Kâbe’nin Azameti

Kâbe; af dileme ve iltica mekânı, bütün Müslümanların namazda yüzlerini döndüğü nokta ve kâinatın kalbidir. Hacerü’l-Esved ise “Elestü bi rabbikum” hitabına “Elbette öyle! Şahitlik ederiz.” diyerek Allah’a bey’atı yenilemektir. Ve bütün nefsanî temayüller ile şeytanî yönelişlerden elini çekerek O’na söz vermektir.

Ahmet POÇANOĞLU

Emekli Konya İl Müftüsü

(Çizgi: Hilal ÖZDER)  

İslâm’ın temelini oluşturan tevhid inancının sembolü Kâbe hakkında Kur’an-ı Kerim şöyle buyurur:

“Şüphesiz, âlemlere bereket ve hidayet kaynağı olarak insanlar için kurulan ilk ev (mâbet), Mekke’deki Beytullah’tır.” (Âl-i İmrân, 96)

   Beytullah’ı gören bir mümin, şu duayla yüreğini Rabbine açar:

“Allah’ım! Bu Beyt’in şerefini, yüceliğini, saygınlığını ve azametini artır. Hac ve umre yapanların da şerefini, saygınlığını ve iyiliğini artır. Allah’ım! Sen esenlik sahibisin, esenlik sendendir. Ey Rabbimiz! Bizi esenlikle yaşat.”

İşte bu dua ile insanın kalbinde Kâbe’ye karşı tarifsiz bir hayranlık uyanır. O güzellik, o koku, o azamet ve o hürmet duygusu… Zamanla bu hayranlık yerini hasret ve özleme bırakır.

   Ve Beytullah’ın huzurunda iç içe geçmiş bir yolculuk başlar.

   Bu yolculuk, tevhidin tarihine uzanır. Hz. Âdem ile Hz. Havva’nın tövbeleriyle başlar:

             قَالَا رَبَّنَا ظَلَمْنَا أَنْفُسَنَا وَإِن لَّمْ تَغْفِرْ لَنَا وَتَرْ‌حَمْنَا لَنَكُونَنَّ مِنَ الْخَاسِرِين

Ey Rabbimiz! Biz kendimize zulmettik. Eğer bizi bağışlamaz ve bize merhamet etmezsen mutlaka ziyan edenlerden oluruz.” (A’râf, 23)

   Bu, Rahman ve Rahîm olan Allah’a bir yakarış ve rahmetine yolculuktur.

   Yolculuk devam eder; Hz. İbrahim’in, her şeye gücü yeten Allah’a güvenerek, Hz. Hacer ile emzikli oğlunu ıssız ve susuz bir vadide bırakınca:

     رَبَّنَا إِنِّي أَسْكَنْتُ مِن ذُرِّيَّتِي بِوَادٍ غَيْرِ ذِي زَرْعٍ عِندَ بَيْتِكَ الْمُحَرَّمِ

“Rabbimiz! Ben soyumdan bir kısmını, Sen’in kutsal evinin yanında, ekin bitmeyen bir vadiye yerleştirdim. Rabbimiz! Namazı dosdoğru kılsınlar diye (böyle yaptım). Artık sen de insanların gönüllerini onlara meylettir, onları çeşitli ürünlerle rızıklandır; umulur ki şükrederler.” (İbrahim, 37) diye dua eder. Bu dua; Hz. Hacer’in Safa ile Merve arasında telaşla koşuşturması, tevekkülü ve teslimiyeti, Zemzem’in doğuşuna; rahmetin yeryüzüne inişine yapılan bir yolculuktur.

  Yine aynı yolculuk, Hz. İbrahim ve Hz. İsmail’in birlikte Beytullah’ın temellerini yükselttikleri zamana götürür. O an, dua ve teslimiyetle yoğrulmuştur:

      رَبَّنَا تَقَبَّلْ مِنَّا إِنَّكَ أَنتَ السَّمِيعُ الْعَلِيمُ

“Ey Rabbimiz! Bizden bunu kabul buyur. Şüphesiz Sen, her şeyi işiten ve bilensin.” (Bakara, 127)

Bu dua, ibadetlerin özüdür; insanın samimiyetini ve kulluğu özetler. Ayetlerin devamında bir Müslüman ümmet ve o ümmete Allah’ın ayetlerini okuyacak, hikmeti öğretecek, nefisleri arındıracak bir Resûl’ün gelişi müjdelenir.

   Kâbe’de; bütün olumsuzluklara rağmen canlı bir organizma gibi tavaf eden kalabalık, Abdulmuttalib’in Ebrehe’nin saldırısına karşı söylediği şu sözü adeta haykırır:

“Kâbe’nin bir sahibi var ey Ebrehe! Ben develerimin sahibiyim. Kâbe’nin sahibi onu elbette korur.”

   Kâbe, Peygamber Efendimizin davet, cihad ve ahlakına açılan bir kapı ve şahittir. Resûlullah’ın Safa Tepesi’nde hakaretlere uğrayışı, Ebû Cehil’in terbiyesizliği üzerine Hz. Hamza’nın öfkeyle Ebû Cehil’in başına yayı indirişinin sesi daima yankılanır.

   İsrâ ve Miraç mucizesinin şahidi Ümmü Hânî’yi, onun evini, Resûlullah’ın Kâbe’de putları kırmak üzere Hz. Ali’ye:

   “Omuzlarıma çık ey Ali!” diyerek en büyük putu parçalattığını düşünmek;

“Hak geldi, bâtıl zail oldu.” (İsrâ, 81) ayetinin çağlar boyu devam eden sesini duymaktır.

   Peygamberimizin Mekke’nin fethi günü müşriklere söylediği sözler insanın kulaklarında çınlar:

“Bugün size kınama yok. Allah sizi bağışlasın. O, merhametlilerin en merhametlisidir.” (Yûsuf, 92)

“Gidiniz, hepiniz serbestsiniz.”

O’nun alicenaplığı, affediciliği ve merhameti bir kez daha gönüllere işler. İslam’ın bir hukuk ve adalet dini olduğuna şahitlik eder.

   Bu yolculuk, insanın kendi kalbine, iç dünyasına; hesaba çekilmeden önce kendini hesaba çekmeye yolculuktur.

   Bu yıl Ramazan umresinde Kâbe’yi ziyaret etmek nasip oldu:

İftar vaktinden hemen önce her gün; Nuh Peygamber’in duasıyla soframızı seçip,

     رَبِّ أَنْزِلْنِي مُنْزَلًا مُبَارَكًا وَأَنتَ خَيْرُ الْمُنزِلِينَ

“Rabbim! Beni bereketli bir yere indir. Sen, misafir edenlerin en hayırlısısın.” (Mü’minûn, 29) der. Sonra, Hz. Musa’nın Şuayb Peygamber’in hayvanlarını sulayıp ardından ettiği şu dua ile:

     قَالَ رَبِّ إِنِّي لِمَا أَنزَلْتَ إِلَيَّ مِنْ خَيْرٍ فَقِيرٌ

“Rabbim! Bana lütfedeceğin her türlü hayra muhtacım.” (Kasas, 24)

İftar sofrasında kuşlar gibi beklemeyi, tevekkül etmeyi, azla yetinmeyi öğrendik.

   Kâbe; af dileme ve iltica mekânı, bütün Müslümanların namazda yüzlerini döndüğü nokta ve kâinatın kalbidir. Hacerü’l-Esved ise “Elestü bi rabbikum” hitabına “Elbette öyle! Şahitlik ederiz.” diyerek Allah’a bey’atı yenilemektir. Ve bütün nefsanî temayüller ile şeytanî yönelişlerden elini çekerek O’na söz vermektir.

   Kâbe ile birlikte çıktığımız yolculukta; zenci Müslümanların iştiyakını, İslam’ın Bilal’ce ifadesini ve mühtedi Müslümanların samimiyetini gördük. Ayrıca “son derece doğru sözlü, asla yalan söylemeyen, sözünde duran, gerçek olduğuna inandığı şeyi tasdik etmede tereddüt göstermeyen” Hz. Ebubekir’in teslimiyetinden; hak ile bâtılı açıkça ayıran Hz. Ömer’in cesaret ve adaletinden; Hz. Osman’ın haya ve cömertliğinden; Hz. Ali’nin cihat ve ilminden nasiplenmeye gayret ettik.

   Hz. İbrahim’in baktığı gibi uzaktan Mekke’ye bakarak:

“Rabbim! Bu beldeyi emin kıl. Beni ve oğullarımı putlara tapmaktan uzak tut.” (İbrahim, 35) duasında Rabbine seslendiği gibi, biz de Rabbimize hem Mekke’ye hem Kâbe’ye hem kendi beldemize hem de Gazze’ye, neslimize, evlatlarımıza ve İslam ümmetine dua ederek bu yolculuğumuzu tamamladık.