Mehmed Zahid Kotku (K.S.) Hazretleri

Hocaefendi; son derece mütevazı, yerinde konuşan, yerinde susan, hikmet ehli, görüldüğünde sevgi ve saygı hissi uyandıran, Allah’ı (c.c.) ve Rasülünü (s.a.v.) hatırlatan âlim ve ilmiyle amil bir zattı. Samimi, sade, içten ve Bursa yöresi bazen de Kafkas şivesiyle konuşur, ancak gönüllere tesiri büyük olurdu. 

Selahattin AKGÜRE

Öğrencilik Yıllarımızda Tanıdığımız Mehmed Zahid Kotku Hocaefendi Hz. ve Üzerimizdeki Etkileri

Hocaefendi, beni en çok etkileyen, adeta yeniden doğuşuma vesile olan bir insan oldu. O, kitaplarda okuduğumuz Resulullah (s.a.v) Efendimiz’in varisleri olan âlimlerin, insan-ı kâmilin adeta yaşayan bir timsali idi. Kur’an ahlâkı ile mücehhez bu güler yüzlü zat çok hoşgörülü, sabırlı, her sözünden hikmet damlayan, yetiştirdiği, ufkunu açtığı insanlarla ülkemizin son dönem tarihinin bence en önemli şahsiyeti idi. Allah (c.c.) ondan razı olsun.

Kendim için büyük bir manevi nimet ve şeref olarak gördüğüm Hocaefendi’nin ilk telif ettiği kitap olan beş ciltlik Tasavvufî Ahlâk kitabının musahhihliği ve yayına hazırlama görevi bu fakire verildi.

Akıncılar il başkanı Dursun Özcan’ın başkanlığını yaptığı Fatih’teki Vakıflar Yurdu’na sık sık gelerek meşhur 28 nolu odadaki sohbetlere ve İskenderpaşa’daki sabah derslerine katılıyor; bazen de özel sorularımız olduğunda Hocaefendi’nin caminin bitişiğindeki evinde kendisini ziyaret edip sorularımızı soruyor, tavsiye ve dualarını alıyorduk.

1978 Şubat ayı başlarında eşim olan hanımefendiyle hayatımızı birleştirdik. İskenderpaşa’da verdiğimiz velîmenin ardından dini nikâhımızı Hocaefendi kıyarak bu nimeti bize bahşetti ve bizi şereflendirdi.

Hocaefendi; son derece mütevazı, yerinde konuşan, yerinde susan, hikmet ehli, görüldüğünde sevgi ve saygı hissi uyandıran, Allah’ı (c.c.) ve Rasülünü (s.a.v.) hatırlatan âlim ve ilmiyle amil bir zattı. Samimi, sade, içten ve Bursa yöresi bazen de Kafkas şivesiyle konuşur, ancak gönüllere tesiri büyük olurdu. 

Pazar günleri ikindi namazı akabinde yapılan Râmûzu’l-Ehâdîs derslerinden sonra caminin avlusu bir muhabbet bahçesine dönüşürdü. İhvanlar birbirleriyle musafaha edip kucaklaşıp, salavat-ı şerifeler getirirken öylesine bir sevgi halesi oluşurdu ki insan bir türlü oradan ayrılmak istemezdi. O güzel duyguları, samimiyeti, hasbiliği, ihlâsı ne ondan önce ne de sonra bir daha o derecede yaşayamadım.

Hocaefendi şüphesiz keramet ehli idi. Fakat “Keramet için bu yola girenler veya keramet iddiasında bulunanlar şeytanın ve nefsi emaresinin tuzağına düşmüşlerdir, Hakk’ın rızasından sapmışlardır. Asıl keramet, şeriat üzerinde istikamet ve sebatla birlikte Müslümanca yaşayıp kâmil bir mümin olarak ölmektir” derdi.

Kendisinden bahsederken ben yerine biz derdi, tevazuda onun gibisini görmedim. “Bu günahkâr, aciz kardeşiniz için de dualarınızı unutmayın” derdi. O tam bir hizmet ehliydi. Genç, yaşlı, zengin fakir, kadın erkek ayırmadan herkesin derdiyle ilgilenir, yardımcı olmaya çalışır, her müşkülümüze koşar, kimseyi kapısından geri çevirmezdi. Sigara konusunda çok hassastı, bu illete alışmamamız, alıştıysak bırakmamız için tavsiyelerde bulunurdu. Yalnızken hafi, toplu haldeyken cehri zikri tavsiye ederlerdi. Fazla açlık ve fazla tokluktan sakınmamızı söylerlerdi. Kimsenin kusurlarını yüzüne vurmaz, azarlamaz, nasihatlerini büyüklerin sözlerini naklederek veya genel ifadelerle yapardı.“Huzurlu bir kalp istiyorsanız, insanların ahlâken nakıs yönlerine, ayıplarına değil de kemâl taraflarına bakın”, derdi.

Şeyhine, hocasına tazim, itaat ve hürmetle birlikte bunun Ehl-i Sünnet akaidi ve anlayışı ölçüleri içinde yapılması gerektiğini, onlara masumiyet izafe etmenin Ehl-i sünnet akaidinde yeri olmadığını eserlerinde ve sohbetlerinde vurgulardı. “Evladım eden eyleyen Allah (c.c.) dır. Güç ve kudret hüküm O’nundur. Bizde bir şey yok, bizler ancak fani, kusurlu, günahkâr, O’nun af, mağfiret ve rahmetine muhtaç kullarız” derdi. Gizli açık şirkler ve dinde ihdas edilen bidatler konusunda çok dikkatli (agâh ve mütenebbih) olmamızı tavsiye ederlerdi. Din kardeşliği hukukuna çok önem vermemizi, kardeşliğe zarar verecek söz ve davranışlardan uzak durmamızı, ayrılık ve çekişmelerin, bölünmelerin tarafı olmamamızı, kardeşlerin arasını bulup, onlara hizmet etmeyi, bâr değil yâr olmayı, birbirimizi Allah (c.c.) için sevmedikçe kâmil mümin olamayacağımızı çok sık söylerlerdi.

Daima orta yolu tercih etmemizi, aşırılıklardan, ifrat ve tefritten uzak durmamızı, Allah (c.c.) korkusuyla birlikte Allah (c.c)’dan af ve mağfiret ümidimizi hiçbir zaman kaybetmemizi (beynel havf verreca)tavsiye ederlerdi.

Hocaefendinin Türkiye ve Dünyadaki İslami Hareketler ile Siyaset Üzerindeki Etkileri

1974 Kıbrıs harekâtından sonraTürkiye’desağ-sol çatışmalarıbaşlamıştı.Bu çatışmalar sokaklarda olduğu gibi üniversitelerde de sürüyordu. YTÜ (İDMMA), İstanbul’da en şiddetli mücadelenin olduğu bir okuldu. Hocaefendi bizlere: “Çatışmalardan uzak durun, siz saldırmayın, ancak size saldırdıklarında kendinizi en güzel şekilde savunun, korkmayın, Allah (c.c.) sizinle beraberdir” derdi.

1980 öncesinde ülkede adeta bir iç savaş yaşanıyordu. Sağ-sol çatışmalarında her gün onlarca kişi ölüyor, kurtarılmış bölgeler oluşuyordu. Sıkıyönetim ilan edilmiş ama bir işe yaramıyordu. Ülkeyi içeriden ve dışarıdan birilerinin karıştırdığı gün gibi aşikârdı.  Hocaefendi bizlerin bu silahlı çatışmadan uzak durması gerektiğini çok net bir şekilde beyan ediyor ve sürekli bizleri ikaz ediyordu. Hocaefendi’nin uyarılarıyla arkadaşlarımız Akıncılar teşkilatını olayların içine çekme tertiplerini büyük ölçüde boşa çıkardılar. Eğer bu olaylara biz de karışmış olsaydık, büyük bir oyuna gelmiş olacak, çok kanlar akacak ve belki de 1980 darbesinde en büyük bedeli ödeyenlerden olacaktık. Çünkü o zamanın en güçlü ve yaygın gençlik teşkilatı Akıncılar Derneği olarak bizdik.

Sohbet ve derslerinde ülkemizin, Türkiyeli Müslümanların ve tüm İslâm âleminin sorunlarını ve çarelerini dile getirirdi. Hocaefendi gerek Türkiye’deki diğer cemaatlerin gerekse tüm dünyadaki Müslümanların liderleri ve temsilcileri ile görüşürdü. Erenköy’deki Sami Efendi’yi ziyarete gittiğini, Fatih Çarşamba’dan Mahmud Efendi’nin de Hocaefendi’yi sık sık ziyarete geldiğini görüyor ayrıca hac ve umrede de bu görüşmelerin devam ettiğini duyuyorduk.

Cemaatler arasında adeta bir görev dağılımı vardı. Hocaefendi daha çok üniversite camiası, akademisyen ve öğrencilerle, Erenköy’den Sami Efendi sanayici ve tüccarlarla, Mahmud Efendi de esnaf, tüccar ve Karadeniz eşrafı ile ilgilenirdi.

Ülkemizin son devir siyasetinde etkili olmuş; başta Necmettin Erbakan ve Turgut Özal gibi isimlerin hepsi Hocaefendi’den feyz almış, ondan etkilenmişlerdir.

Hocafendi, “Sadakadan daha efdali kişiye borç vermektir. Ondan daha efdali ise kişiye helalinden kazanabileceği bir iş vermektir. Öyleyse müteşebbis olun, iş kurun, üretim yapın, istihdam oluşturun, küçük sermayelerinizi birleştirip güçlü şirketler kurun.” diyordu.

Nasıl Gümüşhaneli Ahmed Ziyaüddin Hazretleri kendi zamanında Abdülhamid Han’ı yerli sanayi, eğitim, ulaşım ve istihdam oluşturacak yatırımlar konusunda teşvik ettiyse aynı dergâha mensup Hocaefendi de siyasileri bu konularda teşvik ediyordu. Erbakan Hoca’nın Milli Sanayi Hamlesi ve MSP hareketini günlük siyasetin içine girmeden dışarıdan tavsiye ve dualarıyla destekledi. MSP hareketi kamuoyunda neredeyse bir İskenderpaşa projesi olarak biliniyordu fakat Türkiyeli Müslümanların önemli bir bölümünü bünyesinde birleştirmeyi başarmıştı. En büyük destek ise doğudaki Müslüman Kürt kardeşlerimizden geliyordu. Bunda Hocaefendi’nin oradaki zatlara gönderdiği selamların tesiri büyüktü. Bununla birlikte sadece MSP camiası değil, Demirel ve Türkeş de dâhil her partiden insanlar Hocaefendi’yi ziyarete gelir, tavsiye ve duasını alırdı. Bütün İslam âleminden Hocaefendi’ye ziyarete gelenlere aynı şekilde tavsiyelerde bulunurlar, onların da dertleriyle ilgilenirlerdi.

“İslam ümmetinde tüm Müslümanların kardeş olduğunu bu kardeşliğin karındaşlıktan üstün olduğunu, cemaat kardeşliğinin ise bundan sonra geleceğini” beyan buyururlardı. Müslümanların birçok fırka, cemaat ve gruplara bölünmesinin aralarında iş birliği, hizmet paylaşımı ve yarışı olursa faydalı, aksi takdirde yanlış, zararlı ve kıyamet alametlerinden biri olduğunu söylerlerdi.

Alevilerin Ehl-i sünnet akaidinden uzaklaşmalarında, fakirlik ve cehalet içinde kalmalarında tüm Müslümanların sorumluluğu olduğunu, onlarla ilgilenmemizi tavsiye ederlerdi. “Her müminin, gerektiğinde Allah yolunda canıyla malıyla cihad etmesinin farz olduğunu, ancak; terör, şiddet, anarşi gibi metotlarla Müslümanların işi olamayacağını, nefs-i emmaresini yenip, kâmil bir mümin olarak yaşayıp, güzel bir örneklik oluşturmak, emri maruf ve nehyi anil münker yapmak, tebliğ ve davet çalışmalarında bulunmak, insanlara muhtaç olmayarak helal kazanabileceği bir meslek sahibi olmak, bütün bunları yaparken sabır, sebat, istikamet ve doğruluktan ayrılmadan yaşamanın en güzel cihad olduğunu” söylerlerdi.       

O sırada yaygın bir tartışma konusu olan cuma namazı kılmama konusunda net bir şekilde cuma namazını terk etmenin caiz olmadığını beyan ettiler. Ancak namazı kıldıracak kişinin takvasına göre cami tercihi yapılabilir, derlerdi. Kendisi cuma namazlarında son derece heybetli ve celalli, kısa ve öz bir hutbe irad ederlerdi.

Müslümanın içinde yaşadığı toplumun sorunlarına kayıtsız kalamayacağını, birlikte çözümler bulunması için, toplumdan, camiden, cemaatten kopuk yaşanmaması gerektiğini, söyler: “İnsanların en hayırlısı, insanlara en faydalı olandır.” hadisini zikrederlerdi.

Evliliği çok teşvik eder ve çocuklarımızı okutmamızı, meslek ve güzel ahlak sahibi olmaları için gayret etmemizi tavsiye ederlerdi. Kadınların kendilerine uygun bazı meslekler için okumaları ve çalışmaları, ticaret yapmaları caiz olsa da, kadınlar için en hayırlısının evlerinin içi olduğunu tavsiye ederlerdi. 

Hocaefendi, sadece bir gönül eğitimcisi değildi. Günlük politikanın tamamen dışında olmasına rağmen, Türkiye’nin kültürel, ekonomik ve sosyal sorunlarıyla yakından ilgileniyorlardı. Bu nedenledir ki onun etrafında oluşan topluluğun içinde aydınlar ve üniversiteliler ağırlıklı bir yer teşkil etmişlerdi. Sohbetlerinde sık sık dile getirdikleri çözüm önerileri ve düşünceleri ile Hocaefendi çağının ilerisinde idi. Çevresini sürekli olarak toplum yararına yatırımlar yapmak için iş birliğine teşvik ediyorlardı.

Ekonomik yönden özellikle de savunma ve ağır sanayide dışa bağımlı olmamak için sanayileşmek gerektiğini dile getiriyordu. “Makinelerimizi dışarıdan almayalım, kendimiz yapalım, çıkardığımız hammaddeleri kendi memleketimizde işleyecek tesisler kuralım” diyordu. Türkiye’nin ekonomik olarak dışa bağımlılığının kültürel bağımlılığı getireceğini, bunun da batıya tutsaklık anlamına geldiğini, bu nedenle Müslümanların kalkınma için ekonomik güçlerini birleştirmelerinin bir ibadet gibi algılanmasını istiyordu. Kendisi başta Almanya olmak üzere bazı sanayileşmiş ülkelerde incelemelerde de bulunmuşlardı.

Hocaefendi mevki, makam ve para hırsından kurtarmaya çalıştığı öğrencilerini bir yandan da Türkiye’nin yönetimine siyaset yoluyla talip olmaya yönlendiriyordu. Ülkeye faydalı bir ilim tahsili için gerekirse yurt dışına gitmeyi tavsiye ederlerdi. (Prof. Dr. Nevzat Kor hocamız bize anlattığı hatıralarında, Çevre Mühendisliği konusunda master yapmak üzere Amerika ve Almanya’ya gitmesinde Hocaefendi’nin etkisi olduğunu anlatmıştır)

Hocaefendi siyasi, sosyal ve iktisadi alanlarda “imanlı” kadroların yer alması için çok çalışmış, geriye teşvik ve öncülüğünü yaptığı birçok eser bırakmışlardır: Vakıflar, dernekler, ticari kuruluşlar, çeşitli yayınevleri ve en önemlisi vefatında mahşeri kalabalık oluşturan sevenleri… 

12 Muharrem 1397 tarihinde İskenderpaşa Camii’nde ikindi namazı sonrasında Hocaefendi’nin hadis dersinde tuttuğum bazı notlar:

Yalnız ibadetle tekâmül sağlanmaz, tek kanatla uçulmaz, ikinci kanat üzerimizdeki haklardır: Allah (c.c.) hakkı, Peygamberimiz’in (s.a.v.) hakkı (sünnetlere uymak), ehl-i beytin hakkı, mahlûkun hakkı, İslâm’ın hakkı, din kardeşinin hakkı (Hüsnü zan beslemek).

Büyüklerimizin bir sözü: “Herkes yahşi ben yaman, herkes buğday ben saman.”

Herkesi kendimizden üstün bileceğiz.

Allah’ın mahlûklarına şefkat ediniz.

Rıfk sahibinin evinde selamet vardır. Sertliği bırak.

Kalp temizse, dil hayır söyler.

Günahların istila ettiği vücudun azaları kötülüğe meyleder.

Önce gönlünü temizle. Beş azanın da yolu kalbe iner.

Günahın en kötüsü gıybettir. Aleyhte değil lehte konuş. Allah (c.c.) onu da iyi etsin inşallah, de. Ahlâk kitabındaki kardeşlik bahsini oku.

Din nasihattir. Oku ve dinle.

Cenab-ı Hakk’ın her an nazarındayız, günde üç yüz altmış kez kullarına rahmet nazarıyla bakar.

Yaratılış değişmez, hilkat değiştirilemez. Kişinin ahlâkını ancak Allah (c.c.) değiştirir. Bizim gücümüz yetmez.

“Allah” ve “Lâ ilâhe illâllâh” zikirlerini, manalarını düşünerek söyle.

Allah’ın (c.c.) istemediği işleri yapma.

Allah’a (c.c.) yalvar, “Bana güzel ahlâk ver, kötü ahlâktan kurtar” diye. Dünyada ve ahirette afiyet iste. “Ya Rab, beni iyi ahlâk sahibi eyle” diye mübarek gecelerde, cuma gecelerinde, berat gecesinde yalvar.

Azrail (a.s.) her kulu günde yetmiş kere yokluyor. Bugünkü sofuluğuna güvenme. Son nefesin için Allah’a (c.c.) çok yalvar.

Sekiz yüz senelik malı olup da hâlâ mal toplamaktan camiye gelmeyenler var.

Müslümanın yüzünün nuru bellidir. Yaşlı kâfir kadınla Müslüman yaşlı kadın arasındaki fark, hemen görülür.

Allah’ın (c.c.) huzurunda edepli olun.

Namazda sadece kalıbını değil, kalbini de Allah’a (c.c.) ver.

Abdest alırken huzurlu ol.

İhlas şart. Allah’ı (c.c.) anmak için namaz kıl, dünyayı değil namazı muhafaza et ki, Allah da seni muhafaza etsin.

Siz Allah’ı (c.c.) zikrediniz ki, Allah (c.c.) da sizi zikretsin.

Allah’ın (c.c.) namaz için kulunu muhafazası üç şekilde olur: 1.Günahlardan korur, 2.Mihnetlerden, belalardan korur (ihlas ile kılınan namazla), 3.Namaz kılıp zekâtımızı da verdiğimiz müddetçe Allah (c.c.) bizimle beraberdir.

Namaz şefaatçidir.

Kur’an şefaatçidir.

İnşirâh suresinin meal ve tefsirini iyi okuyun.