Çünkü Aksa’ya sahip çıkmak; sadece bir mekâna değil, bir mirasa, bir davaya, bir kıbleye sahip çıkmaktır.
Sevdenur BAL

(Çizgi: Hilal Özder)
Yolum yine Kudüs’e düştü.
Daha önce de gitmiştim…
Bir değil, üç değil, beş değil… Her defasında başka bir yönünü sevdim, başka bir yaranın kabuğunu kaldırdım bu mübarek şehrin.
Ama bu defa başkaydı; hem de bambaşka.
Kudüs, eskiden beri tutsaktı.
Ama şimdi çok daha yalnızdı.
Bunu ilk adımda değil, ilk bakışta anlıyorsunuz.
Önceki ziyaretlerimde, aynı anda en az 10 Müslüman tur grubuyla buluşurduk Aksa’nın avlusunda. O topraklar tekbirlerle dolardı.
Peki bu kez?
Sadece biz…
Bir avuç Müslüman.
Tüm Mescid-i Aksa avlusunda sadece bir tur grubuyduk.
İsrail askerleri, çelik yelekli ve silahlıydı omuzlarında ama gözlerinde ve kalplerinde korku yüklüydü .
Ama bu korku, kendi gölgelerinden değil; bizim varlığımızdan ve direnişimizdendi.
Onlar çoktular belki ama, biz oradaydık.
Ve inanın, eğer biz orada kalabalık olsak;
Onlar kaçacak yer arar,
Kudüs’ün sokaklarında yankılanan adımlarımızdan korkarlar.
Çünkü Aksa’ya sahip çıkmak; sadece bir mekâna değil, bir mirasa, bir davaya, bir kıbleye sahip çıkmaktır.
Bu bir ibadet olduğu kadar, bir direniştir, bir cihaddır.
Oraya yürümek, sıradan bir ziyaret değil; suskun dünyaya karşı bir haykırıştır.
Omuzsuz bir savaşın en ön saflarında yer almaktır.
Aksa’ya yürüdüm…
Ama öyle doğrudan bir yürüyüş değildi bu.
Beş ayrı kapıda durduruldum.
Beş ayrı kez reddedildim.
Beş ayrı yalanla, beş ayrı “hayır”la yüzleştim.
Her seferinde başka bir bahane.
Ama ben yürüdüm.
Altıncı kapıya kadar.
Sonunda kapı açıldı.
Sanki Aksa sabırla bekliyordu beni.
Sanki Kudüs, “Sen nerede kaldın, bu avluyu boş bıraktın! Ama iyi ki geldin, hoş geldin!” diyordu.
Aksaya ulaşmak, her milimini adımlamak; can ister, Canan ister.
Zeytin dallarına dokunmak, nasip bekler.
Taşlarına yüz sürebilmek, geçmişe selam vermek gibidir.
Ama bunların hepsi; bir niyetle, bir gayretle, bir fedakârlıkla mümkün.
Ve bu, sadece bir yolculuk değil; kalple verilen bir mücadeledir.
Kudüs, sadece bir şehir değildir.
Kudüs; bir yüktür, bir aynadır, bir emanettir.
Kudüs’ün adını anmak bile insana hüzün yükler.
Özlem yükler.
Sitem yükler.
Ama sadece dua yetmez onun özgürlüğü için.
El, ayak, yürek gerekir.
Ve direniş gerekir.
Gitmek gerekir.
Görmek gerekir.
Varlık göstermek gerekir.
Çünkü Kudüs, Miraç’ın şehri.
Uzak değil; koparılmış şehir.
Göğü görmüş ama zincire vurulmuş şehir.
Kıblemiz birken, kalpler neden ayrı?!
İnnemel mü’minûne ihve.
Kardeş miyiz gerçekten, yoksa sadece ezber mi bu?
Kudüs, hür aslında.
Tutsak olan biziz.
Tutsak eden zincir değil; ilgisizlik, gaflet, suskunluk.
Önce utanmalıyız.
Sonra uyanmalıyız.
Çünkü Kudüs dimdik ayakta duruyor.
Ve biz, özgürlük içinde tutsak yaşıyoruz.
Ama Aksa yalnız değil.
Orada kalanlar, her sabah ilk ezanı okuyanlar, taş atan çocuklar, gözyaşıyla temizlik yapan anneler hâlâ orada.
Onlar hâlâ direniyor.
Ve bizim her varlığımız, onların direnişine bir omuz, bir umut oluyor.
Susmasın insan olan insan.
Çünkü suskunluk ihanettir bu şehre.
Bu zulüm, Kudüs’ün taşına toprağına hiç yakışmıyor.
Ve bu şehre gitmek; sadece bir turistik gezi değil,
insani bir ibadet, vicdani bir direniştir.
Ey Müslüman!
Git Aksa’ya.
Varlığınla o kapılardan birini sen geç.
Orada bir çocuğun gözleri seni arasın.
Sen git ki, bir annenin duası kabul olsun.
Sen git ki, bu şehir yalnız kalmasın.
Çünkü Kudüs’e gitmek, ümmetin kalbine gitmektir.
Ve kalp atmayı bırakırsa, beden ölür.
Kudüs ölürse, biz çoktan ölmüşüz demektir.
İmza
Kudüs muhafızı