelerinden biriydi. Sömürgeci işgal kuvvetleri Türkistan’ı Doğu ve Batı olmak üzere ikiye ayırdı. Batısını Ruslara Doğusunu Çinlere olacak şekilde ülke pay edildi. Komünizmin sağ ve sol buudu güzel Türkistan’ı paylaşarak Müslümanlara eziyet etmeye başladı. Bugün olduğu gibi o tarihlerde de Çin hükümetine bağlı olan Sincan Eyaleti, Müslümanların inançlarını yaşamasını istemiyor ve kültürel bir hegemonya kurmak istiyordu.
Bir İslâm ülkesine daha Endülüs’ün kaderi yaşatılmak isteniyordu. İslâm hukukunun yerine Çin hükümetinin kanunları, Türk kültürü yerine Komünizmin kadük kültürsüzlüğü yerleştirilmeye çalışılıyordu. Türkistan Müslümanları bu duruma karşı çıkmaya hazırlanıyordu. Zira Allah, insanları dünyaya iman edip imanın gereği gibi yaşamaları için göndermişti. İmanın gereği vatana sahip çıkıp İslâm’ın emirlerini uygulamak ve Müslüman namusuna yakışır bir hayat sürmekti.
1932 yılında Niyaz Hacı ve Sâlih Darga liderliğinde kafir Çinlilere karşı kıyam başladı. Bu iki ismin ve askerlerinin başladığı kıyama zamanla Musul Maksut, Mahmud Muhiti, Hâfız Beg, Mehmed Emin Buğra, Sâbit Dâmolla, Osman Beg ve Şeref Han Töre gibi toplumun önde gelen isimlerinin katılımıyla bütün Doğu Türkistan’a yayıldı. İli, vilâyeti ve Urumçi’ye bağlı birkaç kaza dışında bütün Doğu Türkistan kurtarıldı ve Kâşgâr’da Şarkî Türkistan Cumhuriyeti ilan edildi.
Bu devletin ömrü uzun olmadı. Zira Çin kuvvetleri ile süren mücadeleye Sovyetler müdahale ederek Doğu Türkistan’ı tekrardan Çin’e bağladı. Müslümanlar bu durum karşısında pes etmeyerek Kulca bölgesinde tekrardan Çin’e karşı ayaklandı. Bu ayaklanmanın neticesinde Doğu Türkistan Cumhuriyeti tekrardan kuruldu. Devlet başkanlığına Ali Han Töre, yardımcılığına da Kulcalı Hâkimbeg getirildi.
Yeni bir ordu kuruldu. Orduda 25.000 asker vardı. Kazaklar’dan Osman Batur’un idaresinde de 20.000 atlı bulunuyordu. 1945 yılında Urumçi’ye ilerleyen ordu ile Çinli Kuamintang’ın ordusu Manas yakınlarında karşı karşıya geldi. Kuomintang, Sovyetler’e başvurunca Ali Han Töre, Sovyetler Birliği’ne kaçırıldı. 1949 yılında bu devlet yıkıldı. Çin devrimini yapan Kızılordu tarafından son defa işgal edildi. 1 Ekim 1955’ten beri Çin Halk Cumhuriyeti’ne bağlı otonom bir bölge olarak anılıyor.
Sonuç
Türkistan coğrafyası bizim yüreğimizi kanatan ve elimizi kolumuzu bağlayan bir mesele. Elimizden bir şey gelmiyor diyebilir miyiz peki? Tabii ki hayır. Elimiz varsa bir taş atabiliriz, dilimiz varsa zulmü haykırabiliriz, kalbimiz varsa buğzedebiliriz.
Edebiyat bizim buğzumuza aracı olabilir. Dolayısıyla Türkistan hakkında yazılmış metinleri okuyup insanlara bu coğrafyadaki zulmü duyurabiliriz. Necip El Kıylani bunu yaparak eli, dili ve kalbiyle zulme itiraz etti. Biz de bu kitabı tanıtırken bu niyetle besmele çektik.
Türkistan Geceleri kitabının ümmetin her ferdine ilham olması duasıyla…